"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
İstanbul ağlıyordu sanki, ogün bir başka hüzünlüydü Bütün caddelerde hayatla ölüm kalım maçı vardı Caddeler de bıkmışlardı bu kavgalardan, ama ne yapsalardı İnsanlar ne İstanbul’un nede benim farkımdalardı Onlar son düdükten önce bir gol daha atabilmenin uğraşında Yada atamasalar bile, ezeli rakiplerinden, Yani hayattan, bir gol daha yememenin çabasındalardı Çünkü hayat bir sıfır öndeydi ve hakemin eli düdüğündeydi Uzatmalar oynanıyordu artık, ve hayat bir sıfır öndeydi Onlar yaşam turnuvasında final oynuyorlardı ve rövanşı yoktu bu maçın, Onlar da hiç istememişlerdi belki de bu maçı oynamayı Onlar birer oyuncu seçilmişlerdi, belki de birer kurbanlardı Bir kere çıkarılmışlardı bu yalancı dünyanın arenasına Kanmışlardı bir kere, İstanbul’un taşına toprağına Ya güdeceklerdi deveyi, yada geçeceklerdi hendeği Onlar birer figürandı ve çok iyi oynamalılardı rollerini Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Denizi seyrediyordum İstanbul’da yine bir pazar günü Denizler devşirmişti sanki gökyüzünden aldığı deli mavisini Şehrin üzerine çöküşmüş karabulutların kömür karasıyla Bulutlarsa ortak olmak ister gibilerdi benim gözyaşlarıma ki Gözyaşlarım kararsızdı, Kararsızlık turları atıp duruyorlardı gözbebeklerimin etrafında Ve sağanak olup denize yağmak ister gibilerdi sabırsızca Dokunsalar ya ağlayacaktım gülünecek halimize kahkahalarla Yada gülecektim ağlanacak halimize gözyaşlarıyla Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Ah İstanbul, neydi beni diğer insanlardan böyle ayıran Ne oyuncu yapan, oynadıkları maça, nede seyirci bırakan Neydi beni yıllar sonra yine dayanılmaz bir temmuz sıcağında Yine Beyoğlu meyhanelerinin en sarhoş müşterisi olduğum Dumanaltı bir cumartesi akşamından arta kalan şu pazar sabahında Yine bu üzerinde yürüdükçe çürük tahtaları gıcır gıcır sesler çıkartan Nice yeni umutlarla, sevdalarla merhabalaşmalara ve Nice sessiz, buruk vedalaşmalara istemeden şahitlik etmiş Ve nice bütün sırlarını denize gömmüş insanların son durağı olmuş Beni bu kırık dökük iskelenin kenarına oturtan, neydi Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Yıllar önce yine sıcak bir temmuz pazarının sabahında Yine bu iskelede, yine tam şuracıkta donakalmıştım ayakta Kançanağı gözlerim uçsuz bucaksız ufuklara dalmıştı, Ufukta kaybolup giden birşeylerin ardından bakakalmıştı Beyhude uçup giden gençliğime hüngür hüngür ağlamıştı Hayatım bir film şeridi gibi geçerken bulutların arasından Martılar da ağlıyorlardı sanki, kanatlarını çırparak arkasından Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Bir çift ayakkabı için ağladığım bayram sabahlarını da hatırlarım Bir misket için ağlattığım en iyi arkadaşlarımı da Anamın çırpınışlarını da hatırlarım okuyup adam olayım diye Okuldan kaçıp arkadaşlarla sigara içtiğimiz günleri de hava olsun diye Ya daha onbeş yaşında ettiğimiz kavgaları okulun en güzel kızı yüzünden Yo delikanlıydım ben, kimse yan gözle bakamazdı benim sevgililerime Önce şiirler çalardım ünlü şairlerden aşk mektuplarını süslemek için Sonra yırtar atardım sabahlara dek özene bezene yazdığım o mektupları Kimdimki ben, neyimeydi aşık olmak benim, yuva kurup mutlu olmak neyimeydi Kendi mutluluğum için yıkamazadım başka hayalleri, başka umutları Ah İstanbul ah, hani taşın toprağın altındı senin Altındı taşın toprağın, pamuktu yatağın yastığın Ah İstanbul ah, sen mi bize aldandın yoksa biz mi sana Ben mi sana kandım yoksa sen mi bana Bütün sevaplarımı aldım sağ elime ve günahlarımı ise sol elime İstanbul’du bana işleten sevapları da günahları da ve hesaplaşmalıydık, Burada, şimdi verilmeliydi günahlarımın hesabı, bırakamazdım mahşere Al işte işlediğim sevaplarım, senin olsun alda istersen at şu denize Bırak günahların tümünü ben alayım, kalsın benimle Ah İstanbul, ben ne yapmıştım ki sana, deli gibi aşık olmaktan, Bütün ümidini sana bağlayıp, sana güvenmekten başka Dur İstanbul dur, gelme üstüme öyle aç kurtlar gibi, işte sevdan bak duruyor avuçlarımda Bir sevda kuşu gibi gelip konmuştu omuzuma, şimdi yaralı bir kuş gibi avuçlarımda Al sevdanı alda, gençliğimi geri ver bana, yada da kucağını açsın şu deli dalgalar Ben gidiyorum İstanbul, işte çıkıyorum son yolculuğa, elveda İstanbul, elveda sana
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ensar Aktaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |