Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter |
|
||||||||||
|
Şimdi müzik bir itfaiye merdiveninden yukarı tırmanıyor. Birinci kat, ikinci kat ve sonra pencere… Fısıltı mı yoksa bir konuşma mı ayırt edemiyor kulaklarım; - Pis bir sigara bağımlısıyım işte, görüyor musun evrenin en boktan adamı öksürüyor. Barın köşesine pineklenmiş bir sandalyesinde profilden karizma çizerken hatunlara, dünyanın encabını görüyordun seviyesiz bir iktidarla… Oysa kemirecek kaç yüzün kaldı baksana hayvan adam, hayallerin bile duman olmuş çıkıyor burnundan… Sanırım bir fısıltı dudaklarını kanatıyor… Kendisiyle konuşuyor, az sonra buzdolabına gidip bira daha açacak, bayat tuzlu fıstıkların tadını mayalayarken, çakır keyif küfürlerini damıtacak içinde olup biten her şeyi birkaç yudumda unutmaya çalışarak. Birkaç damla küçük bir dereye dönüştü, eskimiş yağmur oluklarından önce kaldırım kenarlarına, oradan da yalnız bir mazgalın parmaklıkları arasından kanalizasyona. Küçük dere, denize ulaşmak için daha çok yolu olduğunu düşünürken mazgala bitişik kaldırımda yürümekte olan düşünceli adamın ayak seslerini fark etmedi bile. Oysa adam kurgularına adım attırıyordu ilerlediği her metrede; - Neden vurdum ki sanki… Neden… Tartışmayı bile beceremiyorum daha, bir türlü sinirlerime hakim olamıyorum. İçince kendini kaybediyorsun derken gerçekten de doğru mu söylüyordu? Hayır, hayır hep içkime karışır ki zaten bu kadın… Yani ne vardı gecenin bir yarısı komşuda gevelemenin… Zaten o kadının kocasına da taşındığımızdan beri sinir oluyorum. Şimdi durduk yere sabaha kadar sürt sokaklarda sonra da git gönlünü al, olacak iş değil… Dur bakim, açık bir çorbacı olacaktı buralarda… Anlatıcı jazz sever ve mavi balonları, en çok da sabahları yatağın içinde kollarını iki yana açarak gerinmeyi. Sabah kahvaltısında özenle cilalanmış gibi duran zeytinlerin kayarak çatal ucundan kaçışlarını, akşam dönüşlerine rastlayan saatlerin az sonra evde dinlendirilecek yorgunluklarını sever… Şimdi de rahat koltuğuna oturmuş, bir de ayaklarını uzatmış önündeki sehpanın üzerine sabah yarısında kaldığı gazetenin göz değmemiş satırlarında geziniyor. Oysa devamını anlatması lazım, hem de öyle oturduğu yerde değil, ayakta ve yaşadıklarından duyduğu heyecana bürünmüş gür bir sesle… Hadi anlatıcı işinin başına!!!!! Anlatıcı aniden irkildi, içindeki sesi mi duydu ne?... Devam ediyor anlatmaya….. Gök sıkıntılı bir sancıyı yaşıyor, sanki gün boyunca mesanesinde tonlarca yağmuru biriktirmiş. Ah şu bulutlar diyor, şu bulutlar olmasa bilirim ben nereye yağacağımı da… Sonra çevresine hızlıca bir göz gezdiriyor ve en yakın umumi zamanda döküyor içini gök gürültülü naralarla…Sonra bu damlaları misafir eden şehrin kalabalık sokaklarından birinde genç bir adam şemsiyesini açıyor kelimeleri ıslanmasın diye; - Şimdi telefon açıp “ yaa gelemiyorum, işim çıktı, kusura bakma lütfen” desem olmaz. Başka bir şey bulmalı… Hah..! “ dersim bu akşam geç bitecek, istersen yarın…”… yok yok bu hiç olmadı… Off ne vardı ki şu kahrolasıca yağmurun ortasında taa oraya kadar gidip olmayan bir şeyi oluyormuş gibi göstermeye çalışmak… Yağmurun ne suçu varsa sanki… Vazgeçmemeliyim, adam gibi yanına gidip “bak kızım….ben…” , yok yok bu çok kaba olur… “ Şimdi sözümü kesmeden dinle beni hayatım… ben seni…”, yok yaa bu da çok yumuşak başlı, kararlı olduğumu anlamalı… Sanırım yine yapamayacağım, altı üstü “artık sana aşık değilim, çıkmak istiyorum hayatından” demenin türkçe sözlüğünü arıyorum… En iyisi eve dönmek ve bugün için birkaç bahane daha ısıtmak… Yağmur da dinecek gibi değil… Taksiiiiii…. Taksiiii…. İçinde daha kaç adam ve kaç yaşam var bilmiyorum… Ben sadece içinden çıkarttıklarını anlatabiliyorum ancak… Kediler o sokağın köşesine bir daha gelmediler, açık pencereli evdeki adam sigara içmeyi bıraktı, gecenin bir yarısı sokağın kirlenmişliğini temizleyen iki çöpçü, mazgalın en yakın komşusu olan kaldırımın üzerine sızmış adama ayık sorular sorarak evine götürdüler, gök yüzü prostat olurum korkusuyla artık yağmuru içinde biriktirmemeye karar verdi, daha fazla ıslanmamak için taksiye binen genç adamsa, indikten sonra fark etti şemsiyesini takside unuttuğunu ve yaşamın gerçekleriyle ıslanmaya devam etti bir ayrılık konuşmasının hemen ertesinde… Anlatıcıysa bu hikayeyi, zeytin rengi gözlerinin içine baka baka anlattığı kadına aşık oldu ve işi bıraktı…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © FERHAT ŞEKER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |