..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Sanat ve Sanatçılar > Ayten Suvak




6 Haziran 2004
Katedralde Bir Şair  
Ayten Suvak
"...edebiyatın ana konusu insandır"...


:BFBD:
“Edebiyat, toplum ve doğa içindeki insan gerçekliğinin, imgesel bir yolla ve estetik bir biçimde dile getirilmesidir; edebiyatın ana konusu insandır.”, eleştirmen Asım Bezirci’ye göre. Öyleyse bir yazarın, bir şairin yapıtlarını eleştirmek, onu insan olarak sorgulamaktır. Öte yandan, bir eseri yargılamaya ne derece hakkınız vardır? Özdeyişleşmiş bir “İnsan insanın kurdudur” hükmü, “Şair şairin kurdudur” gibi yıpratıcı hırpalamalara dönüşüverir, değil mi ki eleştiriye öznel izlenimler, duygular da karışır ister istemez. Oysa;

“Bir tek anlayışa, akıma saplanmayan geniş beğenili kimseler; duygularına, çıkarlarına, kişisel eğilimlerine kapılmayan nesnel kimseler; yani iyi okurlarla, iyi eleştirmenler ve bu özellikleri taşıyabilen -az da olsa- eleştirmen nitelikli sanatçılar,”

‘şiirden anlayan kimseler’dir, gene Asım Bezirci’ya göre.

Bir denemeci eleştirmen olarak ben, kendi fikirlerimi, daha önceden kabul görmüş eleştirmenlerin görüşleriyle destekleyerek, şair Reha Yünlüel’in yapıtlarını, daha çok bilimsel eleştiri ölçütlerini kullanarak, mısralardan kanıt göstererek, nesnel gerekçelerle değerlendirmeye çalışacağım.

Yünlüel, “Şiir insandır” dercesine, “katedralden düşen kuş” adlı şiir kitabındaki ilk şiiri “sevişme günlüğü”nde itiraf ediyor yaşamını:

sevişme günlüğüm

ilk sahifesinde

‘işi olmayan giremez’ yazılı

bir levha koyduğum

her sayfasını doldurduktan sonra

güneşte sarattığım hayatım!


sana hiç söylemedim ama

ben sevişmelerimin toplamıyım....


Acı, burukluk, yalnızlık, ıssızlık, göçebelik, özgürlük, çaresizlik, sahipsizlik, korku, sorgulama, içine kapanmışlık hallerini, başlıcaları siyah, beyaz ve kırmızı olmak üzere renk imgesiyle; ses, dağ, ada, şehir ve başta kuş olarak çeşitli hayvan imgeleriyle, “insanlık” durumunu gösteriyor, hissettiriyor size Yünlüel. İlhan Berk’in de “Poetika”da sözünü ettiği “yatay çizgi” olarak belirtilen anlamı yayma eylemiyle, “dikey çizgi”de yer alan anlam yoğunluğu eksenlerini kesiştirirken, şiirini tek bir anlama hapsetmeden, yoruma açık bırakıyor:

yere bırakılmış

kalplerin üstünde

dansediyoruz

yere bırakılmış

unutulmuş

kalplerin...


derken “ses”de, hem kalpsiz, hem de şefkatli bir ses konuşuyor şiirde. Dilbaz bir anlatıdan çok, göstermeden yana olan, yalın bir şiir anlayışı, zaman zaman bir masal şairini çıkarıyor karşınıza “hal”de:

ben bir evvel zaman kalbur saman şairi

dört mısraya ruhsatlı bu şiirde

kaçak anlatıyorum sana olan sevgimi

kaçak yaşadığım gibi


Söylenenden çok söylenmeyenler; yoğun biçimde söylenip, gerisi sessizliğe terkedilenler, şiirin asıl dünyasını oluşturuyor. Bir doğum, bir ölüm arası gibi kısacık bir yolculukta, aralıklarla gidip gelen “havaleli” hissini veren metronom ritminde:

bu şiir

gidip gidip gelen bir şiir, ismail

gelip gelip giden!

..........

ve ben ismail, yorgunum

gelip de gidememekten

gidip de gelememekten



Bir fotoğraf makinesinde durdurulmaya çalışılan “zaman”, kaygıya dönüşüyor “miş’li geçen kar”da:

zaman ismail,

kapağı yanlışlıkla açılan bir fotoğraf makinesinde

vakitsiz yakılan bir film gibi kokuyor


şahit olan biliyor ismail.


Zamanımız şiirinin göçebelik, yalnızlık, mekansızlık gibi en çarpıcı temalarını çağrıştıran dizelerde şair, “yorgun, bitkin, kendi kendine dargın” insanı resmediyor size. Tüm yorgunluğuna karşın, gülümsemeye çalışıyor “amorti”de:

savrulmuş hayatıma bir amorti vursa

bu, en büyük ikramiye bana!

.........

yalnızlıklardan kaçıyorum güya

yalnızlıklarıma birer davetiye gönderirken

.........

yamalı bir kum torbasına dönmüşüm

kendimi dövmekten geliyorum

bir iş dönüşü saati

yorgunum, bitkinim

dargınım kendime!


Ülkelerarası belli bir kültür ve din karmaşasında, ırkçılığın ayırımcılığıyla dışlanmış bir “zenci” oluyor şair. Sarhoştur. Kaybolmuştur. Kimliksizdir. Sahipsizdir. Yersiz, yurtsuzdur. Belki de “kitap’sız”dır bu kez, “katedralden düşen kuş”ta:

hepsi ama hepsi

kullanılmamış bir haritaya sargılıdır

dört kitapta yazmasa bile adı, şairin

dağcının el kitabında muhakkak yazılıdır


İlhan Berk’in “inferno”daki tanımına göre:

“Bir dağ, bir ağaç, bir ova, bir gökyüzü uzaklığını hep korur ve kımıldamaz yerinden. İşlevlerinin bakılmak olduğunun ayrımındadır”.
Benzer şekilde şair de bu bakılma eyleminin nesnesidir okurun gözünde. Yünlüel de “dağ” ve “kuş” motiflerini edilginlik ve etkinliği simgelemek, bakma eyleminin hem nesnesi hem de öznesi olmayı hissettirmek için kullanıyor. İman edenler için bir kurtuluş örneği olan “Nuh’un Gemisi”, tanrı ve kulları arasında nesne-özne çekişmesini simgelediği gibi, kendisi dışındaki herşeyi “nesne” olarak tanımlayan insanın, örneğin “dağ”a nazaran güçsüzlüğünü, gene de doğaya ve tanrıya karşı gösterdiği duyarsızlığı simgeliyor “zenci kardeşim”de:

........

deniz çekildi

dağ kaldı

nuh ve cümle hayvanat bakakaldı


bir renk indi gemiden

çok ses oldu


soru

o dağ başında unutuldu


çok bin sene sonra

bir kendini bilmez

soruyu buldu


umuttu, damıttı, eritti

bileyledi, eğirdi

öksürdü, tıksırdı

soru

zenci kardeşim oldu


Özne-nesne, etkinlik-edilginlik arasındaki eytişimsel ilişki, belirsiz, kapalı, koyu, “zenci” bir ilişki oluyor; belki tüm insanlar arasında ten rengi farkından dolayı ırkçı; belki de kadın-erkek arasındaki cins ayırımı yüzünden ırkçı. Şairin “G” harfiyle okuru yönlendirdiği bu ikinci ayırım da yoruma açık. “rüzGar” ve yolculuk temalarını, göçebeliği de işleyen Yünlüel, “G”yi neden cinsel göndermenin dışında da kullanmasın?

renkten renge girdi nuh, sesten sese

hun oldu, nush oldu

köteksiz Ağrı’ya yollandı “G’ mi?”

yolculuk ağrılı oldu

içinden ve içten oldu

din değiştirdi gün değiştirdi

dinden güne, günden dine döndü

durdu din’lendi

Yalnızca Nuh’un gemisindekilerin kurtulması, ayırımcı olmayan, merhametli bir tanrıya yaraşır mı? Böyle hınzırca bir soruyla tanrının adaletini sorgulamak “bir kendini bilmez”in işi şaire göre. Kendisi de muzip dil oyunlarıyla inançları sorgularken, “bir kendini bilmez” oluyor; belki de din’siz ve bunları yaparken okurun kafasına kuşkular sokuyor:

yağmur giderdi

karasını derinin

bu im’ine dost,

bize düşman paratorluk değil!


Bu dost tanrı imparatorluğunda mı? Belki de yaratıcı şairdir tanrı ama, eleştirmen, öznel izlenim ve duygularına kapılarak, nesnel ve bilimsel eleştirinin sınırlarını da fazla aşmamalı.

“çapak” adlı şiirinde Yünlüel, insan ve tanrı ögelerini birleştiriyor “tanrılaşmış gözlerde”; insanın kendi içindeki tanrısal gücü en yoğun yaşadığı, bakma eyleminin gerçekleştiği yerde; aydınlık ve karanlık, soyut ve somut, ruh ve madde içiçe giriyor.

tanrılaşmış gözlerle bakıyordu öylece

çapaksız ve tanrılaşmış gözlerle


bir yıldız aktı gökyüzünde

gökyüzü simsiyahtı

o bembeyaz minik gözlerini bir kenara bırakırsak

bir dilek aktı gökyüzüme

gökyüzüm bembeyazdı

o simsiyah devasa gözlerimi bir kenara bırakırsak

........

Tanrılaşmış gözlerin ak ve karasında şair, metafizik, gerçeküstüne vardığı duygusuna kaptırıyor sizi. Bu konuda Andre Breton’a başvurursak:


“Ruhumuzun öyle bir yeri vardır ki, bu yerden bakınca artık, yaşamla ölüm, geçmişle gelecek, gerçek ve tasarım, dile getirilen ve getirilemeyen, yukarı ve aşağı çelişik değildir, işte bu yer gerçeküstüdür”.


Yünlüel gene de soyutun sihrine fazlaca kapılıp, somut gerçeklikten el etek çekmiyor, dünyadan ve bedenden soyutlamıyor kendini, “çapak”ta:

........

tanrılaşmış gözlerle bakıyordu öylece

çapaksız ve tanrılaşmış gözlerle

nedenlerle uğraşmayan tanrılaşmış gözlerle

herşeyi bulabilirdiniz o tanrılaşmış gözlerde

romeo ve juliette’i, o otobüs şoförünü, o otobüsü,

necla teyze’yi, radyoda çalan istek “sıradaki” parçayı,

kestiğiniz tırnakları, yirmilik dişinizi, dokuzyüzkırkbeşi,

asker postallarını, postal askerleri, vs.’yi, vd.’ni bulabilirdiniz.

........

-keman sesinin tanrının sesi olduğunu biliyor muydunuz

bana da bir kemancı söylemişti-


Yaygın bir “ses” ve “renk” teması dikkat çekiyor Yünlüel şiirlerinde. “büyücünün yalnız valsi”nde erilliğini yeni keşfeden bir çocuğu ürküten ses:

.......

at kestanesinden kafası

çınar yaprağından pijaması;

incecik bir dal ve bir yapraktı

hayatının gün’ahhh(!)lardan örülü sin’eması

“ey çocuk!”

“güzel çocuk!”

dedi , ses:

Belki de dişi bir tanrı seslendi çocuk İsa’ya. Siz de “nedenlerle uğraşmayan tanrılaşmış gözlerle” incelerseniz şiirleri, bir zamanlar “famme fatale” büyücü sesinden ürken çocuğun, son şiirde “ululaşmış sesler”le nasıl büyüdüğünü, nasıl beden ve ruh bütünlüğüne ulaştığını farkedebilirsiniz “çapak”ta:

beş asırlık ulu çınarların uğultusu


kulaklarınız kaldırmayabilirdi böylesine ululaşmış sesleri

ses denebilir miydi buna

hem bir fısıltı, hem bir çığlık

hem bir gözdağı, hem bir davet


Ak ve karadan ibaret, grilere yer vermeyen dümdüz bir dünya görüşünü yansıtır belki şu dizeler “büyücünün yalnız valsi”nde:

“renkler katışıksızdır”:

“ben rengimin aksiyim”

“sen, aksimin aşkı”


Oysa acele karar vermemek gerektir, “kendini uyutan masal”la anlarsınız bunu. Şair de ayırdındadır renk karmaşasının, gökkuşağındaki, çeşitlilikteki kaosun:

.......

mavinin uykulu teninde, tüm renkler

masallarına köledir aslında:

kim ayıklar ki gökkuşağının taşını?

......

Belki herşeye bir anlam yüklemek de yersizdir; ya da “çokanlamlılık” gökkuşağı gibi renk karmaşası oluşturur. Anlamı belirsiz, içine kapalı şiirlerin gizemine kayıtsızdır belki okur. İlhan Berk de “Poetika”da “Anlamla yola çıkılmaz” der:

“Şiirde anlam diretici, tekelci, bağlayıcı olmadığı ölçüde anlamlıdır. Kapalılık, karanlıklık, özellikle de belirsizlik(ki bütün büyük şiirlerde derinlemesine görülen de budur; dahası adeta bir yazgıdır da bu) nasıl anlamsızlık değilse, bir şiirin bir çok anlama gelmesi de belirsizlik, karanlıklık, anlamsızlık değildir”.

Yünlüel de anlamsızlığı bilmeceye ve oyuna dönüştüren masalsı dil kullanımına başvuruyor”eksimeyen”de:

......

bir harita hatıratından

düşeriz kerevetlere

gökten

ahmakıslatan ‘beş+X elma’ şeklinde

hatıra haritalarından

dizeler dizeriz

kerevetler döşeriz


Konuşan şair mi, yoksa dil mi, karar veremiyorsunuz; vermeniz de gerekmez zaten. İlhan Berk’in dediği gibi ,

“Başlangıçta şairi, yazarı görür gibi oluruz, ama yazma eylemi derinleştikçe bir imgeden, bir imden öteye gitmez bu”.

Yünlüel de imgeleriyle aktarıyor size “anlamsızlıkları”, “puhu kuşu’nun günlük kokusu”nda:

.......

gülümsedi puhu kuşu

aklından kalan

yürek boşluklarına

böylesine kolayca

doldurduğu

anlamsızlıkları


Yünlüel şiirlerinde sık sık karşınıza çıkan “kuş” imgesi, saka, papağan, güvercin, puhu kuşu ya da “katedralden düşen kuş” olsun, hem kırılganlık, hem dayanıklılığı sezdirmede araç oluyor. Bir dağ ya da bir ağaç gibi yerinden kımıldamayan, uzaklığını hep koruyan bir nesne değildir kuş. Etkindir, kaçaktır, yolcudur; yere, zamana hapsolmamıştır. Bir bakıma, edilgin nesnellikten kurtarmıştır kendini. Bilinmeyi, çözülmeyi, görülmeyi pasif pasif beklemez. Özgürdür, bir yere bağlanıp kalmaz. Tuzağa yakalanmak, kafese konmak, vurulup gitmek de vardır ama, bir ağaç gibi dalına indirilen baltaya karşı koyamayacak çaresizlikte değildir. Hareketlidir. Bazen bir papağan gibi, uçmaktan çok, çenesine kuvvet olsa da, temsil ettiğ şiir imgelerin, yoğunluğun şiiridir. “Papağan şair”in bize “anlattığı” değil, “sezdirdiği”dir şiir; hem anlamda kapalılığı sürdüren, hem de yoruma açık kalan.

“biz meyk kreyzi” diyor cennet papağanı, yılana

rüyalar satene duruyor

saten elmaya

etkem ve etken!

“unutmak bir uyku hali” diyor rüya, kabusuna

etken ve etkem

“hayır uyku hali bir unutmaktır asıl”

diye sayıklıyor kabus


“ağlara takılı bir kalbin ‘pes’ haline dair hikayat”ta. Belki iyi şiirler bilinçten çok bilinçsizliğin, “uyku hali”nin ürünleridir, unutmalardır, sayıklamalardır. Belki iyi şiirlerin özü “belki”lerdedir. Kesin olmayan sınırlar, ulaşılmayan sonlar, bitmeyen yolculuklar, konulmayan noktalardır şiir. Biçim ve içerikteki düzensiz gibi görünen düzen, anlamsız gibi görünen anlamdır belki şiir.

Eleştirmen de önce bir okurdur; onun gözüyle şiirleri inceler; kendinden başka, okur adına da konuşur, değerlendirme yapar. Ben Reha Yünlüel’in şiirleri üzerine yaptığım bu çalışmada “ben”i de içine alan “siz” zamirini kullandım şekil olarak; oysa yaptığım deneme Nurullah Ataç’ın deyimiyle “ben’in ülkesi”:

“....ben demekten çekinen, her görgüsüne, her göreyine ister istemez benliğinden bir parça kattığını kabul etmeyen kişi denemeciliğe özenmesin......Denemeci, Montaigne gibi, Hazlitt, Lamb gibi asıl denemeci, okurlarına açılabilen kişidir”.

Yünlüel’in şiirlerini “iyi”, “kötü” gibi yargılarla sınıflandırmayı yersiz buluyorum. Bir denemeci şair, yazar, eleştirmen olarak ben, bu sanatların ustası olduğumu da iddia etmiyorum. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dediği gibi belki de “Sanattan anlamayanlar için ideal meslek sanat eleştirmeciliğidir”; ama ben bu (anlamayanlar)ı parenteze alıyorum, şiirde kesin (anlam) aramanın geçersizliğinde olduğu gibi.

Şair ve yazarlığı ve eleştirmenliği bu işlerde tescilli olanlarca henüz onaylanmamış olan ben, etkilendiğim edebi kişiliklerle entellektüel düzeyde soyut bir ilişkiye giriyor ve onların yapıtlarına kendi içlerinde karşılıklar yazarak, bir tür “yeniden yazma” tekniği uyguluyorum. Ortaya çıkan yeni ürün, biçim ve içerikçe ilk halinden pek fazla ayrı düşmese de, asıl ürünün yeni boyutlara taşınması, onun ilk yaratıcısını rahatsız edebilir diye düşünüyorum. Ancak, anlam ilkesine fazla takılmayan ve hermetik, çok boyutlu, ökumalara açık olan eserler bu yeni yapıyı kaldırabilir ve asıl yapıtta yapılan oynamalar, yer değiştirmeler, yamamalar, varsa anlamı, yeni düzlemlere taşıyabilir. Bu tutumu, asıl eser sahibinin emeğine asalakça bir sömürü gibi düşünmeyip, yeni yaratılara yönelik ortak bir çaba olarak gören Reha Yünlüel’in şiirleriyle yeni şiirler derledim. Bunu yaparken amacım, kendi yarattığımla onunkinin önüne geçmek değil; şair kimliğimden önce okur kimliğimle onun şiirini desteklemek, yorumlamak ve onlara başka görüş açıları katmak oldu. Buna ister usta-çırak ilişkisi, ister şairler arası işbirliği deyin, sonuçta ortaya çıkan ortak bir ileti, bütün ve parçaları arasında eytişimsel, dinamik bir ilişki olacaktır. Yeni şiirin altında yer alan imzaların çokluğunun, parçaların kimlere ait olduğu uygun şekilde gösterildiği sürece sorun yaratmaması beklenir. Gene de bu gibi yeni durumlarda, okurun kafası karışabilir; “karmançorman” olmayan derlitoplu, tek imzalı şiirler isteyebilir. Ne var ki şair için, bence, önce yarattığı şiir, sonra okurun beğenisi gelir.

“Mutluluğun Reha’sı” böylesine kotarılmış ortak bir çalışmaya örnek:

-mutluluğu anlat

deseler sana

“m” harfini bulamazsın

bile sözlükte,

bulsan,

o kelime unutulmuştur kesin-


“U”yu denerim ben de

Utku

Pek çok emek pahasına

Ersen mutlu sonuca

Yetmez mi


-ülkende

gelincikler hep

boynu büküktür belki de

söğütler ağlayan

cinsindendir hep-


Ülkemde papatyalar

Sıradandır her yerde

Krizantemler adaydır seçkinliğe

Aynı soydan kocaman gözleriyle


-sessizliğin

kırıyor sessizliğimi

mariaaaa

anlat bana derdini-


sanatın akord ediyor (t)utkumu

Marianoooo

Seslen bana mutluluğu

Napoliten gitarda

Kurtuluş eşittir sözlükte

Reha adına

Mutlu utkulu kurtar burada

-şayirinden(,)mutsuz şiir’i-

Hani

-“şayir efendi” der, güneş;

“abartmayınız reca ederim”

“şu kafiye işini”-

Ayten Suvak

-Reha Yünlüel/(mutluluk), (şayirinden(,)mutsuz şiir)/katedralden düşen kuş’tan

..........


“Yünlüel-Suvak Paslaşmaları” olarak adlandırdığım diğer iki örnek de, bu “kolaj” tarzının daha sade görünümleri:

cevap kağıdı/ry


ölüm üzerine

sorular sorulmuştu


simsiyah

bir elbisede

cevapladım

onları


siyah-beyaz

cevap kağıdıma

rengarenk kelebekler

kondular

birdenbire


ve ben

sınıfta kaldım.......


........

Yanıtlar/AS


Cinayet üzerine

Sorular

Hazırlanmıştı

Mosmor

Bir hücrede

Yanıtladım

Onları

Mavi-kırmızı

Yanıt sayfama

Binlerce çekirdek

Doldu

Birdenbire

Ve ben

Hesabını veremedim

Bedenime

Sefil intiharımın

............

çırak/ry


hepimiz

çırak

yamanmışız

bu

hayata:

yamadıkça

deliklerimizi

açılır delik......

....

Usta/AS


Kimimiz

Usta

Adaymışız

Şu

Yaşama:

Adadıkça

Kendimizi

Adaylıktan

Seçiliriz......

.......


Yünlüel şiirlerinin eleştirel bir değerlendirmesiyle başladığım denememi, Yünlüel şiirlerine uyguladığım “yeniden yazma”, “yamama”, ya da “kolaj” teknikleriyle sürdürdüm. Denemeci bir ruhla giriştiğim bu uğraşların eleştirel değerlendirmelerini diğer şair, yazar, eleştirmen ve okurlara bırakıyorum.


Ayten Suvak


Kaynaklar:

İlhan berk, Poetika, Yapı Kredi Yayınları, 1997

Asım Bezirci, Bilimden Yana Sosyalizme Doğru, Cem Yayınevi Kültür Dizisi, 1976

Reha Yünlüel, Katedralden Düşen Kuş, Virtüel Yayınları, 2000

























































Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın sanat ve sanatçılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sıcak Bakışlı Kedi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Dilin Kemiği Var Mıdır, Yok Mudur? [Şiir]
Aynalı Çarşı'da Aşk [Şiir]
Yaz Biter Yazı Bitmez... [Şiir]
Nazireler [Şiir]
Bak Şimdi... [Şiir]
Alışkınız Yanmaya Kerem... [Şiir]
Beni Selülitlerimle Sev... [Şiir]
Tanrım [Şiir]
Bugün Boşver [Şiir]
Gönül Diyor ki... [Şiir]


Ayten Suvak kimdir?

Ruhum gibi dalgalıdır yazılarım da, kimi zaman hüzünlü, ama çoğu zaman neşelidir. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Virginia Woolf, Orhan Pamuk...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ayten Suvak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.