..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > Seyda Kesikoğlu




16 Mart 2014
Cennet  
Seyda Kesikoğlu
İşte başarmıştı! Sonunda bütün dertler bitmiş, tüm sorunları çözülmüştü! Bir insan bundan öte ne isteyebilirdi ki! Artık ölümsüzdü Leyla; ölmeyecek, hiçbir acı çekmeyecekti. Cennetteydi işte, artık cennetteydi. Ama...


:AGEH:
İşte başarmıştı! Sonunda bütün dertler bitmiş, tüm sorunları çözülmüştü! Bir insan bundan öte ne isteyebilirdi ki! Artık ölümsüzdü Leyla; ölmeyecek, hiçbir acı çekmeyecekti. Cennetteydi işte, mahşer yerinden sağ salim kurtulmuş, sırat köprüsünden geçmiş, cennete girmeye hak kazanmıştı. Nasıl da korkmuştu mahşer yerinde, bir an geçmişte yaptıklarını düşününce cehenneme gideceğinden nasıl da korkmuştu, hem de gözünün önünde binlerce insan çığlık çığlığa cehenneme düşerken. Ama o artık kurtulmuştu. Şimdi uçsuz bucaksız masmavi gökyüzü ve bin bir renk çiçekle rengârenk ve yemyeşil cennet bahçesinin sonsuzluğundaydı. Daha ne isteyebilirdi ki Tanrı’sından, bir insan olarak daha ne bekleyebilirdi? Bir oraya bir buraya bir süre çılgınca koştu, artık hiçbir korku duymadan dilediğince çığlık attı. Etrafta kimse yoktu ne de olsa, koca cennet bahçesinde yapayalnızdı. Tanrı’sından başka kimseden çekinmesine gerek yoktu artık, Tanrı’sı onu cennetine aldığına göre artık ondan da çekinmesine gerek yoktu. Doymadı yine coşkusu, bu sefer de kendisini çimlere bıraktı, sırtüstü yapıp o tertemiz havayı ciğerlerine doldurarak masmavi gökyüzünü seyre daldı. Bir yandan da Tanrı’sına şimdiye kadarki en içten gülümsemesiyle şükrediyordu. Evet, artık dua etmeyecekti, sadece şükredecekti. Bir insan daha ne isteyebilirdi ki?

Artık dünyada olmasa da zihnin ve etrafının devinimi sürdüğünden zamanın hâlâ aktığını hissedebiliyordu. Birkaç dünya dakikası geçmişti ki sakinleşti. Gülümsemesi ağır ağır bir burukluğa doğru söndü. Peki şimdi ne yapacaktı? Etrafta hâlâ kimse yoktu. “Mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir.” diyordu Alexander Supertramp. Ne kadar da haklıydı! Yattığı yerden doğruldu, etrafa bakındı. “Keşke etrafta birileri olsaydı.” diye düşünmesiyle de karşısında birden bembeyaz entarili, ak sakallı, asalı bir dede belirdi ve ona babacan bir şekilde gülümsedi:

-     Bir dileğin mi var evlat?

Birden onu görünce irkilmişti, ürkmüş gözlerle “Sen de kimsin?” deyiverdi. Yaşlı adam ise babacan bir kahkaha atıp ona halinden beklenmeyecek diri bir neşeyle cevap verdi:

-     Ben cennette seninle ilgilenecek olan meleğim evlat. Çekinme, içinden bir dilek geçiyorsa hemen söyle ve dileğin gerçekleşsin.

İşte keyfi yerine gelmişti şimdi. Hem karşısında melek de olsa biri vardı, hem de cennetteki sınırsızlığı hatırlayışıyla dilek konusunda hemen hayal gücünün sınırlarını zorlamaya başlamıştı. Bir kadındı o, hayal gücü ve duyguları çok güçlüydü, dünyadayken bile neler dilerdi de şimdi kendisini bağlayan hiçbir sınır olmayınca neler dilemezdi ki? İlk aklına gelen formunu korumak uğruna dünyada her istediğini yiyemediği oldu ve hemen çocuksu bir hevesle el çırpıp gülümsedi:

-     O zaman hemen mükellef bir sofra diliyorum ve cennette kilo almak diye bir şey yoksa tıka basa yemek istiyorum.

Cümlesini bitirmesiyle yine karşısında bir anda kocaman, upuzun bir yemek masası belirdi ve yaşlı adam görünümündeki melek ona güven verici bir şekilde gülümsedi:

-     Merak etme, cennette istemediğin hiçbir şey olmaz evlat, istediğin kadar ye, doyma hissin bile olmayacak, yemek yemekten sıkılana kadar yiyebilirsin.

Karnında tatlı bir açlık hissederken söylenenleri kulağının ucuyla dinlemiş, koşup sofradaki yerini almıştı çoktan. Cennetti orası, hiçbir kural gibi orada görgü kuralları da yoktu ya, kâh eliyle kâh çatal kaşığıyla, kıtlıktan çıkmış gibi yiyordu. Etliler, sütlüler, sebze meyveler, canı hangisini çekse anında uzanıp yedi, yedikçe yedi, doymadı, daha da yedi. Ama sonra giderek ilk hevesi geçti, sonunda da yemekten sıkıldı, ağzındaki son lokmayı yutarken mahzun bir şekilde önüne bakmaya başladı. Yine eksik bir şey vardı sanki. Bunu düşünmesiyle yine karşısında aynı melek belirdi ve bu sefer babacan bir hüzünle ona doğru eğilip sordu:

-     Neyin var evlat?

Gerçekten de nesi vardı? Bu hüznü niyeydi? Daha önce yemediği kadar güzel yiyeceklerden hiç yemediği kadar yemişti. Yemekten bıkmasıyla karnı da doymuştu, daha neye aç olabilirdi ki? Sonunda buldu, yeme içmeyle ilgili bedensel hazza ulaşmıştı, şimdi sıra başka bir bedensel hazdaydı. Ama bunu düşünmesiyle utanıp kızardı, yine de gülümseyerek önüne bakmaya başladı. Melek ise bir şeyleri sezinlediğinden mi bilinmez imalı bir gülümsemeyle sordu:

-     Ne diliyorsun evlat, açık konuşabilirsin?

Leyla mahcupça dudağını ısırdı ve başı öndeyken fısıldadı:

-     Şey, erkek bir melek istiyorum, çok yakışıklı, genç bir melek…

Yaşlı melek yine babacan bir kahkaha attı:

-     Tabi ki evlat… Ya şimdi gözünün önünde birisini canlandır, ya da bana özelliklerini tarif et de hemen sana öyle bir melek ihsan edelim.

Yine kâh düşünüp kâh mahcupça konuşup anlatmaya başladı:

-     Şey, bir kere sarışın olsun, hafif uzun, dalgalı saçları, sarı kirli sakalı olsun. Sonra gözleri mavi olsun. Aşırı kaslı olmasın ama atletik yapılı olsun. Boyu 1.90 olsun. Sesi tok ama buğulu olsun. Bir de şey, erkekliği çok güçlü olsun.

Yaşlı melek onu dikkatli bir şekilde gülümseyerek dinledi ve sonra havada garip bir hareket yaptı, karşılarında Leyla’nın tariflerine uyan bir adamın hologram görüntüsü belirdi. Onu görmesiyle de Leyla daha da utanıp kızardı, zira üzerinde siyah bir boxerdan başka bir şey yoktu o adamın. Yaşlı melek ise şefkatli bir dokunuşla Leyla’nın başını çenesinden tutup kaldırdı:

-     Artık hiçbir şeyden çekinmene, utanmana gerek yok evlat. Bu görüntüyü iyice incele, üzerinde gerekli değişiklikleri yapalım, sonra da bu meleği ete kemiğe büründürelim.

Heyecanından nefesi hızlanırken başını kaldırdı, o görüntüyü dikkatlice inceledi. “Çenesi biraz daha çıkık olsun, burnu biraz daha küçük ve kalkık.” gibi en ince ayrıntıları da diledikten sonra karşısında tam hayallerindeki beyaz atlı prens belirmişti. İçindeki tutku, utancına baskın çıktığı için de artık onunla olmak için sabırsızlanıyordu. O görüntüye daha yakından bakmak için ayağa kalktı, ama diğer melek onu kolundan kibarca tuttu:

-     Dur bakalım evlat. Onunla sadece cima mı edeceksin, yoksa konuşarak da vakit geçirecek misin?

Tabi ya, beyaz atlı prens dedikleri beyaz at ve prensten ibaret olamazdı, onu beyaz atlı prens yapacak başka özelliklere de sahip olmalıydı ve gülümseyerek “Doğru ya.” deyip, dünyevi hayallerini süslemiş olan o kişinin karakter özelliklerini de tek tek saymaya başladı:

-     Bir kere çok çok zeki olsun. Yaratıcı olsun. Esprili olsun. Kibar ve romantik olsun. İnce ruhlu olsun. Şair olsun, anlayışlı olsun, çok güzel ve etkileyici konuşsun. Kadın ruhundan anlasın ve bir kadını nasıl mutlu etmesi gerektiğini bilsin. Fedakâr olsun, gerekirse kendi canını feda etsin benim için. Yaratıcı olsun, sanatçı bir kişiliği olsun. Ne çok geveze olsun, ne de sessiz. Nerde ne diyeceğini iyi bilsin. Çok kültürlü olsun.

Tam “Çok parası da olsun.” da diyecekti ki cennette olduklarını fark edip sustu. Yaşlı melek ise yine babacan bir kahkaha atıp onun susmasını fırsat bilerek araya girdi:

-     Doğrusu aradığın aşkı dünyada neden bulamadığını şimdi anladım evlat.

Fakat o buna bozulmuştu. Hani cennette hiçbir kötü söz, hiçbir acı, hiçbir istenmeyen şey olmayacaktı? Yine de somurtup son bir eklemede daha bulundu:

-     Bir de patavatsız olmasın. Aradığım özellikler bu kadar.

Yaşlı melek yine görüntüsünden beklenmeyen bir çeviklikle başını sertçe öne eğip “hay hay” diyerek gülümsedi, ardından da hologram şeklindeki o görüntü canlanıp Leyla’ya doğru tarifi imkânsız bir gülümsemeyle yürümeye başladı. Leyla onun yürüyüşünden bile o kadar etkilenmişti ki ona şaşkın bir gülümsemeyle bakakaldı. “Sen şimdiye kadar nerelerdeydin?” diyecek olmuştu ki cevabı hemen buldu. Şimdiye kadar dünyaya gelmemişti ki o, hep cennetteydi.

O muhteşem varlık yürüdükçe Leyla heyecandan bayılacak gibi oluyordu. Sonunda o muhteşem varlık Leyla’nın tam karşısına dikildi, onu alnından öptü ve gözlerinin içi bile ona gülümserken yine kusursuz bir ses tonuyla konuştu:

-     Haydi Leyla’m! Beraber burayı cennete çevirelim.

Artık Leyla’nın gözlerinin içine karşı koyulmaz bir tutkuyla bakarken bir elini yavaşça havaya kaldırıp karizmatik bir şekilde parmaklarını şıklattı ve etraflarında kralların hayatları anlatılan filmlerden çıkmışçasına lüks ve ihtişamlı bir yatak odası belirdi. O yatak odasının tam ortasında ipek tüllerle örtülmüş görkemli bir yatak vardı. Ama Leyla anlık bir bakışla etrafına baktıktan sonra tekrar o muhteşem varlığın gözlerine kitlendi. İçinden “Haydi, al beni!” diyordu ki dileği gerçekleşti. Karşısındaki o muhteşem melek sanki yapabildiği en iyi iş, varlığının yegâne amacı sevişmekmiş gibi bir ustalıklı tutkuyla onu öpmeye başladı. Leyla sevişmelerinin ilk anından son anına kadar şimdiye kadar hiç yaşamadığı bir haz cümbüşü yaşamıştı. Bir insan başka ne isteyebilirdi ki?

Sonunda sevişmekten de sıkıldı. Cennette olumsuz hiçbir şey olmadığından yorulmasa da çok sıkılmıştı. Birden hâlâ onu dünyadaki en güzel kadını öpermişçesine tutkuyla öpen meleği durdurdu. Melek ise dileğini okuduğundan mı bilinmez hemen toparlanıp onun yanına uzandı. Artık tutkuyla olmasa da yine sanki aşkla gülümsüyordu. Leyla bu sefer de “Keşke biraz da sohbet etsek…” diye düşünmüştü ki o kusursuz melek yüzünde çok insani bir içtenlik varken fısıldadı:

-     Aşkım, o kadar güzeldi ki, o kadar güzelsin ki sanki cennetle ödüllendirilmiş olan sen değil de benim. Bana cennette olduğumuzu hissettirdin.

Bu sözlerden etkilense de sanki onun yüzünde insani bir geçmişin anılarının izlerini aradı. Bundan önce kimlerle neler yaptığını merak ediyordu, ama lanet olsun ki onun kim olduğunu bildiği için bunu az çok tahmin ediyordu. Yine de sohbet etmek istiyordu ya, umutsuz bir dalgınlıkla sordu:

-     Şimdiye kadar neler yaptın, bundan önce neredeydin, neler yapıyordun?

O ise yine güzellik akan bir gülüşle cevap verdi:

-     Ben senden önce var olmamıştım, yüce Tanrı’mızın beni senin için yaratmasını bekliyordum.

Beklediği cevap bu olsa da duymak istediği bunlar değildi ve acı bir şekilde gülümsedi:

-     Benden önce hiçbir şey yaşamadın, değil mi? Gözünü açtın ve karşında beni buldun.

Yine gülümseyerek cevap verdi:

-     Bu gözler sırf seni görebileyim diye yaratıldı aşkım, ben sadece seninim ve hep senin olacağım.

İçten bir şekilde gülümsese de söyledikleri Leyla’ya ne kadar da yapmacık gelmişti! Öyle ki, kendisini işinin ehli ve rol erbabı bir jigoloyla berabermiş gibi hissediyordu. Karşısında kendisi için yaratılan, kendisinden başka hiçbir seçeneği olmamış bir şey vardı ve güya kendisini ne kadar da çok seviyordu ama karşısındakinin hiçbir hayatı olmayan insan dışı bir varlık olduğunu bilmek bu sevgiyi bir anda nasıl acı bir yalana dönüştürüyordu! Dayanamayıp bu kez çıkışırcasına sordu:

-     Peki bu işten senin çıkarın ne, bana güzel anlar yaşattığın için eline ne geçecek?

O yine gülümsedi ve ustalıklı bir cevap verdi:

-     Senden daha iyi bir şey elde etmem mümkün mü hiç aşkım? Ben aşk için ve senin için yaratıldım ve senden daha iyi birini bulmam mümkün değil.

Tabi ki mümkün değildi, başka seçeneği yoktu ki! Belki de onu kovsa artık var olmaya devam etmezdi bile, bir anda geldiği yokluğa karışırdı. Karşısında o kadar kusursuz bir varlık vardı ki artık bu kusursuzluğu Leyla’yı çıldırtıyordu. “Keşke,” dedi içinden, “keşke bu kadar kusursuz olmasaydı da benim de ona katabileceğim bir şeyler olsaydı.” Ama yoktu öyle bir şey, yaşamış her erkekten muhtemelen çok daha iyi sevişiyordu, daha baştan diledikleri nedeniyle de her konuda herkesten daha kusursuzdu. Ama yine de umutsuzca sordu Leyla:

-     Peki benden istediğin bir şey var mı, senin için yapabileceğim bir iyilik?

Evrenin en mutlu erkeğiydi sanki:

-     Sen bir erkeğin sahip olabileceği en güzel kadınsın. Senden daha başka ne isteyebilirim ki, sonsuza kadar böyle kollarımda olmandan başka... Benim var olma amacım sensin, hem sahip olduğum her şeysin, hem de sahip olabileceğim her şey… Senden başka hiçbir şeyi istemem ki artık.

Ne kadar kusursuzca, bir çırpıda ve inandırıcı bir şekilde konuşmuştu. Sesi de en az diksiyonu kadar etkileyiciydi. Fakat bu kusursuzluk Leyla’ya çok uzun zamandır hatırlamadığı birini hatırlattı, Mecnun’u… Bazen konuşurken nasıl da saçmalardı, hatta kimi zaman dili dönmez, kekeler, kekeledikçe de utanıp kızarır, gözlerini kısar ve ondan kaçırırdı. Leyla onun o hallerini ne kadar da özlemişti! Belki de asıl içtenlik onun o halleriydi, mükemmelliğe programlanmış kusursuz bir meleğin içtenliği değil. Keşke Mecnun şimdi o kusursuz şeyin yerinde olsaydı da yine şapşallaşsaydı, saçmalasaydı ve Leyla tutkulu bir anaçlıkla onun o olabildiğince kusurlu yüzünü okşasaydı. Belki de Mecnun’u bu yüzden sevmişti. Karşısındaki şey kusursuzdu, Leyla’nın onda tamamlayabileceği hiçbir şey yoktu. Oysa Mecnun nasıl da her konuda kusurluydu da Leyla onu ne kadar güzel tamamlıyordu. Aynı şekilde o kusursuz meleğin kusursuzca söylediği yalanların aksine Leyla da son derece kusurluydu ve Mecnun da onun eksik kalan yanlarını kusursuzca tamamlıyordu. Değil mi ya, aşk kendi başına bir varlık değildi ki, ne bir insana ne de bir meleğe karşılık gelirdi. Birbirini tamamlayan iki insan arasındaki bağdı sadece, o kadar. Yoksa aşk kusursuzluktan ibaret olsaydı, dünyanın en güzel kadınıyla en yakışıklı erkeği arasındaki aşk dışında bir aşk yaşanabilir miydi? O en tepedekiler dışında her zaman daha güzeli, daha yakışıklısı vardı, her zaman karakter ve birikim olarak da daha iyisi vardı, ama bir insanı en iyi sadece bir insan tamamlayabilirdi ve o insanın dünyanın enlerinden birisi olması gerekmezdi. Nasıl ki yapbozun eksik parçalarını sadece belirli parçalar tamamlayabilirse bir insanı da belirli bir insan tamamlayabilirdi, eksiksiz bir yapboz gibi kusursuz bir insan değil. Ve Leyla’da eksik bir şeyler vardı, hiçbir mükemmelliğin tamamlayamayacağı bir eksikti bu. Leyla belki de diğer yarısını özlüyordu. Ama neredeydi ki o? Mecnun neredeydi? Mecnun’dan kat kat yakışıklı, kat kat zeki ve kültürlü bir varlık yanında uzanıyordu, onun Leyla’ya yetmemesi söz konusu değildi belki, fakat ya tamamlayamıyordu onu, ya da ona fazla geliyordu. Sonunda dayanamadı, kararını verdi. Nasıl olsa bir dilek mesafesindeydi ya o muhteşem varlık, Leyla mahcupça da olsa bu kez onun yokluğunu diledi:

-     Şey, beni biraz az önceki yaşlı melekle yalnız bırakır mısın?

İşte, o varlık o kadar kusursuz, ya da gayri insaniydi ki gülümseyerek “hay hay” dedi ve bir anda o da, etraflarındaki yatak odası da kayboldu. Leyla kendini çimlerde az önceki yaşlı meleğin karşısında giyinik bir şekilde uzanmış buldu. Bu kez yaşlı melek meraklanmış gibiydi ve ona sordu:

-     Hayırdır evlat, bir sorun mu var?

Leyla ayağa kalktı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Her dileğinin gerçekleşeceğine güvenip o karşısındaki meleğe heyecanla gülümsedi:

-     Ben dünyadayken tanıdığım Mecnun’u görmek istiyorum. O nerde?

Fakat melek bir anda bocalamıştı sanki. Yine de hemen toparlanıp ona acı bir şekilde gülümsedi.

-     Mecnun’un kendisi şu an cehennemde evlat. Ama hemen sana onun suretinde bir başka melek ihsan edebiliriz.

Ne kadar da kolay söylemişti! “Mecnun cehennemde…” Ne olacaktı şimdi ona? Cehennem ateşinde yanacak mıydı? Leyla onun kusurlu ama narin tenini incitmemek için yanağını bile korka korka okşarken cehennem ateşi ona nasıl kıyacaktı? “Nasıl ya?” diye inledi. Üzüntüden hiçbir şey düşünemiyor, bu duruma hiçbir anlam veremiyordu. Yaşlı melek ise sanki onu daha fazla üzmemek için olacak dikkatlice konuşmaya başladı:

-     Sen de biliyorsun Leyla kızım. Mecnun inançsızdı, Tanrı’mıza inanmıyordu, o yüzden de bu affedilmez günahı nedeniyle sonsuza kadar cehennem azabına mahkûm edildi.

Bu kadar kolay mıydı cehenneme gitmek? Oysa Mecnun hayatı boyunca karıncayı bile incitmemişti. Her şeyiyle kusurlu olsa da belki de tek kusursuz yanı tertemiz kalbiydi. Hiçbir insanın hakkını yememiş, kimsenin kalbini kırmamıştı. Evet, belki de işlediği en büyük günah Tanrı’ya inanmamak olmuştu, ama sırf o günahı yüzünden Leyla’dan ayrı düşmüştü ya, daha ne kadar büyük bir azap çekebilirdi ki? Tanrıya inanmazlığı yüzünden Leyla’nın ailesi onu istememişti, Leyla da ondan vazgeçmişti. Daha başka bir cezaya ne gerek vardı? Severken ve sevilirken yaşanan ayrılığın ateşinden daha beter mi yakacaktı cehennem ateşi? Leyla anlamıyordu, ağlıyordu. Yaşlı melek ise onu sözde teskin etmeye çalıştı:

-     Üzülme evlat. Eğer onu özlüyorsan sana hemen onun suretinde bir melek ihsan ederiz.

Bu muydu çözüm, bu teklif hiç Leyla’nın acısını dindirebilir miydi? Onun suretindeki o melek Mecnun’un Leyla’yla paylaştıklarını paylaşmış mı olacaktı? Leyla’ya bakarken hissettiklerinin binde birini duyacak mıydı? Mecnun’un çektikleri ve tattıklarından haberi olacak mıydı, onun yaşadıklarının sadece birini bile yaşamış mı olacaktı? Hayır, bu kadar kolay değildi. Mecnun’un birebir kopyası karşısına dikilse bile Mecnun’u Mecnun yapan her şey cehennemde yanmaya devam edecekti. Oysa Leyla Mecnun’un sırf görünüşünü istemiyordu, sırf bunu isteseydi hayatı boyunca bile ondan bin kat daha güzel görünen bir yığın insan tanımıştı. Ama hiçbirisi Mecnun’un yerini tutmamıştı. Leyla Mecnun’un ruhunu istiyordu, bir de başka sadece kendisinin tamamladığı o eksik ruhu tamamlayan eksik bedenini… Fakat hepsi şu an cehennemde kim bilir ne acılar çekiyordu. Leyla hıçkırıkları arasında zar zor haykırdı: “Hiçbir şey istemiyorum, yalnız kalmak istiyorum!” Leyla hâlâ cennetteydi ve yapayalnız ağlıyordu. Geç de olsa Mecnun’a âşık olmuştu.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk ve romantizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sevdiğin Birinin Sesini Unutmak
Meçhule Açılan Kapılar

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yetenek Sizsiniz
Doğalgaz
Kara Masal
Pencere Önü Çiçeği
Çoktan Kaçmış Tren

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Popo Şiiri [Şiir]
Zifiri Karanlıkta Bir Kapı [Şiir]
Karmaşık [Şiir]
Yoksun [Şiir]
Çok Yorgunum [Şiir]
Ter Dökmek [Şiir]
Oluruna Bırakmak [Şiir]
Saymak [Şiir]
Enayi [Şiir]
Akvaryum [Şiir]


Seyda Kesikoğlu kimdir?

Şiir yazmayı ve okumayı seven birisiyim.

Etkilendiği Yazarlar:
Orhan Veli, Nazım Hikmet...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Seyda Kesikoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.