|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
15 Kasım 2003
Klavyeye Dokunan Parmaklar...
sanaldaki mi gerçeklik,gerçek yaşammı sanal bir sahtekarlık?
Raşit Cumhur ÇAKIN
int.de binlerce insanın yaşadığı yoğun duygular üzerine bir öykü... |
|
“KLAVYE YE DOKUNAN PARMAKLAR:
Ergeç bitecek bunlar: Size yıllardır ölümsüz bir mutluluğun iksirini bulduğunu vaad edenlerin hayatınızdan çaldığı nice sevgileri yeniden kazanacaksınız. Bir sahipsiz radyo kanalının yaptığı çaresiz , kendi haline bırakılmış gökyüzüne renklerden yoksun sinyaller savuran anonsları birinin öylesine açılmış radyosunda aniden duyulacak, yardımsever bir insanın amaçsız ve beklentisizce verdiği kanlar gibi tekrar hayata bağlıyacak sizi.
Tanımıyorsunuz onu, görmediniz ,konuşmadınız daha!Oysa ateşli ve ölümcül hastalıklarınızda başucunuzda nice saatler geçirdi de farkına varamadınız. Bazen içinizde sebebini bilmediğiniz sevinçler oldu. Hatırlıyormusunuz içinizin içinize sığmadığı o anları?İşte o anlarda içinde sizin sevginiz alevlenmişti. Bir yerde yürürken göz göze geldiniz yada belediye otobüslerinde yanınızdan geçerken varlığını hissetmeniz için size çarptıda özür dilerken sesini duydunuz!İçinizde kıpırdanmayan bu ateş çoktan bütün bedenini sarmıştı bile! Çılgınca bir aşkın tam ortasında iken bir şeylerin eksikliğini duydunuz mu hiç?
Yada herşeyi tattığınız ayak üstü bir öpüşmede başka bir teni hayal ettiğiniz oldumu hiç? Tedirginlikler içinde hiç bilmediğiniz bir numarayı çevirip o hiç aranmamış numarada hep konuşmak istediğiniz sıcaklıkta bir sesle karşılaştınızmı ?Bazen rüyanızda daha daha önce hiç konuşmadığınız , dokunmadığınız ve görmediğiniz bir yüze aşık olup uyandığınızda bu yüzü unutmamak için her gün aynı yüzü gözünüzün önüne getirdinizmi hiç?
Böyle bir his uzun zamandır benide sarmalamıştı. Bu düşler içindeki kişiyi tanımadığıma görmediğime emindim. Yüzeysel olan bütün duygulardan uzaktım .Uzun zamandır içimdeki bu derin boşluk duygusu beni teslim alıyor, içinden çıkmak isteyeceğim ilişkilere sürüklüyordu. Yanlış adımlardan korkmazdımda.İnsanların yanyana gelerek oluşturduğu toplumun ve bu katmanların yarattığı kuralların çoğunun safsata olduğunu biliyordum. Benim tek kuralım kuralsızlıktı . Bana göre hatalarım şimdiye kadar yaptığım en doğru şeylerdi. Sakin bir denizdim. Ne rüzgar vardı, nede fırtınaların oluşturduğu dev dalgalar. En küçük bir taş parçasının kalbimde büyük fırtınalar yaratacağını biliyordum. Geride kalanlara bırakmak için ne bir hatıram nede fotoğraflarım vardı. Bütün mutluluk dolu resimlerimi yakmıştım .Onlara bakıp teselli olmaktansa mutsuzluğun derin acılarını tadıp yeni yaşamlara yelken açmak için hazırlıklar yapıyordum .Yanıma hiçbir şey almayacaktım .Çünkü yaşamımızı daha kolay hale getiren bu eşyalar , objeler ve hayaller böyle uzun ve sonu olmayan yolculuklar için hızımızı kesen ağırlıklara dönüşüyorlardı.
Yanımda güçlü rüzgarlar yani duygularım , arkamda ise uzaklaşılmaya hazır bir deniz kıyısı kasabası vardı.Amacım tenini , yüzünü ,sesini, hiç bilmediğim bu insanı bulmaktı; o kadar! Bir dost yada sevgili olması önemli değildi. Hammaddesi sevgi olan şekilsiz bir kaya vardı içimde. Bütün heykeller gibi zamanla güzel bir bedene dönüşecekti.Yalnız bu heykelin diğerlerinden tek farkı: kendisini kendisinin oluşturacak olmasıydı. Bana kalan ;onu sevip ,ilgimle heyecanımla seyretmekti!
Bu heykeltraş sevmek için nice heykeller yapmıştı fakat arkasını döndüğü boş bir anında tekrar heykellere döndüğünde o güzel heykellerin tekrar şekilsiz ,soğuk ve hiçbir değeri olmayan kayalara dönüştüğüne şahit olmuştu.
Sevmek bir tür sanattır. Derinlik ve tümden teslim olmayı ister .
Bizler ne kadar deriniz ve ne kadar teslim oluyoruz birilerine?
“BİZE HER ZAMAN TEK BAŞIMIZA DİMDİK AYAKTA DURMAMIZI ÖĞÜTLEYENLER NEDEN YANIMIZDA BİZİ SEVEN BİRİNİN DE OLMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEMİYORLAR?”
Ama bu dünyanın sınırları içinde böyle bir insanın olduğunu ve şimdiye kadar onu tanımamanın bir şanssızlık olduğunu bilmek çok güzel bir duyguydu.
Şu anda nefes alıyordu. Belki yemek yiyor yada arkadaşları ile geziniyordu .Onu hayal ediyordum. Çevresindeki her eşya , şekil ,renk ve obje bir fotoğraf kadar netti hayallerimde. Fakat o sisler içindeki bir peri gibiydi. Bu haliyle bile böylesine güzel bir varlık, kimbilir ortaya çıktığında nasıl hayran edecekti kendine.
Günlerce , haftalarca ,aylarca onu hiçbir şey düşünmeden aradım.
Başka hiçbir şeyle ilgilenmeden birini aradığınız oldumu hiç?Oturup ölesiye sevdiğiniz birini kalabalıkların arasından ve çok uzaklardan gelirken görüp ne kadar sevindiniz değilmi?Öyle çok sevdiğiniz birisi varsa ne kadar şanslısınız bilemezssiniz. Oda bir zamanlar hayatınızda yoktu...Sizin için yabancı bir ülke kadar uzak ve soğuktu. Oysa hayatınıza girdiğinde ne kadar yakın ve sıcaktı size değilmi?
Bende bu insanın rüyalarımdan çıkıp bana koşmasını istiyordum. Evde tek başıma uyurken birden kapımın israrla ve dafalarca çalınmasını ve açtığımda bana sarılmasını istiyordum.
Kapım çalınıyordu ama gelen komşum oluyordu. Sarılmıyordu bana...
Bir yol lazımdı ikimizi birleştirecek.Bunu bulmam gerekiyordu.
Onu o kadar özlemişim ki bana aslında geldiğini aylarca anlayamadığımı anladım.Onunla konuşmuşum , tanımışım da haberim yokmuş.
Bir gün arkadaşların çok sık gittikleri , benim yaptıklarına sürekli güldüğüm internet kafe ye gitmiştim. Yeni çıkan bu iletişim ve bilgi ağına sadece eğlenmek ve gülmek için giriyorlardı. Merak edip bende girdim.
Bizim eskilerden sevgililerimize ve yakınlarımıza yazdığımız mektuplara , yazışmalara benzer bir şeydi bu.
Adına da “chat” diyorlardı. Bense hızlı mektuplaşma koydum adını.
İnsanlar aynı gerçek hayatta oldukları gibi burda da doğallıktan yoksundular . Kendileri değilde , olmak istedikleri bir çizgi film kahramanı gibiydiler.
Zayıflıklarını değilde güçlülüklerini anlatıyorlardı. Sevgilerini değilde nefretlerini kusuyorlardı . Gerçeklerden uzak fantazilerle dolu yalanlar söylüyorlardı. İç dünyanı yada hayallerini anlat dediğimde :”__Burası sanal dünya ,saçma dediklerin !!” diyorlardı.
Oysa oradaki tüm rümuzların bir hayatı, sevdikleri , nefret ettikleri , umutları , umutsuzlukları , ve herşeyden önemlisi yaşayan bir bedenleri vardı.
Sanallık anlamsızdı bana göre. Çünkü bazen yaşadığım hayatın bile bir rüya yada kabus olduğunu düşünür, gerçeğin ne olduğunu bulmaya çalışırdım.
Orada vakit geçirirken birisi ile tanıştım. O kadar samimi ve cana yakındı ki ; konuşurken yanına gitmek istiyordum. Onunla günlerce günlük hayatın en değerli zamanlarını geçirmeye başladım.
Bir ekranın karşısında , ellerim klavyenin üstünde gülüyordum. Bazen öyle duygulu şeyler söylüyordu ki tüylerimin ürperdiğini hissediyordum. Çok benziyorduk birbirimize ve çoğu zaman kendi kendime konuştuğum hissine kapılıyordum. Ona hislerim aşk-sevgi yada dostluk değildi. Garip bir duyguydu . Netten birbirine aşık olanları ve hatta daha ileri gidip evlenenleri dahi duymuştum ama gerçekçi yanımda vardı. Dokunmaya ,hissetmeye inanırdım.
Artık istediğim bir şey vardı: Konuştuğum ve yaşamını merak ettiğim bu insanı tam manası ve ruhuyla birlikte tanımak.
Başka caddelerde , başka bir yaşamın kucağında idi. Ama saatimiz geldiğinde kırk yıllık dostlar yada sevgililer gibi ekranlarımızın ve klavyelerimizin karşısına geçiyorduk. Bana kendi ile ilgili herşeyini anlatıyor herşeyini benimle paylaşıyordu. Bazen ellerinin klavyeye dokunduğunu ve o klavyenin sanki benim klavyem olduğunu hissedip daha bir şevkatle dokunuyordum tuşlara: İncitmekten korktuğumuz narin bir kuş gibi yani.
Bir gün beni hiç merak etmiyormusun diye sorduğunda tüm samimiyetimle çok merak ettiğimi söyledim. Bana nasıl göründüğünü anlattı..
Dediğim heykel gibi onu şekillendiremiyordum. Kendi kendini oluşturuyordu.İçimde bir çok soru vardı.Acaba düşlerimdeki o insanmıydı?İçimdeki yıkıcı fırtınaları oda hissediyordu.Onun benden etkilendiğinden çok daha fazla etkilenmiştim.
Bu duygular kesinlikle boşluktaki bir geminin gördüğü herşeyi bir liman sanması değildi.Ona olan ilgimi bilmek istediğim iç dünyasından kaynaklanıyordu.Yaşadığım derin karmaşa yavaş yavaş azalmaya başlamıştı.Kendimi uzun zamandır bu kadar huzurlu hissetmemiştim.Günden güne onun sislerin içindeki insan olduğuna inanmaya başlamıştım.Ruh bütün güzelliklerini sunmak için üç boyutlu bir görüntüye ihtiyaç duymuyordu.Nerde olursa olsun ekranın üzerinde yanyana gelen kelimelerle bile sergiliyordu kendisini.Onun klavyeye dokunan parmakları benim için artık yepyeni bir hayatın ışıklar içindeki kapısı olmuştu.Bilgisayarın bizlere getirdiği kolaycılığı ilk defa sevmeye başlamıştım.Ama o ekran benim için sadece konuşmaya ve paylaşmaya ihtiyacı olan iki insanın buluştuğu herhangi bir yerden başka bir yer değildi.Elimde olsaydı ve elinde olsaydı yüzyüze ve yanyana olmayı tercih edeceğimizi ikimizde biliyorduk.İnanılmazdı ama yanımda hissediyordum onu.Bir çok alternatif eğlence biçimini sadece onunla konuşmak pahasına reddediyordum.Çünkü hiçbir eğlence onun sıcak kelimeleri kadar insanın içine işleyemezdi.Benim için bir eğlence değildi ve kimseninde o ekranın karşısına eğlenmek için oturduğumu düşünmesine izin vermezdim.Onu tanımak nasıl büyük bir şans ise ayrı hayatlarda olmak da bir o kadar şanssızlıktı.Güzel olan güne başlarken uzaklardaki varlığından mutlu olduğum bu insana :”__Günaydın ! iyiki varsın...” diyebilmekti.Öyle derin nefes alıyordum ki yaşadığımı hissediyordum.İçimde nice şelaleler özgürce akıyorlardı.Bendeki bu tanımsız değişikliklerden çevremdekilerde haberdardılar fakat olanları açıklamak daha doğrusu bunlara bir isim koyabilmek çok zordu.Olduğuna emin olduğunuz bir duyguya şekil vermek ve ona bir kalıp uydurabilmek gerçektende güç bir işti.
Bir şey düşünmeden herşeyin kendiliğinden oluşmasına taraftardım.Beni sıkan yaşamın içinde dolaşırken herşey anlamsız ve sonu olmayan günlerden ibaretken ;yaşam birden büyü yapılmışcasına güzelleşmişti.Gerçek buydu aslında:bizi mutlu eden bir şey yada birisi varsa herhangi bir bunalıma teslim olmuyorduk.Öyle bir mutluluk anıtımız yoksa ne olursa olsun günler bize sadece mutsuzluk veriyordu.Katır yükü ile paramız ve değerli mücevherlerimiz olsa onu paylaşacak yakın birisi olmadıktan sonra neye yararki?Neşeyi ,dostluğu ,aşkı ve sevgiyi paylaştığımı sandığım nice sıcak bakışlar bir gün geldiğinde bana bir yılan kadar soğuk bakmışlardı.Bunun burukluğu kalbimin çok gizli köşelerinde barınıyordu.Bu acılı yenilgilerin beni önyargılı biri yapmasına izin vermiyordum.Geçmişte kalanların verdiği acılar bir kapının önünde bekliyorlar ve onlara el sallamamı istiyorlardı.
Bir çoğu bu acıları uğurlayamıyor ve yine içeri davet ediyor.Hiçbir işe yaramayan bu batıcı dikenlerin israrla kendilerine bir elbise kadar yakın olmasına izin veriyorlar.
Acılarım kararlılıkla gözümün içine bakarak”kalalım”deselerde onları göndermiştim.Böyle kararları alırken ceza hakimleri kadar soğukkanlı bir tavırla kaleminizi kırabilmelisiniz.Çünkü bu ölüm fermanını vermezsseniz yosun tutmuş bu acılar sizi yavaş yavaş yok eder.Dönemeyeceğiniz yollara girerken farkında bile olmazssınız.
Ama evimdeki acıları uğurladığım halde yaşamıma bir şekil verip yeniden inşaa etmek için bana yardımcı olabilecek biride yoktu.
Bu çok acı bir şey:Ekrandaki bu insana klavyemden :kendimize daha önce hiç görmediğimiz renklerde bir yaşam kuralım diyememek...
Sadece acılarımı ,sevinçlerimi paylaşıyordu.Sislerin içinden çıkıp gelmiyordu.Bize çarkları harekete geçirmek için bir kıvılvım lazımdı.
Şekillenen bu canlı heykel içimde güzel bahçeler yaratmaya başlamıştı.
Duygularımı anlayabilmek ve kendi kabuğuma çekilmek için bir süre ekranın ve klavyenin başına geçmedim.O birkaç gün içinde ona ne kadar ihtiyacım olduğunun farkına vardım.
Zaman sanki durmuştu.Duvarlar ve insanlar tekrar bana boş boş bakmaya başladılar.Ekrandaki sisler kraliçesinin sesini duymak ,yüzünü görmek istiyordum..Fakat bunu ona söyleyememiştim.Daha doğrusu ;beni sıradan bir insan sanmasını istemiyordum.Bu gizem kalkmalıydı...Belkide aramızdaki bu derin ilişkinin güzelliğide gizemden kaynaklanıyordu.
Bu durumun çözümlenmesini istiyordum ve daha fazla dayanamayıp tekrar ekranın karşına geçtim.Girer girmezde karşılaştık zaten....
Beni çok özlediğini ve çok merak ettiğini söyledi.Hayalimde de olsa ona sarıldım.Saatlerce konuştuk.O gece dahada yakınlaştık.Benim söyleyemediğim şeyleri söyledi.Beni görmek ve sesimi duymak istediğini söyledi .İyi geceler dileyip sonuna bir telefon numarası yazdı.Öyle sevindim ki :numarayı bir kağıda ne kadar dikkatli yazdığımı anlatamam.
....
Bedenim üzerinde yıllardır herhangi bir bitkinin yetişmediği topraklardan farksızdı .Ara sıra içime bir tohumun rüzgarların etkisiyle girdiğini hissediyor,fakat zaman geçtiğinde dev bir diken örtüsüne karşı savaş açmak zorunda kalıyordum.Onlardan kurtulmaya çalıştıkça silkiniyor ,silkelendikce de bu daha köklü kan çiçeklerine boyun eğmek kaderini yaşıyordum.Ne kadar zordur bilemezsiniz:Hareket edemeyen bir korkuluk gibi size atılan taşların yüzünüzü kan içinde bırakması.
Sizin güçsüzlüğünüzü anlarlar;Ne yaparsanız yapın,ava çıkmış vahşi hayvanların yemeği gibi bedeninizin parçalanmasını beklersiniz.
Bu bedende hayalleriniz,masumane istekleriniz vardır.Zaman size sadece erime hakkını verir.Adınızı verimsiz toprak koyarlar....
Kim istemez ki herkesin sevdiği bir insan olmayı?
Yada insanlara umut ve sevgi dağıtan biri olmayı?
Bir şeyleri alınmış ve sonsuz kaybetme duygularından insanlara olan güvenini yitirmiş birinden ne istenebilir?
İçine rüzgarların getirdiği acı çiçekleri ve dikenleri haricinde hiçbir güzel tohum girmemiş ,çorak bir araziden lezzetli meyveler beklenebilirmi?
Üstümde ne kadar kanatan sevgi varsa kurtulmayı başarmıştım.Gelecekten bir beklentimde yoktu.Gelecek benim için üstünde hiçbir numara ve vaadi olmayan bir piyango bileti idi.
Cebimde biletim vardı ama üstünde numara yoktu.
Yıllardır üstümde taşıdığım bu bilette baktığımda artık bir numara görebiliyordum.Binlerce ihtimal vardı ama koca bir boşluktan daha teselli vericiydi.Zaten hayat bize güzel vaadler veren bir rulet oyunu değil mi?
Nedense her şansımızı denediğimizde farkında olmadan kurşunu namlusuna yaklaşan toplu bir silahın soğuk nefesinin beynimizde olduğunu fark edemiyoruz.
Bazıları mücadeleden vazgeçip rutinde olsa yaşama hakkını kazanıyor.Benim gibiler ölümden ve yaşarken yok olmaktan korkmayıp tetiği israrla ard arda çekiyor.
Son bir şansım kalıp kalmadığını bilemezdim ama aşkın korkulacak kadar acı vereceğine inanmıyordum.
Bu tetiği çekeceğimden emindim .Çünkü içime ne olduğunu bilemediğim bir tohumun yerleştiğini hissediyordum.Ve bu tohuma öyle bir umut besliyordum ki yaşamam için gerekli olan tüm şeyleri ona veriyordum.Hayale ihtiyacım vardı,onu hayal ediyordum,konuşmaya ihtiyacım vardı,onunla konuşuyordum.Daha önce hiç etmediğim iltifatları ona bağırarak ediyordum.Her şeye layıktı.
Daha önce görmediğim birine böylesine heyecanla ilgi duymamı kimse anlamıyordu ama bir anne hamileyken hiç görmediği çocuğuna sevgi beslemek için onu görmeye ihtiyaç duyar mı?Varlığını tüm bedeninde hissediyordur zaten.Bir kadın olmadığım halde birisine değil ,insan sevgisine hamileydim.
Keşke tüm insanlar birini sevmeyi benim kadar isteyebilseler...
Dünyada en büyük savaş sevgisizliğe açılan savaştır.Bir şeye yada birine sevgi beslemek istediğinizde hayatınızın en zor dönemine girdiğinizi bilirsiniz.Her şey dev taşlar gibi önünüzde set olur.
Oysa birinden yada bir şeyden nefret etmek istediğinizde yada sevmemek istediğinizde tüm yollar ve kapılar size açılır.
Bu garip bir çelişkidir!
Galiba hayatın insanlara garip bir cilvesidir bu durum.Bir çok kez sevmekle ,sevmeyi istediğimi karıştırdığımı anladım.Bir çok sevgi zamanla içimde yok oldu.O zamanlarda bu çabamın yarım kaldığını yada eksik bırakıldığını düşündüm.Bazen kendi zayıflığım beni vazgeçirdi,bazen çok yol almama rağmen engellerin gittikçe yükseltildiğini gördüm.
Aslında bu soğuk duvarlar insanları ortasına tel örgü çekilmiş bir şehir gibi birbirinden uzaklaştırdı.
“SIRTLARINI DÖNÜP AYRI YÖNLERE GİTTİLER...”
Keşke hepsi o duvarları yıkmak için savaşsaydılar.Hala acı çektikçe ve yalnızlığa isyan bayrakları açtıkça o görünmez duvarlara saldırıyorum...
Şehrin yada ülkenin öbür tarafında sevmek istediğim birinin olduğunu bilmek bana her geçen gün güç veriyor.Çevrenizi dikkatlice incelediğinizde birilerini bağlılıkla sevenlerin örnek alınmadığını hatta bundan vazgeçirilmeye çalışıldığını görürsünüz.Yel değirmenlerine savaş açan don kişotlardır...Alay edilirler,ortalarından ikiye bölünmeye çalışılırlar.
“Gerçek hayalperestler sevgisiz yaşanabileceğini söyleyenlerdir.”
Artık çevremizde saldırabileceğimiz yel değirmenleri kalmadı.Hala şehrin ortasında insanları ikiye bölen bir duvar ve iki tarafta da sonsuz bir heyecanla bu duvara saldırmak isteyen don kişotlar var.
Bunu hissediyorum ve azda olsa bana umut veriyor.
İnsanların uyuduğu saatlerde tırnağımla kazdım bu duvarı.Ve küçücük bir delik açıldı.Oradan her sabah karşı tarafı izliyorum.İnsanlar aynı bu taraftakiler gibiler...
Sağa sola ne yaptıklarını bilmeden bir maratondaymışcasına koşturuyorlar.İkimizde hissedip aynı anda o delikten birbirimize bakıyoruz.
Şimdilik el ele değiliz ama parmaklarımızın uçları birbirine değiyor.
Uzun hasatsızlıklardan sonra koskoca arazimizde kocaman iki çiçek açtı.
Büyük bir sopanın ucuna kırmızı savaş bayrağını bağlayıp duvarın dibinde sallamaya başladık.Bu işareti karşı tarafın sevmeyenleri ile bu tarafın robot bakışlı insanları görmeye başladılar.
Şimdilik yürüyüp geçseler de kafalarında soru işaretleri oluşmaya başladı...
Biz soru işaretlerini geçip sakinde olsak yavaş yavaş bu sevgisizlik duvarında ki küçük deliği genişletmeye başladık.
Ellerimiz öylesine hazırki o taraftan bakanlar her an ellerini ellerimde görebilirler..
Bu dokunuş öylesine güçlü ki elektronik bir klavye bile hislerimi azaltmıyor.Hiçbir şey düşünmüyorum.Tek amacım bir gün güçlenip görünmez duvarları yıkarak tüm çekingen aşıkların birbirine kavuşması...
Bu bir ütopya!
Ütopyalarımız olmasa hayallerimizde sınırlandırılmış olmaz mı?
Sevgisizlik bir veba virüsü gibi kanımıza ve hayatımıza yayıldı.Ondan kurtulmak yaşamaktan da zor!
Artık tetiği çekip kendimi öldürdüm.Zaten yaşamaya çalışan bir felçliydim.Bu son kurşun beni değil,içimdeki uslanmaz virüsü yok etti.Bu rus ruleti beni değil ,içimdeki uslanmaz şeytanı yok etti.Ve sevebileceğimin farkına vardım.
Bilmediğim gizli şey ;aynı cesareti karşımdakinin de gösterip gösteremeyeceği...
Umut ediyorum ki duvarları kazımaktan ve yel değirmenlerine savaş açmaktan vazgeçmez ve şehrin diğer tarafından bana gelir.
Eminim: gel dese bir çırpıda koşarım ona.
Çünkü daha önce anlamsız kelimelerin bana bu kadar anlamlı geldiğini hissetmemiştim.Artık öğrenmek istediğim bir dil vardı:Onun gizemli dili.
Çözmek ve ruhunun kapılarından geçmek istiyorum.
Eve bir şeyler sipariş etmek için kullandığım telefon ilk defa işime yarayacaktı.
Numarasız piyango biletimde zamanla beliren numarasını çevirip ona tüm kalbimle “gel” diyecektim.
Ya görünmez duvar ? diyecekti
“o duvar bizim için yok artık ! diyecektim.
Korkuyorum sen gel ! dediğinde de duvarlardan geçerek ona gidecektim...
Yola çıktığımda onu şehrin tam ortasında belki sevgisizlikten üşürken bulacaktım.Isınması için o duvarı ve tüm şehri ateşe vermem gerekse de yapacaktım bunu.
Onu aradığımda belki sesinde engeller olacaktı ama bıkmadan bu tedirginlik bitene kadar devam edecektim.
Kırmızı bayrağı açmış bir adama kim engel olabilir?
Bu adam zaten yıllardır diken bulutları ile ve kan çiçekleri ile savaşmadı mı?
Yarın yapacağım ilk iş yarın onu aramak ve sesinde duvarlar kalmayana kadar sevgisini hayal etmek...
Yenilebilirimde ...
Belki aşamayacağım duvarlar beni bekliyor...
Denemeye değer...
PASLI DUYGULARDI
ŞEHRİN BİR YARISINI KİRLETEN
YAĞMURLA ISLATAN
BİTMİŞ BİR AŞKIN GÖZYAŞLARIYDI
ŞEHRİN BİR YARISINDA ARADIĞIM
O YAKICI MENEVİŞLİ BAKIŞLARDI
YÜREĞİMDE SAKLI KALAN AŞKTI TÜRKÜSÜ
ÇIĞIRTKAN
KANATLANAN ATEŞİME SÜRGÜNÜMDÜ
BELKİDE SİSLİ VE YANILTGAN
ŞEHRİN BİR YARISINDAYIM YORGUNUM
SANA OLAN HASRETİME VURGUNUM ŞİMDİ
ACI SAKLI KALDIRIMLARINDAYIM
PUSLU SEVDALARIN
AYRILIK KOKAN RÜZGARIDA HİSSEDİYORUM
ŞEHRİN BİR YARISINDAYIM ÜŞÜYORUM
HAYALİMDEKİ RESMİNE BAKA BAKA İÇİYORUM
BEN YAŞAMIŞIM SANKİ
GÖZLERİNDEKİ DERİN HÜZNÜ
DELİCE ÖZLETEN SADECE BİR BİLİNMEZİN DÜRTÜSÜYDÜ
HANİ ADIN YAZILI GÖKYÜZÜ?
HANİ YÜREĞİMDEKİ FERYATLARIN SÜRGÜSÜ?
ŞEHRİN BİR YARISINDAYIM
AĞLIYORUM
YANAĞIMI TERK EDİYOR GÖZYAŞI
İSMİNİN SON HECESİYLE
BİN ACIYI HİSSETTİĞİM GİBİ KENDİ ELLERİMLE
ÇARESİDE YOK BULAMADIM ŞEHRİN IŞIKLARI ALTINDA
ÇARESİ YOK BULAMADIM SESSİZ ŞEHRİN ALTINDA
ÇARESİ OLSA BULMAZMIYIM?
TİTRETMEZMİYİM HASRETİ
KININDAN ÇIKAN ÖLÜM GİBİ
...
PASLI DUYGULARDI
ŞEHRİN BİR YARISINI KİRLETEN
YAĞMURLA ISLATAN BİTMİŞ BİR AŞKIN GÖZYAŞLARIYDI...
:: SELAM |
Gönderen: CANAN / İSTANBUL /TURKIYE
|
23 Kasım 2003 |
|
| MERHABA, YAŞADIGIMIZ YADA HAYALİNİ KURDUĞUMUZ
BIR YASAM.MUTLU OLMAK ICIN SUREKLI ARAYISLAR ICERISINDEYIZ YADA YASAMI DAHADA RENKLENDIRMEK ADINA,
RASİT CUMHUR'UN KALEMI GUZEL FAKAT BİRAZ FAZLA DUYGUSAL VE SEVGI YUKLU BU DUYGUSALLIGI ZAMAN ZAMAN ONU KARAMSARLIGA ITIYOR.NACİZANE FİKRİM
HAYATI CIDDIYE ALIP AYNI ZAMANDA OYUN OLARAK GORMESI.HAYATTA MUTLU VE UMUTLU OLMANIN YOLU BUDUR DIYE DUSUNUYORUM.IYI AKSAMLAR |
|
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
Raşit Cumhur ÇAKIN kimdir? |
|
|
beni anlamak; yaşamın karanlık sularından üşüyerek te olsa, umuda açılmış yelkenlere öfke ve hınç ile üfleyerek rüzgarın yaratılabileceğine inanmaktır.
Etkilendiği Yazarlar:
...
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|