Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Söylenildiğinde bile insanda ürperti uyandıran bu "büyülü" kelime için neler söylesek az. İnsanın dili tutulup, onca kavram kargaşasında kendimize yakışan bir tanım aramakta zorlanırken, içinden çıkılması zor anlarımızda imdadımıza yetişen yine de o olur. Kendisi hakkında iyi duygular besleyemiyoruz; kötü bir alışkanlık/davranış olduğunu üstüne basa basa söyler; başkalarına, kendimizden küçüklerimize, çocuklara bu konuda öğütler veririz. Ama gelin görün ki, yine de bazı durumlarda naçizane kendilerine başvurmaktan kendimizi alamayız. "Denize düşen yılana sarılır" misali sımsıkı tutunuruz ona; hayat karşısındaki âcizliğimizin, korkaklığımızın, zaaflarımızın ispatıdır bir nevi. Sözlük anlamıyla, aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen söz olarak tanımlanıyor yalan. Argoda ise, palavra olarak adlandırılıp, inanılması güç, yüksekten atarak söylenen abartmalı söz anlamına geliyor. Ancak kimine göre insanların size kötülük yapmasını engellemek için gerekli bir ihtiyaç; kişiyi küçülten ve zavallı durumuna düşüren, alışkanlık yapan bir hastalık. Gereksiz bir olgu olduğu söylense de ?bir sanat? olduğunu iddia edenler de var. Felaket tellallığı nitelemesinde bulunanlar, güveni sarsar diyenler? Kimine göre ise, yaşamı sürdürebilmenin temel biçimlerinden biri olup, insanın iç huzurunu ve güvenini sağlama almak amacıyla kullandığı bir savunma mekanizması? "Dünya yalan söylüyor" diye haykırmıştı Mor ve Ötesi, Şair Özdemir Asaf, İlkin yalan söylemesini öğrendim/sonra yalan söylemesini öğrendim/dışımda ne oluyorsa, içimde ne varsa söylemesini öğrendim? dizeleriyle anlatır yalanın kaçınılmaz olduğunu. Kurban, aşkın bir yanılsamadan ibaret olduğunu varsayıp "Yalan dostum aşk diye bir şey yok" dememiş miydi? Mantığın bittiği yerde duygu, duygunun başladığı yerde sevgi filizlenir. İnsan sevdi mi, değer verdi mi kendisi olmaktan çıkar, kendisini gerçek dünyanın dışında, hayal âleminde bulur. Mantığını bir kenara bırakır, duyguları davranışlarına, hislerine, ilişkilerine yön vermeye; etrafta sarhoş sarhoş dolaşmaya başlar. Aslında ortada dolaşan koca bir yalandan başkası değildir. "Seni seviyorum" derken, içimizde yarattığımız en güzel yalana övgüler mi düzüyor, sevmediğimiz halde, duygularımıza hâkim olamayarak sadece sevmek istediğimiz için mi "Seni seviyorum" diyoruz? Yalanın çeşitleri İki kişinin bir araya gelmesiyle başlar her şey. Baştan her şey güllük gülistanlıktır. Hatalar affedilir, görmezden gelinir, zoraki gülümsemeler yansır bütün yüzlere. Bir süre sonra iş artık her iki taraf için de çekilmez hale gelir. Kendisine yapılan akşam yemeği önerisinden hoşnut olmayan kadın/hanım, daveti yapan er kişiye "Bu akşam olmaz, çok önemli bir işim var." veya "Başkasına sözüm var" der. Daveti yapan kişi karşısındakinin yalan söylediğini anlar, daveti alan kişi de yalanının fark edildiğini algılar. İki taraf için de durumun bu şekilde algılanması uygundur. Daveti yapan kişi, mazerete uygun olarak ısrarını devam ettirir ve yoğun iş yaşamı ortamında herkesin programının kaçınılmaz olarak çok yoğun olduğunu söyler. Bu tür ortak yalanlar gündelik hayatımızda önemli yer tutar. Doğruluğu ortaya çıkması halinde karşı çıkılmayan yalanlarımız vardır. Eşini terk eden birinin, bir parti veya kokteylde beraberliğini bitirmekten ötürü çok mutlu olduğunu sergilemesi gibi. Ancak görenler bunun doğru olmadığını bilirler ve kimse buna karşı çıkmaz. Terk eden kişi uzun süre dikkatlice izlendiğinde, söyledikleri ile iç dünyası arasında çelişkili bir durumda olduğunu gösterir ip uçlarına rastlamak mümkündür. Bu yalanın anlaşılması kimseye fayda vermeyeceği için kimse konunun üzerine gitmez. Kimi meslekler vardır ki, o işi yapanlar için yalan bir hayat biçimi olmuştur. Mesleği gereği "profesyonel yalancı" olmak zorundadırlar. Politikacılar, diplomatlar, halkla ilişkiler şirketlerinin temsilcileri, reklamcılar, avukatlar, sihirbazlar, falcılar, eski eşya satıcılar (antikacılar). Bu kimseler, yalan söylemekte o kadar usta olmuşlardır ki; karşısındaki kişilere konu ile ilgili olarak bir şeyler anlatırken, onların hoşlarına gidecek olanları seçer, dinleyenler bunun doğruluğuna inanır ve onları dinlemekten haz duyarlar. İşi yalan söylemek olmayan sıradan insanların, kendilerine küçük yararlar sağlamak için söylemiş oldukları büyük veya küçük yalanlar vardır. Bunlar fark edildiği zaman "yalan" diye adlandırılan adi yalanlardır. Pembe yalanlar Kendimizi masum olduğuna inandırdığımız "pembe" yalanlarımız vardır. Bütün çabamız karşımızdaki kişinin gönlünü hoşnut etmektir. Aslında hiç beğenmediğimiz halde, nasıl olmuş sorusuna cevaben vermiş olduğumuz çok güzel veya karşı taraf söylüyor diye, belki de söylemezsek incinir düşüncesiyle "Bende seni seviyorum" demek gibi. Hoşlanmadığımız bir ortamda bulunmamak için, "Çok isterdim ama önemli bir işim/toplantım var" şeklinde kaçamak yanıt vermemiz gibi. Kadın kocasına onun pek de hoşlanmayacağı komşuların yemek davetinden veya bir partiden bahsetmemiştir. Kocasının haberi olmayan bu daveti öğrenince kızacağını düşünen kadın pembe bir yalana başvurur. Kadın, her şeyi açıkladığını ama onun TV'de maç izlediği için kendisini duymamış olabileceğini söyler. Böylece tatsızlık çıkmadan sorun çözülmüş olur. Birçoğumuzun vicdanımızı rahatlattığı gerekçesiyle, böylece dürüst olduğumuzu düşündüğümüz ve pembe yalanlar adı altında kendimizi avuttuğumuz davranışlarımız vardır. Başkalarını üzmemek için, sosyal nedenlerden ötürü, terbiye adına birçok konuda duruma göre varmış veya yokmuş gibi yaparız. Bazen elimizde olmayan nedenlerle buna mecbur olduğumuzu söyler, yaptığımızın doğruluğundan emin bir şekilde kuşku duymadan, sorgulamadan inanırız ona. Zamanla yalanlarımıza inanır, bizi rahatsız etmez kıvama geldiğinde hayatımızı o şekilde devam ettiririz. Çocuklarından seviştiklerini gizleyen veya bunu onlara söylemekte sakınca gören ebeveynler onlara "Seni dünyaya leylekler getirdi evladım" derken içleri ne kadar rahatsa; yine aynı anne babaların, çocuklarını iyi birer evlat olarak yetiştirmek adına, onları yalandan uzak tutmak için kullandığı "Yalan söylersen başına taş yağar, seni öcüler yer" gibi hiç olmayacak yalan sözler söylerken de aynı rahatlığı gösterebiliyorlar. Beyaz yalanlar Bir de kimseye zarar vermediğini düşündüğümüz 'beyaz' yalanlarımız vardır. İçinde az da olsa gerçeklik payı bulunan yalanlar? Peki neden beyaz? Saflığın, temizliğin simgesi olmasından mıdır nedir, beyaz yalandan, katışıksız renksiz sözler kastediliyorsa bunun bir anlamı olmalı(!) Beyaz yalanların içinde en makul olanı hiç kuşkusuz kadınlara karşı söylenilenleridir. Kendisine iltifat edilmesinden hoşnut olmayan hiçbir kadın yoktur. Yeter ki içinde biraz gerçeklik payı olsun. Ancak hiçbir akli tutanağı olmayan beyaz bir yalanı en aptal bir insana yutturmak bile mümkün değildir. "İnsan iltifata susuzdur" der Cemil Meriç. Sadece kadınlar mı iltifattan hoşlanır, erkekler dahil herkes beğenilmek ister, kendisine iltifat edilmesinden hoşlanır. Ama kimileri "İstemem yan cebime koy" gibilerinden böyle istekleri olduklarını gizlemeye çalışırlar. Yaptığımız en kötü bir şeyin bile fark edilmesini, birilerinin görüp bizi takdir etmesinden mutluluk duyarız. Üstümüze yeni bir şey aldığımızda, veya saçımızda, stilimizde bir değişiklik yaptığımızda tanıdığımız ortama girdiğimiz zaman düşüneceğimiz ilk şey "Acaba kimler fark edecek" diye merak ederiz. Böyle durumlarda "Nasıl olmuş?", "Yakışmış mı?" gibi sorularda realite ne olursa olsun "Evet çok yakışmış?", "Tam senin stiline uygun olmuş?" gibi cevaplar duymak birinci derecede beğeniyle karşılanır. Çünkü vereceği cevap, yarın aynı soruyu kendisi bir başkasına sorduğunda almak istediği cevapla aynı paralelde olacaktır. Beyaz yalanlar bize toz pembe bir dünya oluşturma imkanı sağlar: Bir insanı mutlu etmek, dargın kimseleri barıştırmak, birinin veya kendimizin gururunu kurtarmak, işten atılmamak, dersten kalmamak, endişeli birisini rahatlatmak için iyi niyetle söylediğimiz cümleler veya girmesi gereken çok önemli bir iş, ameliyat veya sınavı olan birisine, morali bozulmasın diye bir yakınının geçirdiği trafik kazasının söylememesi gibi. Başkalarına karşı söylediklerimizden çok kendimize karşı söylediğimiz yalanlarımız vardır ki bunlar en tehlikeli olanlarıdır. Önce kendimize karşı dürüst olmalıyız ki, başkalarına karşı aynı doğrultuna davranabilelim. Robinson Crusoe gibi ıssız bir adada yapayalnız yaşıyor olsaydık, muhtemelen yalan kavramına karşı çok yabancı kalırdık. Cuma'nın adaya gelişi, beşeri ilişkilerin dolayısıyla yalanın da başlangıcı olurdu. Büyük yalanlar Atatürk yaşasaydı bizim partili olurdu, memurumuzu enflasyona ezdirmeyeceğiz, ben öldürmedim ekmek mushaf çarpsın hâkim bey, başkasını üzmemek için yalan söyledim, kendim için bir şey istiyorsam nâmerdim, bir oturuşta iki büyük rakı deviririm, Marlon Brando aslında müslümanmış fakat bunu gizliyormuş, bu fener üst üste çok rahat beş sene şampiyon olur, bu takım final oynar abi!, domatesler halden yeni geldi ablacığım!, çıtır çıtır gevrek simit!; seni ilk günkü gibi seviyorum karıcığım/kocacığım, niye kalktınız, ne güzel oturuyorduk?, bizim çocuğumuz aslında çok zekidir amcası ama birazcık tembeldir, önemli olan dış güzelliği değil, ruh güzelliği? gibi hayatımıza yerleşmiş, bir o kadar komik olan ve hatta efsane olmuş yalanlarımız. Yalan nasıl anlaşılır? Dürüst olduğumuzu sözlerimizle rahat bir şekilde söyleyebiliriz ancak beden dilimiz bizim ne kadar doğru olduğumuz konusunda ip uçları verir. Yalan söyleyen kişi konuşurken göz temasından kaçar, el ve kollarını az kullanır ve kapıya bakar. Karşısındaki insanla çok az fiziksel temas kurar veya hiç kurmaz. El ve kol hareketleri ile söyledikleri arasında zamanlama hatası vardır. Zaman zaman bilinç altında yatan duygu, düşünce dil sürçmesi olarak ortaya çıkar. İnsan yalan söylerken bilinçli bir çaba harcayarak yüz ifadelerini kontrol eder. Bir uzman, gözlemci dikkatli baktığında ses ve mimiklerden kişinin yalanı ortaya çıkarabilir. Ancak genel olarak düşünüldüğünün aksine, bir kişinin yalanını yüzüne veya gözüne bakarak anlamak pek kolay olmaz. Yalan söylediğimizde sık sık ağzımızı ve burnumuzu elimizle kapatırız. Peki neden ağzımızı kapatırız? Yalan söylerken ağzımızdan çıkan kelimeleri tutmak ve yaptığımızı örtmek ihtiyacı hissettiğimiz için. Çocuklar da yalan söylerken elleriyle ağzını kapatır. Yetişkinler için elin ağza gitmesi tek başına yalanın belirtisi değildir. Hata yapmaktan korktuğumuz anlarda, söylediklerimizden şüphe ettiğimizde, vakit kazanmak istediğimizde de elimiz ağız çevresinde olabilir. Yalan söylerken elimizi burnumuza götürmemizin en önemli nedeni fizyolojiktir. Çünkü yalan söylediğimiz anda insanın bedeninde, onun huzurunu kaçıracak birçok fizyolojik değişiklik olur. Kan basıncı yükselir, kalp vurum sayısı artar, ter bezi faaliyetlerinin artması gibi yalan söylerken kaydedilen fizyolojik değişikliklerin yanı sıra burunda bir kaşınma duygusu meydana gelir. Coldoni?nin ünlü masalında yalan söyleyen Pinokyo?nun burnunun büyümesi de bu yüzdendir. Yalan söyleyen kişi konuşmasına, "Yanlış anlamanı istemem ama? gibi bir cümleyle başlar ve "Gerçeği söylemek gerekirse?", "Dürüst olmak gerekirse?", "Neden yalan söyleyeyim ki?" gibi cümleler kullanır. Sorulan sorulara doğrudan cevap vermek yerine ima yoluyla anlatmaya çalışır. Yalan iyi midir, kötü müdür? Yalanı kendisi için alışkanlık ve bir hayat biçimi haline getirmiş olanların dışında yalan genelde toplumumuzda hoş karşılanmayan ve kötü addedilen bir davranıştır. Shakespeare "İyi veya kötü diye bir şey yoktur, sadece insanların fikirleri vardır?" der. Bu düşünceden hareketle yalanın iyi veya kötü olması göreceli olmakla birlikte, yalanın ortaya çıkması ile ortaya çıkacak olumlu veya olumsuz sonuçları nasıl algıladığımız önemlidir. Yalan söylenildiğinde değil de, yalanın anlaşılması sonucunda ortaya çıkacak olumsuz durumlar acı, mutsuzluk, vb. yalan söylenildiği için değil, yalanın anlaşılması sonucu meydana gelmiştir. Eğer yalan anlaşılmasaydı, yalana maruz kalan kişi hayatını mutlu bir şekilde devam ettirecekti. Gururumuz söz konusu olduğunda ve karşı tarafa bir zarar vermediği takdirde söylenebilecek sıkı bir yalan, ortaya çıkmasında çevreye vereceği olumsuz sonuçları olan tutarsız bir yalandan daha iyidir. Yalan söyleyin!, söylemekle söylememek arasındaki farkı anlamak için bir deneyin. "Bu güne kadar hiç yalan söylemedim?" demeyin. Hiç farkında olmadan yalanın içinde buluveriyoruz kendimizi, biz ne kadar kendimizi onun dışında tutmaya çalışsakta o bizi inatla kendisine çekiyor. Zaten bütün kötüler öyle değil midir, iyiler her zaman kötülerin karşı konulmaz cazibesine kapılmaz mı? Bu yazıda okuduklarınızı beyninizin bir kenarına bırakın, bugüne kadar söylediğiniz bütün yalanlara da sünger çekin; endişelenmenize gerek yok, çünkü söylediğiniz bütün yalanlar da koca bir yalandı. Kim bilir, yalanın kendisi de bir yalandır. Korkuyorum, yalan üzerine yazılmış bu yazıda mı bir yalandı, ya bu yazıyı yazan, ya okuyanlar, onlarda mı yalan? Yalan Allah'ım! Her şey yalan! "Dünyada ölümden başkası yalan?"
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Recep Akkaya, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |