Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Fuzuli (Leyla ile Mecnun) İşte yine buradayım. Acele suların sakin denizlere karıştığı sessiz kıyılardan birinde. Kendine bir ad bulabilmiş tüm delilerin firar ettiği duvarsız tel örgüsüz ama kaçması imkânsız hapishanelerden biri burası. Ufuktan ötesine bakmanın yasak olduğu bir ülkede ufuğun ardına yelken açan denizcilerin tıkıldığı bir sürgün cenneti. Aslında tuhaf bir yer burası karşı kıyılarla kıyaslayınca, ama alışıyor insan sık sık geldikçe. Zaten bir kere gelmiş olmak yetiyor ruhunu karşı kıyıların kirinden arındırmak için. Kaçması imkânsız demiştim ya. Ruhun sadakati yüzünden o da, kendini arındığı kıyıya adamasından. Bu yüzdendir belki de buraya yolu düşen herkesin bir yanını burada bırakıp kaçması ve yıllar sonra bir gün kaybettiğini sandığı sesini aramak için yelken açtığında - hem de hiç hesapta yokken- yine burayı bulması. Hatta bu yüzdendir belki de yılların biriktirdiği arınmışlıkla karşısına çıkan diğer yanıyla karşılaştığında - tam da o anda- yıllarca peşinde sürüklediği yanında hissettiği o tuhaf suçluluk duygusu. Başka bir açıklaması da olamaz zaten böyle bir dönüşün. Ya da vardır belki, emin değilim… Hiçbir şeyden emin değilim aslında. Her şeyin mümkün olduğu bu garip yerde emin olmak mümkün olmayan tek şey diyebilirim. Bildiğim tek şey, bedenini alıp gidebilenlerin kaçak sayılmadıkları. Zaten nereye kadar gidilebilir ki başıboş bir bedenle? Hangi kıyı kabul eder ki kimliksiz bir mülteciyi? Hadi başka bir kıyı da bulundu diyelim gidilecek. Yine de gidilir mi?.. Ben de gitmiştim bir aralar demir almayı unutup. Epeyce gittim de aslında. Çok uzaklara, karşı kıyıların da ardına.. Dönülemeyecek kadar uzak denizlere açtım yelkenimi. Günlerce, aylarca süren fırtınalar atlattım. Günler, aylar boyunca dalgaların soluk vermediği ölü denizlerde gezdim. Sonra bir gün yoruldum. “Gerçekten” yoruldum. Son bir fırtınayla daha yüzleşip sessiz bir kıyıya sığındım mercanlarla çevrili. Kumdan hayaller yapan çocuklarla oynadım kıyıda. Ne aradığımı sordular bir ara; cevap veremedim. Beni ormanın kenarındaki bu ıssız yerde yükselen sarmaşıklara bürünmüş duvara getirdiler. Sonra kayboldular o çocuk gülüşleriyle sarmaşıkların içinde. Ardına baktığımda duvarın, buzdan bir melek diz çökmüş ağlıyordu beyaz elbisesi içinde. O an işte, yalnızca bir kez ve yalnızca benim için durdu zaman. Belki de ben dur dedim tam da o anda bilmiyorum. Durdum.. Yelkovanın bile akrepten gizlediği o durulması imkânsız anda.. Durdum.. Sonra bilmiyorum devam etti mi zaman. Bilemem yelkovan akrebi daha ne kadar aldattı. Ve işte yine buradayım. Kaybettiğim sandığım sesim kıyıda kumlarla oynuyor, bıraktığım ruhum bembeyaz elbisesiyle duruyor karşımda. Kaçması imkânsız demiştim ya. Dairesel bir oyun yalnızca. İlk gelişimde çok küçüktüm. Daha doğrusu ruhum bedenimden biraz eskiydi o kadar. Zaten bu yüzden atmışlardı beni buraya. Çok arkadaşım olmuştu burada. Ama küçük yeşil bir tavşan vardı ki mavi ormanın sakinlerinden; neden bilmem ama ben en çok onu sevmiştim. Kendisi pek anlatmazdı ama yemesi gerekirken âşık olduğu fare yüzünden yıllardır burada yaşayan pembe kediden duyduğuma göre bu tavşan eskiden bir sihirbaza aitmiş. Onunla birlikte şehir şehir gezer, gösterilere katılırmış. Her gösteriden sonra da bir sepet havuç verirmiş sihirbaz buna. Aslında çok mutluymuş tavşan. Bir tavşan ne kadar mutlu olabilirse, kendini o kadar mutlu hissedermiş kendi yerinde olmak isteyen binlerce tavşan aklına geldikçe. Seyircilerin özellikle şapkadan çıkma numarasını çok sevdiğini ve çok yetenekli bir tavşan olduğu için en çok onu alkışladıklarını düşünerek rüyalara dalarmış her gece. Her şey o kadar güzelmiş ki.. Hani her şey çok güzel giderken mutlaka bir terslik olmalıdır ya hep; tersi de mümkündür tabi.. Bir gün hastalanmış tavşanımızın küçük bedeni. Gösteriler tavşansız yürümüş birkaç gün. Sonra başka bir tavşan bulunmuş bir süreliğine şapkadan çıkması için. Bizimki perdenin ardında hasta yatarken kopan alkışları duyunca duramamış yerinde, üstüne alınmış. Sahneye çıkıp sevenlerini selamlamak gelmiş içinden. Yine de çıkamamış; sıradan bir tavşan gibi çıkamazmış onu hep parlak kıyafetlerle görmeye alışmışların karşısına. Yine de merak edip perdenin arasından izlemek istemiş gösteriyi. Gösterinin onsuz nasıl yürüdüğünü merak etmiş sadece. Sadece merak yani, suç bile değil. Hâlbuki sicili en kabarık mahkûmlardan kendileri.. Perdeyi aralayıp izlemeye başlayınca kendi gösterisini, seyircilerin alkışları arasında şapkadan çıkartılan beyaz tavşanın şaşkın suratıyla karşılaşmış bir anda. Hani bazen aynaya bakarken arkasının boş olduğunu ve aslında birinin orada sizi aynen taklit ettiğini düşünürsünüz ya.. Hatta bazen aynadakini atlatmayı deneyenler bile çıkar. (Bu konuda da yalnız olmadığıma eminim) İşte ancak o anda anlayabilmiş tüm olanı biteni. Hemen kaçmış o çadırdan, şehirden, hatta ülkeden. Günlerce, aylarca sürmüş denizleri aşması. Tabi kolay olacak değil ya bir tavşanın çadırdan kaçması.. Uzun bir yolculuktan sonra bu tuhaf yerde bulmuş kendini. Pembe kediyle de o zaman tanışmışlar zaten. Bizim kedi de o aralar “aşk karın doyurmaz” sözü üzerine derin derin düşünmekte.. (Şimdi vejetaryen kendisi, ama artık âşık değil) Bir süre burada yaşamış yeşil tavşan. Çok sevmiş burayı ama gelen herkes gibi o da gitmiş bir gün. Yıllar boyu da gören olmamış onu buralarda. Uzun bir yolculuktan yeni dönmüş gibiydi onu ilk gördüğümde. Yorgun görünüyordu aslında ama sevinçle parlayan o küçük gözler o yorgun bedene ait değildi sanki. Gelişimin ikinci günüydü sanırım. Üzerimde annemin giydirdiği beyaz giysilerle sahilde yalnız oturduğum yağmurlu gecenin sabahıydı. Çok korkmuştum o gece. Küçük bir çocuk gürültülü bir geceden nasıl korkarsa öyle.. Küçük yeşil tavşanla karşılaştığımızda bir duvarın ardında oturmuş ağlıyordum. Duvar sarmaşıklara bürünmüştü. Donuyordum.. 24 Eylül 2004/ Beytepe Pencerenin pervazı/ Geceye yakın, sabaha karşı..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ersen Yoldaç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |