Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Karanlıkla birlikte sis bastırdı. Güneşin kayboluşuyla sıcaklık birden 0 derecenin altına inmişti. Esrarengiz Sokak tabelasında buz kristalleri oluştu. Sokağın biraz uzağındaki caddenin cıvıl cıvıl hareketliliğine karşın, bu tarafa geçmeye kimse cesaret edemiyordu. Bu cesaretsizlikleri belki kıyıda köşede bekleyen hırsız, ayyaş olabileceği düşüncesiydi. Esrarengiz Sokak’ta, yolun iki yanında aşağı uzanan evler barakaları andırıyordu. Bakımsızlıktan bataklığa dönüşmüş bahçeler, evlerin pencereleri kırık dökük, neredeyse yıkılma noktasındaydı. Sokağın başında, adını gösteren levha vardı. Ok tarafındaki çivisi düştüğünden, aşağıya dönmüştü, rüzgar nedeniyle sallanıp duruyordu. Birçok rivayet söylenmişti üstüne ama çoğunda inanılmayacak şeylerdi. Yaşlı bir kadın gece yarısı geçerken evlerden sesler geldiğini söylemişti, kimse inanmamıştı. Sokak gibi kıyıda kalmış eski evler, biraz ilerideki günümüz evlerinden çok uzaklardaydı sanki. Elektrik direğindeki kablolar parçalanmıştı, sokak lambası yanmıyordu, neredeyse sağlam bir tek kaldırımları kalmıştı. Sokağın canı olsaydı, heralde üzgün olurdu, "Ah" derdi, "nerede o eski günler, yüzyıllar önceki cıvıl cıvıllığı, kalabalık aileler. Gündüzün hareketli saatleri, gecenin güzel oyunları, pırıl pırıl evler şimdi ne haldeyim" derdi herhalde. Köşeye itilmişti sanki, kentin dibinde kalmıştı. Sokağın biraz ilerisindeki cıvıl cıvıl caddeden ilerleyen bir kamyonet, ön tarafa üç kişi sıkışmış, arkada da bir evin yükü vardı. Eşyalar birbiri üstüne düzensizce serpilmişti. "Hey çek ayağını, ayağımı ezdin" dedi ortadaki adam. "Haa! Pardon" diyerek ayağını çekti sağdaki adam. Şoför: "Yahu geç kalacağız baya, şimdi bizim Bursa'yı geçmiş olmamız gerekti, oysa daha nerelerdeyiz." "O halde daha hızlı git, görmüyor musun yollar bomboş." dedi ortadaki, iki kişiye oranla oldukça kısa olan adam. "İstesem uçarak gideceğim de, yük çok ağır, hızlanamıyorum. Motordan da sesler geliyor." "İyi" dedi ortadaki adam, "O zaman dal şuraya da kestirmeden gidelim bari." "Oranın kestirme olduğunu nereden biliyorsun ki" dedi şoför. "Bilmem. Tahmin ettim" dedi ortadaki. "Ahh!" diye bağırdı tekrar "yahu kaç defa söyleyeceğim çek şu ayağını." "Haa! Pardon" dedi sağdaki adam. Kamyonet caddeden ayrılarak sağa saptı ve toprak yola girdi. "Yollar amma da bozuk" dedi şoför. Araç sallana sallana ilerliyordu. Bazen taş parçalarına çarpıp iyice bir sendeliyordu. Parçalanacak hissi uyandırıyordu içindekilerde. Motor da zaman ilerledikçe daha çok "imdat" diye bağırır gibiydi. "Ne diye bizi buraya soktun" dedi sağdaki. Ortadaki ses çıkarmadı. Saatine baktı 22.20, "iyice geç kaldık" dedi ortadaki. "Adam da iyice uyarmıştı geç kalırsanız paranızı keserim diye." "Keşke birahaneye gitmeseydik" dedi şoför. Bir müddet sessizlik oldu. Kamyonet uzun yolu bitirince, sokağın önünde, sallanan levhanın biraz gerisinde durdu. "Neden durdun" dedi ortadaki, "Hadisene". "Yahu biz yanlış gidiyoruz. Bu sokağın çıktığı yerin neresi olduğunu bile bilmiyoruz. İyice yönümüz şaştı." Bu sırada arabanın motoru bir "ohh" çekti. "Hep senin sivri zekan nedeniyle oldu" dedi sağdaki, ortadakine bakarak. "Bir sürü kestirmeye soktun bizi, sonunda kaldık armut ağacı gibi". "Tamam tamam" dedi ortadaki, "geri dönelim o halde, hadi caddeye geri dönelim". "Boşuna geldik" dedi şoför. "Neyse, hadi dönelim bari". "Sis de iyice bastırdı" dedi şoför, "Yahu nedir başımıza gelen". Kontak anahtarlarını çevirdi, motordan tirenin giderken çıkardığı ses gibi bir ses geldi. Şoför tekrar denedi bu sefer daha değişik sesler gelmeye başladı. "Galiba itmeniz gerekecek" dedi şoför. Sağdaki kapıyı açtı, inince ortadaki de peşinden dışarıya çıktı. "Üf" dedi ilk çıkan, "Ne biçim soğuk var". "Ben de üşüdüm" dedi sonraki, kısa boylu olanı. "Ne biçim sis bu be. Hiç böylesi bir sis de görmemiştim" dedi kısa olanı. Aracı itmeye çalıştılar. Yavaş yavaş araç ilerlemeye başladı. Şoför, Esrarengiz Sokak’a doğru direksiyonu kırdı. Araç yavaş yavaş hızlandı, arkadakiler itmeye devam ediyorlardı. İyice hızlanınca arkadakiler bıraktı itmeyi, kamyonet hızla ilerlemeye başladı; fakat motor çalışmıyordu. Sokağın eğimiyle birlikte hızı iyice arttı. Arkadakiler oldukları yerde durmuş aval aval kamyonete bakıyorlardı. Şoför frene basıyordu fakat frenler tutmuyordu. Ağır sis nedeniyle arkadakiler kamyoneti göremiyorlardı artık. "Kamyonet nereye gitti" dedi kısa olanı. "Bilmem ki" dedi uzunu. "Gidip bakalım mı?" "Boşversene, kimbilir hangi cehenneme gitmiştir. Bu sokağın sonu yok." "Eee ne yapacağız" dedi uzunu. "Bilmem ki" dedi ötekisi, saatine baktı, 11'e 20 dakika vardı. "Bu iş pek hayırlı değil" dedi kısası, "en iyisi mi geri yürüyelim, şoför başının çaresine bakar." "İyi o halde, caddeye kadar epey yol var ama". "Olsun" dedi kısası, "buraya girmektense yürürüm." Yavaş yavaş sokağın başından ayrıldılar. Bir müddet sonra onlar da sisin içinde kaybolmuştu. Saat 23.00'de neredeyse göz gözü göremeyecek kadar ağırlaştı hava. Tam 23.00'de dört evden de saat çanları duyulmaya başlandı. Hayatın var olduğunu gösteren belirtilerdi sanki. Evlerin bahçelerinde bulunan bataklıklardan kurbağa sesleri geliyordu. Köpekler uluyor, sesler artıyordu, evlerden bağırışlar yükselmeye başlamıştı. Hareketlenmelerle birlikte, baygın kamyonet şoförü kendine geldi. Kamyonet kaldırıma çıkmış, bir evin bahçesine girmiş ve yan yatmıştı. Zar zor kendini doğrulttu. Diğer kapıdan yukarı attı kendini, sonra tekrar eski yerine döndü, "Nerdeyim, bu gürültüler de neyin nesi" diye söylendi, biraz sakinleşti. Evden "onu bana atma" diye birinin bağırdığını duydu. Sonra da bir şey atıldı ve demir sesine benzer ses çınladı. Şoför olduğu yerde durmakla çıkmak arasında tereddüt içinde kaldı. Yakınındaki bataklıktan gelen kurbağa sesleri canını sıkmaya başlamıştı. "Yeter! Daha fazla kalamam" diyerek diğer kapıdan kendini dışarı attı. Arabanın arkasına geçip eşyaların arasında kendini sakladı. "Sabaha kadar beklerim" dedi, sesleri dinlemeye koyuldu. Beklemekle zaman bir türlü geçmek bilmiyordu, merak içindeydi, aracın arka kısmını örten tenteyi yırtarak bir delik açtı. Evi gözetlemeye başladı. Hiç ışık yoktu. Fakat gürültüler devam ediyordu. Duyduğu ses tedirginliğinin artmasına neden oldu. "Şu araba da neyin nesi". Birden ortalığı sessizlik kapladı. Şoförden soğuk terler boşalıyordu. Bataklıktan kurbağa sesleri gelmiyordu artık. Birkaç ayak sesi duydu kapı tarafından. Şoför delikten o yöne baktı, sadece bir ışık gördü, başka da bir şey görünmüyordu. Evden piyano sesleri gelmeye başladı. Şoförün bakmasıyla ışık aniden söndü, piyano sesi de kesildi. Hiçbir şey görünmüyordu şimdi. Şoför bir müddet sonra kendinden geçti. Sabahleyin, birbirleriyle haberleşen kuşların cıvıltılarıyla şoför kendine geldi. Eşyaların arasından sersemlemiş şekilde sıyrıldı. Boynunda bir ağrı hissetti. Yan yatmış kamyonetten dışarı çıktı. 9-10 çocuğun sokağın başında oynadıklarını gördü. Şoför, kapı eşiğinden içeri girdi. Evin her tarafı kırık döküktü. Yerler toz içinde, pencereler inmiş, kapılar delik deşik, eşyalar kullanılamaz haldeydi. Merdivenlerden üst kata çıktı, alttaki kattan bir farkı yoktu. Saat durmuştu. Dışarıda oynayan çocuk sesleri oraya kadar geliyordu. Adam kendi kendine, "onarılırsa çok güzel bir ev olur". dedi. Fazla kalmayarak evden çıktı. "Neyse, kamyoneti daha sonra çıkarttırırım" diyerek caddeye doğru yürümeye başladı. Yaşadıklarına bir anlam verememişti ancak fazla umursamamıştı da. Hava kararmaya başlayınca çocuklar sokağı terketti. Sokak yine eski yalnızlığına bırakıldı. Alacakaranlığın ardından oluşumlar yavaş yavaş başlıyordu. Dört evin bahçesindeki bataklıklardan tek tük kurbağa sesleri gelmeye başladı. Evlerin saatleri daha çalışacak enerjiyi elde edememişlerdi ama birkaç saat sonra deli gibi ibreler dönmeye başlayacaktı. Evin tüm tozu gece için eşyalardan sıyrılacak, eşyalar kendini onaracak, müzik sesleri yükselecek, gece belli bir zaman evde düzen belirecek ve sabaha doğru tekrar eski haline dönecekti. Saatlerin üst kenarlarında daha %10 oluşumunu tamamlamış iki göz kapağı seçilebiliyordu. Sokak eski gece hayatını, hareketliliğini arıyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © hakan alan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |