..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
İzEdebiyat - Yazar Portresi - peri sim eldivenoğlu
peri sim eldivenoğlu - bir kaşık kremşanti ve çiğnenmiş bir boş film rulosu.
Site İçi Arama:


Son Eklenenler
  Defne Sokak (peri sim eldivenoğlu) 10 Kasım 2007 Yaşam 

gerçek şu ki, bir gün ağaçların konuşabileceğine inanacağız.

  Kaybolma Yazısı (peri sim eldivenoğlu) 16 Aralık 2006 Deneysel 


  Sağır (peri sim eldivenoğlu) 16 Aralık 2006 Yüzleşme 

mandalina kabuğu aromalı çöp kutusu aşkı

  Evsiz ve Yağmurlu (peri sim eldivenoğlu) 8 Ağustos 2006 Düşler 

geniş bardaklar, ince parmaklar ve toz kokusuna övgü.

  İtiraf ve Kalp Çarpıntısı (peri sim eldivenoğlu) 28 Nisan 2006 Yüzleşme 

dakikalar..13..14..15...59.

  İnsan, Panik, Uhu (peri sim eldivenoğlu) 25 Ocak 2006 Yaşam 

panik mideye uhulandı.

  Anne (peri sim eldivenoğlu) 10 Ocak 2006 Deneysel 

eylül; dökülen yapraklar, dökülen organlar, çıplak bacaklar.

  Absürdlük Kalem Kutusunda - 4 (peri sim eldivenoğlu) 2 Kasım 2005 Deneysel 

sahnede topuklu pabuçlar.

  Absürdlük Kalem Kutusunda - 3 (peri sim eldivenoğlu) 10 Ekim 2005 Deneysel 

gözlerime çarpan sinekler,

  Absürdlük Kalem Kutusunda - 2 (peri sim eldivenoğlu) 27 Ağustos 2005 Deneysel 

ve zaman..

 

 



arkadaşlarım hep sahne tozu yutmuş, dans pabuçlarıyla gezen zayıf tipler. sokaklara dökülüp dünyayı kahretmiyorlar ama evleri dağınıktır. ben her gidişimde çaydanlık hediye götürürüm onlara. kedileri var çaydanlık seven. uçup kaybolmak yerine çift kişilik fotoğrafları ortadan ikiye bölmeyi seviyorlar. ben de onlar gibiyim. basit, süt şişeleri kadar kartondan bir hayatım var. annem hep terliklerim kaybolduğu için onlarla beslendiğimi düşünüyor. babam çiçeklere meraklıdır.. su yerine etil alkol taşıyor karaciğer toplardamarlarında. ben en çok doktor olmak istemiştim. ama sonra bulut boyayıcı oldum. güzel meslek.


  08.06.2009 16:03:43 kaybol 

sundaysad.blogspot.com

 

n'olur.


  27.11.2007 13:30:20 talk show life 

gece mor carsafli yataginda tek elini yastigin altina sokmus, yanaginin ustunde uyumaya calisirken aklina gelen, vucudunu titreten, zihnine korkunc bir huzursuzluk veren dusuncelerle kivraniyordu. her sabah uyandiginda duydugu o hafiflik duygusu, islak agzi, ve basucunda duran su bardagi yoktu bu sabah uyandiginda. karnini icine cekip bir an icin gozlerini kapatti ve gunesin gozune girip onu rahatsiz etmedigi ama icini isittigi bir sahil evinde olmak istedi. o evde sabah kahvaltilarinda portakal suyu icilirdi. kimsenin acelesi yoktu. herkes sevecendi ve gazete okuyorlardi. o ise acele acele kahvesini icip gozune giren gunes ve saclarini dagitan ruzgarla kotu kokan bir minibuse binip masasinin basina oturmak uzere ise gidecekti. nefret etmiyordu bundan ama yine de birakmak icin gecerli nedenleri vardi. sabah uyandiginda yan bakkaldan bir sise sut alip kedisini beslemek ve kendine cay demlemek istiyordu. rahat ve guzel bir yasam icin didinip durmak, bir gun bunun olabilecegi umuduyla giderek nefret ettigi isler yapmak ruhuna iyi gelmiyordu kotulestiriyordu onu gunden gune enerjisini bitiriyordu. hayata karsi surekli bir savasim icinde olmak, elde etme cabasi ve nefes almaya vaktinin olmamasi onu sikiyordu.

 

 


  09.09.2007 21:08:18 talk show life 

şansa inanmazdım hiç eskiden. piyango bileti almak için durmazdım sokağın ortasında, bira içilen yerlere gelip kazı kazan satan tiplere gıcık olurdum, hayatlarıyla oynuyorlardı, hoş değildi, sadece gerçek ve biraz da rüyalar vardı, çünkü rüyalar hayatımı renklendirmeye yetiyordu, o kadar da karanlık değildi. hatta tabii ya, güneştim ya ben, kendimi de aydınlatmışım o zamanlar, saçlarıma çiçekler taktığım zamanlar, gecenin bir körü pencereden sokağı izleme gereği duymadığım zamanlar, herhalde her şeyin daha parlak olduğu zamanlardı.

şans bir süre sonra denk gelmeye başlamıştı, ama pek de iyi şans sayılmazdı, o zaman su ve kahve ve sabahları 6 buçukta uyanınca aynadan kendime bakarken rahatsız olmamak vardı, o zaman hava daha soğuktu, yağmur da yağmıyordu, kuru bir ayaz vardı, söğüt ağacının yaprakları dökülmüştü, altında oturunca bile üşüyordu insan, sahne arkasına geçmiş gibi hissettirmiyordu artık dalları. yıllar önceydi sanki, ama güzeldi de, suç işlenmişti, sanki dışarlarda bir yerde, ahşap masalarda oturan gözlüklü insanlar hep benim hakkımda konuşuyordu ama pek de önemli değildi çünkü gerçeği bulduğumu düşünüyordum, sanki gerçek kırmızı içkiler ve bir gün beni alıp götüreceğine, uzaklara götüreceğine inandığım bir çift elden ibaretti.

zaman geçiyordu, sanki giderek uzaklaşıyordu hayat, düşmek ve yükselmek birlikte gelmişti ama dengede duramıyorlardı, hava kararınca uyku tutmamaya, sabahları beden yataktan kalkmak istememeye başlamıştı, kahve ağır geliyordu, sözler batıyordu, kalbimi acıtıyorlardı, ha bir de kalbimin olmadığı söyleniyordu, hani annem bana kurabiye yapıp çay getirince söylerdi, iyi bir insan olduğumu, bunlar siliniyordu, ama vazgeçemiyordum, vazgeçmek zordu, bir gün güzel olacak, birlikte paylaşacağız sözlerimizi ve artık masalardan kalkıp gitmeyeceğiz ayrı yerlere diye umut ediyordum.

olmadı, bir hafta geçirdim abuk subuk, geçenlerde bir hafta, renkliydi, ama aynı zamanda bulanıktı bu renkler, saat vuruyordu ve korkutuyordu bizi, belki zamanın geçmesi değil, onun pek farkında değildik kanlardaki anormal oranlardan, ama sesler korkutuyordu, birlikte ve yalnızdık, fazlasıyla klişeydik ama çok gerçektik, bir süre sonra acıtmamaya başladı, kim diye sormuyordum, yanına gidip kollarına dokunmak, gözlerimin içine bakmasını istiyordum, ya ben beceremiyordum samimi biri olmayı ya da o istemiyordu. kim bilir. ama renkler vardı, turuncu, akşamüstü hava kapanıyordu, serinliyordu, yalnız başımaydım, telefon bir köşede duruyordu, sanki bir şeyler değişecek diye umuyordum ama fazla bir değişiklik yoktu, iştah, duyarlılık, tüm bunlar bir anda silinip gitmişti, belki o yola girdiğimizi fark etmiştim ama kendi kendime açıklayamayacak kadar korkak ve zayıftım, zayıflık çok fazla şey kaybettiriyor insana, yapraklar, şişeler, kırık bardaklar, evde ağır, ama güzel bir koku bırakıyor ama gücünü alıyor elinden, hayır veya evet diyemeyecek kadar, cevap veremeyecek kadar zayıf.  

tabi eğleniyordum da bu durumdan, yirmi dört saat, durmak yok, abuk subuk konuşmalar sıkmıyordu beni, bir arkadaşım geliyordu, loş ışıkta ilişkilerden bahsedip, akşama doğru dışarı çıkıyorduk, bir yerlere davet ediliyorduk, hoştu tabii, eğlence son dozlarda, aynadaki suratım, boynumdan gelen yasemin kokusu, heyecan vardı, çok fazla plastik bardak ve serin hava, duvara yansıtılan garip resimler, yanımda biriyle aşağıya sigara atınca çamları yakacağımızı düşünüp bir an için korkmak sonra aşağılarda bir yerlerde çantamı aramaya gitmek, ve ev her zamankinden daha aydınlıktı, sonra korku filmi gibiydi bazen tabii, ama korku filmini seyredemeyecek kadar, -kaldı ki içine gireyim, dalgındım, uyuşmuştum, eğlenceden değil belki ama yirmi dört saat diyorum işte, cevap vermek zor geliyordu, belki de istemiyordum, o kadar da mühim değildi, yine sabah olacaktı ve yine beni bırakmayacak bir kaç şişe ve arkadaş vardı.

bundan sonrası çok daha hızlı, bir anda hızlandı, renklendi, kana bulandı, birileri bayıldı, mutfaktaki masa örtüsünün renkleri birbirine karışıyordu ve biz gülüyorduk, loş ışıkta, sonra insanlar sinemadan ve ufolardan konuşuyordu balkonda, birileri yatağımda sızmıştı, tuvaletin kapısı açılmıyordu, biz gülüyorduk, yanyana, herkes, insan, insanlar, sabaha kadar, uyku yok, bir gün biteceğini bilemezdim zaten, ama özlemek de gelmiyordu içimden, düşünmek yetmiyordu o yüzden ben de düşünmüyordum, küpelerim sallanıyordu kulaklarımdan, bazen ellerim titriyordu, içtiğim her şey boğazımdan geçip tekrar ağzıma gelmeye başlamıştı, evde ekmek yoktu, bir kaç parça kraker, köpek de yok, koridor bomboş, her zaman değil tabi, geceleri mesela çok fazla ayak sesi vardı, durmuyorduk, kimse, kimse durmak istemiyordu, nedendi ki durmak, gerek var mıydı, bütün şişeleri birbirine karıştırıp içiyorduk artık, son güne dek, yalnız kalana dek, sonsuza kadar yalnız ve bundan dolayı mutlu, mutlu da denmez buna ama hissizleşmek böyle bir şey olsa gerek, düşünüyorum yalnızlık hem de yarıyordu bana, uzaklarda, bir güney sahilinde ne halt edecektim, kendimi kaybetmekten öte, ama zaten en başından beri bu değil miydi istediğim tek şey.



 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © peri sim eldivenoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.

 

Bu dosyanın son güncelleme tarihi: 21.11.2024 16:54:44