Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
- Yürüsene be kardeşim, diye çıkıştı. Memduh bir an durakladı, geriye döndü, - Siz beyefendi, dedi, siz ve sizin gibiler ya sevin yahut terk edin bu cennet vatanımızın... - Yürü be kardeşim, manyak mısın nesin? Piyangodan mı çıktın sabah sabah, diyerek Memduh'u uçağın içine doğru itti. Uçakta sigara içilebiliyor olması Memduh için ziyadesiyle sevindirici bir durumdu. Piposunu özenle tutuşturdu. Bu pipo hiçbir zaman özen göstermeden tutuşmuyordu. Londıra'ya gider gitmez kendine mühim devlet adamlarına yakışır güzellikte bir pipo almalıydı. Bu düşüncelerle her zaman yanında taşıdığı şiir defterini çıkardı. Önce annesinin ve halasının verdiği siparişleri birer birer not etti; iki yüz gram hakiki Londıra kahvesi, iki büyük boy misafir havlusu, Livurpul'un meşhur cevizli lokumundan iki kutu... Liste işi bitince bu zorlu hadiseyi nasıl çözeceğini düşünmeye başladı. Bu hadise bir düğüm olmaktan çok, bilhassa bir kördüğümdü. Hollandalı ajanlar Türklerden çaldıkları bir çuval mikroçipi Londıra'da eşe dosta kelepir fiyatına satmak istiyorlardı. Uçak havaalanına indiğinde Londıra'nın sisli ve puslu havası Memduh'u hüzünlendirdi. Derin bir iştiyakla baktı gökyüzüne. Bu arada arkasından gelmekte olan bir yolcu da, ama farklı duygularla tabii, bakınca çarpıştılar. Memduh'un yere düşüp açılan valizinin içinden altı tane diş fırçası ve üç tane diş macunu fırladı. Bu da Memduh'un ağızda oluşan asitlere karşı ne kadar duyarlı olduğunu gösteriyordu. Olayın fazlaca abartılıp ülke gündemini işgal etmemesi için hızla yere düşen eşyaları toplamaya koyuldu. İşte tam o esnada çarptığı kişinin pek güzel bir hanımefendi olduğunu fark etti. Bu güzel bayan da Memduh'a bakıyordu. Aralarında bir his mübadelesi oldu. Memduh asil bir ses tonuyla, - Önemi yok bayan, sizi affediyorum, dedi. Kadın ona dönerek, - Öyle ise tanışalım, dedi. Benim ismim Mukadder. İki “d” ile yazılır. Memduh piposundan derin bir nefes çekti ve öksürüğe boğuldu. Memduh hala sigara ile pipo arasındaki farkı anlayamamıştı. Pipoyu, afedersiniz, öküz gibi içine çekiyor, sonra da öksürüğe boğuluyordu. - Benim ismim de Memduh, dedi neden sonra. İki “m” ile yazılır ama “m” ler yan yana değildir sizin isminizdeki gibi. - Önemi yok, dedi Mukadder, gönüller bir olsun. Neden Londıra’dasınız? Memduh bir an durakladı. Sonra birden bire uzatmalarda takımını bir sıfır öne geçiren futbolcu edasıyla haykırdı, - Tarihi ve turistik maksatlı bir gezi, dedi. Casusluk görevini ustaca kamufle etmişti. Fakat Mukadder’den de etkilenmişti. Onu tekrar görmeyi arzu ediyordu. - Bu akşam yemekte konuşsak bütün bunları, dedi. Mukadder bu teklife kayıtsız kalamazdı. Oda Memduh’tan hoşlanmıştı. - Öyleyse buyrun. kalacağım otelin adresi, diyerek bir kartvizit uzattı Memduh’a. Sağ elinin işaret ve orta parmakları yardımıyla kibarca kavradı kartviziti Memduh ve hemen cevap verdi. - Bu akşam saat yedi nasıl sizce? - Âlâ, dedi, Mukadder. Saat yedide... Memduh otele yerleştiğinde hava kararmak üzereydi. Jeymis Bont tipi, su, kar, yağmur ve fırtınaya dayanıklı aynı zamanda telsiz telefon, radyatör ve terlik fonksiyonları da bulunan saatine baktı. Saat tam altı otuzu gösteriyordu. Randevusuna tam otuz dakika vardı. Otelden çıkıp bir taksi bulmalı ve Mukadderin kaldığı otele gitmeliydi. Bu düşünceler içinde sokağa fırladı. Köşedeki telefon kulübesinin yanında durdu. Ahizeyi kaldırdı, elindeki kartvizite bakarak numarayı çevirmeye başladı. - Alo! - Dis iz King Otel, hav ken ay help yu? - Alo! King Otel mi? Nasıl yani? Ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum. - Alo, hav ken ay help yu? - Bu benim kaldığım otel yahu! - Ay dont andırstend yu! - Şey, sayın görevli, ben havaalanında bir hanımla tanışmıştım. Güzel bir kadın Allah için. Gerçi tanışalı daha çok olmadı ama yine de... Bu sırada telefon kapandı. Memduh kibarca ahizeyi yerine koydu. - Dediklerimi anlamadı galiba. Memduh saat altı elli beş sularında otelin lobisine indi ve beklemeye koyuldu. Saat tam yedide Mukadder otelin merdivenlerinde göründü. Üzerinde çok şık bir gece elbisesi vardı. Memduh Mukadder’i görünce gayri ihtiyari mırıldandı. - Ulu Tanrım, fevkalade bir güzellik bu. Birlikte oturdular yemeğe. Yemek boyunca Mukadder teyzesinin yeni aldığı on sekiz programlı bulaşık makinesinin bulaşıkları ne kadar temiz yıkadığından söz etti. Memduh ise Hollandalı ajanların kaçırdığı mikroçipleri nasıl elde edeceğini düşündü. Bir çözüm bulamayınca kendini şaraba ve Londıra peynirine vurdu. Ertesi sabah uyandığında kafası, tabiri caizse ki caizdir, kazan gibiydi. Kendine güzel bir kahvaltı ısmarladı, ardından sinekslalom traşını oldu. Biraz çevre incelemesi yapmak için otelden ayrıldı. Ana caddeye çıkınca hiç ummadığı bir sima ile karşılaştı. Bu sima Mukadder’e aitti. Onu gizlice takip etmeye başladı. Mukadder cadde boyunca vitrinlere baktıktan sonra köşedeki kafeteryanın kapısından içeri süzüldü. Memduh da hemen ardından elindeki gazeteyi kendine siper ederek içeri süzüldü. Hemen kapının yanındaki masaya oturdu. Mukadder çevresine meraklı gözlerle baktıktan sonra sarışın, uzun boylu ve aynı zamanda genç olan iki adamın oturduğu masaya doğru yöneldi. Adamlardan biri elindeki evrak çantasını masanın üzerine bıraktı. Mukadder de elindeki makyaj çantasını masanın üzerine bıraktı. Uzun boylu ve sarışın adam, - Çantanız da pek eskiymiş Mukadder hanım, artık Londıra’dan kendinize yeni bir çanta alırsınız, dedi. Mukadder ona doğru dönerek, - Bunlar fani işler Klint bey, önemli olan mikroçipler, dedi. Memduh bu son cümleyi duyduğunda irkildi. Demek bir süre sonra gönülden bağlanmayı düşündüğü bu kadın bir ajandı öyle mi? Hem de yabancı ülkeler adına çalışan bir ajan! Bu arada Memduh’un tuvaleti geldi. - Hay aksı, dedi. Hangi macerada kahramanın çişi gelir? Ne talihsiz bir ajanım ben yahu? Tuvalete gitmek demek bundan sonra olacak gelişmeleri kaçırmak demekti. Bu yüzden çişini tuttu ve olanları izlemeye devam etti. Mukadder ile adamların sohbeti devam ediyordu. Böbreklerinin de katkısıyla birden fikir değiştirdi ve silahını çekerek haykırdı, - Hey, neler oluyor orada? Hollandalı ajanlar ellerini kaldırdılar. Mukadder şaşkınlığını gizleyecek zaman ve yer bulamadığından haykırdı, - Aman Allah’ım neler oluyor? Memduh sen ha? Kafeteryada çalışan garsonlar neler olup bittiğini anlamadılar ama onlar da Mukadder’in gazına gelip bağırdılar, - Ulu Tanrım, kahretsin, hey dostum sen çılgınsın ha? - Hayır, ben bir görev adamıyım, dedi Memduh. Mukadder’e döndü ve devam etti, - Evet benim ya, dedi, ben, devletini ve devletinin mikroçipini özünden çok seven, ülküsü yükselmek olan, 42 numara ayakkabı giyen ben! - Güzel, dedi Mukadder, güzel. Lokantanın patronu Patrona Vilyım dayanamayıp müdahele etti, - Hey dostum, neler oluyor burada, nedir bu mikroçip olayı? - Bu gizli bir görev dostum, sana açıklayamam. Bunlar Hollandalı ajanlar. Türkiye’den çaldıkları mikroçipleri burada satıyorlar. Bu Mukadder denen kadın da vatan haini. Fakat daha fazla üstüme gelme. Benden bilgi alamazsın. - Anlıyorum dostum. Ancak şunu merak ediyorum. Elindeki silahı kullanacak mısın? Kullanacaksan masa örtüsü kaldırayım, kan olmasın, malum kan lekesi zor çıkıyor... - Sorun bu kadar yüzeysel değil dostum. İrdeleme bazında eksik yaklaşımını fark ettim. - Buyur! Mukadder bu iç açıcı sohbete daha fazla dayanamayıp müdahele etti, - Yeter be, ne olacaksa olsun, sıkıldım artık. Patrona Vilyım sordu, - Bu kadın kimdi dostum? Memduh cevap verdi, - Ajan dedim ya! Yahu Vilyım sen benden de salaksın be! Hollandalı ajan, - Abi kim salak? - Hepiniz, hepiniz salaksınız. Susun yoksa hepinizi öldürürüm, dedi Memduh. Kafeteryaya derin bir sessizlik çöktü. Çöken sessizlik bir hayli derindi. Memduh sol elininin dışıyla alnında biriken teri sildi. Vilyım yeniden bardakları kurulamaya koyuldu. Hollandalı ajanlar uzun süreden beri havada tuttukları ellerini indirdiler. Mukadder uyuklamaya başladı. Memduh yavaşça masaya yaklaştı. Masanın üzerinde duran mikroçip dolu çantayı aldı. Mukadder’in aşkını kalbine gömdü. Usulca kafeteryanın kapısından dışarı süzüldü. Londıra sokaklarında yağmur yağıyordu. Yağmur bereket demekti. Bereket mikroçipler kurtulmuştu. Memduh, Hollandalı ajanlarları, Vilyım’ı ve Mukadder’i kaderleriyle baş başa bırakıp yeni bir maceraya doğru yola koyuldu. Batman 1997
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman TÜRK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |