Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Yanında an olan dakikalar hiç bitmesin istiyordum. Ve sen hiç gitme! Bencilce seni ellerimde tutmak, gitmene hiç izin vermemek, bütünlemek istedim bendeki göremeyeceğin seni… Şarkı devam ediyordu. Akşam oluyordu ve son bir direnişle başını uzatıyordu karanlık yağmur bulutlarının arasından hüzünlü bir akşam güneşi… Ve küçük gölcükler oluşturuyordu yağmur Tunalı Hilmi Caddesi’nin aşklara şahit kaldırımlarında. Bin bir damla ellerimde, gözlerimde, turuncu üniformalı garsonların taşıdığı tepsilerin içindeki kadehlerdeydi. Yüreğimde birbirine zıt binlerce duygu can çekişiyordu. Sense rengine isim konduramadığım gözlerinle, bütün samimiyetinle, içten gülüşünle, bembeyaz dişlerinle umutlardan bahsediyordun bana. Her şey turuncuya dönüştü bir anda! Pencereyi arkana almış, hayranlığımı kazanan dingin sakinliğinle kalbimi avuçlarının arasına alıyordun yavaş yavaş. Işık, arkanda bir perde oluşturmuştu. Sense ışığın odak noktasında daha parlak, gittikçe büyüyen bir ışık topunda gizliydin. İtiraz ediyordu düşüncelerim sana ve kalbim karşı koyuyordu ele geçirilmeye çalışmasına. Ankara’nın en güzel caddesinde, rengarenk şemsiyeler yağmurla dans ediyordu. Saniyeler geçiyordu, her şey turuncu rengin esiri olmuş gibiydi. Hüzmelerini meraklı bakışlarıyla üzerimize diken güneş turuncuydu, garsonların üniformaları turuncuydu, ellerini koyduğun masa, oturduğumuz sandalyeler turuncuydu. Ve turuncu bir sesle anlatıyordun hiç bitmesini istemediğim hikayelerini. Ama bitti… Hikayelerin bitti, hayal ettiğim ne varsa gerçeğin bütün acımasızlığıyla dikildi karşıma. Ve sen gittin. Hem de o kadar uzaklara gittin ki… O yağmurlu günün üzerinden tam 146 gün geçti ve sen gittin. Ağlamadım. Bir daha sevmedim turuncu rengi. Ve bir daha hiç gitmedim seninle gittiğimiz hiçbir yere. Sen güzeldin, belki bir yaşama sığmayacak kadar güzeldin. Aslında biz birlikte güzeldik. Gitmene mani olamamanın yetersizliği kaldı sadece içimde. Bir de rengine hala isim veremediğim gözlerinin güldüğü resimlerin. Her şey turuncuydu… Artık sen yoktun. Ankara’nın en renkli caddesinde sonbaharın yağmuru yağıyordu ve ben bir başımaydım kaldırımların Arnavut taşlarında yürürken. Ankara’nın en güzel caddesinde rengarenk şemsiyeler yağmurla dans ediyordu. Zaman çabuk geçiyordu. Turuncu, bir başka mevsimi yaşıyordu. Bir başınalıklar, aşklarla savaş veriyordu. Özlem dur durak bilmiyordu. Tunalı Hilmi Caddesi’nde renkler yerini bir griliğe bırakıyordu. Akşam oluyordu. Seni tanıdığım o turuncu yerin önünden geçtim. İçeride mumlar yanıyordu. Her şey aynıydı. Dekor turuncu, garsonların üniformaları turuncu. Aynı olmayan tek bir şey vardı. Artık sen yoktun… Yoktun… Yoktun… -Tarihsiz bir gün, 02:30. ELİF DEMİRÖZ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Elif Demiröz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |