Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Git ve mutlu ol desem de, beni merak etme desem de bugün itiraf ediyorum-ki, bensiz olmanı, 16 ocak Salı günü, 2 ocak yine Salı günü msn den çıkarken iyi akşamlar dahi demeyişini, beni merak etmeyişini, içimde saklayıp daha da çok üzüldüm yaşadıklarımıza, bu sensiz bilmem kaçıncı gecem de… Sonra geriye dönük hesaplar yapmamaya çalıştım yüzümüzün içten tebessümlerle güldüğü zamanlarımıza dair, " beni gerçekten sevdi-mi ? " diye sormamaya çalıştım kendime, yaşadığımız şeye ihanet olmaması adına ve yoluma gitmeye çalıştım sürekli… Ama hep seni özledim, hep seni düşündüm, hep anılarıma sığındım, ne yaptımsa olmadı işte... Severken uzak kalabilmeyi hiç almadı aklım, korkarım almayacak da… Ama şunu da biliyorum-ki benim yaşadığım duyguyu ve acıyı sen de benim kadar yoğun yaşasaydın yüreğinde, bu kadar basit sebeplerden kaynaklı hala anlam veremediğim ayrılık hiçbir zaman yaşanmaz ve yaşansa da bu kadar uzun sürmezdi… Sana artık yazmayacağım demiştim ya son kez yazıştığımız Cuma yani ayrılığın yedinci gününde, bu doğru değil di üzgünüm… Benim Seninle yaşadığım beş aylık güzel rüya hep yazılacak, hep okunacak ama asla sonu gelmeyecek yarım bırakılmış bir roman gibi kaldı yüreğimin derinliklerin de… Bu da içim de bitse de, bitmese de, “varsın yarım kalsın” diye avunmaya çalıştığım bir şey işte… Bana hediye ettiğin kitabı okumaya çalıştım bir süre, çünkü bunu yapmak sana verilmiş ve mutlak yerine getirilmesi gereken bir sözdü benim için… Okudukça sana döndüm içimden, anlayamadığım noktalar da okudukça sana yandım, ağladım saatlerce... O kitabın hızla karıştırdığım sayfalarında büyük harflerle yazılmış sihirli cümleler arıyordum aslın da ben. Beni etkisi altına alan “SEN” büyüsünü; Besleyip büyüttüğüm güçlü sevgiyi, içimdeki acıyı, özlemi, iyi işlenmiş keskin bir ustura gibi tek vuruşta koparacak, seni içimden bir anda kazıyıp alacak, en azından benim duygularımı da seninkilerin seviyesine indirecek sihirli cümleler aradım hep. Ama aklım da sürekli sen, yüreğim de, zihnim de sürekli sen varken bulamadım ya da göremedim üzgünüm… Zihnim bu haldeyken, her nefes alımı seni düşünmekle meşgulken ne kadar okusam bir şey anlayamayacağımı farkettim bir süre sonra ve vazgeçtim… Ama küçük bir huzur aralığı bulabildiğim ilk fırsatta okuyacağım söz... Seninle tek kelime dahi konuşamadığım günlerde benden bilinçli olarak uzak kaldığını sanıp buna uydum uzun zaman... Artık senden gelmesi hayalini kurduğum telefonlar ve mesajlar da kesildi… Küçük bahanelere sığınarak, ( beni gerçekten çok üzen hastalığın gibi ) sesini azıcık da olsa duymaya çalışma çabalarım, ya da acımın çok yoğunlaştığı anlar da yazdığım mesajlar da seni sadece üzmekten başka bir işe yaramayacağından ( bunu asla istemem ) bir süre sonra onurumu kırmaya başladı ve bunu bilinçli bıraktım… Düşündüm ve bunu bilmemeli dedim hep kendi kendime… Sen benden ne kadar kaçsan da ben bir o kadar yaklaştım sana inadına, ama her türlü dönüp-durup bu ani ve bana göre anlamsız bitişi kabullenemeyişimle sana takılıp kaldım… Her geceyi sabaha bağladım ayrılığın adı konulduğu günden beri… İlk gecesinde yani ( Cumartesi ) kaçta başladığımı