Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
Patron emretmiş adamına; yalanı bu sefer sen söyle demiş. Adam yalan söyleyecek diye sevinçten uçmuş… Nasıl bir duygu bu, başkası adına yalan söylemek ki bu kadar heveslisi oluyor? Nasıl bir rant bu? Sıkışınca başkasına yalan söyletenin “yaşasın bu sefer de kurtuldum” sevinci ve gözlerinin aldığı şekil. Diğer taraftan başkasına yalakalık için yalan söyleyenin durumu; “yaşasın, bana değer veren biri için yalan söyledim”. Bu durumlarda, değer verilmediğini anlayamayan, kullanıldığını fark edemeyenler, kullanıldığını fark edenlerden çok daha değerli bizim gözümüzde; onlara en azından “zavallı” diyenler çıkıyor. Şimdi bu yalan ve yalancı kelimeleri yerine yalakalık kelimesini koyun… Aynı şeyler… Bir birlerini hiç aratmazlar. *** Sıkışınca taktik belli; kafayı kuma gömmek… “Görevimi yaptım” rahatlığıyla bir süre kumdaki böceklerle uğraşmak, sonra tekrar yalan söyleme ve yalakalık… Tekrar sıkışma ve kafayı kuma gömme ve tekrar fosseptik böcekleriyle oynama… Adam bundan zevk alıyorsa diyecek bir şey yok. *** Başkalarını kullanmanın bir yetenek olduğunu kabul ediyorum. Maşa varken elini yakmamakta bir marifettir. Fakat bu kullanılabilecek, satın alınabilecek insancıkları nasıl tespit edebiliyorlar, bunu anlayamıyorum. Bravo… Esas yetenek bu olmalı. Birilerini maşa olarak kullanabilme işi… *** Maşalar da herhalde; “ya ne olacak; iki gün sonra unuturlar maşa olduğumuzu, biraz da kafayı kuma gömerim tamamdır iş, köprüyü geçelim, cebimizi dolduralım” diyorlardır. Ancak; Yalan söyleten uzun süre bu işe devam ederse oluyor aşure gibi bir adam. Artık anlaşılıyor durumu ama iş işten çoktan geçmiş, yaparken yıkanın elinde sonuçta kalan enkaz oluyor. Bu durumda oluşturduğu enkazı göstermemek için tekrar maşalara müracaat… Tarihin sayfalarında, yalanlarının neden olduğu enkazların altında kalan bu tipler o kadar çok ki. Her dönem varlar. Bir de bunların maşaları… Bazen başarısızlığı başarılı göstermek için kullanılırlar. Bazen araklama işini, saklamak için… Aynada kendilerine baktıklarında bir şey göremiyorlarmış bu tipler. Sonra acaba ben hayalet miyim diye şaşırıyorlarmış. Hayır, hayalet değilsin, sadece yüzsüzsün. Olmayan yüz nasıl görünsün. Söylüyorsun kişiye; “Bak! Arkadaş, senin söylediklerinin gerçek olmadığını düşünme özürlüler bile anlıyor artık”. Sonuç da ne oluyor, hiç. Adam yanında kum dolu kova taşıyor, kovayı yere koyup, iki gözü ki görmez, iki kulağı ki duymaz, bunlarla birlikte kafasını yanımızda kuma gömüyor. Bu adama daha ne diyeceksin. *** Bu tipleri dikkate alsanız ne olur, almasanız ne olur. Beni rahatsız eden bu tiplere toplum olarak alışmamız, artık midemiz bile bulanmaz oldu gördüğümüzde. (Gürsel ÇOLAKOĞLU- Karadeniz Gazetesi Ekim 2009)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © gürsel çolakoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |