..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir sanatçı başarısız olamaz; sanatçı olabilmek bir başarıdır. -Charles Horton Cooley
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Pop Kültür > Ali Işık




14 Mart 2002
Konya'da Namaz ve Şivlilik Âdetleri  
Ali Işık
Dünyanın her tarafında yöresiyle sınırlı öyle yerel âdetler, oyunlar, eğlenceler, bayramlar vardır ki bunlar kendi kendilerine, sadece çocukların veya halkın zevk ve eğlence ihtiyacından yahut hakim olan dinin bazı kutsal günlerini veyahut velilerini, azi


:GGGJ:
Dünyanın her tarafında yöresiyle sınırlı öyle yerel âdetler, oyunlar, eğlenceler, bayramlar vardır ki bunlar kendi kendilerine, sadece çocukların veya halkın zevk ve eğlence ihtiyacından yahut hakim olan dinin bazı kutsal günlerini veyahut velilerini, azizlerini, onlara ait herhangi bir vakıayı kutlama ve yüceltme gereğinden doğmuş şey-ler sanılır. Halbuki öyle değildir. Bu mahallî âdetlerin, oyunların, eğlencelerin ve bayramların kökleri çok eski bir geçmişin derinlikleri içerisinde gömülüdür. Bunlar birtakım inanç artıklarıdır ki, isimleri değişmiş bile olsa, köken-leri İslâmiyet’ten önceki bir dine, belki Musevîliğe, Hıristiyanlığa, belki de paganizme kadar dayanır. Meselâ bu-gün Hıristiyanların İsa’nın doğum günü olarak kutladıkları Noel yortusu, asla Hıristiyanlara ait bir kutlama değildir. Bu yortu, Ön Asya ve Roma İmparatorluğu topraklarının pek çok bölgesinde hakim olan Mytraism’e ait bir bayram-dır. O gece doğan şey de Hazret-i İsâ değil, belki ilkçağda dünyanın pek çok yerinde hakim bir ilah kabul edilen Mythra’dır .
Namaz ve Şivlilik, Konyamıza özgü -özellikle de merkezinde yoğunlaşmış- bu kabil âdetlerdendir. Namaz, büyükleri, özellikle de Konyalı kadınları ilgilendiren; Şivlilik ise büyüklerden ziyade Konyalı çocuklara ait gele-neklerdendir.
Namaz, İslâm dinince kutsal ‘üç aylar’ın ilk ikisi olan Receb ve Şaban aylarının Konya merkezindeki adıdır. İslâm dininde ayrıcalıklı bir zaman dilimi olan ‘üç aylar’ın başlangıcı olan Receb ayının ilk Perşembesi: Gecesi, Regâib Kandili olan bu gün, Konya’da büyüklerden çok küçükleri heyecanlandırır. Aslında toplum hayatında ö-nemli zaman dilimlerinin pek çoğu da böyle değil midir? Mesela bayramlar?.. Büyüklerden çok çocukları sevindirip, coşturmaz mı?
Arabî takvimin beşinci ve altıncı ayları olan Cemâziyelevvel ve Cemâziyelahir’in, günümüzde çoğu Türk in-sanının hayatında pek önemi kalmamıştır. Ama doğma-büyüme Konyalı bu ayları çok iyi bilir ve takip eder. Zira bu ayların sonunda mübârek üç aylar başlar. Konyalı bu takvim sürecini, zamanı yaklaştıkça bir tekerleme gibi sayar:

“Cemâziyelevvel, Cemâziyelahir; İlk namaz, Orta namaz, Ramazan...”

Konyalılarca ‘İlk namaz’ Receb, ‘Orta namaz’ da Şaban ayıdır.
Cemaziyelevvel ayı girince ‘Namaz’a daha bir aydan fazla zaman olmasına rağmen Konya çarşı, pazar ve evlerinde bir hazırlıktır başlar. Hem ne hararetli bir hazırlık!..
Büyüklerimizden dinlediğimize göre günümüzden 40-50 yıl evvel, Regâib Kandili’nden birkaç gece öncesin-den, geceleri akşam yemeğinden sonra, uzaktan uzağa trampet sesleri işitilirmiş. Günümüzde artık bu sesleri duy-muyoruz. Çünkü pek çok âdet gibi bu da tarihe mal oldu. Yanı sıra çocuklar içgüdüsel oyun takvimlerini unuttular.
Geçmişte çocukların, göç zamanlarını hiç unutmayan göçmen kuşlar gibi, içgüdüsel bir oyun takvimleri var-mış. Daha babalarının, analarının haberleri yokken, günün muhtelif zamanlarını bir içgüdü ile hisseden horozlar gibi, bu çocuklar da her sene gelmekte olan bu mevsimi, coşku ve neş’esini daha bir ay öncesinden hissederler; haberleri olmayanlar da işte bu geceleri tek tük işitilmeğe başlanan trampet ve kaval seslerinden şenlik mevsiminin yaklaştığını öğrenirlermiş. O zamanlar, trampet ve kaval olmadan namaz eksik kalırmış. Hele hele fener ve maşallasız ...
Konyalı çocukların trampetli, kavallı, fenerli Namaz âdetlerinin kökeninin Frikyalılara dayanması muhte-meldir . Zira efsaneye göre flütü ilk defa Frikya’nın yarı ilahlarından Marsyas yapmış ve bunun nasıl çalınacağını yeniyetme Olympos’a öğretmiş. Hatta bu çalgısı ile Apollo’nun lir’ine rekabet ettiği için diri diri derisi yüzülerek cezalandırılmış. Ayrıca günümüzde dahi yaşayan ve İslâmiyet’le uzaktan yakından alâkası olmayan pek çok âdet ve batıl itikadın Anadolu’nun en eski halklarına irtibatlı olduğu bilinmektedir.
O günlerde trampeti, şehir merkezinin güney batısına düşen bölgesinde, eski surun Lârende Kapısı’nın az gü-neyinde bulunan mahalle sakinleri yaparlardı. Bu insanlar, beyaz tenleri, çoğunlukla çilli yüzleri, kızıl saçları, deği-şik şiveleri ve kendi aralarında kullandıkları jargonla şehrin diğer ahalisinden ayrılırlar. Bu sakinlerin uğraştığı diğer işler de elekçilik, kalburculuk, davulculuk ve demircilik gibi mesleklerdir. Ayrıca Ramazan ayında davul çalarak Konyalıları sahura kaldırmak da bunların görevlerindendir. Bunlar niçin böyle ayrı bir mahallede toplanıp şehrin diğer ahalisi ile karışmazlar bilinmez. Bunların Friklerden kalma kılıç artıkları olması muhtemeldir.
İşte o zamanlar Konyalı çocuklar, Namaz’dan birkaç hafta önce, Kapı ve Aziziye camileri arasında bulunan Bulgur Tekkesi civarındaki çarşılara gider, oradan birer trampet alır, ölçüsüz bir sevinç ve coşku içerisinde evlerine gelir, akşamı iple çekerlerdi. Aceleyle yenen akşam yemeğinden sonra el yıkama gereği dahi duymadan sokağa fırlarlardı. Henüz ortalık iyice kararmadığı halde sokaklar bir uçtan diğer uca fenerlerle, maşallalarla donanır, tram-pet ve gelişigüzel çalınan kaval sesleriyle çınlardı.
Fener ve maşallalara gelince... Günümüzde de Namaz öncesi dükkân önlerini süsleyen körüklü, silindirik ve-ya küresel, şerit boyalı kağıt fenerler Konya’ya ilk kez İstanbul’dan getirilmiş. Bunlar kapatıldığı zaman tabanların-da bulunan teneke mum yatağı belirir. Mum yerleştirilip yakıldıktan sonra fenerler açılır. Oysa bundan yarım asır önceleri Konyalı kendi fenerini kendisi imal edermiş. Bazı kabiliyetli gençler, yahut da eline iş yakışan anne veya babalar, bu fener yapım işini üstlenirlermiş. Yarım veya bir tabaka esericedit kağıdı alınır, üzerine çeşitli renklerde değişik şekil ve desenlerle resimler (ki özellikle at, bir ata binmiş eli kılıçlı bir kahraman, Şah İsmail veya Âşık Kerem resimleri) yapılır, sonra önceden hazırlanmış ortası delik bir tahta yuvarlağın kenarına bir silindir teşkil ede-cek şekilde kitre, çiriş, hatta reçelle yapıştırılır. Bu tahtanın delik olan ortasından kamış veya değnek geçirilerek onların çukurlaştırılmış uçlarına mum takılarak işlem tamamlanırmış. Geçmişte fenerlere iç yağından mamul mum-lar takılırmış. Bunların dipleri kırmızı ve yeşil boyalarla renklendirilirmiş.
Maşalla, bir değneğin ucuna çakılmış silindirik metal bir kutudan ibaret basit bir meşaledir. İçerisine kül ko-nularak gaza bulanıp ateşlenirdi. Alevi azaldıkça bir çöp veya metal bir ince çubukla karıştırılarak alevi tekrar kuv-vetlendirilirdi. Fener ve maşallalar, trampet veya kaval çalan çocuklar dışında tüm çocuklar tarafından mutlaka edinilirdi.
Trampetli, kavallı, fenerli, maşallalı çocuklarla alay düzülünce gece yarılarına kadar sokakları bir curcuna kaplardı. Bu fener alayları esnasında çocukların mahalle kavgaları olmazsa olmaz şartlardandı. En önde mehter misali trampetçi ve kavalcı çocuklar, bunların arkasında taşlı-sopalı savaşçı gençler, daha arkada mahallenin tüm çocuklarından müteşekkil fenerli, maşallalı ordu ile alayı düzen bir mahalle çocukları, “Vurun ülen vuruun!” ni-dalarıyla komşu mahallelere akına çıkarlardı. Taşlaşmalar, yumruk-tekmeleşmeler sonucu kanayan kafalara, kan zirleyen burunlara aldırış edilmeden diğer mahalle çocuklarının zarar verilen trampet, fener ve maşallalarına yahut ele geçirilmiş trampet, kaval, fener, maşalla ganimetlerine bakılırdı. Ondan sonra da gelsin abartılı kahramanlık hikayeleri... Bu işin garip yanı, Receb ayının ilk Perşembe gecesi yani mübârek Regaib Kandili’nde bu kavgalar kızışır. Zira bu gece kavgaların artık son bulacağı gecedir. Gençlerin ve çocukların bu mahalle kavgalarına zaman zaman yaşlıların da sopa ve kamalarla iştirak ettiği görülürdü. Bu gece baskınları kandil gecesine kadar her akşam değişik mahallelere olmak üzere Konya’nın bir ucundan bir ucuna kadar sürer giderdi.
Namaz’da Konyalı annelere ait önemli bir âdet de “bişi”dir. Bu, Müslüman-Türk insanının sosyal dayanışma hasletini gösteren Konyalı kadına özgü bir âdetti. Bişi dağıtma âdetine ülkemizin bazı yörelerinde de rastlayabilirsi-niz. Ancak bu yörelerin kadınları, Konyalı kadının verdiği emeği, gösterdiği özeni sergileyemez. Zira Konyalı ana-lar, evlerine ananevi olarak tandır ekmeği yaparlarken sade Namaz hatırına, Namaz’dan en az birkaç hafta önceden bişi saracağı yufkaları yapar hazırlar (Konyalı kadın, bişi haricinde bir de önemli davetlerinde misafirlerine ikram edeceği su böreği için yufka açar).
Regâib Gecesi’nin gündüzünde Konya evlerinde bir bişi telâşıdır başlar. Akşamdan veya sabah erkenden ü-retme maya ile yoğrulan hamurlardan ufak bezeler tutulur, mangal başı ocak yahut maltızların üzerine, kulplu kuşane veya saplı kara tavalar yerleştirilir, içerilerindeki şırlan yağı cızırdamaya başlayınca 15-20 cm çapında açı-lan mayalı hamurlar birer birer kızgın yağa bırakılır. Kabarıp kızaran bişiler alınarak önceden ıslatılmış yufkaların içerisine dört köşe, mektup zarfı misali, sarılır. Böylece hazırlanan bişiler kaplara istiflenerek en yakın komşudan başlayarak uzakta oturan hısım-akrabaya kadar, kapı kapı, genç kızlar veya gelinler marifetiyle dağıtılır. Bu dağıtım esnasında da zengin-fakir ayrımı yapılmazdı. Sadece Receb ayının ilk Perşembe’sinde dağıtılmasına dikkat edilirdi. Hatta bu âdetten bir de Konya atasözü doğmuştur:

“Namaz geçtikten sonra şırlan yağını başına dök/çal.”

Konyalı bu atasözünü zamanında yapılmayan geciktirilmiş işler için hâlâ kullanmaktadır.
Sade Konya’ya mahsus olmak üzere, Konyalı çocukların bir başka Namaz âdeti de şivlilik’tir. Bazı doğu kö-kenli Türk aydınlar bu kelimenin Kürtçe bir kelime olduğunu, “şiv” (yemek)’den “yemeklik” anlamına geldiğini iddia ederlerse de; bu iddia, bu âdetin yaygın yöresi Konya olmasından dolayı bize pek inandırıcı gelmiyor. Konyalı, bu kelimenin, hicrî 334 tarihinde vefat eden ve büyük mutasavvıflardan olan Ebûbekir Muhammed Şiblî’nin ismin-den geldiğini bir menkıbeye de yaslayarak ifade eder. Hikâyeye göre bu zat, bir gece rüyasında Hazreti Peygamber (s)’in ana rahmine Receb ayının ilk Perşembe gecesi intikal ettiğini görür. Büyük bir sevinç içerisinde uyanarak bunu, oturduğu semtin bütün evlerine vararak “Şiblî!” nidâsıyla müjdeler. Her hâne sahibi de bu müjde karşısında şükür ve mutluluk nişânesi olarak ona bir parça yiyecek verir. Bu hadisenin sonucunda bu âdet doğmuş ve çocuklar tarafından da sürdürülmüştür. Bu âdetin adı da zatın ismine atfen “Şiblilik>Şivlilik” olmuştur.
Bu âdete gelince: Günümüzde de üç ayların, hususiyle Regaib kandilinin gelişini çarşı-pazarda dükkan önle-rine çıkmış gofret-bisküvi kutularından, kırık leblebi, leblebi şeker ve kuru üzüm çuvallarından anlarız. Geçmişte şivlilik çerezi olarak genellikle kırık leblebi, siyah kuru üzüm, leblebi şeker, akide veya peynir şekeri ile mevsim durumuna göre meyveler, meyve kuruları ve kakları çocuklara dağıtılırdı. Konyalı, zenginlik-fakirlik gözetmeksizin, hâlince, şivliliklerini namazdan önce evlerinde hazır bulundururdu.
Receb ayının ilk Perşembe günü sabahını Konyalı çocuklar iple çekerler. Çocuklar sabahleyin kahvaltı yap-ma ihtiyacına bile gerek duymadan ellerine şivlilik kese veya torbalarını (şimdilerde naylon poşet) alarak sokağa fırlarlar. Büyüklü küçüklü arkadaşlarıyla buluşan çocuklar, bütün evlerin kapılarını çalarak, kendine özgü basit ezgisiyle hep bir ağızdan bağırarak şöyle söylerler:

Şivli şivli şişirmiş
Ergen oğlan bişirmiş
İki çörek bir börek
Bize Namazlık gerek

veya:

Şivli şivli şişirmiş
Erken kalkan/olan bişirmiş
İki çörek bir börek
Bize şivlilik gerek

Önceden hazırlanan şivlilikler, genellikle evin hanımı tarafından, kapı önünde çığrışan irili ufaklı çocukların kese veya torbalarına dökülür.
Konya’da Namaz âdetleri bu kadarla kalmaz. Mütedeyyin Konya halkının nazarında üç ayların öneminin bü-yük olduğunu belirtmiştik. Üç ayların girmesiyle Konyalının Namaz mübareği ziyaretleri başlar. Evlenip yuvadan uçmuş evlatlar yanlarına kendi çocuklarını alarak, tıpkı bayram ziyaretlerinde olduğu gibi, ebeveynlerini, hısım-akrabadan büyükleri ziyaret ederler. Onların Namazlarını tebrik ederler. Bu tebrik, “Namazın mübârek olsun” temennisiyle hassaten belirtilir. Bu ziyaretler sırasında anneler/kayınvalideler, evlat ve torunlarına zengin ananevi-yöresel yemekler ikram ettikleri gibi, yemekten sonra da evde bulunan bütün çerez ve meyve çeşitlerinden bir çetnevir sofrası hazırlayarak şivlilik ikramı yaparlar. Konya’da ebeveynin, hısım-akrabaların Namaz mübareğini ihmal etmek önemli bir kusurdur.
Günümüzde zayıflayan insanî ilişkilerin yanı sıra, başka yörelerden alınan göçler sebebiyle birtakım eski, an-cak güzel âdetlerimiz kaybolur gibi oluyorsa da; hakiki Konyalıların mahalle ve hânelerinde hâlâ inatla sürdürül-mektedir.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Güller Şehri Konya'da Gül Bayramları
Hıdırellez ve Konya'da Bazı Hıdırellez İnanç ve Gelenekleri
Geleneksel Sebze Meyve Saklama ve Edebiyatımıza Yansımaları
Mevlana'nın Kendisiyle Özdeşleştirdiği Musiki Aleti

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Akşam [Şiir]
Konya Lisesi [Şiir]
Yaşamak [Şiir]
Kimim [Şiir]
Mesleğim [Şiir]
Bizim Kağıt Mendillerden Önce Bir Mendil Kültürümüz Vardı [Deneme]
Testi Deyip Geçmeyin [Deneme]
Matbuatta Değişen Bir Şey Yok [Deneme]


Ali Işık kimdir?

Türk Dili ve Edebiyatı emekli öğretmeni. Türk dili, edebiyatı ve folkloru âşığı.

Etkilendiği Yazarlar:
Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Nihad Sami Banarlı, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Prof. Dr. Ali Osman Öztürk


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ali Işık, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.