..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yerler > Recep Akkaya




10 Şubat 2005
İstanbul'un Tacı, Galata Kulesi  
Recep Akkaya
Dünyada bir İstanbul, İstanbul'da bir Beyoğlu, Beyoğlu'nda bir kule. Uzaktan öyle yorgun ve yaşlıca göründüğüne bakmayın siz. Tarihin, İstanbul'un omuzuna yüklemiş olduğu ağır sorumluluğu taşıyor sırtında yüzyıllardır.


:AECIE:
Dünyada bir İstanbul, İstanbul'da bir Beyoğlu, Beyoğlu'nda bir kule' Uzaktan öyle yorgun ve yaşlıca göründüğüne bakmayın siz. Tarihin, İstanbul'un omuzuna yüklemiş olduğu ağır sorumluluğu taşıyor sırtında yüzyıllardır.

Galata'nın gökyüzünü perdeleyen bakımsız apartmanlarının yer aldığı iç içe girmiş, birbirini enine ve dikine kesen eski sokakların arasında gezerken onu yakından görürseniz hiç şaşırmayın! Bütün ihtişamıyla karşınızda keşfedilmeyi bekleyen, bir mıknatıs gibi insanı kendine çeken gizemli ve etkileyici bir görünüşü; etrafına mağrur mağrur bakışı ve başından geçen talihsizliklere rağmen "ben hâlâ ayaktayım" diyen asil bir duruşu vardır onun.

Yüzyıllardır fotoğrafçıların, ressamların, seyyahların/gezginlerin uğrak yeri olmuştur Galata Kulesi. Dibinde adeta randevulaşmışçasına birleşen cadde ve sokakların içinden kulenin eşsiz perspektifini izlemek kadar, tepesine çıkıldığında bizi karşılayan eski İstanbul'un ve Boğaziçi'nin panoramik manzarasını seyretmek de ulaşılması zor bir keyif veriyor insana: Denizin gökyüzü ile kesiştiği noktada Adalar'ın silueti, Saray Burnu, Aya Sofya, eski İstanbul'un yedi tepesine dizilmiş tarihi camileri, Pier Loti'nin mekanı, balıkçı motorları ve yolcu vapurları, Haliç'in üzerinde uçuşan martıları, muhteşem Boğaziçi'nin mavi sularında arkasında iz bırakarak yol alan gemileri; İstanbul'un modern yüzünün yansıması olan gökdelenleri... Üç yüz altmış derece kuş bakışı İstanbul'u görme imkanı'

Zaman içimizden bir şeyleri alıp götürür bize dair ne varsa. Zamana ve mekâna karşı bir yarış, bir direnmedir hayata anlam katan. Çeşitli dönemlerde farklı işlevler görmüştür Galata Kulesi. Bir dönem, kendisini bile korumaktan aciz, yangın gözetleme kulesi olarak hizmet görmüş, alevler, dumanlar başından hiç eksik olmamıştır. Savaş esirleri barınağı, levazım ambarı, kârantina derken 20. yüzyılın başlarında saatleri ayarlama kulesi olarak kullanılmıştır. Geçirdiği onca tadilat ve değişiklikler onu zaman denen canavarın dişleri arasında ezilmekten kurtarmış ve onun günümüze kadar sağ salim ulaşmasını sağlamıştır. Galata Kulesi'nin bugünkü hâli pür melâline geçmeden önce, kulenin puslu merdivenlerini tırmanarak kısa bir tarihi yolculuğa çıkmaya ne dersiniz'

Kule, 1348 yılında, Bizans'ın en buhranlı döneminde, Cenevizliler tarafından savunma amaçlı inşa edilmiştir. Yapımında her yaştan Cenevizlinin kadınlı erkekli, geceli gündüzlü demeden çalıştığı kule, zeminden 60, denizden 140 metre yükseklikte olup, ilk 7 katın duvar kalınlığı 3,75, çapı ise 8 metredir. Yapılan statik hesaplamalara göre ağırlığı yaklaşık 10 bin ton olan kulenin kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşındandır.

O zamanlar İsa Kulesi olarak bilinen Galata Kulesinin etrafına derin hendekler kazılmıştır. Zamanla bu hendekler kulenin etrafında yapılan imar faaliyetleri sırasında doldurulur. Günümüzde kulenin etrafındaki sokak ve cadde isimlerinin Büyük veya Küçük Hendek şeklinde olması buradan gelmektedir.

İlk zamanlar zindan ve gemi ambarı olarak kullanılır. İstanbul'un Fethi sırasında tarafsız kalan Cenevizlilere Fatih, görece bazı haklar tanırken, öte yandan Galata'nın Türkleşmesine girişmiş; geleneklere uyarak, Kule'nin üst kısmının 1.5 metre kadar yıktırmıştır. 15. yüzyılın ortalarında Kule, Türk yapımı, kentin diğer kuleleri gibi sivri, konik külahlı bir Osmanlı kulesidir artık. Tersanede çalıştırılan savaş esiri Hıristiyanlara barınak, araç ve gerece depo olmuştur.

1509 yılında İstanbul'da büyük bir deprem olur. "Kıyamet Sugra" (küçük kıyamet) adı ile bilinen bu depremde, Galata Kulesi ve Galata Surları büyük zarar görmüştür.

Galata Kulesine eskiler Galata Yangın Kulesi derlermiş. Lale devrinde ilk resmi itfaiye birliğinin kurulmasıyla kule yangın gözetleme yeri olarak kullanılmaya başlanmış. Ancak yangın gözetleme kulesi olan bu yer ne yazık ki en çok yangınlardan nasibini alan binalardan biri olmuş. 17. yüzyılda İstanbul'u kasıp kavuran yangınlardan herkes haberdar olsun diye kulenin tepesine büyük bir kös yerleştirilir. Yangını gözetleyelim derken yüzyılın sonunda Kule'nin kendisi de yanmış.

III. Selim döneminde taş duvar üzerine ahşap iki oda ve kurşun kaplı bir çatıdan oluşan bir bölüm eklenir kuleye, ciddi bir yangın sonrası bu ahşap bölümlerde tamamen yanmıştır ve dört tarafa çıkıntılı dörtlü köşk bölümleri yapılmıştır. Buraya bir de sofa eklenerek Fransız yazarlarının da ziyaret ettikleri kahvehane haline getirilmiştir. Fakat 1831'de çıkan yangın sonucu bu kısımlarda yanınca üst kısım tamamıyla değiştirilerek bugünkü görünümünü kazandırılmıştır.

II. Mahmut (1808-1889) dönemi onarımında üst katında, İstanbul'u panoramik görme imkanı sağlayan bir gezinti yeri eklenince kule turistik bir mekana dönüşür. Kulenin tepesine kös yerine, bayrak ve fener asmaya başlanır. Yangının olduğu anlaşılınca önce top atışı yapılır, sonra yangın semtini öğrenmek için İstanbul halkı 'köşklüleri' beklermiş. Ancak bu top atışları, halkı, düşman geliyor zannetmesi üzerine II. Abdülhamit tarafından kaldırılmıştır.

20. yüzyılın başlarına gelindiğinde kulenin işlevine bir yenisi daha eklenmiştir: Saatleri ayarlama kulesi' Tepesinde bulunan vakit küresi yerel saatin 12:00 olduğunu gösterir siyah topu, bayrak direğinden indirip öğle vaktinin geldiğini bildirirmiş. O vakit bütün gözler kulenin tepesine çevrilir, şehirde hayat iki dakikalığına dururmuş

1974-1831 yangınlarının ardından günümüze gelene kadar çeşitli onarımlardan geçmiş olan yapının 3. katına kadar olan bölümü Ceneviz yapısı, yukarısı ise Osmanlı dönemi onarımıdır. Kulenin etrafı 19. yüzyılda başlayan imar faaliyetleri sırasından özgün görünümünü tamamen kaybetmiştir.

Galata Kulesi 1968 yılında, duvarları aynen muhafaza edilerek büyük bir tadilattan geçirilerek turistik hizmete açılır, tepesine de yeni bir külah yapılır. 1999 depremi sonrası kapsamlı bir restorasyon geçiren yapının, bugün yedinci katına kadar asansör, son iki katı için merdiven kullanılarak çıkılmaktadır. 9. katın balkonundan İstanbul'un eşsiz manzarasını izlemek mümkün. Kule, sabah 09:00'dan akşam 19:00'a kadar gezi için açık olup, 9. katı gündüzleri kafeterya ve lokanta olarak hizmet vermektedir.

İlk uçan Türk

Sultan Murat (1623-1640) zamanında Hezarfen Ahmet Çelebi'nin Galata Kulesi'nden Üsküdar'a 2km uçması ona tarihte ilk uçan insan unvanını kazandırmıştır. Uçuş, dönemin hükümetinin izni ile halka önceden ilan edilerek gerçekleşir. O gün bütün İstanbul halkı dışarı koşarak seyre dalmış, padişah Topkapı Sarayı'nın sahil köşkünden bu uçuşu seyretmiştir. Hezarfen Ahmet Çelebi iki yanına taktığı tahta kanatlarla Galata Kulesi'nin tepesinden kendisini boşluğa bırakmıştır. Sultan Murat, kendisine korkulacak adam nazariyle baktığından bir kese altın hediye ederek Hezarfen Ahmet Çelebi'yi Cezayir eyaletine sürgün etmiştir. Bu uçuş Avrupa'da ilgiyle karşılanmış, İngiltere'de bu uçuşu gösteren gravürler yapılmıştır. Mustafa Altıoklar'ın "İstanbul Kanatlarımın Altında" filmi de bu olayı konu edinmektedir.

Kimi tarihçilere göre bu olay bir efsaneden ibarettir. Gerekçe ise, değil o dönemde, günümüzde bile teknik olarak böyle bir uçuşun gerçekleşmesi olanaksızdır. Uçuş gerçekleşmişse bile bu Üsküdar'a kadar değil, Kule'nin dibinde, daha yakın bir yere olabileceği yönünde. Hezarfen Ahmet Çelebi'nin ilk uçan kişi, ya da 'İlk uçan Türk' olarak söz edilmesine yol açan 'uçuş olayı' ile ilgili tek bilgi Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde yer alır. Bu olayın varlığına işaret eden tarihi herhangi başka bir kayıt yoktur. Var olanlar ise kaynak olarak Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'ni göstermektedir.
                    
Yüzyıllardır güneş, her yeni bir güne doğup sabaha merhaba dediğinde eski Pera'nın bıçkın delikanlısı Galata Kulesi ile Osmanlı hanımefendisi Kız Kulesi'nin uzaktan gizliden gizliye icra edilen flörtüne şahit olur.

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Gönlünüze sağlık
Gönderen: gürcan erbaş / İstanbul/Türkiye
15 Şubat 2005
Ne güzel etmişsiniz. Tarihi yapıyı bilmiyenlere güzel bir kaynakça. İstanbulda yaşayanlar hiç çıkmadılarsa mutlaka gidip görsünler İstanbulu bir de oradan. Kulenin geçmişini yansıtan bilgilere de teşekkürler. Sevgiyle kalın, esen kalın.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
"Dünya Yalan Söylüyor"
Her İnsan Kendi İçinde Yalnızdır

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Hayat... [Şiir]
Bolu Dağı Bugün Yine Kızgın! [Şiir]


Recep Akkaya kimdir?

Düşünüyorum. . . Uzun bir süre bana ilham verecek 'peri'yi bekliyorum, sabırla, inatla. . . Sahnede kelimelerle dans etmeye benzer yazmak. Nasıl ki ressam fırçasından çıkan renklerin darbeleriyle tualine şekil verirse, bir müzisyen doğadaki sesleri birleştirerek ortaya ahenkli bir tını çıkartıyorsa ortaya, bir heykeltraş nasıl yontuyorsa taşı; yazar da kelimelerle oynar, onlarla dans eder. . . Çocukken yazar olmanın okulu olduğunu düşünürdüm hep, bu konuda bana yol gösterecek veya neler yapmam gerektiği konusanda bana ön ayak olabilecek birileri olmadı hiç bir zaman. O yuzden, yazmanın 'okuma' eylemi dışındı ayrı bir olgu olduğunu, yazmak için sadece okumanın yeterli olmayacağını çok geç öğrendim. Küçükken bitirdiğim her romanın sonrasında 'büyüyünce bende yazar olacağım' derdim içimden. Bir kitap veya roman yazmak benim için ulaşılması zor bir hayaldi o zamanlar.

Etkilendiği Yazarlar:
Cemil Meriç'in Jurnal'in ikinci cildinde Lamia Hanım'a yazdığı aşk mektupları etkilemiştir beni en çok. Orhan Pamuk'un kafa karıştıran romanları, Türk ve dünya klasikleri... Kafka'nın böceği, Amin Maalouf'un tarihi romanları...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Recep Akkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.