Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
Ofis bilgisayarlarının ülkemizde yaygınlaşması ‘90’lı yıllarda başladı. Önce kurumlarda, daha sonra da evlere yavaş yavaş girmeye başladı. Bu gelişmede özel sektörde bu alanda paket program üreten firmaların büyük çabaları oldu. Geçmişte dosya ve kara kaplı defterlerle yürütülen işler bilgisayar ortamına taşındı. Yalnız burada şu da yaşandı; o yıllarda mesleğinin sonuna yaklaşmış ve yaşamında daktilo dışında bir teknoloji kullanmamış bazı denetçiler bilgisayar karşısında ellerindeki mevzuatın da arkasına sığınarak direnmeye çalıştılarsa da, bilişimin gücüne yenik düştüler. Ancak devletin hantal yapısı, karar alma mekanizmasının çok ağır işlemesi, internet kullanımında kendini gösterdi. Oysa o yıllarda İrlanda, Hindistan ve Pakistan gibi ülkeler silikon vadisi olma yolunda hızla ilerlediler. Türkiye’nin bilişim tarihine ilişkin gelecekte yazılacak kaynaklarda bu hususlar umarım daha ayrıntılı kaleme alınacaktır. Şimdi bu yazdıklarımın günümüz şiiriyle ne ilgisi var demeyin. Çünkü, günümüzde edebiyatla ilgilenen kuşak da bence, ikiye bölündü. Birinci bölümde yer alan yaşı 50’yi aşmış ve gerek dergilerde gerekse yayınevlerinde ürünleri çok kolayca yer bulan ve hatta bu işi ekmek kapısı yapabilmiş, her şeyi çok bildiği sanılan yazar, çizerler ki, çoğu bilgisayar teknolojisinden uzak, hâlâ daktilo ile yazmaya çalışanlar: ikinci grupsa, yaşı 15’den başlayıp en yaşlısı 35’e varan bir kesim. Bunlar bilgisayarla en erken tanışan, daktiloyu hiç kullanmamış insanlardır. Doğal olarak, bunlar, inerneti de erken tanımanın avantajını kullanmaktadırlar. Birinci bölümdeki yazarlar ki, bunlardan bazılarını yakinen tanıdım diyebilirim. Bunlar elbette, dergicilik döneminde yapıtlarıyla sivrilmiş, kabul görmüş ve ne kadar nesnel olduğu bence tartışmalı olan edebiyat yarışmalarında ödül alanlar da var içlerinde. Ancak çeşitli edebiyat dergilerindeki genel bir eğilimi, burada dile getirmeliyim: Günümüz şiiri derken, yapıtları henüz resmi ders kitaplarında yer alamamış şiiri kastediyorum. Bu bağlamda, 70’li, 80’li, 90’lı şiir anlayışı tartışılıyor bir çok yayında. En büyük eleştiriyi alan grupsa 70’li yılların şiiri olmaktadır. Bu dönem, bizlerin en acılı dönemi olarak tarihe kayıt düşülmüştür. O dönemde, hepimizin ideali vardı, gerek sol olsun, gerekse sağcı olsun. O dönemin şiiri sol söylemi ana eksen alan simgelerden yola çıkıyordu. O dönemde farklı kişiler tarafından yazılmış şiirleri yan yana koyduğunuzda bunu kolaylıkla görebilirsiniz. Bu nedenle bence Türk şiirine çok önemli bir açılım sağlamamıştır. 80’li yıllar 12 Eylül dayatmasıyla, toplumun depolitize edildiği, gerek sol gerekse sağda MHP yandaşlarının sindirildiği, susturulduğu, buna karşın Fethullah Hoca ve diğer dinsel grupların el altından beslendiği, desteklendiği bir dönem olmuştur. Bu dönemin edebiyat dergilerinden birdenbire karanfilli şiirler gitmiş, yerine içsel sayıklamalar diye de nitelendirebileceğimiz, bir içe dönüş şiir akımı gelmiştir. Ağır baskı altında bulunan aydın kesimin sesi ve soluğu pek fazla çıkmamaktadır. 80’li yıllardaki şiir bence, “sisler bulvarı”na dönmüş bir şiirden başka bir şey değildir. 90’lı yıllar, şiire yeni bir boyut kazandırma adına, yeni şairlerin, medyatik hareketleriyle boy göstermeye başlamasıyla anılacaktır. Şair kendini kabul ettirmenin yolunu, özel yaşamını gözler önüne sermede aramaya başlamıştır. Artık toplum 12 Eylül’ün ağır baskılı dönemi atlatmış, oransal olarak özgürlükler tekrar kazanılmaya başlamıştır. Bir dönem yasaklı olan Bülent Ersoy gibi ses sanatçıları her yerde kendilerini ve sanatlarını sergilemeye başlamıştır. Bu dönemde, ’94-99 arası beş yılını yurt dışında geçirdiğim için, birebir bir çok şeyi yeterince izleme olanağı bulamadım. Fakat ’93 Temmuz’unda Sivas’ta 37 aydının yakılarak öldürülmüş olması, bence, o dönemin en önemli siyasal ve toplumsal olayıdır. Bu olayın akabinde, olayın faillerinin yakalanmış olmasına karşın, yıllarca mahkemelerde dava sürdürülmüş, katillere en az cezayı verdirmek için çeşitli siyasal güçler ve cemaatler mücadele etmiştir. Adeta toplum, bu olayla büyük bir fay kırılması yaşamıştır. O dönemde, ’98 yılında çıkardığım ilk şiir kitabıma Sivas olayını anlattığım“şiir üşüdü” adını vermiştim. Kitap için 37 şiir seçmiş ve ölen 37 güzel insana adamıştım. Pek tabii, o yıllarda Sivas olayını kınayan yüzlerce yazı, şiir ve soruşturma dergi, gazete sayfalarında boy göstermiştir. Aydınlarımızın bu olaya gösterdikleri tepki elbette takdire şayan olmuştur. Gene bu dönemin yazar ve çizerlerinde ağır basan, dergilerde ürünlerinin yayımlanması şeklindedir. İnternet, çoğunun ağzına almadığı bir şeydir. İnternet ortamında edebiyat dergiciliği gibi bir kavramdan pek söz edilmemektedir. Herkes benim gibi kitap çıkarma telaşındadır. Şiirin içeriği konusunda söylenecek çok şey yok bence. Çünkü, toplumun her kesimindeki yılgınlık, beraberinde büyük bir kopuşu da getirmiş ve bireyi ön plana taşımıştır. O dönemim şiirindeki bireyci yaklaşımlarla, geleceğe taşınabilecek şiir kalıtı pek azdır. 2000’li yıllar, devletin AB uyum yasları çıkarma gayretinin yanı sıra, geçmişe göre, sivil güçlerin ön plana taşınması, askerin ikinci plana düşmesiyle, darbe heveslilerinin prim yapmasının önüne geçilmesi sağlanmıştır. Bilişim sektörü özel sektörde sağladığı kazanımları yavaş bir şekilde olsa da kamu sektörüne taşımayı başarmış; okullara internetin girmesi, hatta eğitimin olmazsa olmazı durumuna yükselmesiyle, okulda internetle tanışan genç kesimi her köşe başında açılan internet kafelere taşınmasına yol açmıştır. Bütün bu sosyolojik olayların Türk şiirini etkilememesi pek tabii ki düşünülemezdi. Bugün medyada, internet üzerinde yayın yapan sitelerden haberlerin yer aldığı köşeler açılmakta, başarılarından söz edilmektedir. Bence 21. y.y.a damgasını vuracak en büyük olay internet olacaktır. Günümüzün savaşları, top, tüfek, füze ve gazla değil bilişim alanında yapılacaktır. ABD’de Pentagon sitesinin çökertilmesi buna en güzel örnektir. Şiir konusunda, iddiam şu; ne kadar eleştiriyor olsam da, geleceğin Türk şiiri internet dünyasında filizlenecektir. Boy atıp, meyvelerini yemeye başlayacağımız mevsim ise çok uzakta değildir. Bu bağlamda, bugüne kadar 70 milyonluk bir ülkede 2-3 bin satan ve kendini dev aynasında görmeye başlayan yazar ve şairlerimiz de, eğer hâlâ gelmedilerse lütfedip bu dünyaya adım atsınlar ve yapıtlarını milyonlarla paylaşsınlar diyorum. Öyle, üç beş kendini eleştirmen sananlarla rakı maslarında kurulmuş dostlukların arkasına sığınmasınlar. Bu söylediğim elbette, kendini böyle lanse etmeye çalışanlaradır. Çok değer verdiğim yazar ve şairleri elbette tenzih ediyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |