Çocukların eğitimi, zaman kazanmak için nasıl zaman yitireceğimizi bilmemiz gereken bir meslektir. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Lakin, evin kocaman dağ hiddetinde heybeti, sırrı, gören gözler için durgun sular keyfiyetinde aşikâr olan efendisi, Dilşikâr nasıl bir gönül avcısıymış bir gün olsun merak etmedi. Oysa Dilşikâr perdeleri gönül gözüyle birer birer indirdi. Nedir o öfkeli dağın arkasındaki durgun su, biliverdi. “Bir şeyin kendi yurduna olan düşkünlüğü” ve parçanın bütüne olan hasretiyle efendisini aşk bildi. Lakin parça bütününe şiddetle hasret çekerken bütün parçasına hiç mi hiç merak etmiyordu. Bir kez olsun kaldırıp da gözlerini gönül avcısı adını verdiği genç kıza gönül gözüyle bakmıyordu. Olsun. Değil mi ki vardı. Değil mi ki aynı sudan içiyor aynı havadan soluklanıyorlardı. Değil mi ki Dilşikâr onun gözünün ve elinin değdiği çok şeyde ufak bir zaman farkıyla vardı. Zaman akıp gitmezdi ya, Dilşikâr oradaydı. Şu mindere yaslandıysa biraz evvel, devletin bütün efendileri kadar yorgun efendisi, Dilşikâr şimdi o minderi düzeltecekti. Şu fincanın gümüş telli zarfına dokunarak bir yorgunluk kahvesi içiverdiyse, Dilşikâr bir güvercin tutar gibi elleri arasında, o fincanı yıkayıverecekti. Şu gömleği çıkarıp attıysa sırtından, Dilşikâr o gömleği sarı sabır esanslarıyla kokulandırarak yıkayacaktı. Aslında Dilşikâr, minderi okşayacak, fincanı dinleyecek, gömleğe anlatacaktı. Yine de. Dilşikâr, onun dokunduğu ve gördüğü bir şeyde hep var olmak istedi. Bir şey, öyle bir şey ki her zaman onun avuçlarının arasında olsundu. Öyle bir şey ki bazen değil hep olsundu. En çok da Efendisi, onu Yaratan’ın huzuruna durduğu zamanlarda. O Yaratan’ını görmese bile Yaratan’ının onu gördüğü zamanlarda. Seccadesinin üzerinde dursundu. Her tesbihatta parmaklarının arasında olsundu. Dilşikâr öyle istedi ki heybetli bir dağa benzeyen efendisinin ama kalbi kendi kalbinin farkında bile değil efendisinin elleri Dilşikâr’ın kokusunun siniverdiği bir tesbihe dokunsundu. Tesbih Dilşikâr koksundu. Koca dağ, üzerinden geçen esintiyle sılasını hatırlardı belki. Belki aralarına bir nikâh düşerdi. Hatırlamazsa da olsundu. Değil mi ki efendisinin elleri Dilşikâr kokan tesbihe değecekti. Bu Dilşikâr’a yetecekti. *** Kehrüba bir tesbihe havale etmek için içinin hatırasını Dilşikâr, aylarca ve aylarca eline geçen her akçeyi bir mendilin içinde sakladı. Ve Nisan’ın bir sabahı yalvarıp yakararak yanına aldığı Habeş Kalfayla yola koyuldu. Şişman ve öfkeli kadın bir hayli söylendiyse de sonunda halden anladı. Bu genç kızın kalbinin ufukları ne kadar da isyankârdı! Kendisi? O kadar gençken bu eve getirildiği halde. Hiç efendisine karşı böyle tehlikeli şeyler hissetmiş miydi? Neyse, dedi Habeş Kalfa, lahavle çekti. Önce yol üzerinde kendi derinliğinde karanlık bir attar dükkânına uğradılar. Usulca, amber istiyorum, dedi Dilşikâr attara. Beni ona hatırlatacak kadar güçlü bir esintisi olsun, diyemedi. Kokusu en kalıcı en hatırlatıcı olandan olsun, bunu da demedi. Parayı verirken gayri ihtiyari kaldırıp gözlerini adamın yüzüne baktı. Sanki adam ne istediğini anlamıştı. Dükkandan çıktıkları zaman bir dilenci Dilşikâr’a doğru yürüdü. Elindeki asaya dayanarak yürüyen beli bükük bir kadındı. Yaşlıydı, çok zavallıydı. Nedense Dilşikâr’ı hanım sanmıştı. Hanımım dedi, bana sadakanı ver. Güzelliğinin sadakası olsun. Dilşikâr’ın içinde çarpıştı gece ile gündüz, ak ile kara. Elinde kalan para, tek akçesi eksilse, kehrüba tesbihe yetmeyecekti biliyordu. Başkası versin dedi, isteyeni reddetti. Ama, dilenci kadın hiçbir şey demeden, yüzünü ekşitmeden, kötü söz söylemeden, beddua etmeden çekilip gitti. Giderken sadece, düşenin dostu Allah’tır, dedi. Sıkıntı geldi Dilşikâr’ın kalbinin üzerine yüklendi. *** Eşit parçalara böldü usta önce kehrüba çubuğu. Sonra her birini bir mengenenin milleri arasına sıkıştırdı. Sonra bir törpü aldı eline. Kehrübanın işlenmesi zor ama hoştu. Sağdan savurdu önce törpüyü, sonra soldan savurdu. Bir, üç, beş. Otuz üç, altmış altı, yetmiş iki. Doksan dokuza doğru ilerlerken tesbih ustasının sabrı, her bir taneyi keskin bir bıçakla kıstırdığı çıkrıkta yuvarladı. Bir hadde ile ayarladı. En ufak bir pürüz en ufak bir eşitsizlik olmamalıydı. Hepsinin bağrını deldi sonra. Sonra bir ibrişime dizdi. Tuttu her birini teker teker. Işığın süzülüşüne dikkat etti. Kehrüba ne güzel şeydi. İçine sindi yaptığı şey. O kadar güzeldi ki elinden çıkan eser. Son taneyi de geçirince ibrişime: Allahuekber! *** Kehrüba tesbihi eve kadar kalbinin üzerinde taşıdı Dilşikâr, içinde unutulmuş bir sıkıntı taşıyan kalbinin üzerinde unutulası olmayan muhabbetin genişliğiyle. Tanelerini birer birer amberin rengiyle ovdu. Gizli bir armağan açık bir itiraf, göndermeden önce efendisine, gülümsedi. Tefe’ül vardı mizacında. Avuçlarının içindeki tesbihi efendisinin seccadesi üzerine atıverdi. İmame bakalım ne gösterecekti? Taneler bir arada, hep birlikte, efendisinin seccadesi üzerinde, ama imame Dilşikâr’dan yana değildi. Falın söylediğine bakılırsa, işaret ayrılıklardan hikâyet etmedeydi. Meyus olmadı gerçek adını çoktan unutmuş olan Dilşikâr kendi meyusluğundan fazla. Tesbih yere atmakla kim kimin kaderini çizebilirdi ki? Al, dedi Habeş kalfaya, ben ölürüm de veremem. Bunu ona ver. Ve dikkat et gülümseyecek mi, bana de, e mi? Habeş Kalfa aldı emaneti, efendi dedi, bir armağanın var. Efendi aldı tesbihi kocaman ellerinin, geniş avuçlarının arasına. Kokladı, amber kokusunu içine çekti. Hoşnuttu. Ama Dilşikâr’ın dilediği anlam parmaklarının ucundan, kuşun havada, balığın suda, yıldızın gökte akması gibi süratle yükselmedi. Hiçbir şey hatırlamadı. Gülümsemedi. Sadece teşekkür etti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © lale lale, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |