Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
Her günkü alışkanlıklarından birisinin eksik kaldığını dehşetle ; yatağın her zaman dolu olan ve boş olabileceği hiçbir zaman aklına dahi gelmeyen, bu nedenle hiçbir zaman bakmadığı sol tarafına baktığını ve o anda da bomboş olduğunu fark etti. Baktığı için mi boştu, boş olduğu için mi bakmıştı? Böyle değişiklikleri hiç sevmezdi ki. Kaç kere söylemişti kendisine. Ne dengesiz adamdı, şu kocası. Sırf kendini sinir etmek için erkenden kalkmış olsa gerekti. Hadi bir de kahvaltıyı hazırlamış olsa da, dağınık mutfağı görünce iyice asabı bozulsaydı. Dışardan birisi olsa, “Daha ne istiyorsun?” diyebilirdi belki, ama kendisi O’nu bu tuhaf alışkanlığından vazgeçirene kadar ne çok uğraşmıştı. Evlendiklerinden itibaren üç yıl boyunca her sabah kahvaltı hazırlayıp; kendisini, uyanmayı hiç istemediği uykusundan nasıl da uyandırırdı, adam. Neyse ki söylene söylene bu huyundan vazgeçirmişti. Artık, kendisi uyanmadan uyanmıyordu bereket versin ki... Peki, bunca yıldan – 13 yıl - sonra ne olmuştu da, Adam erkenden kalkmıştı acaba! Kocasına seslendi, hemen yılgın bir sesle cevap alacağına inancı tam olarak. Cevap alamadı. On üç yıl önce, bugün evlenmiş olduklarını düşündü Selma, sonra da on üç sayısının uğursuz olarak kabul edildiğini. Belki de gerçekten uğursuzdu şu on üç sayısı. Nitekim, sabah sabah Ahmet’in yokluğunun tuhaflığını da ancak böyle bir kabul edilemez mantık izah edebilirdi. On üç yılı terliklerinin ucunda sürüye sürüye mutfağa yürüdü, henüz iki yıllık olan yeşil emaye çaydanlığı su doldurup, bu eskimişlikte her sabah yenilenen çay lezzeti için hazırlıklarını tamamladı. Selma’ya göre, sabah çayı bir evi yuva yapmaya yetebilecek, sihirli bir iksirdi. Alışıldık çay seramonisinden sonra, on üç yıllık adımlarla banyoya doğru yürüdü. Banyoda bildik traş losyonu kokusu ve lavaboda bıkkınlıktan fark etmeyi terk etmiş olduğu, sakal artıkları ile sümük tortularını göremeyince, sabah sabah ikinci şaşkınlık dalgasına kapıldı, bu şaşkınlıktan olsa gerek, ilk yaşının adımları ile hızlı ve beceriksizce salona koştu. Yemek masasının üstünde kocasına ait cep telefonu, cüzdan, anahtarlık, kartvizit yığınları ve bir dolu bozuk parayı yerinde bulunca, sırasıyla rahatlık ve kaygı duyguları ile yoklanan benliği bir kez daha seslenme ihtiyacını duydu, ama içten içe cevap alamayacağını biliyordu. O nedenle, bütün evi dolaştı, bulduğu sadece küçük kızının uykulu nefes sesleri oldu. Kendi kendine, adamın ekmek almaya gitmiş olabileceğini söyledi, evet en iyisi beklemekti. Beklerken de, sigarayla arkadaşlık etti. Bir, iki, üç sigara, arada demlenmiş çaydan, bir, iki, üç bardak. Geçen zaman, çalmayan kapı, gelmeyen beklenen…Sonuç, boşluk, yokluk ve “Günaydın anne!” Garip bir rüyadan uyandığını ayrımsadı Ahmet, rüyasında. Boş, bomboş bir evde, tanıdık bildik eşyaların kokusu olmaksızın uyanmıştı. Kalp atışlarını gümbür gümbür duyumsadığı bir sessizlik içinde yataktan kalkmıştı. 13 yıldır yaptığının aksine, yalnızlığın farkına varmasa da, yalnızlıktan kaynaklanan özgürlüğün hissiyle. O kalkış sonrasında da yürüyüp gitmişti işte... Hepsi bu. Ahmet, Selma’yı gördüğü o sonbaharda, dalgalı siyah saçlarının beyaz teni ile yarattığı zıtlığın sarhoşluğuna kapılmış, kendini umursamayan gözlerle etrafını seyreden, kah şen kahkahalar atan, kah mahzun duran, ama her şartta kendisine aldırmayan bu yeşil gözlü kıza fena halde içerlemişti. Vasat görünümüne rağmen, bugüne değin canlı ve neşeli karakteri ile çevresindeki kızların ilgisini, gizliden gizliye gurur duyacağı kadar çok görmüştü. Ama bu kez, durumun çok daha farklı olduğunu algıladı. İlk kez, karşı cinsten birisi kendisini fark etmemiş görünüyor, yaptığı esprilere, anladığı halde; güleceğine gülümsemekle yetiniyor ve daha da önemlisi gözlerine, gözlerini kaçırma ihtiyacı duymadan çakmak çakmak, çoktan karar vermiş birinin edasıyla bakıyordu. Yeni tanıştığı bu kız üzerinde, alışık olduğu etkiyi yaratamayan Ahmet, olaylar karşısında bir inek mahmurluğu içerisinde bakınırken, aynı zamanda sohbette merkeze yerleşme gayesiyle maymun neşesi ve gevezeliği ile konuşuyor, konuşuyordu. Yeşil gözlü kız hala bir beğeni ifadesini takınmamış ve hatta bu hayvanat bahçesi gezisinden sıkılmış görünüyordu. “ Ne kadar sıradan bir genç. Ne özelliği var ki, Feyza bu adamı bu kadar beğeniyor acaba?Bu mu? sohbetine doyum olmayan kazanova... Feyza ne demişti! – -Selma! Bir görsen, o kadar etkileyici birisi ki. İnsan O’nun yanında zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor. Entelektüel biri, hep anlatacak bir şeyler buluyor, çok eğlenceli... Eee... Bunun ne tarafı eğlenceli yahu... Adam habire, laf ebelikleri ile zeki olduğunu ispata uğraşıyor. Ağır ol da molla desinler hoca. Ha, bir de tüm kızları ölçüp biçmesi, hangisi bana kesik araştırmalarını yapması var. E be Feyza, alacağın olsun, şöyle uzanıp keyif çatmak varken beni bu maymunla aynı masaya oturttun ya, ne demeli sana. Neyse ki, Cemal de masada. Hoş, ben de zaten O’nun varlığına tav oldum, geldim ya. Gerçi, Cemal’in gözü bende değil, daha doğrusu adam ot gibi, hiçbir kıza bakmıyor. Bozuk mu acaba? Neyse canım, daha kimseye yazılı değil ya biz buna sevinelim Olmadı, abla derim Ne hoş Cemal Abla!.” - Sen de gelmeyi düşünür müsün? - Pardon, nereye? - Hafta sonu, piknik var, demin konuştuk, hatta gülümsediğinizi görünce gelmek istediğini düşündüm. - “Cümleye bak kardeşim, aslanım Feyza, ne düzgün adam beğenmişsin, Aynı cümlede, şahısları dahi düzgün kullanamıyor. Bu mu senin entellektüelin!” Yok, ben başka bir şeye gülmüştüm. Ne konuşulduğunu dahi duymadım. - E şimdi duydun, gelecek misin? - Bilmem, Feyza gelecekse olabilir. “Bugün, nedense bir inek mahmurluğu ile bir maymun neşesi arasında gidip gelmekteyim. Neden, her söylediğim sözden sonra, şu Yeşil gözlü kıza takılır ki bakışlarım... Kız beni takmadı, kabul. Bu neden beni bu kadar olumsuz etkiledi ki? Oğlum, kendine gel. Feyza denen şu kıza takılsana, her yaptığın espriye katıla katıla gülüyor işte, ne desen tartışmasız mükemmel bulacak. İstersen İlahı olursun. Ama aşk bu kadar kolay olmamalı, değil mi? Ama gözler de göz abi, Kızın duruşunda bir başkalık var. Aklı buralarda değil gibi, benim farkımda bile değil. Kendimi fark ettirmenin bir yolunu mutlaka bulmalıyım. Bunun gerçekleşmesi için pek çok şeyi yapabilir, imkansızı gerçekleştirebilirim. - Piknik mi? Çok hoş. Ahmet, günler geçtikçe ve Selma ile paylaşılan zamanlar arttıkça, bu Yeşil Gözlü kızın hayatında önemli bir unsur olduğunun idrakine varmaktaydı. Geceleri, O’ndan ayrı geçirdiği zamanlarda mektuplar yazıyor, hayatının en önemli varlığı halini alan bu kıza ne söylese az geleceği zannıyla, acılar içinde kıvranıyordu. Aradan geçen onca zaman zarfında, aralarında kurulan arkadaşlığın gereğinden fazla güçlenmesinden ve kendi duyduğu aşkın yeşeremeden solmasından korkuyordu. Selma’nın yanında bir diğer yarısı ile buluşmuş insanların duyduğu haz duygusu ile yaşıyor ve nefes alıyordu. En kalabalık arkadaş toplantılarında, en tenha park gezilerinde hep yanı başında yer alıyor, O’nun gözleri her neye bakıyor olsa da kendine dair anlamlar çıkarmaya uğraşıyor, ilgisinin karşılıksız olmadığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Bütün bu olup bitenler sırasında elbette Selma da, kadınlara has ilgiyi algılama kapasitesi ile olayların akışını fark etmişti. Ancak, bu zararsız evrensel oyunun gerektiği kadar sürmesini Ahmet’e nazaran daha bilinçli ve sabırla bekliyor, asla Ahmet’in istediği o başlangıç bakışını ele vermiyordu. “Yeşil gözlerinin girdabında Susuzluğa mahkum, Boğuluyorum. Ne feryat, ne figan, Ölüm senin gözünde, Yaşam dilinde, Ey sevgili, Bana “evet” de.” Bir ilişkinin başlangıç aşamasında nedense erkeklerde romantizm had safhada olur, nedense kadınlar da bu gel geç romantizm karşısında daima üstlerine düşeni yaparlar. Nitekim, Selma da, Ahmet’in bu ilk ve son haykırışını duyar duymaz, oyunun ikinci aşamasına geçilmesi gerektiğini anladı. Ve detayları o ikiliyi ilgilendiren ilişki böylece başlayıp, mutlu son diye bilinen evlilikle noktalandı. Evlilikleri tam on üç yıl sürdü ve bir kızları oldu. Kızları on yaşındayken, Ahmet hiçliğe karışmayı seçti, herkes kendi yazgısını yaşamaya devam etti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © pervin özbıçakçı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |