"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
K: Geldim Ankara, sana geldim. İçimde binlerce ezik şarkı, sana geldim. Senin kara anlarına sığınmaya geldim Ankara. Dün gece kıyısından geçtim bir şehrin, gözümden yaş geldi inanır mısın Ankara? Bu ruhsuz ve biçimli kesilmiş çimenlerinle hayatımı yoluna koymana izin vermeye, teslim olmaya geldim, diyelim. İnanmayacağını biliyorum, tüm bu sözcüklerin hiçbir anlamı olmadığını biliyorum. Biliyoruz. Bizim hukukumuz eskiye dayanır, bilmez kimse. A: Anlamaz diyelim, daha doğru olsun. K: Şimdi sana geldim, sen tüm yollarımı tıkamakla başladın işe. Hoş geldim canım, hoş geldim. Acımasızlığını unutmuşum, çaresizliği bana senin bellettiğini unutmuşum. Nehir çok uzaklara akıyor Ankara. Hem bir nehir hiç Ankara’ya akabilir mi An-kara? Tüm bunlar hiç umurumda değil, di mi Ankara? Seni gidi biçimli çimli süslü kokana Ankara. Anlamak hiç işine gelmedi, ondan böyle karasın Ankara. Senden nefret etmem için binlerce yol var Ankara. Bu acımasızlıkla baş edebilmek oldukça zor, ama beni tanırsın Ankara, kolay pabuç bırakmam ben. İyi tanırsın. Varoluşumdan itibaren başlayan bir hikaye bu. Sevimsiz ve tatsız. İçinde Ankara olan bir şeyden başka ne beklenebilirdi ki? Di mi an-kara? A: Hey lafına dikkat et, biraz ağır olmuyor mu tüm bunlar? Çağıran ben değilim gelen sensin, hatırlatırım küçük hanım. Varlığın ile yokluğun arasında özel bir fark yoktu benim için. Bilirsin beni, zaten ve en net teşhisin de budur. Yine aynı şeyi söyleyeceğim küçük hanım, benim için fark etmez. Bilenen iki düşman gibi baktılar birbirlerine... Bir insan, bir şehir... Her şey bundan yıllar öncesine dayanıyordu ama önemli olan bu değil bu hikayede. Gözleri olabilir mi bir kentin? Bir kadın bir kentin gözlerini görebilir mi? Onun içine bakabilir mi? Gözleri olan bir şehirdi Ankara, dile gelen bir şehirdi Ankara ve bu kadın bu şehrin gözlerini görüp dilini çözebiliyordu. Bitmek bir bilmeyen bir düşmanlıkla bakıyorlardı birbirlerine, uzun zaman olmuştu görüşmeyeli… İçlerinde birikmiş sözcüklerin en keskin olanlarını seçmeleri bundan. Şaşırtmasın sakın bu sizi. Bir geçmişi olan her ilişki de olabilecek şeyler bunlar. Seçenekleri kıvırmadan konuşan iki düşman onlar, numara yok. İçlerinden nasıl gelirse öyle incitiyorlar birbirlerini... K: Bilmez miyim Ankara, hiç bilmez miyim? Senin için herhangi bir şeyin fark etmediğini... Senin karşına dikilişimin nedeni bu zaten, sen de bunu bilirsin! A: Yine başlama lütfen! Tüm bunları uzun süre tartıştık zaten. Öyle ki; bir insan hayatını geçtim, bir şehrin hayatı için bile uzun sayılabilecek bir zamandır tartışıyoruz tüm bunları. Kusura bakma daha fazla tartışmak istemiyorum. Hem dediğim gibi buraya seni ben çağırmadım, sen kendin geldin küçük hanım. Sahi, niye geldin? Tabi, cevap vermek zorunda değilsin. Hala bitmemiş gözüküyor koşun, yine kan ter içindesin. Ne zaman görsem seni, içinde deli taylar. Sahi tüm bu koşuşturmaca arasında yaşamayı nasıl başarıyorsun? Daha doğrusu şöyle sorayım: Bu kadar koşuşturacak ne var hayatta? Seni ne zaman görsem “hışşşt! sakin ol biraz” demek ihtiyacı duydum ben, ne yalan söyleyeyim! Bakma öyle suratıma şaşkın şaşkın... K: Bunu bana ilk kez söylüyorsun!!? A: Haklısın kavga etmekten konuşmaya fırsat bırakmadık ki... Bu sözcüğün kimliği önemli. İşte tam bu noktada herkes dikkat buyursun lütfen, A: Çıkarma hemen kılıçlarını, biz dedim bu sefer. İlk adım sanmayın sakın! İki düşman da olsa bir ilişkinin varlığı kaçınılmaz olarak doğurur merakı... A: Sahi niye geldin bu sefer? Doğrusu sizi hiç beklemiyordum küçük hanım? Hem gelir gelmez ne yapmış olabilirim ki? Sessizlik ürkütücü bir gerçektir ve şayet bir kadının suskunluğu ise sözkonusu olan ve boğazına sözcükler düğümleniyorsa bir de... A: Niye susuyorsun? Hatırladığım kadarıyla senin bu tip özelliklerin yoktur. K: .... A: Bak, şimdi de gülüyor? Ne oldu küçük hanım, bakıyorum artık benimle uğraşmıyorsunuz. K: Kapa çeneni Ankara! Sus Ankara, sus! Anlarım yeterince kara. A: Adımla uğraşma! Böyle çırılçıplakken düşmanınız, saldırmamak zor bulunan bir erdemdir. Konuyu başka yere çekmekte öyle. Bunun iyi niyetle bir alakası olduğunu sananlar! Sizi şimdiden uyarmalıyım: Konunun bununla bir ilgisi yok. K: Adın dışında hiçbir şeyinle uğraşmadım senin ben! A: Çimlerimi unutuyor gözüküyorsun. K: Sahi niye bu kadar düzenli bu çimenler? A: Ne istiyorsun sen benim çimenlerimden? Niye bu kadar rahatsız ediyor seni? K: Niye mi? Allah’ın çimenini bu kadar kalıba koyan, bana ne yapmaz Ankara? Haaa! Söyle, ne yapmaz? Alıp biçer, diker, bunu şöyle düşün, bunu şöyle sev, sinirlenince şöyle yap, öperken şöyle öp, şunu giy, şunu giyme, şunu dinle, bunu sakın dinleme, oraya gitme. Bir çimeni kalıba koyan, beni alır mezara kor Ankara. Üzgünüm Ankara, ben -dünyada her şeyin kaygan olduğuna inanan insan- senin kalıbına giremem. Çimenlerinden de kurallarından da nefret ediyorum! A: Niye bu kadar hırçınsın, anlamıyorum. Nesi var çimenlerin? Ne güzel! Derli toplu. Ne yani, her biri bir yana gitse, daha mı iyi? Saçmalıyorsun işte. Saçmalıktan başka bir şey değil tüm bu söylediklerin! K: Öyle mi? A: Öyle! Bazen sözcükleri şirinleşiverir insanların, kendiliğinden, öylesine... Herkes bir omuz silker çocukmuşçasına... Her insanın içinden geçer “bana ne, bana ne, oynamıcam işte” diyen bir ses... K: Hiç de değil Ankara, bunu sen de biliyorsun. A: Bir bok bildiğim yok benim! Tövbe tövbe benim de ağzımı bozuyorsun işte… Gelir gelmez ortalığı karıştıracak bir şey buldun! Neymiş efendim? Hanımefendi çimenlerin düzgün oluşuna takmış! Küçük hanım, hakikaten hiç değişmemişsiniz. Niye geldiğinizi bilmiyorum ve öğrenmek de istemiyorum. Yeterince vakit kaybettim zaten. İşte bu yüzden en kısa sürede işlerinizi tamamlayıp giderseniz sevinirim, bir daha karşılaşacağımızı sanmıyorum. K: Merak etme Ankara. Zaten en kısa sürede ayrılacağım buradan ve bu arada ne kadar düzgün çimen varsa bozmadan geçmeyeceğim, haberin olsun Ankara. Dağıtmaya geldim, dağıtmadan gitmeyeceğim. A: Elinden geleni ardına koyma küçük hanım. K: Endişelenmeyin koymayacağım. Yalın ilişki kavramına ne diyebilirim ki? Olduğu gibi, olduğu kadar! Elinde geleni ardına koymayacağın -dostunda olsa düşmanında olsa- şanslısın demektir. Sevgili insan, seni uyarmalıyım. Bunu şans olarak tanımlamam iyi bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Kanma sakın bana! A: Ne var, neye bakıyorsun, bir şey mi söyleyecektin? Lütfen içinde bırakma, söyle. K: Aslında sen de biliyorsun Ankara ne demek istediğimi ama bunu değiştiremezsin! A: Küçük hanım, o hınzırca bakışınızdan ve gözünüzdeki şeytani pırıltıdan anladığım kadarıyla benimle eğlenmektesiniz ve keyfiniz bir hayli yerinde. Söylediklerinizin doğru olduğundan hiç şüpheniz de yok üstelik ama üzgünüm küçük hanım. Ben halimden, düzenimden, çimenlerimden, kara anlarımdan, her şeyimden memnunum. Bunu değiştirmek dahi istemem. Kaosu özgürlük gibi algılamıyorum ben. Burada her şey belli bir ritimde akıyor diye bana bozulmanızı ise çocukça buluyorum, başka bir şey değil! Görüyorum ki artık yetişkin bir kadınsınız ancak hala aynı şeyleri söylüyorsunuz. Yazık, bunu aşabileceğinizi sanmıştım. Her neyse! Bu size ağır gelecektir, eminim ama ben -Ankara- çimenleri düzenli şehir- bu ritimde yaşamayı seviyorum ve değişmesini istemiyorum. Diğerini daha güzel ya da daha özel bulmuyorum. Ne o sustunuz küçük hanım? Darbelerin ağırlığı ile sarsılabilirdi herhangi biri olsa ama bu kadın dimdik duruverir acımasız bir analizin tam ortasında. Gözlerinden yaş gelmesi, belki gururunun incinmesi gerekirken sessiz bir yalınlık hali gibi dikti gözlerini şehrin gözlerine. Şehir kararlı üzerine gitmeye ve haklı da iç sezilerinde! Bu sessizlik hayra alamet değil! Bir an önce oyuna katmalı kadını yoksa büyü bozulacak. İşte bundan, damarına tuz basar gibi basıyor sözcüklerin üstüne. Uzun zamandır konuşmamaktan kaynaklanan bir kekrelik var şehrin sözcüklerinde. Bu bulantı hali soğuk ve mesafeli tavrına ağırlık katmıyor da değil hani! Şimdi uzun zaman sonra ilk kez konuşmaya başlamanın acemiliği ve konuşuyor olmanın tadı ile daha da zevkle saldırıyordu kadına, ama kadın pek sessizdi, dağılıp gidecek gibi bir hali vardı ve şehir iyi tanırdı düşmanını. Bu işte bir iş vardı, hoşuna gitmemişti bu durum. Aynı şekilde karşılık vereceğini, yeniden bileneceklerini umuyordu ama kadın ısrarla oyuna katılmıyordu. Bu hayra alamet değildi! A: Hayret, sizi ilk kez sessiz görüyorum, ama hadi oyunu bozmayın lütfen, çok rica edeceğim, eminim daha bitmemiştir cümleleriniz. Beni pek ala alt edebilirsiniz, yoksa artık oynamak mı istemiyorsunuz. K: Bakıyorum konuşmayı öğrenmişsin Ankara, ben görmeyeli dilinde sözcükler birikmiş. Aklama çabanı takdir ediyorum Ankara. Herkesin arınmaya, yaptıklarını mazur görmeye, haklı süreçler yaratmaya ihtiyaç duyması doğal. Şöyle diyelim istersen sevgili Ankara, bu senin suçun değil! A: Hımmm! Tam tahmin ettiğim gibi, bir an oyunu bozacaksınız diye çok korkmuştum küçük hanım! Benim reaksiyonlarım yoktur, bilirsiniz. Bu anlamda siz bir istisnasınız. Hoş geldiniz! Çimenler için üzgünüm sadece, böyle olduğum için değil. K: Ben de. A. Umarım çok kalmazsınız. K: Sanmıyorum, biran önce gitmeye çalışacağım. A: Bu arada olacaklar için lütfen beni suçlamayın küçük hanım! Şöyle söyleyelim isterseniz: Bu kişisel değil! Hoş geldiniz. K: Hoş bulduk.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © düşge su, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |