..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Kent > Okan Özgür Uşaklıgil




11 Temmuz 2006
Mavi Baklava  
Mucizeler Hapı

Okan Özgür Uşaklıgil


Mahir daha önce de ziyaret ettiği her halinden belli olan bir kadına selam verdi.”Emanetleri teslim edeyim geleceğim” dedi. Kadın Mahir’i tanımamıştı. Kime baktığı bile belli olmuyordu. “Haydi koçum sırana” dedi.


:BEGF:
MAVİ BAKLAVA

Eylül ayında, güneşli bir akşam üstü, Tarabya sahilinde bir yürüyüşten sonra, ellili yaşlarda oldukları her hallerinden belli olan iki adam denize karşı bir banka yan yana oturdular. Yürürken başladıkları sohbeti sürdürüyorlardı. Biri diğerini diziyle hafifçe dürtüp konuşmaya kaldıkları yerden başladı.

“Bana biraz haksızlık gibi geliyor” dedi. “Niye olum, alan memnun satan memnun. Kime haksızlık?”

-Benden yirmi yaş genç. Daha yakın yaşta biriyle beraber olması gerekmez mi?
-Niye ki? Eksiğin yok fazlan var. Tecrübe desen sende, para desen sende, ilgi desen sende. Gün görmüş adamsın. Her kadını memnun edersin. Hangi yaşıtı senin verdiklerini verebilir ki?
-Ya hatırlasana biz benli Nejla’nın Moriye nasıl kızardık? Adam ondan en fazla on beş yaş büyüktü.
-Olum saçmalama. O zamanla bu zaman bir mi? Mori senin yaptıklarının yarısını yapabilse Nejla Feyyaz’a kaçar mıydı?
-Sorun da bu ya, bu pek doğal sayılmaz. Bu yaşta neler yapıyorum bi bilsen.
-Biliyorum tabi. Hem kimler kimler biliyor. Sana o baklavayı ben verdim. Unuttun mu? Hepimiz on yıl önce bile yapamadıklarımızı şimdi yapar olduk. İyi hissediyor adam dimi?

Bu konuda ilk konuşmaları değildi. Aslında çocukluklarından beri konuşurlardı. Birbirlerinin, doktorlarının bile bilmediği, sırlarını bilirlerdi. Cinselliği keşfettiklerinden beri en mahrem sorunlarını beraber yaşayıp aşmışlardı. Sevdalarını, yaşadıklarını, sıkıntılarını, her şeylerini bilirlerdi. Çok yakın arkadaştılar.

Onlar doğmadan önce bile anneleri arkadaşmış. Aslında dedeleri ortak iş yaparmış. Eminönü’nde lokum imalathaneleri varmış. Babaları döneminde işler ayrılmış. Akif hala tatlıcı. Bir pastanesi var. Cessur lokantacılığa başlayalı on yıldan fazla oldu. Tarabya’nın en güzel balık lokantalarından biri onun.

İşleri farklı da olsa birbirlerinden hiç kopmamışlardı. Çocuklukları Fatih’te beraber geçmişti. Aynı okullarda aynı sıralarda okumuşlardı. Bugün elli beş senelik bir dostlukları var. Eskisi kadar sık görüşemeseler de birbirlerinde eski günlerin kokusunu almayı hep sevdiler. Bu alışkanlıktan vazgeçmek akıllarından bile geçmez.

Cinselliği biraz olsun o tuhaf günde anlamışlardı. Çarşamba’daki evleri ikiz planlı bitişik iki evdi. Evlerin kapısından aşağıya altışar basamaktan oluşan karşılıklı taş merdivenler inerdi. Küçük bir ortak alandan sonra sokak hizzasına kadar inen ortak altı basamak vardı.

Sokak seviyesine inen basamağa Cessur bütün cesaretini kaybetmiş bir şekilde çökmüştü. Akif binanın kapısını açıp, Cessur’u ayağıyla iterek yanına oturdu. Kısa pantolonlarının altında yaralı dizleri yan yana geldi.

Akif, kısa çoraplı, sandaletli ayaklarıyla Cessur’u dürttü. “Naber?” “Maç etçek adam bulur muyuz?” Cevap gelmedi. Cessur sapsarıydı. Akif bir yandan elindeki tahin sürülmüş, şekerlenmiş ekmeği yiyordu, bir yandan da Cessurun suratına bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir daha dürttü. “Maç edelim mi?” Bu sefer sesini biraz yükseltmişti. “ Ne oldu olum konuşsana, dilini mi yuttun?”

“Acayip bi şey gördüm demin. Fatma teyze yıkanıyor.” Fatma teyze mahallenin delisiydi. Zeka özürlü kadın bir kulübede babasıyla yaşardı. Annesinin dayanamayıp kaçtığını söylüyorlardı. Babası kızına kıyamadığından onu terk edememişti. Fatma teyze kendi ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Kötü kokmazdı mesela. Hiç konuşmazdı ama genelde gayet normal görünürdü. Bazen mahallede dolaşırken birden bağırmaya başlar, anlaşılmaz sesler çıkarır, bazen de giysilerini yırtmaya çalışırdı. Babası veya mahalleli, ona engel olup evine götürürdü.

-Sen onu seyrettin mi?
-Yaaaa arsada dolaşıyordum, camları açık oradan gördüm.
-Ne zaman?
-Demin
-Sonra ne yaptın?
-Kaçtııım.
-Bakalım mı?
-Ya biri görürse?
-Korkma olum hadi.

Camdan içerisi görünüyordu. Dokuz yaşında iki çocuk, pencereye konuk olmuştu. Hayatlarında ilk kez anneleri yaşında bir kadını çırılçıplak görüyorlardı. Korku, heyecan ve daha ne olduğunu bile bilmedikleri pek çok duyguyu aynı anda hissediyorlardı. Fatma otuz yaşında güzel bir kadındı. Bembeyaz teni, uzun kara saçları ve pembe yanakları vardı. Bunları daha önceden de biliyorlardı. Bu sefer bilmedikleri şeyleri de görüyorlardı.

-Hani yıkanıyordu?
-Çıplak görünce şey sandım.
-Islak değil. Su da yok. Salonun ortasında.

Fatma dansa benzer hareketler yapıyordu. Küçük büfenin üstündeki ıvır zıvırın arasından duvara dayalı aynada kendine bakıyordu. Sanki üstünde ipek elbiseler varmış, onun orasını burasını düzeltiyormuş gibi davranıyordu. Kendi etrafında dönüp bazen de bedenini okşuyordu. Sonra birden camdaki gözleri fark edip, bağırmaya başladı. Babası ne olduğuna anlamak için acele hareketlerle odaya girdi. Bu arada Akif ve Cessur ortadan kaybolmuştu.

İlk cinsel suçları buydu. Adam onları gördü mü, görmedi mi hiç bilemediler. Bir süre Fatma’dan ve babasından köşe bucak kaçtılar. Bu korkuyu mahalleli fark etmedi bile. Ama her ikisinin de on altı yaşına kadar en büyük deneyimi bu oldu.

O yaz Akif’in ailesi, daha büyük bir eve taşındı. Babası yeni evi birkaç sokak ötede yaptırmıştı. Akif’ler evlerini kırk beş- elli yaşlarında bir göçmene kiraya verdiler. Adam konuşurken sık sık “mori” dediği için bütün mahalle ona “Mori” demeye başladı. Pek çok Yugoslav göçmeni gibi o da bu lakabı benimsedi. Hoş sohbetli, iri yarı bir adamdı. Karısı ondan oldukça gençti. Otuz yaşlarında, gösterişli bir kadındı. Makyaj falan yapmazdı, ama dar kıyafetlerinin altında vücut hatları hep belli olurdu. Mahalledeki diğer kadınlara hiç benzemezdi. O da konuşkan, güler yüzlü biriydi. Sıcak kanlılıkları sayesinde kısa zamanda herkesle arkadaş oldular.

Adam gemiciydi. Bazen haftalarca ortada görünmezdi. Bazen de haftalarca hiçbir yere gitmezdi. Nejla yalnızlıktan hep şikayet ederdi. Mori’nin ilerlemiş yaşına rağmen çocukları da yoktu. Mahallede Mori’nin kısır olduğu dedikodusu yayıldı. Doğdu mudur? Bilinmez.

Yatak odaları Cessur’un odasının bitişiğiydi. Cessur taşındıkları gece bunu fark etti. O gün karyola seslerinden uyuyamadı. Bitişik odada olanlar hayal gücünü fişeklemişti. Onlar sevişirken Cessur meraktan ölüyordu. Sevişmek nasıl bir şeydi? Fatma’yı çıplak gördüğünden beri “çıplak kadın” onun hayalinde Fatma’ydı. İlk kez başka bir kadını çıplak hayal etmeye başlamıştı.

Akif’e olup biteni anlattı. Akif o gece, o merakla, Cessur’larda kaldı. Beklenen gürültüler olmadı. Sadece biraz horlama sesi duydular. Mori fena horluyordu.

Artık Nejla’ya bakışları değişmişti. Onu her fırsatta izliyorlar, kalçalarının, göğüslerinin güzelliğinden bahsediyorlardı. Kadın bu ilginin farkında mıydı bilinmez, ama kendini sakınmak yolunda bir çabası yoktu. Mori’nin bu kadar güzel ve genç bir kadın için çok yaşlı olduğunu düşünüyorlardı. Şişman ve çirkinceydi de. Bu en hafifinden “haksızlıktı”.

Yaz günlerinde ikiz binanın merdivenlerinde mahalle kadınları karşılıklı oturup, bir yandan sohbet ederler, bir yandan da akşam yemeğine hazırlık olsun diye taze fasülye, bezelye ayıklama gibi şeyleri yaparlardı. Normalde Akif ve Cessur annelerinin elinin altında olmayı kendilerine yakıştırmazlardı. Böyle durumlarda anneler sürekli işler buyurur, yapılmadığı zaman da bağırır çağırırlardı. Buna rağmen Nejla’yı görmek isteğiyle o çevreden ayrılmaz oldular. Futbol bile oynamaz olmuşlardı.

Akif sık sık Cessur’larda kalmaya başladı. Delikanlılar yakın takipteydi. Bir gece karyola sesleri gene başladı. Bir süre sonra sessizlik oldu. Bir tuhaflık vardı. Pek normal değildi. Yan odadan tartışma sesleri geliyordu. Neler konuşulduğunu duymaya çalıştılar. Biraz sonra sesler o kadar yükseldi ki duymak için özel bir gayrete gerek kalmadı. “Senin yüzünden” diyordu Mori. “Kasaptaki et bile daha canlıdır” Nejla başta ağlıyordu. Sonra o da cevap vermeye başladı. “Ne zaman adam gibi oldu ki zaten. Ya erken bitiyor, ya da hiç olmuyor. Kasaptaki et asıl seninkinden daha canlıdır.” Bizimkiler kıkırdayarak birbirine bakıyordu.

Mori ertesi gün sefere gitti. Bir hafta kadar sessizlik oldu. Bir hafta sonra bir gece, karyola gürültüsü yine başladı. “Demek ki Mori geldi” diye düşündü Cessur. Gürültü saatlerce sürdü. Kadının da bu işten memnun olduğu gayet belliydi. Konuşma sesleri duydu. Mori’nin sesine benzemeyen bir erkek sesi vardı. Köşedeki bisiklet tamircisi Feyyaz abinin sesine benziyordu, ama emin olamadı.

Ertesi sabah haberi Akif’e yetiştirdi. Mori’yi görmediler ama gece Akif yatıya geldi. Aynı gürültüler gene oldu. Hayaller, akıllarını başlarından almıştı.

Ertesi gün Mori’yi elinde valizlerle gelirken gördüler. Bu işte bir gariplik vardı. Anlam veremediler. Akif o gece de Cessur’larda kaldı. Yine gürültüler başladı. Bu sefer hemen bitti ve yine bağırışlar.

Ertesi akşam Mori eve girdikten biraz sonra sokağa fırladı. Komşulara Nejla’yı sordu. Kimse nerde olduğunu bilmiyordu. Adam sonunda Cessur’un babasına “kaçmış, mektup bırakmış. Beni takip etme demiş” dedi. Bulursa Nejla’yı kesecekmiş, bunu niye yaptığını hiç anlamamış, falan filan.

Feyyaz abi de dükkanı açmaz olmuştu. Zaten hep kapatıp dükkanı gitmekten bahsederdi.

Birkaç gün sonra sabaha karşı, Mori sarhoşken Feyyaz abinin dükkanını taşladı. Camları indirdi. İçeri girip, bozuk bisikletleri dışarı fırlattı. Mahalleli onu güçlükle sakinleştirdi. O geceden sonra ne Mori'yi, ne Nejla’yı ne de Feyyaz abiyi gören olmadı. Birkaç sene daha Nejla figürü hayallerini ziyaret etmeye devam etti. Hepsi bu.

Cinsel deneyimleri olmamasına rağmen iktidarsızlığı ve olası kötü sonuçlarını öğrenmişlerdi. Bu iş gözlerinde bir kat daha büyüdü. Babalarının lokumlarının ve baklavalarının bu derde deva olduğunu düşünseler de emin olamadılar.

Askere gitmelerine bir ay kala, mahallenin fırlama abilerinden, Mahir bizimkileri yanına çağırdı. “Milli olma vakti geldi” dedi. İkisi de bunun ne demek olduğunu biliyorlardı. Cessur babasına yardım etmek için dükkana gideceğini söyledi ama Mahir bu atağı kolay savuşturdu. Cebinden bir tomar para çıkarıp salladı. “Bana bu paraları kim verdi sandın koçum?”

Çaresizdiler, erkekliğin gereğini ne kadar ürkseler de yerine getirmeleri gerekiyordu. Karaköy’e malum mahalleye doğru yola çıktılar. Sokağın başına vardıklarında ikisinin de dizleri titriyor, birbirlerine sarılıp ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Cessur Akif’e dönüp, “ Bu sabah bolca baklava yedim. Bakalım ne kadar işe yarayacak”dedi.

Mahir daha önce de ziyaret ettiği her halinden belli olan bir kadına selam verdi.”Emanetleri teslim edeyim geleceğim” dedi. Kadın Mahir’i tanımamıştı. Kime baktığı bile belli olmuyordu. “Haydi koçum sırana” dedi.

Yolda anlatılanlara göre mektebin en iyi hocasına gidiyorlardı. Hayallerinde Nejla ile Fatma arası bir çıplak vardı. Karşılarına çıkan ise annelerinden en az on beş yaş büyük, kat kat giyinmiş, basma etekli, örgü hırkalı bir kadındı. Her halde güzel görünmeye çalışmaktan yirmi yıl kadar önce vazgeçmişti. “Önce hanginiz” dedi. Mahir parayı peşin sayıp Akif’i itti. “Bunu al” dedikten sonra biraz evvel gördüğü kadına doğru postalandı.

Akif’in işi beş dakika bile sürmedi. Kadın Cessur’u alıp odaya giderken Akif “çok iyiydi” diye fısıldadı. Kadın Akif’e tuhaf tuhaf baktı.

Cessur içeriyi böyle hayal etmemişti. Bir karyola ve bir komodinden başka hiç bir eşya yoktu. Köşede bir bidon yanında da bir plastik ede vardı. Kadın karyolaya uzandı, eteğini kaldırıp hadi dedi. Cessur baka kalmıştı.

-Ne bakıyosun olum hadi. Çifte tarife alırım haa.
-Ne yani soyunmayacak mısın?
-Soyundum ya.
-Hırkanla entarini çıkarsana memelerini bile görmedim.

Zaman kazanmaya çalışıyordu. Belki böylece göreve hazır hale gelirim diye umdu. Kadın ıhlaya ıhlaya soyundu. “Hadi” dedi.

İş başa düşmüştü. Yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. Takke düştü.

Pantolonunu indirip kadının üstüne abandı. Fakat o halde hiçbir şeyi başarması mümkün değildi. Kadın “Hepiniz böylesiniz. Mektebin yolunu ilk başta bulamazsınız. Sonrada usanmak bilmezsiniz” dedi. Birkaç küfür savurdu. Eliyle Cessur’a yardım etmeye çalıştı. Bu çok utanç vericiydi. Bir an Cessur tuhaf bir şey hissetti. Bu duyguyu kadının ona yaptıklarına bağladı ama gittikçe rahatsız etmeye başlamıştı. Midesinde bir kramp vardı sanki. Biraz zorlamanın zamanı diye düşündü. İyice abandı. Tam o sırada sabah yediği bütün baklavalar, ağzından kadının memelerinin üstüne boşaldı.

Kadın arkasından küfürler ederken, Cessur bir yandan pantolonunu toplamaya çalışıyor, bir yandan da Akif’e soru sormadan onu takip etmesini anlatmaya çalışıyordu.

Sokaktan çıktıklarında Akif Cessur’a “İçerde ne oldu lan? Karı seni niye kovaladı” dedi. Cevap hazırdı. “Baklavalar görevini fazlasıyla yerine getirdi.” O günden sonra bir hafta bir birlerini görmediler.

Bir hafta sonra dükkanda karşılaştılar. Akif çaktırmadan Cessur’a “Karının üstüne kusmuşsun ha? Devesin olum sen” dedi. Mahir abi anlatmıştı. Cessur’da “sende de tık yokmuş diye duydum” dedi. Konuşup gülüştüler. Mahir abi babalarına her ikisinin de çok başarılı olduğunu söylemişti. Babalar oğullarına biraz daha adam muamelesi yapmaya başlamışlardı. “Hele şu askerlikleri bitsin, işi bile devredebilirlerdi.” Durup durup oğullarının sırtını sıvazlıyorlardı.

Bu olaydan sonra her ikisi de eskisinden çok daha az baklava yer oldular. Askerlikleri geride kaldı. Evlendiler. Çocukları oldu. İş kurdular. Zor günler, başarılı günler birbirini takip etti. Her ikisinin de kısa süreli metresleri oldu. Akif’in büyük kızı evlendi.

Bunca zaman arkadaşlıkları her ikisinin de en güvendikleri dal oldu. Eşleri, anneleri, babaları, çocukları, hatta kendileri bile zaman zaman kavgalı oldu. Bazen küstüler. Hiçbir zaman bu küslükler bir sonraki bayramdan sonra devam etmedi. Her bayramda babalardan birinin evinde barışıldı. Cessur’un eşinin öldüğü kazadan sonra bir daha hiç küsülmedi. Güvenilen kadim bir dostun değeri hep bilindi.

Büyük kızının nişanından hemen önce, bir kontrol sırasında, Akif’in kalp damarlarında tıkanma olduğu ortaya çıktı. Kontrole gitmesinin asıl sebebini Cessur’a daha sonra anlattı. “Mori’ye döndük be oğlum” dedi. Başka bir şey söylemesine de hacet yoktu. Modern tıp tıpkı tıkanmış lavabo borularını açar gibi Akif’in kalp damarlarını açtı. Kasıktan soktukları bir balonla damardaki tıkanıklığın olduğu bölgeyi genişletip, damarı içten desteklediler.

Cessur “Tamam kalp damarlarını açtılar da, öbür damar ne oldu?” diye sordu hınzırca.

-Malum baklava o işi çözüyor. Ama bu baklava başka baklava.
-Ben baklavayı fazla kaçırınca neler oldu biliyorsun. Bu yaştan sonra bırak istersen bu sevdayı.
-Saçmalama olum. Ben onsuz ne yaparım. Kendimi işe yaramaz hissederim. Hayat daha bitmedi. Hem de eskisinden bile iyi.
-Sağlığına sakıncalı olmasın?
-Doktor tavsiye etti. Kendimi daha iyi hissedermişim. Bu da bedenimi gençleştirirmiş. Tabi bunu da fazla kaçırmayacaksın. Yoksa maazallah, tabutun kapağını kapatmak için ....................

Akif ceketinin iç cebinden bir ilaç paketi çıkardı. “Bende daha çok var. Al bu senin olsun.” Diyip Cessur’a uzattı. Cessur’un eşi iki sene önce bir kazada ölmüştü. O zamandan beri kendisi için daha anlamlı olan bu arkadaşlığa daha da sıkı sarılıyordu.

-Ben şimdi bunu yutup kime ne yapayım?
-Ben olsam senin şu kasiyer kızdan başlarım. Pek cilveli. Hem de dulmuş. Öyle duydum. O da özlemiştir belki. Sana da kesik.
-Tövbe, tövbe kadının günahını alma. Nerden çıkarıyorsun. Gayet saygı değer biri o. Hem de beş yaşında bir kızı var.
-Saygı değerse hiç mi şey yapmayacak? Ona da yazık be koçum. Esirgeme bakim.

Akif Cessur’un aklına şeytanı sokmuştu bir kere. Bazen kadına gözlerini dikip bakarken yakalıyordu kendisini. İşin garibi kadın da ona bakıyordu. Bazı akşamlar kadını eve bırakmaya başladı. Başlarda yolda konuşmazlardı bile. Sonraları sohbetler arttı.

Banu güler yüzlü, düzgün konuşan, güzelce bir kadındı. Bir yandan çocuğuna bakıyor, diğer yandan Açık Öğretim’de okuyordu. Hayırsızın biriyle çok genç yaşta evlenmiş, çok geçmeden de çocukları olmuş. Adam durulmamış. Bir gece eve bir pavyon kadınını getirince Banu daha fazla dayanamayıp, kaçmış. Sonra da boşanmış.

Birkaç ay içerisinde Banu’nun maaşı iki katını aşmıştı. Artık çok daha şık giyiniyor, kendisine çok daha fazla özen gösteriyordu. Zaten güzel ve akıllı bir kadındı. Artık bakımlıydı da.

İşten geç çıktıkları bir gece Banu Cessur’u evine davet etti. “Ne var bunda canım. Birer kahve içeceğiz. Hem kızımda annemde” dedi. Bu cümleyi kurabilmek için bir sene cesaretini toplaması gerekmişti. Cessur onu reddederse bu işini kaybetmesi anlamına da gelebilirdi. Ama bütün günü işte geçen bir insan olarak, etrafındaki en doğru dürüst erkeğin kim olduğunu gayet iyi biliyordu. Zaten çıkan dedikodular yüzünden başka erkek de yaklaşamaz olmuştu. Korktuğu olmadı. Cessur daveti kabul etti. Kahveden sonra Banu yanına oturdu. Onu istediğini belli etmeye çalıştı. En kötü şakalara bile gülüşüyorlardı.

Niyetleri açıktı. Cessur kadının elini eline alıp üst üste dört beş kere öptü. Çenesini tutup, dudaklarına yaklaştırdı. Uzunca bir öpücükten sonra kadın soyunmaya başladı. Yatakta bir süre çırılçıplak yan yana uzandılar. Sevişmeye başladılar. Ama olmuyordu. Cessur ne yaptıysa hazır hissedemedi.

Banu Cessur’a yumuşak davrandı. Başka zaman nasıl olsa olacağını söyledi. Şimdi her ikisi de yorgundu. Belki Cessur eski eşini unutamadığından olmuyordu. Daha pek çok bahane bulundu. Aslında Banu’nun kafasını kemiren soru bu iş için Cessur’un çok yaşlı olup olmadığıydı. Tabi bunu hissettirmedi bile.

Ertesi gün Cessur lokantaya gitmedi. Kendini işe yaramaz hissetmişti. Başarısızlık onun için uzun süredir tatmadığı bir zehirdi. Yaşadıklarını Akif’e anlattığında, Akif cebinden bir paket mavi baklava daha çıkarıp uzattı.

-Hep yanında mı taşıyorsun sen bu mereti.
-Fırsat kolluyorum diyelim.
-Bizden geçmiş artık. Bırakmanın zamanı gelmedi mi? Atmışa merdiven dayadık.
-İçinden bu arzu gelmişse vaktidir. Kullan. Ben çok memnunum. Başkaları da benden memnun.

Cessur uzun uzun kendini tarttı. Doğaya karşı gelmek gibi geldi başlarda. Yaşadıkları zoruna gittiğinden mi bilinmez o gece iki tablet yuttu. Gerçekten bir farklılık hissetti. Uzun zamandır böyle bir şey hissetmemişti.

Tıpta olan gelişmelere Akif’e yapılan operasyon sırasında hayran kalmıştı. Bu Akif işi biliyor diye düşündü.

Ertesi gün bahaneler uydurup Banu’nun geç saate kadar işten çıkmamasını sağladı. Evine kendi bıraktı. Biraz yüzsüzce de olsa eve davet ettirdi. Geçen gece yaşananlardan bahsetmeye başladı. O günkü yorgunluğun gripten kaynaklandığını, evde iki gün dinlenince tamamen iyileştiğini söyledi. Kahveler sehpada soğurken Banu’nun gömleğini çıkarmaya başladı.

O gece karyola gürültüleri dinmedi. Bir ara yan evlerden birinde onları dinleyen bir yeni yetme var mıdır diye düşündü. Sonra gece devam etti.

Ertesi gün Akif’i Tarabya’ya çağırdı. “Sahilde biraz yürür konuşuruz, sonra da sana güzel bir levrek ızgara hazırlatırım” dedi.

Yürüyüşten sonra oturdukları bankta, biri diğerini diziyle hafifçe dürtüp, konuşmaya kaldıkları yerden başladı.

“Bana biraz haksızlık gibi geliyor” dedi. “Niye olum, alan memnun satan memnun. Kime haksızlık?”

-Benden yirmi yaş genç. Daha yakın yaşta biriyle beraber olması gerekmez mi?
-Niye ki? Eksiğin yok fazlan var. Tecrübe desen sende, para desen sende, ilgi desen sende. Gün görmüş adamsın. Her kadını memnun edersin. Hangi yaşıtı senin verdiklerini verebilir ki?
-Ya hatırlasana biz benli Nejla’nın Moriye nasıl kızardık? Adam ondan en fazla on beş yaş büyüktü.
-Olum saçmalama. O zamanla bu zaman bir mi? Mori senin yaptıklarının yarısını yapabilse Nejla Feyyaz’a kaçar mıydı?
-Sorun da bu ya, bu pek doğal sayılmaz. Bu yaşta neler yapıyorum bi bilsen.
-Biliyorum tabi. Hem kimler kimler biliyor. Sana o baklavayı ben verdim. Unuttun mu? Hepimiz on yıl önce bile yapamadıklarımızı şimdi yapar olduk. İyi hissediyor adam değil mi?

Özgür Uşaklıgil
13 Aralık 2005



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın kent kümesinde bulunan diğer yazıları...
Krampon
Ben Bi Düş Alayım
Doğrusu "Komünist"miş Meğer

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Aklımın Uslanmaz Ziyaretçisi
Benim İçin Yazdığı İlk Şiir

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kırmızı Takip Işığı [Şiir]


Okan Özgür Uşaklıgil kimdir?

Her birimizin ana uğraşı olan hayatın, benim pencereme sığan kısmını paylaşmak istiyorum.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Okan Özgür Uşaklıgil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.