..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > faruk yücel




7 Şubat 2005
Iska!  
faruk yücel
bir daha ne zaman gelirim bu sokağa , ne zaman görürüm bir daha o ayakları bilmiyorum. neleri daha ne kadar ıskalarım bilmiyorum işte. beremi ıslık çalarak çantama koyuyorum , her çıkarışımda biraz daha erken takıyorum. cebimde durdukça yada ben çıkardıkç


:BAAI:





küstüğüm zaman bir şeye , birisine yada yaz olsun kış olsun farketmez çekip beremi gözlerime , gözlerimin ta önüne , başımı kaldırmadan sadece yere yani yürüdüğüm yola bakarak saatler geçiriyorum. gariptir terlemiyorum yazları , yorulmuyorum. ne kadar yol yürüdüm nereleri ıskaladım da geçtim , acaba geçtiğim yol üzerlerinde görsem oturmak isteyeceğim , oturup kitap okuyabileceğim yada bi çay söyleyip etrafı kesebileceğim belki bir de sigara yakabileceğim kafeler var mıydı ? hiç birinin farkında olmuyorum. kış olsun , karlara bakmadan , bakmadan ve basmayı umursamadan bütün bir cadde boyu bazen uzun bulvarları bile yürüyebiliyorum. yürümeyi çok sevdiğimden değil , ayaklarım alışmış .. benden aksi bir emir gelmedikçe kendi hallerine bıraktığım her an yaradışları gereği olsa gerek rap rup birbirlerini geçmek istercesine ve hatta tabi yarışırcasına koşuşturuyorlar. kimi zaman asi bir tay gibi nereye gittiğini ve niye gittiğini hiç danışmadan ve bazen ürkek bir küheylan gibi nereye gitceğinin kararsızlığında sızlanarak ve sürtünerek kaldırımlarda ömrümden dakikalar çalıp o dakikaları hiç ediyor. bazen oluyor bunları bile farkedemiyorum. karşıdan yada yanımdan geçen kimseyi tam olarak göremiyorum sadece ayaklar ve sesler. bütün insanları böyle tanımış olsaydık daha mı iyi olurdu yoksa eksik neler kalırdı diye düşünmek istemiyorum , bazı insanları en dürüst kelimelerimle söylüyorum böyle tanımak isterdim hakikaten. en azından yapmacık ve alaycı suratları görmek yerine bazen ince bazen tozlu bazen kırmızı ve bazen güzel ayakları görmek daha az yoruyor beni. boyalı , boyasız , köseleli , rugan yada yüksek topuklu olarak tanısaydım sadece onları. bir ayakkabı ne kadar haysiyetsiz olabilir ki ? ne kadar kandırabilir siz onu sevdiğinizde?

her ayak sesinin yanında mutlaka koşarak ona yetişmeye çalışan bir de koku oluyor , bizim yani orada niye olduğunu bilmeyenlerin üzerine sinen parfüm kokuları , ayakların kendine has kokusu değil. ayakların belkide insanlara benzeyen bir yanıda aslında hemen hepsinin kötü kokmasına rağmen çok fazla samimi olmazsanız bunu farkedemiyorsunuz . yanına yaklaşmadıkça yada evinize davet etmedikçe onlarla sadece bir kafede çay içme molaları ile sınırlıysa sohbetiniz, üzerinize pahalı yada ucuz farketmez ama başkasına ait kokular siniyor. o ayakların değil bir yer tezgahının yada lüks bir alışveriş merkezinin raflarının koştura koştura ve özene bezen seçilmiş , seçilene kadar vucudun türlü yerlerine deflarca sıkılıp koklanmış , olmadı başka gün uğrarım deyip kararsızlığın verdiği yılgınlıkla değişik hesaplar yapılmış velhasıl bir şekilde değeri kadar parayı satıcısına teslim ettikten sonra üzerinde artık ne varsa , bluz yada kazak ona kadar sinmiş bir kokusundan bahsediyorum. eğer sevdiyseniz arkadaşınızı , bir günde şu çayı evde iiçelim dediyseniz yada hadi bu akşam bende kal teklifleriyle ikna ettiyseniz ve o kaptan çıktıysa ayaklar işte gerçekten onlarla tanışıyorsunuz demektir , kutlu olsun ! çıkınca ayakkabıdan ayaklar yani üzerindeki maske düşünce , tıpkı insanların maskesi nasıl düşer yüzünden ve biz çok zaman hayalkırıklığına uğrarız altınaki yüzü görünce işte o misal burnumuz direğini sızlatan bir koku yayılır etrafa. artık karşımdaki hangi bankanın üst düzey görevlisiymiş , hangi şirketin yöneticisiymiş ilgilenmeyiz bunlarla , o artık ayakları kötü kokan bi adamdır ve çayı bir metre kadar uzaktan içme taraftarı olmuşsunuzdur , ne kafar fanatik bir taraftarsınız ayaklara göre değişir elbet. işte böyledir ayaklar ve maskeleri.

ama ben nefsime uyup hiç merak etmedim bu kokuların sahiplerinin yüzlerini. benim için bu hafif kokunun sahibi kırmızı yüksek topuklu bayan ayağıdır. büyük postallı ayakların kokusu , bebek kokusu .. normalde insanların ayaklarına çok fazla dikkat etmediğim için bunlar arasında tanıdık kimse var mı , varsa kimleri ıskalıyorum , ıskaladığımı bilsem üzülürmüydüm sahiden umrumda değil. böyle yürürken her defa başıma dayanmış boş bir tabancanın korkusundan sanki , kafamı kaldırıpda bakamıyorum hiç birinin yüzene. kimi kaç kere ıskaladım umursamıyorum. sesler duyuyorum sadece ve saat kaç diye merak ediyorum " artık bişey yapamam" , "inan ki arıyodum seni şimdi" , yarın gelirsin , ayşeyi de çağır" , " benim sinirlenmem lazım asıl " bazılarını hatırlamıyorum bir çoğunu anlamıyorum. bazen hiç ses duymuyorum , gülen ayaklar , kızgın bacaklar , esrarengiz topuklar , aceleci adımlar görüyorum , suratları hep ıskalıyorum. liseden sevdiğim kız mesela , ıskalıyorum. umursamıyorum mavi etekliğin altındaki küçük ayakların sahibi o'mu değil mi diye.. belki yarıya kadar içilmiş izmaritin hemen yanındaki çok açık kahverengi ve eski ayakkabılar turistime aitti , turist ömer'e... işte buna üzülürüm. çalılıkların yakında yeni düştüğü temizliğinden belli olan bebek emziğinin üzerine muhtemelen farkında bile olmadan basan koyu renkli pantolunun altındaki siyah rugan ayaklar celal bayar'ındı belki , ıska ! diyorum sadece içimden. çekiyorum beremi ta gözlerimin önüne kimbilir yoldan geçen kaç tanıdık insanı ıskalıyorum.

ellerimi iki cebime birden sokuyorum , başımda bere omuzumda çanta. komik görünüyor olabilir , takım elbise üzerine bere , hemde koyu renk takım elbise üzerine bordo bere. yakışıksız duruyordur belki , rüküştür kaldırımda otururken halim belki , utanmıyorum. canım sıkkın benim , sandaletin altında bembeyaz ve pedikürlü ve kırmızı ojeli kahkahaları duydukça ve gördükçe bi şarkı söylemek istiyorum , dilime bir şey gelmiyor. garip , müzeyyen senar dinlemek istiyorum serdar ortaç mırıldanırken : " gözlerinin içine başka hayal girmesin , bana ait çizgiler dikkat et silinmesin ! " desin istiyorum dudaklarım , kıskınardım seni kendi gözümden bile diye çıksın istiyorum kelimler. sana gelen yollarda daima beni bekle diye bağıra çağıra ıslık çalarken gelip geçenlerin cümlelerini tamamlıyorum istemeden de olsa , duyamadıklarımın yerine duyamadığım kelimeler koyuyorum. topuklu ayakkabılar hızla uzaklaşırken , hızla yaklaşırken yani köseleli ve boyalı kunduralar , ben dillerde yer bulamayan kelimelerle uğraşıyorum. geç kalanların ağzında gevelenenlerle vakit geçiriyorum , sadece eşlik etmek istiyorum " hayatım şimdi çıktım şeyden eeee , metrodan !... " hayatım ! hayatım ya , benim hayatım. bende az önce metroya bindim , bende çok yere geç kaldım , bende çok bekledim bir çift küçük ayağı fakat sizde başınıza bere çektiniz mi hiç aylardan mayıs olsun temmuz olsun farketmeden ? ne çok şey ıskalıyoruz cümbür cemaat. hepimizin gözlerinde renk renk bereler var. saklanıyoruz , hayatla her bilek güreşimizde.

sinirlerim bozuktur benim böyle zamanlarda , mahkemenin dört duvarı bir de çatısı gibidir suratım elim ve de ayağım. hani bir mizan kursak herkesler müebbet ya da idamlık. hep kötü şeyler duyuyorum beremi gözlerime çektiğimde , kötü şeyler gelecek başıma sanıyorum. babam evden kovacak patron işten atacak , kesin ! işe gitmeye korkuyorum , eve dönmeyede. sen zaten aramıyorsun , zaten aramıyorsun seni gözlerime çektiğimde. bol çaya katık edilmiş tütünle ve dönüp dolaşıp sana gelip çıkardığım beremle ki berem kah kafamda kah çantamda hep benimle , " daha sonra görüşmek üzere " diye selamlayıp sokakları sana dönüyorum işte yine. kaldırımla rda yankılanıyor , " görüşürüz nasıl olsa ". nasıl olsa " sensiz yapamıyorum bak yine geri geldim " diye şarkılar tutturup , dilime pelesenk küfürlerimde yaşıyorsun.

bir daha ne zaman gelirim bu sokağa , ne zaman görürüm bir daha o ayakları bilmiyorum. neleri daha ne kadar ıskalarım bilmiyorum işte. beremi ıslık çalarak çantama koyuyorum , her çıkarışımda biraz daha erken takıyorum. cebimde durdukça yada ben çıkardıkça yeniden takacağım biliyorum. ben çıkardıkça yine ben takacağım , biliyorum.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yarımyamalak


faruk yücel kimdir?

en siyah - en beyaz. . arası yok

Etkilendiği Yazarlar:
peyami safa , nazım hikmet


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © faruk yücel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.