bilmiyorum ama, Pazar sabahı 06.30 olduğunda altıncı şişe Angora'nın ve dördüncü paket sigaranın da bittiğini farkettim, ama saatin kaç olduğunu hala görebiliyordum, bir kaç saatliğine de olsa sızıp geçememiştim içinde senin olmadığın uyku dünyasına, alkol böyle lanet olası bir şey işte, bazan sarhoş olmak istemez ama " nadir zamanlarda yaşama şansı bulabildiğimiz çok özel bir gecenin bile içine edersin " bazan da olmak istersin ama olamazsın işte… Sonraki birkaç gün şarap kokusundan iğrenir olduğum için votka ile devam ettim her tanesinde seni barındıran beyin hücrelerimi öldürme çalışmalarına… Ama bir işe yaramadı tabiki, öyle çoklar ki öldür, öldür bir türlü bitmediler :) Sonra da: Madem sevgilim değil, yaşadığımız güzel günlerin anılarıyla yetineyim bari diye teselli olmaya çalıştım, ama bu çabalarım da avutamamaya başladı bir süre sonra... Aslında hayatımda ol veya olma ben büyütüyordum seni içimde sürekli bir çığ gibi; Geçtiğin yerleri darmadağın etsen de. Hatta sen gittikten sonra bile büyütmeye devam ettim birkaç gün boyunca… Senin başından sonuna kadar bir suçun yoktu çünkü, sadece kaderin bana, duygularına duyarsız kaldığım, yakarışlarına kulak tıkadığım bir kadına yaşattıklarımın karşılığında ödemem gereken bedel ( günah ) karşılığı acı çektirmek için seni kullanmasına kurban oldun sen ve “eminim sen de üzgünsün böyle olduğu için” hepsi bu, oysa ben o kadını sevmemiş ve ona “seni seviyorum” dememiştim hiç.! Üzgünüm ama sen de sorgulanacaksın bu zincirleme etkiden sebeple, çünkü bana verilecek bu ceza için seçilen “SEN” de bana göre erdem olan sadakat, vefa ve fedakarlık duygusu hayli zayıftı, kendin için varsa yoksa sen'din bencilce bir kendini sevme, koruma içgüdüsüyle… İşte SEN bu nedenle seçilmiştin ilahi adalet tarafından, şu an beni boğan hüzünlü yalnızlığımın yegane sebebi de olsan, farkında bile olmadan, bana yaşatacaklarını bilmeden… Dedim ya kendim büyüttüm, besledim seni, yeri geldi bile bile koparıp kanattım içimde kabuk bağlamaya yüz tutan yokluğunun açtığı derin kesiği... Sensiz’dim ama hep seninleydim de aynı anda… Nerede olsam, nasıl olsam, sanki her yerden beni seyrediyorsun günlerdir. Sanki her an, her köşeden sen çıkacaktın; Senin boyuna yakın her soğan kabuğu rengi saçlı kadına sen diye baktım ardından, her açık kahve paltolu kadına sen diye baktım hissettirmeden, istiklalde yürürken insanlara çarptım, belki B….a da oturmayı çok sevdiğim o cumba da olabilirmisin diye yukarı bakınırken, arada bir parfümünün kokusunu aldım ve arandım aynı mekandamıyız acaba? diye, her gülen yüz de, üzerime dikilen her göz de, seninkine benzeyen her ses de seni duydum, seni gördüm ben yokluğunda; Hala da duyuyor ve görüyorum… Hatta hızla bozulmaya başlayan psikolojimin yarattığı safca beklentilerle mistik bulduğum şeylerde küçük müjdeler aradım sana dair, gece odam da gördüğüm ışığın etrafında dolaşan küçük kelebeği, sahil den denizi izlerken tepem de dolanan martı’yı, deniz de atlayan bir balığı, rüzgarın sesinde duyduğumu sandığım fısıltıları, gökyüzündeki bulutları izlerken oluşturdukları şekillerden anlamlar çıkarmaya çalıştım, dalgalarla gelen bir şişe aradı gözlerim hep sahil de, işte bütün bunları hep senden ya da gelecek bir haber bir mesaj olarak algıladım sevgim yüzünden çocuk saflığına dönüş yapan kırk yaşındaki yüreğimle… Sensiz olmanın iyi yanları da yok değil tabi, en azından saçlarıma jöle sürebiliyorum ve dilediğimce yiyorum tırnak etlerimi, şık ve uyumlu giyinme çabalarımı kaldırıp attım bir kenara, sarhoş olabilirim dilediğimce, teknem de yatabilirim bir başıma kalmak istediğim anlarda, en azından bunları yaptığımı bilmediğin için üzülmeyeceksin… Ben seni halen bunca severken sensizliğe alışamadım Prensesim… Sensizliğim de sarıldığım anılarım da ancak bu kadar avutabildi beni… Bekliyordum patlayacağım yeri..! ama sanki unutmaya başlamıştım da yokluğunun acısını bu beni biraz ümitlendirmişti dokuzuncu günün Pazar akşamında, parmaklarıma hakim olabiliyordum artık mesaj yazmaması için… Ama olmuyor işte neylersin… Dediğin gibi insanız.! Ve duygularımızı istediğimiz gibi kontrol edemeyiz… Sen bu konu da benden biraz daha beceriklisin sanırım, kontrol edemediğini söylüyor ama yine de istediğin noktaya ulaştırabiliyorsun kendini korumak adına, ben ise benim için daha iyi olacağını düşündüğüm noktaya ne yapsam ulaştıramıyorum... Nadir zamanlar da da olsa düşündüğümde “ yaşadım aşka dair ne varsa, helali hoş olsun “ dedim. Küçük sorunları dağ gibi büyütüp aşılmaz hale getirip, hatta yüzyıllardır kadınları hep memnun ve mutlu eden onu seven erkeğin gönülden isteyerek gösterdiği ilgiden, fedakarlıkdan bile olumsuz etki alıp, sonra da kendinden başka birini yeterince sevmene izin vermeyen “sevgi özürlü” bir felsefenin zihnin de yarattığı asılsız düşüncelerle, kendini sırf bu sağlıksız nedenlerle mutsuzluğa itip, böylesine güzel bir Aşkı henüz yaşanmamış mutluluklarıyla yarım yamalak bırakıp gitse de canı sağ olsun, yeterki mutlu olsun dedim. Ama özleminin içimi çok acıttığı anlarda da dönüp sorgulamalar yapmadım desem yalan olur; İlişkimizin bu hale gelmesinde ve şu anki ikili yalnızlığımız da ve yüreklerimiz de açılan sancılı yaraların oluşmasındaki katkın da hayli büyük… HER KADIN DA OLDUĞU GİBİ senin yüreğinin derinliklerinde sinsice yatan, uyanıp bedenini, ruhunu ele geçirmek için küçük bir gafletini bekleyen sadakatsizlik şeytanı bu güzel mutluluğu kıskandı… Sen güçlü kişiliğin ve önce kendine olan saygın sayesin de ayağa kalkmasına asla müsade etmezdin bunu biliyorum, çünkü çok sağlam bağlamıştın onu, ama bütün çabalarına ragmen hafifce kıpırdandı bir keresinde, ve sen küçük bir hata yaptın bu nedenle… Sonra da yaptığın hatadan dolayı sızlayan vicdanının verdiği acıyla, düşünce yapın ve acımasız bir bencillikle kendini üzüntülerden koruyan hayat felsefenin oluşturduğu koruma kalkanın seni bu azapdan kurtarmak için devreye girip yüreğinin çevresini kuşattı ve sen de o katılıkla bu hatanın bedelini bana ödetmeye çalıştın kendini benden uzaklaştırarak… Gözüm de küçük düşüşünü, utancını örtbas etmek için… Aslında bana olan sevgin bitmemişti, azalmamıştı bile o olaydan sonra, sadece utanıyordun benden, yüzüme bakamıyordun, elimi tutamıyordun, ve hala seni sevmeme bir anlam veremiyordun bu yaptığına karşılık, çünkü gerçekten çok seviliyordun haketmediğin kadar çok seviliyordun ve bu dağ gibi sevgi karşısında un ufak olup eziliyordun kendi kendine, ve daha fazla tahammül edemedin işte… Benim bunları anlayamayacağımı sanmak senin en büyük yanılgın oldu Prensesim… Üzgünüm: Ben gerçekten silip atmış ve unutmuştum bu tatsız hadiseyi yüreğimdeki sevgi sayesinde, çünkü yaptığın hata seni bana HARAM edecek bir hata değil di benim için, DÜŞÜNCELERİNLE de BEDENİNLE de KİRLENMEMİŞTİN ve ben seni af edebilirdim, ettim de… Hem sonra o adamın yazdığını sandığın şeyleri yazan da bendim, ve seni bir kez daha etkileyebidiğime göre seni iyi tanımıştım ve yazdıklarımdan etkilenmemen mümkün değil di… Yakışıklı resmin etkisini aradan kaldırınca geriye kalanlar bunlardı işte benim için, bu düşünce lerle o tatsız hadiseyi hiç yaşanmamış sayıp kırılanları onarmam gerektiğini düşündüm ve hiç zaman kaybetmeden de bunu yapmaya çalıştım, zira zaman aleyhime işliyordu o dakikadan sonra… Kendi mi en az senin düştüğünü sandığın kadar küçük düşürerek, onca insanın içerisin de süt dökmüş bir kedi edasıyla kucağım en sevdiğin çiçeklerle silme dolu bir halde ayağına kadar gelmiştim ve af edilmeyi dilenmiştim senden, hatayı kısmen de olsa üzerime alırsam kendini biraz daha iyi hissedersin diye, senin yaptığının değil de benim yaptığımın yanlış olduğunu söylemiştim sana biraz da olsa rahatlaman için, kendini daha kısa sürede daha iyi hissedebilmeni sağlamak için sana karşı davranışlarım sevgim ve her geçen gün daha da artan ilgimle de fazlaca gösterdim ben bunu, ve bana bütün samimiyetinle hissettirdiğin pişmanlığın da, yaşadığın bu kötü deneyimden bir ders aldığına inanmama neden olmuştu… Bir daha tekrarlanmayacağından emin oldum ve kaldığım yerden devam ettim yüreğimdeki sen Sevgisini bir çığ gibi hızla büyütmeye… Ve şimdi ben seni halen bunca severken ve sadece bir resim de olsa her gün görürken o pc ekranından sana asla bir daha dokunamayacak bir sevgili ya da hayatının en uzak köşesinde arkadaşın, dostun gibi kalamıyorum, çünkü ben bunu hakedecek bir şey yapmadım… Üzgünüm Prensesim buna dayanamıyorum… Yalan söylüyorum iyiyim diye, aslında değilim.! Yalan sensiz sağlıklı olduğum, hep bir yerlerim sancıyor, ağrıyor.! Mutlu da değilim.! Yemiyor ama sürekli içiyorum, alkolü de sigarayı da artırdım, bu bir süre daha devam edecek gibi… Ama bütün bunlara ragmen dön diye yalvaracak da değilim.! Hatta "bir gün geri dönerse Prensesim ne yaparım" ? diye sorduğumda kendime bu akşam, kollarına hiç düşünmeden atılabileceğimden de kendi adıma emin değilim gerçekten sevdiğim için bana günlerdir yaşattığın onca acıdan sonra… Benim bu Aşk’da net olarak anlayabildiğim tek şey, ikimizden birinin gerçek sevgiyi bilmediği ve gereğini yerine getiremediği oldu sadece… BELKİ SEN, BELKİ DE BEN… Bunu anladıktan sonra, Hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını biliyorum ertık, zor olan bu noktaya gelebilmem di ve geldim işte, on gün sonra da olsa… Sanırım bu kez daha kolay olacak unutmak… Anlatmakla bitmiyor prensesim, artık saymayı unuttuğum nice sensiz akşamlardan birindeyim yine… hoş bu akşam görebildim seni bir saatliğine de olsa, hatta yanağından bile öptüm; Öpmez olsaydım, unutmaya başladığım kokunu yeniden almasaydım, KEŞKE DİYORUM İŞTE KEŞKE BİNLERCE KEZ KEŞKE..! Gel de çıkar hayatından keşkeleri bu yürekle bu sevgiyle yaşarken… Yok prensesim yok böyle bir sevgi, böyle yaşanabilen bir hayat yok inan… ANLATAMAM… Şu anda kendimi, seninle birlikte en son izlediğimiz oyundaki rolü en kısa olan karaktere benzettim biliyormusun… Hem hayatındaki rolüm ( Başrol olması gerekirken ) şu anda var olan ya da daha sonra dahil olacak olan yardımcı oyuncuların bir çoğundan daha kısa sürdüğü, hem de intihar ettiği için ruhu ölü bedenine hapsolup kalan o zavallı adam gibiyim şu anda… Sevgin ve sen benim bedenimdiniz, ölmüş olmalısınız ki böylesine ihtiyacım varken yanımda yoksunuz, oysa ben yani ruh, bunu hala kabullenememiş olmam ve sevginin beni bedenine yüreğine hapsetmiş olması uçup gitmeme hakettiğim huzuru bulmama izin vermiyor… Ama ben bu oyunun senaryosuna ve kendisini asarak intihar eden karakterin rolüne sadece bu kadar uyabileceğim… Seni geçmiş de bırakıyorum bu günden sonra, ve ruhumu huzura kavuşturmak için de geçmiş de kalan ve gelip gelmeyeceği belli bile olmayan bir hayaleti beklemeyeceğim artık… Tam on beş gündür bekliyorum seni, bana anlattığın bir hikaye nedeniyle… Anlatayım: Yıllar önce yakalandığın bir hastalık nedeniyle tam on beş gün sigara içmediğini ancak iyileştikten sonra yine başladığını söylemiştin bana… Aklıma bu geldiğinde hayli geniş olan hayal dünyam ve sana dair büyüttüğüm güçlü umutlara son bir kez daha tutunarak on beş gün boyunca her gün bana dönmeni bekledim, nihayet on beşinci günün akşamındayım… Gözlerim ve kulağım hep telefonum da, senden bir mesaj ya da telefon gelmesini bekledim… Ama sen ne aradın ne de bir mesaj yolladın o ana kadar, sonra anladımki bu ayrılık benim düşündüğüm gibi bir hastalık anında verilmiş sağlıksız bir karar değil, üzerinde uzun uzun düşünülmüş ve uygun an geldiğinde de uygulamaya konulmuş net bir kararmış.. Çok zararlı olduğunu bile bile on beş gün uzak kaldıktan sonra bile yine döndüğün bir alışkanlık, ve ben işte on beş gün sonra dönmediğin, sana hiçbir zararı bile olamayan etkisiz eleman… Teşekkürler prensesim bir kez daha inanmamı sağladığın için… Yine KEŞKE diyeceğim işte, Keşke sana bir sigara kadar dahi olsa zarar vermiş olabilseydim belki bana dönerdin diyorum, ya da dönmeseydin bile zararım olduğunu bildiğimden bende uzak kalmanı sağlayabilen iraden önünde eğilir ve bu yaptığına saygı duyardım, oysa şu an bunu yapamıyorum üzgünüm… Daha önce de söylemiştim sana hatırlarsan, dil ve gönül olayıydı bizimkisi… Ne zaman çağırsan beni, koşar gelirdim gönülden, Sen de bir hoş geldin derdin dilinden... Ben o zamanlar küçük bir çocukmuşum belli, Gönül nedir, dil nedir ? anladığım şüpheli... Böyle bir aşkdı işte bizimkisi Sen dilinden, Ben gönülden, Sevdik sahiden… Sen bende yaşadın ve gördün, Ben ise sende sadece duydum… Ooff prensesim oooff bu satırlar bitmez inan, ama ben bittim artık yoruldum işte, eminim sen de bu yazdıklarımı okumaktan yorulmuşsundur, daha fazla eziyet etmeyeyim o bakmaya doyamadığım gözlerine… Sana üzülme demiyorum artık… Her şeyin bir bedeli olmalı çünkü.! Duygusuzluğunla katlettiğin böyle büyük bir sevgi ardından birkaç damla gözyaşı dökmeye değer inan, var şimdi doyasıya ağla utanmadan-çekinmeden… Ağlamak seni küçük düşürmez, tam tersi yüreğim dediğin yerde yatan şeyi biraz yumuşatır sadece… Bizden geçti artık, yapılacak bir şey yok ama sana kalan hayatında mutlu olabilme sansı verir bu yumuşama belki.? Şimdi ne yapacağım biliyormusun Prensesim... Anıların, aşkın, sevgin halen içimde ve biliyorum ki yerini belki-de? aylarca kimse dolduramayacak… Elimden geldiğince çabuk atmaya çalışıp içimden seni, yüreğimin senin değersiz bulduğun sevgi yanını da bulunduğu yerden aldırıp, bir daha hiçbir kadına verilmemek üzere maviliklerin karanlık derinliklerine yollayacağım, Sonra da gerçek duygulardan, erdemlerden, doğru-sağlıklı ve güzel inançlardan ve onurdan yoksun dejenere zihniyetlerin adına aşk dediği, Güzel bir akşam yemeği sonrasında Müzikli, Loş ışıklı ortamlar da alınan birkaç kadeh alkolün yarattığı, ve bir rüzgar gibi bir an da esen ve geçen, denizin dalgaları gibi hızla gelen ve hızla giden zevk duygularlarıyla okşayacağım şu andan sonra tanıştığım kadınların tenini… Bahar’a kadar da toparlanırım yeniden, ve beş ay felçli kaldıktan sonra yürümeyi yeniden öğrenen küçük bir çocuk gibi sokaklar da bir başıma kimseye tutunmadan yürümeyi öğrenebilirim, hatta tekrar koşabilirim bile o zamana dek… Bu kez tökezlemeden ve hiç düşmeden… Teknem de olmaktan yeniden keyif alabilirim, ve o tekne de bu kez farklı farklı kadınlarla ateşli geceler yaşayabilirim, bunları yapacağım da emin ol..! Ama seninle yaşadığım bu Ask’dan ben de bir tecrübe edindim… Yaşanan gecelerin sonunda O’ tekne de konuk ettiğim kadınlardan hiç birinin elini tutmayacağım o tekneden çıktığım sabahlar da çıkış yoluna doğru yürürken… Hiç birisi benim için “çok özel” olan kahvaltı ettiğimiz o güzel mekan da benimle birlikte oturamayacak… Sadece taş köprünün üzerine kadar yanında yürüyüp oradan tren istasyonun karşısındaki börekçi yi tarif edeceğim ve dudağımda zehirimi sağdırmış olmanın verdiği neşeli bir ıslıkla yoluma gideceğim… Sadece alkol ve ten’e susuzluğun yarattığı sahte aşk’larla, sahte mutluluklarla şen kahkahalar atan küçük yürekli, ufak beyinli, dolgun ve düzgün kalçalı, iri ve dik göğüslü, kırmızı kalın ve etli dudakları, kızıl-siyah ya da sarı renkli, uzun ve gür saçları olan kadınlarım olacak sadece senden sonra… Ama ben onları sevemeyeceğim, sevmemem gerektiğini bildiğimden… Senden öncekileri de bu özelliklere ve fiziksel güzelliklere fazlasıyla sahip oldukları halde sevemediğim gibi… ŞİMDİ GİTTİĞİNDEN BERİ ÖNE DÜŞEN BAŞIMI YENİDEN KALDIRIP ÖNÜME BAKMALI VE GÜNEŞE DOĞRU YOL ALMALIYIM. BEDENİM DE YÜREĞİM DE DONMAYA BAŞLADI VE KOLAY ISINACAK GİBİ DE GÖRÜNMÜYOR. SONRASINI DA SENİN ÇOKTAN GİTTİĞİN GERÇEĞİNİ, NE KADAR ZOR OLURSA OLSUN KABUL EDEREK YAŞAMAYA ÇALIŞMALIYIM BECEREBİLDİĞİM KADARIYLA... SEN BENDE YOKSAN BU YÜREKTEKİ AŞK’ DA, BU SEVGİ DE, BU BEDEN DE, BU RUH DA SEN DE KALMAMALI SEVGİLİ PRENSES(İM ) BU SON “İM” Dİ SÖZ :) ... Yanın da-Yakının da-Hayatın da her daim Işık, huzur, başarı ve doğru insanlar olsun… Çünkü ben artık çok da doğru bir adam değilim... HOŞCAKAL PRENSES… Deniz(in)… 27/01/2007 .. Denizci..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Denizci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |