Konuş ki seni göreyim. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Geçen hafta sonu (24/25 şubat 2007) Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin iç sayfalarında gözüme çarpan küçük bir haber gerçekten dikkate değer ayrıntılarla doluydu.Her iki gazetede de İstanbul müftülüğü’ nden yapılan bir açıklamaya Diyanet işleri başkanlığının gösterdiği tepkiden bahsediliyordu.İstanbul müftülüğü; kuran da ki bazı ayetlerden ve peygamberin sözlerinden hareketle; Müslümanların Sol el ‘le yemek yemelerinin günah olduğu açıklanmıştı. Diyanet işleri başkanlığı’nca da bu yoruma tepki gösterilerek açıklamaların doğru olmadığı ve durduk yere insanların beynini bulandırmanın yersiz olduğu belirtilerek konuyu noktalamak gerektiği beyan edilmişti… İnanç konuları ile ilgili tartışmaların çok çetrefilli ve her türlü polemiğe açık olduğunu biliyoruz.Dahası çevremizde herkesin bu tür konulara kendi penceresinden bakarak iddialı yorumlar getirdiğine de sık- sık şahit olmuşuzdur.Tıpkı siyasi konularda olduğu gibi; inanç konularında çoğunluk en doğru ve geçerli düşüncenin kendi fikri olduğunu öne sürmekten çekinmez.Bu türden insanlar için karşıt düşünceler; üzerinde durulmaması gereken bağnaz,çağdışı ve geri fikirler olarak tereddütsüz reddedilir. Gazetede konu edilen haberde bu türden tartışmalara açık ve tehlikeli bir haber olarak algılanabileceğinden dolayı Diyanet işleri başkanlığı konuyu kestirmeden kapatmak istemiş olmalı.Zira birileri çıkıp bunun üzerine olur olmaz laflar edecek,Başkaları da onlara cevap yetiştirme telaşına düşecek hatta istenmeyen olaylar dahi yaşanabilecektir.Çünki herkes bir karikatürün dahi Dünyayı ayağa kaldırıp onbinlerce kişiyi sokağa dökebildiğinin bilincinde. Ama başta da belirttiğim gibi konu dikkatimi çekti.Bu sebeple naçizane düşüncelerimi dostlarla paylaşmak istedim.Umarım yarım yamalak bilgilerimle haddimi aşmamış olurum. Bildiğim kadarıyla Kur’an-ı kerim’in bir çok ayetinde Sağ ve Sol ile ilgili birtakım ifadeler vardır.Yani kitap sağ ve sol simgeleri üzerinden hareketle birçok açıklamalar ve örneklemeler yapmıştır dersek yalan söylemiş olmayız.Merak edenler araştırınca görecektir.kitapta bariz bir şekilde sağın iyi’yi ve doğru’y,.solun da kötü ve batıl olanı simgelediği defalarce kez yazılıdır.Kıyamet günü defteri sağdan verilenlerin doğruca cennete gideceği belirtilmiş ve ‘’…Defteri soldan verilenler;…Vay o Solcuların haline..’’ denilerek ateşten,karanlıktan,katran kazanlarından ve dayanılmaz cezalandırılma biçimlerinden bahsedilmiştir.İyilik meleğinin sağ omuzda,kötülük meleğininse sol omuzda bir ömür bizimle beraber dolaştığı; (Münker ve nekir ) Kabirde cennete açılan kapının sağ da,cehenneme açılacak kapının da solda bulunduğu söylenmektedir.Bu açıdan bakıldığında İstanbul müftülüğünün açılamalarının öylesine söylenmiş sözler olmadığını fark ediyoruz.Bu bazı insanları ister istemez Yoksa tanrının kendiside mi sağcı sorusuna götürebiliyor. .Ve solcuların; şeytanın liderliğini kabul eden,bu nedenle de cehennem biletleri kesilmiş günahkarlar topluluğu olduğu sonucuna götürüyor. Ama Sağ ve sol simgeleri ile ilgili benzer ifadeler sadece Kur’an da değil;Başka dinsel söylemlerde de bulunmaktadır.Tevrat ‘ta Rab’bın Musa’ya hitaben,; ‘’Ben senin düşmanlarını ayaklarının altına serinceye dek sağımda dur…’’dediği anlatılmaktadır.Yine Hindistan kökenli dinsel bazı anlatımlarda ya da zend-avesta (Zerdüştlüğün kitabı)’da bu konuya örnek olabilecek şöyle bir şiir geçmektedir. Bizi yöneten rabbin sağ elinde dövüşen İyi,güçlü imanlı, Müşvik Faravaşileri (Tanrıya inanmış topluluğu) ululuyoruz. Onlar ki Güzel kanatlı kuşlar gibi rabbe geldikleri görülüyor. Kuntap-sukt Ey öven sen Bilgeliği sıkıca kavra Ki o inek ve mülk kazandırır. Bunları ilahlar arasında dağıt Tıpkı bir okçunun okunu sağ noktaya yerleştirişi gibi Bhagavat gita Kimisi kutsal kitaplardaki bu tür ifadelerin günümüzdeki siyasi anlamlarla örtüştüğünü iddia etmektedir.O nedenle solu ve solcuları din dışı hatta eski bazı sapkın tarikatların günümüzdeki uzantıları olarak görmektedir.Buna karşılık ‘’Evet biz solcular tanrını varlığına inanmayız..’’diyenlerde vardır.Felsefi anlamda sol düşünceye önemli katkılar sunan materyalist felsefe, tanrıyı ve tanrı inancını reddederek dinleri gelişmenin önündeki en büyük engel (afyon) olarak görür.Ama sol’ca düşünüp tanrı inancını benimseyenler de vardır.. Ancak sistemin dışında bulunan,ondan bağımsız , onu güç ve kudretiyle var edip istediğinde de yok edebilecek bir tanrı değildir bu,sistemin kendisi olan,(panteizm) bir tanrıdır. Bu gün Avrupa’daki bazı siyasi akımlardan bahsedilirken ‘’Sağcı hıristiyan demokrat’’ türü ifadeler kullanıldığını biliyoruz.Ve geçmişte özellikle ortaçağ Avrupası’nda otoriter kilise yönetimlerince kendileri gibi düşünmeyen bazı düşünür,din adamı yada bilginlerin aforoz edildiklerini,ağır işkenceler gördüklerini ve yakıldıklarını da tarih bilimi bizlere aktarmaktadır (Giordano Bruno- Jeanne d’Arc) .Aynı yöntemlerin sapkın olarak kabul edilen bazı dinsel yada din dışı guruplara da uygulandığını biliyoruz.Hıristiyan roma döneminde kendilerine ‘’Sol el yolu tarikatı’’ ismini veren bir tarikattan ve dioneos kültüne bağlı ve sapkın olarak nitelendirilen tarikatlardan Ortodoks Hıristiyanlık bu şekilde bahsetmektedir ..Aynı yöntemlerin İslam dünyasında da kullanıldığını ve bir çok kez kimi zaman mezhep çatışmaları şeklinde,kimi zamanda şahıslar bazında din dışı ve sapkın olarak nitelendirilen kişi ve guruplara karşı imha niteliğinde hareketlere girişildiği bilinmektedir. Şehy Bedrettin olayı,Hallac-ı mansur ’un ve Nesimi ’nin öldürülüşü ,Osmanlı zamanında verilen fetvalarla Anadolu topraklarında girişilen Alevi-kızılbaş katliyamları günümüzde Sivas olayı bunlara örnek teşkil etmektedir.Kısacası oradaki dindarlarda,buradaki dindarlar tarihsel süreç boyunca benzer gerekçelerle kendilerinden farklı düşünenleri Din ve tanrı adına katletmekten çekinmemişlerdir. Siyasi anlamda sağ ve sol simgelerinin ilk kez Fransız ihtilali’ndeki meclis oturumunda kullanıldığı varsayılmaktadır.Orada aristokrat ve kilise kökenli delegelerin kürsünün sağında,ihtilali kanla gerçekleştiren halk temsilcilerinin ki içlerinde dilenci fahişe hırsız.asker kaçağı ,sanatçı,ve her türlü otoriteyi reddeden anarşist gurupların temsilcileri vardır;bunlarda kürsünün solunda oturmaktaydılar .Avrupa ya rönesans’ı ve aydınlanma hareketini getiren düşüncelerde kilisenin baskıcı ve otoriter yönetim biçimine başkaldıran protest guruplar olmuştur. Kürsünün sağında veya solunda oturma durumunun tesadüfi mi yoksa bilinçli bir tercih mi olduğunu merak etmek abes olmasa gerek.Ama bilinen bazı olguların ışığında şunu söyleyebiliriz.Otoriter (ordodoks) yapılı sistem ve oluşumlar ki bu sağ’ı temsil etmektedir;Değişmez ve mutlak doğruları savunduğunu öne ön sürer.O hep kendini bir takım değişmez ve kutsal otoritenin ilke ve kurallarına teslim etmiştir.Sağın yapısını belirleyen en önemli faktör koşulsuz ve teslimiyetçi bir inançlılık ve muhafazakarlık olmuştur.Benzer şekilde hetorodoks yapılı inanç sistemlerinde de ortak simgeler kullanılması doğaldır.Bunu; uygarlığın ,Büyük kültür ve inanç sistemlerinin doğuşuna kaynaklık eden coğrafik bölge (mitolojik kaynak bölgeler) ‘de aramalıyız.Mezopotamya.nil ve ganj nehirlerinin oluşturduğu altın üçgen insanoğlunun macerasını şekillendiren ve alınyazısının yazıldığı kutsal bölgedir. Fazla detayına girmeden anlamaya çalışırsak eğer,her üç tek tanrılı dinin inanç sistemini oluşturan söylence destan ve olayların çıkış kaynağı bu bölgeler olmuştur. Kutsal Kitaplarda geçen Nuh tufanının benzerini gılgamış destanında bulabiliriz. Yine ilk insanın yaratılış miti,Bakire anne den doğumun gerçekleşmesini,daha bir çok söylence ve efsaneyi birazcık farklılaştırılmış olarak öteki inanç ve kültürde bulmamız mümkündür.Kur’an ve İncil de geçen bir çok olayın kaynağı olan İbrani (Yahudi) efsane ve söylencelerini Zerdüşt dininde veya Hindistan kaynaklı dinsel anlatılarda bulabiliyoruz.Sadece üç büyük inancın değil,batı medeniyetine kaynaklık eden eski Latin (yunan) uygarlığını var eden de bu altın bölge çıkarak yayılan mitolojik inançlar olmuştur.Konuya bu açıdan bakıldığında kullanılan bir takım ortak simgelerinde kaynağını bulmak kolaylaşmaktadır .Her Şey aslında insan ile tabiat arasındaki ilişkiden ibarettir.İnsanın doğayı anlama çabası,yaşamını sürdürebilme,ihtiyaçlarını karşılama,tehlikelerden korunma ve bütün olan bitene bir anlam bulma çabasıdır kültürü ve inancı var eden süreç.Dolayısıyla kaynak doğa ile onun insan bilincine yansıyan izdüşümüdür. Engels’in ‘’Ailenin mülkiyetin ve devletin kökeni’’ isimli baş yapıtı bir çok konuya yeterince ışık tutmaktadır.Konumuz olan ortak simgelere dönersek eğer yine büyük inanç sistemlerine kaynaklık eden mitolojik bölgelere bakmamız gerekecektir.Yüksek olasılıkla söz konusu verimli bölgelere yerleşen insan toplulukları yerleşik bir hayata geçiş,tarımla uğraşma ve hayvanları evcilleştirmeye başlamakla beraber uzun süredir devam ettirdikleri göçebe kültürünün inanç sisteminde de köklü değişimler yapmışlardır.Bilimsel araştırmalar tarıma geçiş’in Ana-erkil kültürün bir buluşu olduğunu söylemektedir.Ana tanrıça,verimlilik ve bereket kavramları buradan gelir. Uygarlığın bu en büyük değişim ve dönüşüm projesini başlatan kadınlar şüphesiz inanç dünyasına da kendi dişisel (anaç) damgalarını vurmuşlardır.Daha önceki göçebe yaşamda avcılık ve savaş gibi güce dayalı işlerle uğraşan erkekler yeni yaşam biçimine gecişle beraber beklide bir süreliğine boşluğa düşeceklerdir.Çünki üretimde ve yaşamın her alanında söz sahibi olan kadınlardır.Anadolu’daki iri memeli dişi tanrıça kybele inancı buna beklide en özgün örnektir.bu inançlarda kadının dişisel kimliği (doğurganlık) Yaratıcı ve kutsal annelik olarak inanç sistemindeki yerini almıştır. Değişik görüşlere rağmen söz sahipliğinin erkeğe geçmesine neden olan en büyük etkenin mülkiyet kavramı olduğu öne sürülmektedir.Eskiden her an göç eder durumda bulunan topluluğun korunacak ve sahiplenilecek pek bir şeyleri yokken tarıma geçişle beraber durum değişmiş,tarlalar,araziler,hayvan sürüleri,çiftlikler,ambarlar yani topluluğun zenginlikleri ortaya çıkmaya başlamıştır.Bununla beraber bir iş bölümü düzeninin kurulması ve bu düzenin devamı için egemenliğinin tanınacağı bir otoriter güç ve o gücün devamını sağlayacak kurallara ihtiyaç duyulacaktır. Bütün bunlar erkeğin iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlanacak sürecin başlamasına neden olacaktır.Artık aile içinde baba,topluluk içinde kral, inanç sisteminde de baba tanrıyla özdeşleşecek olan bu yeni iktidarın en belirgin özelliği katı otoriteye ve güce dayalı bir yapıyla varlığını devam ettirecek olmasıdır.Kralın tanrının oğluyla özdeşleşmesi,yönetimin ve verasetin babadan oğula geçmesi ve kan bağı ilişkisinde babanın belirleyici olması bu nedenle benimsenecektir. Baba-kral-tanrı olgularıyla şekillenen inanç sistemleri evvelden beri kullanılagelmekte olan astrolojik bilgilerden de yararlanmaya devam edeceklerdir.Dünyayı merkez alarak onun etrafında dönen 7 kutsal gök cismi ve on iki burçtan oluşan bir evren düşüncesine dayanan bu sistem Rönesans ve aydınlanma çağına kadar hükmünü sürdürecektir.Kilisenin Galileo’ yu yargılamasına neden olan dünyanın merkez değil ‘de güneşin merkez alınmasıyla bu kutsal evren fikrinin inkar ediliyor olmasıdır. zira tanrının oğlu olan İsa evrenin merkezinden başka bir yerde tasavvur edilemezdi. Yine de ana- tanrıça dönemine ait kimi inançlar tamamıyla terk edilmeyecektir.Müslümanların halen kullanmakta oldukları 28 günlük ay takvimi bunun bir yansımasıdır. Öldükten sonra gömülme geleneği de kişinin toprak ananın rahminde yeni bir yaşama doğacağına olan inanç nedeniyledir.Burada ilginç bir anekdotu aktarmak istiyorum.çocukluğumdan kalan bu anıyla sevgili güllü nine yi ‘de yad etmiş olacağız.(Cihan Özdil’in babaannesi) Güllü ninenin vefatı sonrasında namaz kılınmış,cenaze toprağa verilmiş,sıra Niyazi çavuş’ hocanın telkin duasına gelmişti.(Ben bir kabrin arkasına gizlenmiş olan biteni izliyordum) etrafta imamdan başka kimsecikler kalmamıştı. Niyazi amca usulüne uygun bir pozisyon alarak dua etmeye başladıktan kısa bir süre sonra önemli bir detayı unuttuğunu fark ederek uzaklaşan kalabalığa seslenmişti… (lıllaw.hela merrın, me tıştık birkır… Nawwe diya guliy çıbu….?’’ Kalabalığın içerisinden Dursun amca (Dursun’e guli) aranıp bulundu ve merhumenin anne adı öğrenildi..Kalabalık yeniden mezarlıktan uzaklaşırken ben saklandığım yerden Niyazi amcanın ‘’Güllü bin-ti Zeyneb…Güllü bin-ti Zeyneb’’ sözleriyle devam eden telkin duasını dinlemekteydim.. Bu dünyada tamamen baba kimliğinin belirleyici olduğu kurallar bütününün aksine öte alemde kişi anne kimliğiyle yolculuğa başlamaktaydı.mitolojik veriler ışığında yapılan irdelemelerde de tapınakların kutsal mimarik yapısının hamile bir anneyi simgelemekte olduğu öne sürülmektedir.Demekki ana- erkil dönemin ve ana tanrıça inancının yansımaları tamemen silinmemiştir. Sami’lerdeki ay tanrıçası fikrine karşılık mısırlılar ca kabul edilen güneş tanrı(Amon-Ra) inancı baba-erkil kültürün en önemli simgesi olacaktır.Dünya merkezli kutsal evrende egemen olan baba tanrının kural ve kaidelerine katı bir teslimiyetle uyma zorunluluğu,onun yeryüzündeki temsilcisi Kral oğul’unda egemenliğini aynı şekilde kabul etmeyi zorunlu kılacaktır.Zira evrendeki her hareket ve dönüşümün bu egemen gücün iradesiyle gerçekleştiği varsayılmaktaydı.. Yüzlerce yıldır ilgiyle izlenen ve yaratıcı gücün (tanrının) işaretleriyle dolu olduğu varsayılan evrendeki gök cisimlerinin döngüsel hareketi de kendini tekrar eden dairesel zaman kavramını doğuracaktır.Gün,hafta,ay,yıl,kozmik yıl hep belirli periyodların kendisini tekrar etmesi olarak kabul edilecektir. Tıpkı kutsal gök cisimleri gibi kutsal sayılar ve kutsal zaman periyodları da inanç sistemlerinin sıkça yararlanacağı simgeler olmuştur.. Evrendeki cisimlerin dairesel dönü hareketleri de kutsal kabul edilmiştir(Çarkı devran,Çarkı felek).Değişik inançların bir çok dini ayinindeki dairesel dönü ritüeli hep kutsal evrenin hareketine dahil olma,o hareketin içinde yer alma düşüncesinin sonucudur.Müslümanların kabe’ yi tavaf edişleri,(Kabe kapısından sağ ayakla girilmesi gerektiğine inanılır) Alevilerdeki halka namazı ve semah dönme hareketleri bu inancın yansımalarıdır. Ama bu dairesel döngü inancının en göze çarpan sonuçları peygamberlerin geliş zamanlarını belirlemiş olmasıdır. .Zamanın döngüsel hareketiyle gerçekleşecek her periyodun sonunda yeni periyodu müjdeleyecek olan elçi de yeryüzüne indirilmiştir!. Kutsal kitaplarda geçen doğulu kahinlerin bir yıldızı takip ederek geldikleri Filistin-mısır coğrafyasında firavun a ‘’Zamanı geldi.senin tahtını yıkacak erkek çocuk bu topraklarda doğdu’’ şeklindeki efsane , dairesel zaman inancının zorunlu sonucu olarak kabul edilmelidir Ve firavunun bütün erkek çocuklarını öldürtmesi de gelmesi gerekenin gelmesini engelleyemeyecektir. .Aynı efsane isa içinde söylenmiştir.Ve yüz yıllar sonra kendi hesaplarıyla bir periyodun bittiğini,başlamakta olan yeni dönemde de bir kurtarıcının mutlaka gelmesi gerektiğini bilen bazı Yahudi tarikatları bir kervan yolculuğu sonrasında dinlenmeye çekilen gurubun içindeki Muhammed’di de beklenen elçi olarak kabul etmek durumunda kalacaklardır.burada sorun peygamberlerin kişisel durumlarından çok sistemin özelliğidir.Musa,isa yada Muhammed zorunlu olarak var edilen habercilerdir.çünki zaman kendi periyodunu tamamlamış,yeni periyodla birlikte başlayacak yeni döneminde elçisi bilge kahinlere astrolojik alametler tarafından bildirilmiştir. Tanrı istemese bile bir peygamber gelmek zorundadır.Çağımızda dahi beklenmekte olan Mesih ya da mehdi nin her an gelebileceğini de bu mantık ve hesaplamalarla olağan kabul etmeliyiz. Sol ve sağ simgelerinin inanç biçimlerine girmesi ve taşıdığı anlamları da bu izleri takip ederek bulabiliriz.Yanlız bilmemiz gereken en önemli şey geçmişten günümüze bütün inanç sistemlerinin,kültürlerin yaşam biçimlerinin,kısacası insana ait olan her şeyin bir birinden etkilendiği ve birbirini etkilemeye devam edeceğidir.Bu nedenle Hıristiyanlığın bir inancının benzerini Budizm de,alevi inancının kimi unsurlarını Zerdüşt dini yada Şamanizm de,lokman hekimin ölümsüzlük otunu araması serüveninin aynısını gılgamış destanında buluyoruz.Bu açıklamalardan hareketle İran şii Müslümanlığı nın oluşmasına kaynaklık eden İhvan-ı safa risalelerinde(Kaynak Seyyid Hüseyin Nasr.’ın İslam Kozmoloji öğretilerine giriş adlı eseri), İslam bilgini El-Birüni’nin ve İbn-i Sina’nın eserlerinde 7 cisimli 12 burçlu kutsal evren fikri ile dairesel zaman kavramlarının sıkça kullanıldığını görmekteyiz.Aynı şekilde bu kaynaklarda sağ ve sol simgelerinden de sıkça bahsedilmektedir.Kısaca değinmek gerekirse evreni (kozmogoni) oluşturan yedi katlı ve on iki burçlu sistemin sağ- sol, üst ve alt olmak üzere dörde bölündüğü (dört varlı,dört kapı) bu sistemde sağ üst köşe her varlığın en iyi olanlarına ayrılmıştır.yedinci katı işgal den tanrı her yerdedir doğal olarak.Altıncı katın sağ üst bölümü varlık zinciri silsilesinin ilki olan meleklerden ve peygamberden başlayarak insan (İmam), hayvan(at), bitki (öd ağacı) ve maden (altın) ı gösterirken;en sol altaysa Melek(şeytan),İnsan (cahil), hayvan (domuz),bitki (zakkum),maden (katran) gösterilmektedir. .Kısacası bu eserlerdeki ana tema sağın iyi,yüce,kutsal olanı simgelemesi;bunun karşıtı olan solun’sa kötü şeytansı ve aşağılık olanı simgelemesi fikridir.Benzer tema 7 bölgeli kutsal yeryüzü coğrafyası (7 iklim ) fikrinde de mevcuttur. El -Biruni tarafından çizilmiş bir dünya haritasında ilk göze çarpan şey bu günkü Basra körfezi ve Aden civarı kutsal kabul edilen ikinci iklim bölgesinin en üst sağında yer almaktadır.. ilginç olansa en sol altta altıncı iklim kuşağında yer alan yeccüc-meccüc ülkesi (Hazar kavimleri,Türkler,Ruslar,kırgızler ve Slavlar yani barbar kavimlar) nin bulunuyor olmasıdır.Bu harita gerçekten bir çok şeye ışık tutması açısından önemlidir.En sağ üstte gösterilen ikinci iklim kuşağı olan Aden bölgesi ilk insanında yaratıldığına inanılan kutsal cennetinde (Aden) bulunduğu yer olarak kabul edilir..Bu durum mevcut dünya haritasının kuzey ve güney kutuplarının yer değiştirmesi anlamına gelir ki bunda bir sakınca görmemiştir. Zira ancak böyle kabul edildiğinde kutsal bölgelerdeki zengin ve yerleşik toplulukları sürekli taciz eden barbar kavimler kendileri gibi şeytansı ve kötü özellikler barındıran sol alt bölgeye tekabül eder.Yani kaf dağlarının ardındaki o ablak suratlı acımasız kavimler tamda beklenildiği gibi sol (kötü) taraftan gelerek tehlike saçmışlardır. Bu noktada üzerinde durmamız gereken şey büyük dinlerin oluşumuna kaynaklık eden mitolojik kültürün söz konusu barbar kavimlerce sürekli taciz edilen bölgelerden (Mezopotamya-Nil-ganj üçgeni) çıkarak yayılmış olmasıdır.Tarıma geçişin ilk kez başladığı bu bölgelerde şehirleşme ve yerleşik kültürde başlamıştır Mal alışverişiyle birlikte kültür alışverişi de gerçekleşmiştir.Ancak insanoğlunun var ettiği bu zenginliği koruması,geliştirmesi gerekecektir.Evet bereketli olan tabiat ananın hakkı inkar edilemeyecek kadar büyüktür.Ama onu işleyen kontrol altında tutan bir güce ihtiyaç vardır.bu tıpkı anneyi dölleyen güçlü baba gibi güçlü ama erkeksi bir tanrıdan başkası olmayacaktır (Bu noktada fiziksel olarakta sağ elin güçü dikkate değer bir durum olsa gerek) Aynı şekilde gücün ve aydınlığın simgesi olan güneşte sağdan doğmaktadırdır.(Ay'ında birışığı vardır ama bu geceye ait olan ve sürekli değişen güçsüz bir ışıktır.tıpkı kadın gibi) Buradan hareketle otoriter sistemlerin (Ortodoks Hıristiyanlık ve Sünni İslam) dayandığı simgeler dünyasında sağ kutsal ve iyi olan, sol ise kötülüğün kaynağını simgelemiştir. Sağ ve sol simgelerinin modern siyasi alanlarda kullanılma şeklide inanç sistemleriyle tıpatıp aynıdır.Ve bunda bir tesadüfilik yoktur.Geçmişten günümüze sağ her zaman otoriteyi,güç kullanımını,egemen olma isteğini ve değişmez mutlak bir takım ilke ve değerleri ve onlara tereddütsüz bir itaati benimsemiş,oluşturduğu sistemlerde de bu özelliklerini bariz ve acımasızca sergilemiştir.Baba-erkil ailedeki otoriter baba kavramı çocukların korkuyla itaatini zorunlu kılmaktadır.İnançta da bu korkuyla tapılan tanrıya dönüşecektir. Zaman içinde otorite kendine yeni temsilciler bulacak, bu sırayla kıral’a,rahipler sınıfına, oligarşik bir zümreye,ve devlet denilen soyut güce dönüşecektir.Aynı şekilde bilimde de kendini makina’ya,soyut akla.ve bilgiye dönüştürmeyi başarmıştır.Geçmişte otorite varlığını inanç alanında sürdürürken bu gün çok çeşitli enstrümanları vardır.Kışlalar,hapishaneler,okullar,hastahaneler,siyasi partiler,dernekler,örgütler, kısacası kendini oluşturan bireyleri bir arada tutabilmek ve onları istediği şekilde kullanmak isteyen her otoriter oluşum sağcıdır. Burada en dikkate değer şey kendilerini sol diye nitelendiren örgüt ve oluşumlarda da benzer sağcı otoriter anlayışların hüküm sürmeyi başarmış olmasıdır.Ve bu oluşumların içindeki tutsak bireyler; bazen kul,mürid, mücahit olarak bazen de militan ya da milliyetçi vatanseverler olarak her an bedenlerini feda etmeye hazır halde kutsal zafer gününü beklemektedirler..Zira onlarda tıpkı kendilerine sağ diyenler gibi kollarındaki saatlerde bulunan akreple yelkovanın sağa doğru dönmesini tereddütsüzce izleyip boyun eğmeyi erdem sanmaktadırlar zamanın sağcı tanrısına. Ortodoks ve katı kuralcı olmayan (heterodoks) sistemlerdeyse korkuyla iteate ve teslimiyetçiliğe yer olmamıştır.Çoğunlukla güce ve otoriteye başkaldırı vardır bu sistemlerin yapısında.Evrenin dişisel yönü (,yaratıcı ortamın kutsallığı) ikincil ve pasif role indirgenmemiştir. Bu inanç sistemlerinin tanrısı evrenin eril ve dişil birlikteliği olarak algılanmıştır. Sistemin dışında duran,ondan bağımsız ve yönetici bir tanrı ve kurallar bütünü yerine, sürekli değişen,dönüşen,kendi kurallarını yaratıp değiştirebilen bir tanrı fikri vardır (panteizm) Bu inanç sistemlerinde değişimin temel dinamiği olarak güç kullanma,istila etme ve dahil oluş sürecini zoraki bir kabul ediş mantığıyla sürdürme yerine; değişimin gönüllü parçası olma,onda varlığını terk ederek yeni şeye dönüşme arzusu vardır(.meyletme-aşk) Bu evrenin aşkla varolması ve o aşkı sürdürmeyi arzulamasıdır. (yin ve yang’ın uyumlu birlikteliği) sürekli karışma,dahil olma, arzulama ve dönüşüme (yaratma süreci) gönüllüce katılma isteğidir.. Hakikat kapısından geçenlerin ulaştıkları ve ulu orta söylemekten çekindikleri sırdır bu.İnsanı kamil olma sürecinin ulaştığı algılama düzeyidir Her şeye sevgiyle yaklaşmak ve sevebilmektir bu. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Yunus’un ve Mevlana’nın öğretisidir bu Enel- hak fikrinin temelinde de kişinin kendi varlığını yaratıcı evrenin bir parçası olarak algılayabildiği düşüncesi vardır.İnsanın (Mikrokozm) Evreni (Makrokozm) kendi varlığında hissedebildiği düşünce sistemidir bu.. Dairesel kısırdöngü kendini tekrarlarken ; Sarmal devinim dönüşümler süreci halinde ilerlemektir. .Sabit ve mutlak (değişmez) kuralları yoktur bu hareketin. Tıpkı aşık olma anında ruhun hissettiği o yaratıcı kaos halleri gibidir. Evreni kendi varlığında algılarken,onu saate bakar gibi karşıdan izleyip tanımlamak yerine, kendini onun gibi hissetme sırrına ererek . sağa döndüğümü sanıyorsunuz. ama sola dönüyorum ‘' diyebilmektir. Acaba Türkiye de sol düşünce ile Alevi öğretisinin bir çok noktada kesişmesini de aynı simgelerin kaynaklarını izleyerek ve SOL DUYU’muzu kullanarak algılayabilirmiyiz…. Erdal GEÇER Gelibolu/Mart 2007
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Erdal GEÇER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |