Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
--- Baba! Salim, bir yandan babasının dizlerine oturmaya çalışırken bir yandan da mutfaktan aşırdığı kızarmış ekmeği kemirmeye çalışıyordu. --- Ne var oğlum? --- Baba! --- Adımı mı ezberliyorsun? --- Baba! Ebesini arayacakmışsın. --- Kimin ebesini sabah sabah.? Ne ebesi oğlum solundan mı kalktın bugün? --- Nuriye kız! Baksana biraz. Nuriye Hanım tabiri caizse elinin hamuruyla salona koştu. Önemli bir şey beklemenin meraklı heyecanı yakamozlanıyordu al yanaklarında. --- Ne diyor bu haylaz oğlan. Kimin ebesini arayacakmışız? --- Ne ebesi Allasen. İşten başımı kaldırdığım mı var? Beş yaşında çocuk işte, ne dediğini biliyor mu? Üstünü açmıştır gece… --- Ebesini arayacakmışsınız anne. Öyle dedi amca. Ebesini… --- Sus lan cenabet, ne ebesi! Akşamki yediklerin dokunmuştur gene. Yüz kere dedim sana, abur cubur yeme diye. Mübarek mide değil sanki deve işkembesi. --- Anne valla billa ebesini arayacakmışsınız. Turan Bey olaya müdahale ederek gereksiz münakaşaya son vermek istedi. Midesi zil çalıyordu. Hem öyle böyle değil. Bir an sessizlik olsa komşudan duyulabilirdi. --- Tamam oğlum arayacağız ebesini. Önce yemek yiyelim. Sonra bakarız icabına. Haydi bakalım sen önce lavaboya. Elini yüzünü bir temiz yıka; sonra kahvaltıya. Haydi, daha duruyor musun yoksa? Marş marş! --- Yavaş ye oğlum yavaş. Atlı mı kovalıyor ardından! Sofra da sofra olmuştu hani... Bir kuş sütü eksik gibi geldi Turan Bey’e. Uykusunu aldıktan, sabah banyosunu yaptıktan sonra böyle mükellef bir kahvaltı masasına oturabilmek onun için mutlulukların en büyüğüydü. Daha ötesini ne istemiş ne düşünmüştü. --- Hatun eline sağlık yine şiir gibi hazırlamışsın masayı. Valla ellerin dert görmesin. Herkese nasip olmaz böyle bir güzellik. Nuriye Hanım ellerindeki hünerin farkındaydı. Fakat aynı zamanda son derece mütevazı bir insandı. Yine tevazuu bırakmadan mukabele etmek istedi. --- Yok canım estağfurullah ne yapmışım ki? Herkes ne yapıyorsa onu yaptım. Allah ne verdiyse onu hazır etmeye çalıştım masaya. Sofra klasik bir Anadolu sofrasıydı. Aile de sıradan bir memur ailesi. Mutluluğu kendi içinde arayan ve azla yetinip çokta gözü olmamanın hazzını paylaşan bir aile. Günler neredeyse birbirinin taklit ederek geçip gidiyordu. Eğer diye düşünüyorlardı Salim olmasaydı; belki bu tekrar, hayatı onlara zindana çevirebilirdi. Hafta sonu kahvaltıları, eş dost ziyaretleri her ne kadar tekdüzelikten bir parça kurtulmalarına vesile olsa da Salim’in yeri bir başkaydı. Onun için çoğu zaman ufak tefek yaramazlıklarına katlanır; çocukluğuna verirlerdi. Boşa dememişler çocuk evin neşesidir diye. Sabah kahvaltıları genellikle günün nasıl devam edeceğinin en önemli habercisi sayılabilirdi. Belki bunu bildiklerinden kahvaltıyı mümkün olduğu kadar neşeli kılmaya çalışıyorlardı. Bu iş doğal olarak en çok Salim’in göreviydi. Abuk sabuk konuşmaları, sıradan sakarlıkları, çabuk kandırılabilmesi etrafını kahkahaya boğması için fazlasıyla yetiyordu. --- Söyle bakalım kimin ebesini arayacakmışız? --- Bilmiyorum baba. Bir amca dedi. Ebemizi arayın dedi. Nuriye Hanım bu işten pirelenir gibi oldu. --- Oğlum ne ebesi, ne amcası? Durup dururken niye arayacakmışız milletin ebesini? --- Dur hatun bir dakika. Oğlum bak bana bakayım. Şaka yapıyorsan yeter. Çok güldük. Gülmekten midemiz ağrıdı. Ama artık yeter. Doğruyu söyle bakalım bana şimdi. Hangi amca söyledi sana bunu? --- Bilmem, görmedim baba. --- Ama şimdi kızacağım ha! Görmediğin bir adam mı söyledi bunları sana? Sen bir daha odanın ışıklarını kapatmadan yat. Her gün böyle hayaller görmeye devam edersen; işimiz iş bizim. --- Yok baba, odamda duymadım. Salonda… Nuriye Hanım celallendi birden. --- Ne, salonda mı yattın yoka bu gece? Televizyon seyretmek için değil mi? Seni hınzır seni. Bak herif şuraya yazıyorum… Turan Bey hemen müdahale etme ihtiyacı hissetti: --- Dur hatun, dur hele. Hemen adağa durma basit bir olay için. Nuriye bir yandan masada şahadet parmağıyla bir şeyler karalıyormuş gibi yapıyor; diğer yandan konuşmasına aynı heyecanla devam ediyordu: --- O televizyon gidecek bu evden! İşte o kadar. Yoksa… Neyse ki lafın kötüye yere varmasını sözünün gerisini yutarak bu sefer de önleyebildi. Turan bey zamanında müdahale etmişti. Nuriye Hanım bu tehdidi kaçıncı defa ettiğini hatırladı. Kocasının ve oğlunun gözlerindeki alaycı yakamozları hissederek başını önüne eğdi. --- Odamda yattım anne. Ama salonda dedi amca. Ebesini arayacakmışsınız. Sonra sizi bir daha arayacakmış. Turan bey biten bardağını doldurması için eşine uzatırken şaşkınlığını gizleyemedi. --- Nasıl yani? Bir daha mı arayacakmış? Bizi mi? --- Neden? --- Of baba ya! Kaç kere söyleyeceğim. Ebesini arayacakmışsınız. --- Tamam oğlum tamam inandım. Nasıl söyledi sana o amca dediğin adam, onu söyle bakayım. --- Telefondaaa… --- Telefonda mı? Turan Bey ile Nuriye Hanım uzun süre birbirlerinin yüzüne boş gözlerle bakakaldılar. Bu dalgınlıktan ilk kurtulan Nuriye Hanım oldu. --- Bizim telefondan mı? --- Heee. --- Ne zaman? --- Bu sabah? --- Sen ne dedin amcaya? --- Babanı çağır dedi. Banyoda dedim. Anneni çağır dedi. Yemek yapıyor mutfakta dedim. --- Eeee… --- O da daha sonra tekrar ararım o zaman. Ebemizi arasınlar diye aramıştım, dedi. O kadar… --- Sonra? --- Sonra kapattı. --- Allah Allah dedi Turan Bey kendi kendine. Demek doğruymuş bizim afacanın dedikleri. --- Evet ama hayırdır inşallah, kim ola ki? Hem tanımadığımız birinin ebesini niye arayalım ki? Keyif çayını alarak salona geçen Turan Bey, kendi kendine muhasebe yapıyor ebesi aranabileceklerin listesini çıkarmaya çalışıyordu. Nuriye Hanım da epey meraklanmıştı. Alelacele sofrayı topladıktan sonra, o da salona geçti. Turan Bey sesli düşünüyor. Nuriye Hanım yardımcı olmaya çalışıyor. Salim her zamanki afacanlığıyla salonun altını üstüne getiriyordu. Yahu ben arasam arasam dört, bilemedin beş kişinin ebesini ararım. Daha doğrusu yâd ederim. Hem zaten bu görevimi aklıma geldikçe yerine getirmeye; ihmal etmemeye çalışırım. Mesele telefondaki adamım kimi kastettiğindeydi. Kim olabilirdi acaba… İşin içinden çıkamayınca Nuriye’den medet umdu: --- Hanım senin bir fikri var mı? --- Valla ne bileyim benim aklıma en çok eski ev sahibi Rüstem geliyor ama pek emin değilim. Son zamanlarda ihmal ediyorsun ebesini aramayı. Bilmem sen de farkında mısın? Sonra aklına takılan ikinci ihtimali de paylaşmak istedi: --- Galeriden araba aldığından beri galerici Hasan’dan başka kimsenin ebesini aramaz oldun. Kim bilir belki gücüne gitmiştir garibin… --- Farları düşünce ebesini aradın. Aküsü akıtınca ebesini aradın. Boyası solunca, tekerlerinden on tane çivi çıkınca, motor yağ yakınca günde beş vakit aradın galericinin ebesini. --- Doğru ya bizim ev sahibi kısır hacının üç ayda bir kira istediğini ikinci plana attım. Varsa yoka galerici Hasan. E adam gücenmiş olmalı canım değil mi? Ne de olsa aramızda bir hukuk var. Ayda yılda olsa da aramak lazım gelir ebesini. Neredeyse helalimiz olmuştu herifin ebesi. --- Aynen öyle. Valla kuma alsan bu kadar kıskanmazdım. --- Hatırlasana eve misafirimizin gelmediği o bayramı. --- He ya valla ne günlerdi değil mi o günler? Koca bayramda bir Allah’ın kulu eşiğimize ayak basmamıştı. Biz de saf saf unutulduğumuza yormuş da eşin dostun ebesini aramıştık boş yere. --- Meğer bizim kısır hacı merdivenler yıpranır diye izin vermezmiş. --- Sadece o mu dedi Nuriye Hanım. Adam evimdeki Sultanhanı halılarına bir zarar gelir diye hacca bile tek gitmiş. Teyzeyi evde nöbetçi bırakmış. --- Şimdi Allah için eğri otur doğru konuş hanım. Ben bu adamın ebesini aramayayım da kimin ebesini arayayım? --- Haklısın herif. Yerden göğe kadar haklısın. --- Galericiye ne demeli? Herif ununu elemiş eleğini asmış. Kalp ameliyatı da olmuş Kalp ameliyatı deyip geçme hanım. Bana göre insanın Allah’a en yakın olduğu zaman olarak görürüm bu işi. Düşünsene ameliyat boyunca bir nevi ruhun vücudundan ayrılıyor. --- Babanın da şoför arkadaşıymış. Senin sofuların da yolunda olduğunu söyleyince bize inanmaktan başka çıkar yol kalmamıştı. Dedim dünyaya gelmeye hazırlanan torununa haram lokma yedirmezse; işte bu adam yedirmez. --- Sonra olanları biliyorsun hanım. Kaç kere yolda kaldık. Kaç kere perişanları oynadık. Ben böyle adamın ebesini günde beş vakit aramayıp da kimin ebesini arayacağım Allasen? --- Haklısın anam haklısın. Az çekmedik o arabayı elden çıkarana kadar. Kime söylesek aldığımız yeri, acıyan gözlerle bakarlardı. Unutmak mümkün mü o günleri? Ne kadar arasan ebesini azdır. --- İyi de başka kimin ebesini arayabiliriz hanım. Çalıştır kafanı biraz. Yardımcı olmaya çalış. Ama önce bizahmet çayımı tazeleyiver. Nuriye Hanım elindeki iki boş çay bardağıyla mutfağa seğirtirken arkasından dalan bakışlarını da götürüyordu sanki. --- Başka kimin arardık ebesini yarabbi? Durdu kafam durdu işte. Yok, tık demiyor. Çaydan ilk yudumu çekerken kafasındaki sis perdesi bir parça dağılmaya başlamıştı. --- Evet, hatırlar gibiyim. Seneler önce ders programlarını bayan öğretmenlerle hazırlayan boyu devrilesice müdür geldi aklıma. Bir ara onun da ebesini aramıştım hatırlar mısın? --- Hatırlar gibiyim ama boş ver şimdi Allah’ın sapığını. Diğerlerinin yanında devede kulak kalır o. Belki bir zamanlar aramış olabilirsin. Unuttun gittin sonra. Turan Bey işin içinden çıkamayınca biraz daha ipucu bulmak istedi: --- Gel bakayım yanıma oğlum. --- Geldim baba. Gelmesiyle kucağına oturması bir olmuştu. Allah’tan çay elinde değildi. Fakat şimdi bu ayrıntıyı düşünecek durunda değildi. --- Başka bir şey demedi mi oğlum, amca? --- Ebemizi arayın dedi. --- Şimdi ben de senin ebeni arayacağım ha! Oğlum evladım ne için ebesini aramamız gerektiğini söylemedi mi? Durup dururken aranmaz ki kimsenin ebesi. Vardır mutlaka bir sebebi. --- Kazandığınız için arayacakmışsınız ebesini. --- Al işte buyur buradan yak. Bir de kazandınız çıktı şimdi. --- Süphanallah… Bu yaştan sonra… --- Hanım benden gizli sınava mı girdin? Memur olmak için filan hani. Haydi, haydi yeme beni. Çıkar ağzındaki baklayı. Valla doğrusu çok akıllısın ha. Bundan daha iyi sürpriz olamazdı. --- Demek artık biz de iki çeşmesinden besleneceğiz devlet babanın. --- Saçmalama herif! Ne sınavı, ne kazanması? Kim kaybetmiş ki biz bulalım… Turan Bey’in sevinci yağ gibi yüzünün çizgileri arasından akmaya başlamıştı. Gözlerinin feri söndü sanki o an. Birkaç saniye içinde Mersin’de yazlıktan, İzmir’de tatile kadar onlarca hayal kurmuştu. Şimdi o hayal manzaraları yırtık resimlere dönmüş; sonbahar yaprakları gibi dökülüyordu gözlerinden. Yüzünden düşen bin parça olmuştu. --- Hay ben böyle şansın ebesini… Günah dediler diye avradı işten çıkardık; şimdi pişmanız ama ne fayda? Bir an Salim’in istemeden kucağına çöreklendiğini fark etti. Hırsını ondan çıkarırcasına iteledi. --- Koca adam olmuşsun hala kucakta oturuyorsun. Geç bakayım karşıya. Bir yandan konuşuyor; bir yandan boynuna dolanan kollarını çözerek Salim’i yanındaki koltuğa sürüklüyordu. --- Neyi kazanmışız lan; demedi mi amca? --- Kazanmışsınız onun için işte… --- Ulan bunun ağzından kerpetenle söküyoruz kelimeleri. Anladık oğlum kazanmışız da neyi kazanmışız? --- Hediyeyi kazanmışız. --- Hayda hediye mi? Millet birbirine günahını vermezken durduk yere kim hediye verir bize? Hem niye versinler ki? Akıllarını peynir ekmekle mi yemiş bunlar? Tövbe… --- Öyle deme herif. Şimdi hediye verenden bol ne var memlekette. Sakız alsan hediye verecekler neredeyse. --- Aslında doğru söylüyorsun televizyon seyredemez olduk kampanyalardan. İyi ama hatun bayram değil seyran değil eniştem beni niye öpsün? --- Orasını bilmem. --- Ama ben bilirim hatun. En baba hediye verenden bir ekmek alsan da iki kuruşun eksik olsa; acır da verir mi sana Allah’ın ekmeğini? Nuriye Hanım cevabı bulanıklığında saklı mat gözlerle boş boş bakarak karşıladı sorusunu. --- Hiç boşa kafa yorma. Vermez hatun. Vermez! İşte bu kadar. Değil ekmeği hergeleler günahlarını bile vermez. Kurban ederler. --- Tövbe! Tövbe estağfurullah. İnsanın aklına kırk türlü şüphe geliyor. --- Gelmez mi hanım. Aldığımız bir kilo peynir yarım kilo zeytin. Buna mı hediye verecekler. --- Sahi ne verecekler ki? --- Ne yapacaksın? Bakıyorum yelkenleri suya indirdin hemen. Hoşuna mı gitti? Ne verirlerse versinler babalarının hayrına vermiyorlar ya. Ya vergiden düşüyorlar ya da öbür müşterilere yüklüyorlardır. Kimse babasının hayrına yaralı parmağa işemez bu devirde. Beklenen telefon nihayet çalar. Birkaç saatlik bekleyiş neredeyse bir haftaya dönmüştü. Her zaman olduğu gibi Salih atılıverdi yerinden. --- Telefon! Turan Bey olaya hemen el koyma gereği hissetti. Ne olursa olsun bu iş çocuğa bırakılamazdı. Üstelik kendisi de epey bir merak etmişti. Tavize imkân tanımayan bir sesle: --- Sakın açma telefonu oğlum. Yerinden kalkmış salonun karşı tarafındaki vitrin masasına doğru yürürken cümlesini tamamlamaya çalışıyordu: --- Telefon çocuk işi değil. Çekil bakim oradan. --- Alo! Buyurun efendim. --- Merhabalar beyefendi. Ben Kerim. Firmamızdan bir plazma televizyon kazandınız. Hayırlı osun. --- Teşekkür ederim. --- Hediyenizi size gönderebilmemiz için vereceğimiz hesaba yirmi lira kargo bedeli yatırmanız gerekmektedir. Kargo bedelini yatırdıktan sonra hediyenizi gönderebilmemiz için lütfen bizi arayıp adresinizi yazdırınız. --- Tamam enişte…. ( Kırgızca Türkçe Hikayeler 2014 BİŞKEK )
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © serdar adem işler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |