Yaşamın tanımı yoktur. -Halikarnas Balıkçısı |
|
||||||||||
|
Yatıyordu işte öyle,yatağın içinde derin bir sessizlik,dev gibi bir beden,sarsılmaz irade. Yüzünde sert iklimin esmerliği,derin bir çizgi yoğunluğu.Sakallarında mevsimin ilk karıyla düşmüş aklık hüküm sürüyordu.Kolundaki serum can veriyordu hayatın yorgunluğuna.Aldığı nefesten başka,hastane koğuşunda çıt yoktu. Narkoz,etkisini yitirmeye başladığında gözlerini araladı.Renkler flu, şekiller birbirine karışmış,etrafında anlamsız ve manasız bir dönence oluşturuyordu. -Kendine geliyor diye mırıldandı oğlu.İçinden “Babamı bize tekrar bağışladın” diye dua etti yaratanına. İhtiyar pehlivan oğluna “ne oldu bana” diye sordu.Oğlu heyecanlı bir ses tonu ile “geçti baba geçti,Allah’a şükür geçti” dedi Zaman geçtikçe ameliyat yeniden bir ağrı vücuduna dağılmaya başladı.Ağrı kesici verdiler,biraz sakinleşti.Yatağın içinde yatarken bir an sırtüstü attığını fark etti.Yan yatmak için bedenini zorladı.Bedeni eskisi gibi beyinden gelen emirleri dinleyecek kadar güçlü değildi.Eliyle bir işaret yaparak oğlundan kendini yan çevirmesini istedi.Oğlu sırtüstü yatmalısın diye iknâya çalışsa da başarısız kaldı.Babasının ısrarına dayanamayıp yan çevirdi. Birkaç saat geçmişti ki doktor girdi içeriye. “Nasılsın babalık,halin keyfin nasıl” diye sordu ihtiyara. İhtiyar her zamanki tevekkül anlayışı ile “Allah’a hamd olsun sayenizde iyiyim doktor” dedi.Doktor hastanın yan yatışına biraz da kızarak seslendi. -Hastayı neden sırtüstü yatırmıyorsunuz?Odada bulunan ihtiyarın oğlu,hasta bakıcılar,hemşireler hastayı sırtüstü yatırmak için harekete geçtiler. İhtiyar pehlivan bir elini havaya kaldırarak “hayır” dedi.Bir anda koğuşu sessizlik iksiri kapsadı,kol kesilmişti,bütün diller ihtiyarın cümlesini tamamlamasını bekliyordu. “Şimdiye kadar benim sırtımı yere getiren olmadı.Ben kendimi bildim bileli hiç sırtüstü yatmadım.”Koğuştaki suskunluk,hayretin yanına şimdi merakı da almıştı.Kafalarda soru işaretleri dolaşıp duruyordu.Birbiriyle manasız bakışmalar. Meraklıların sormak istediği soru doktor sordu. -Ne iştir babalık?Anlat hele bakalım şu sırtüstü yatmama meselesini de bizde bilelim. Raflarda unutulmuş,cazibesini yitirmiş bir tarihi romanın sayfalarını aralar gibi yavaş ,yavaş çevirdi zaman sayfalarını.Önce tunç bir heykel kesildi; sonra gözlerini bir bulut aldı.Derin bir nefesten sonra tebessümler dudaklarına indi. “Ben ülkesi özgürlüğüne teni kavuşmuş, savaş mağduru bir milletin yoksulluğu,harabeleri arasında dünyaya geldim.Ne televizyon, ne radyo, ne müzik, ne futbol bilirim.Bizim tek eğlencemiz düğünler,tek sporumuz güreşti. Yatağa sığınmış yaşlı bir çınarın dallarında sanki yeni sürgünler sürüyor,yeni tomurcuklar açıyor gibiydi. “Köylerde varlıklı ailelerin düğünü oldu mu, tüm köyü ve çevre köyleri bir heyecan sarardı. Düğün demek halay demek, oyun eğlence demek, etli bulgur pilavı, yanında ayran birde er meydanında güreş demektir. Diğer köylerden düğün okuntusu ( Davetiye) aldığımızda, tarlalarımızdaki işleri bitirip köy meydanında birer ikişer toplanırdık. İhtiyarlar, köyün ileri gelenleri sırtlarını dubara dayayıp taşların kütüklerin üzerine oturur, delikanlılarda onların söyleyeceklerine kulak kesilirlerdi. Çocuklar için bu toplantılar yeni bir eğlence idi. Kalabalığın içinde iri cüsseleri ceketleri omzunda duran pehlivanlar hemen fark edilirdi. Düğüne gidecekler kararlaştırılır, eski güreş anıları tazelenir, rakiplere göre taktikler konuşulurdu. Düğünden bir gün önce sabah nazmının ardından düğün olan köyün yolunu tutardık , önde köy büyükleri yanlarında biz pehlivanlar ve bizi desteklemeye gelen köylüler. Düğünün olduğu köye vardığımızda davullar zurnalar bizi karşılar yemeklerimizi yer, eğlenir muhabbet eder, saçılarımızı (hediye) atar, gecenin ilerleyen saatlerinde köylülerin evlerine misafir olurduk. Biz güreşçiler için gece zor sabaha kavuşurdu.gözümüze uyku girmez, rakiplerimize göre oyunlar yapar, ayaktan dalar, el ense çeker, kispetten tutar, kündeye getirir yener yenilirdik. Rüyalar bile güreş harmanı etrafında döner dururdu. Sabah ışıkları kendini göstermeye başladığında düğün evinde davullar gelin alma havasını çalar, gelin alınır iş harmana gelirdi. Güreş harmanı bir hafta öncesinden saman karıştırılan toprak çamur haline getirilir onunla sıvanırdı. Güreş harmanının etrafını kendi güreşçilerini destekleyen, güreşi seven halk doldururdu. Davullar güreş havasını ağır ağır çalar güreşçiler yağlanır, küçükler, gençler, baş altı ve baş pehlivanlık güreşleri yapılırdı. Bu güreşlerde önemli olan başpehlivanlığı almaktı. Baş pehlivanlığı alan köy için bu büyük prestijdi. Başpehlivan olan omuzlara alınır kalabalıkların omzunda düğün evine götürülürdü. Tüm güreşçiler ve misafirler bir başka harmanda, bir başka düğünde görüşmek üzere vedalaşırlardı.” İhtiyar pehlivan bir anda sustu. Gün batımı ile gökyüzünde çığlıklar atan kırlangıçlar gibi beyni allak bullak oldu. Yüreğindeki ateşten olsa gerek derinden bir ah çekti. “hey gidi günler hey… İte doktor oğlum benim hayatım. Ben bu toplantılarda anlatılan Koca Yusuf’ların, Çolak Sabrilerin hikayeleri ile büyüdüm. Hep onlar gibi olmayı hayal etim. Gün geldi bende harmanlara çıktım. Güreş harmanında şu gördüğün ihtiyarın sırtını kimse yere getiremedi. Kendimi bildim bileli de ben sırt üzeri yatmam” İhtiyarın nefesi yavaşladı, yüzünü yorgun bir tebessüm kaplarken, bulutsu gözlerinden birkaç damla yaş hastane nevresiminin üzerine döküldü. Koğuşta bulunan her kes sukutun limanının da demir atmış, ihtiyarla düğün harmanlarına gitmişti. Doktor “ Haydi sende benim sırtını yere getiremediğim ilk pehlivan ol” diyerek koğuştan çıktı. Gece çok uzundu. İhtiyar pehlivan ameliyat ağrılarını hiç hissetmedi.gece boyunca harmanlarda perdah attı, kispetten tuttu, ayaktan daldı, kündeye getirdi. Davullar harmanların etrafında çaldı, çaldı, çaldı… Gün gecenin peçesini aralayıp, Oltu minarelerinden okunan sabah ezanları dağlarda yankılanırken “doktor” diye bir kaç telaşlı ses hastane koridorlarında duvarlara çarpıp gölge gölge yere düştü. Bir dağ devrilmişti sanki, sanki açık denizde gemi aysberge çarpmıştı. Çöl kumlarına da bir ayak izleri kalmıştı. Doktor nabzına baktı yapılacak bir şey yoktu. Bulutlana gözleri ile ihtiyar pehlivanı bir süzdü, hala sağ tarafına yatık duruyordu. Doktorun dudaklarından titrek bir ses düştü boşluğa “Bre pehlivan, ölüm bile sırtını yere getiremedi senin” www.hasanmahir.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © HASAN MAHİR, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |