"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Kendini bilme savaşı verenlerin çilesidir: ''Nasıl Yapmalı?'' Benim izlemeye çalıştığım ve kısıtlı olanaklarımla, denizde damla kısmına ulaşabildiğim, onlarca üstadın önce sorup, sonra da farklı enstrümanlarla cevaplamaya uğraştığı bir sorudur. Neyi, nasıl yapmalı kısmına gelince... Kimliklerden kişiliklere, coğrafyalardan tarihlere, halklardan milletlere değin geniş bir yelpazede gizlenmiş binlerce özne var. Kişisel öncelikler ve toplumsal ihtiyaçlarla beslenen çeşitlilik içerisinde, her birey ve-veya topluluk kendi sorusuna yanıt arıyor. Yaşamak denilen eylemin, gerçekleştiği topraklara ve kitlelere ait özel soruları olabiliyor. Doğallığıyla, verilen yanıtlarda kendi şahsına özel ve geneli kapsamayan nitelikler taşıyor. Soru sormak ve buna yanıtlar üretmek çileli bir yolculuktur. Hele ki sorunun öznesine kendimizde dahilsek... Öyle ya, ancak objektif durabildiğimiz oranda doğru sonuç elde edebileceğiz. Yani, içinde saklandığımız korunaklı kabuklarımızı bir kenara koyup, çıplak gözle kendimize bakacağız. Hem de fotoğrafın dışına çıkarak...Ve sanki başka bir karadan karşı kıyıya bakarcasına benliğimizden arınarak. İlk yumruk kendi yüzümüze kendi elimizle vuracağımız olacak. Kendi yüreğinde ve öz benliğinde bahar temizliği sadece yorucu değil ayni zamanda ağrılı ve keskindir her zaman. Kişinin kendini çitilemesinde ilk soru ''Nasıl yapmalı?'' değildir. Önce yaşama hikayesinin neresinde olduğumuzu tanımlamakla başlarız. Ve elbette buraya gelmeden önce belirlediğimiz hedefe olan mesafemizi sorgularız. Hele birde yarı yolda fikrimiz değiştirmiş ve bir şeylere yeniden başlamışsak, yada bilinçli bilinçsiz yolumuzdan sapmışsak...Sorular çoğalır. Demek ki başlangıçta belirlediğimiz yaşama ilkeleri, hedefimizle bağdaştığı oranda körün değneği gibi bir işlerlik kazanıyor. Kim olmaya çalıştığımız sorusunun yanıtı kişiliğimizin talepleri ile şekilleniyor. Peki şu kişiliğimizin talepleri diye ifade ettiğimiz her şey, acaba gerçekten talebimiz mi? isteyerek mi oldurduk şu sorgulayacağım diye hırpalandığımız halleri? Üzerinde düşünmek lazım. Bazen kendi mecrasında aktığına inandırıldığımız ve doğal gelişim olduğunu varsayarak, birlikte hareket etmekten sakınmadığımız durumlar aslında, bizi hedeflerimizden uzağa atar. ''Herkes öyle yapıyor'' önermesinden yola çıkarak meşrulaştırdığımız eylemimiz, bir de bakmışız ki aslında ''ilkelerimize rağmen'' gelişivermiş. Hayret vericidir ama tek başımıza kaldığımız ilk anda hesaplaşamadığımız her davranışımızın kaynağına bizden gayri herkes sığmış ama biz dışarıda kalmışızdır. Herkesle birlikte alkışladığımız o politikacı veya sendikacıyı, gerçekte komşumuz olarak bile görmeye tahammülümüz yoktur. Şu herkesin kullandığı cep telefonu tüm özel hayatımıza ve bireysel özgürlüklerimize pervasızca saldıran bir araçtır. Daha da düşünüp çoğaltabileceğimiz onlarca örnekle ilk fark ettiğimiz; bizim, başkalarına ait bir hayati yasamaya uğraştığımız ve yola çıkarken ki ilk hedefimizi unuttuğumuzdur. Gerçekten yahu, biz kim olacaktık? Her bireyin kendini bilme sürecinin ilk basamağında, koyduğu hedeften vazgeçmeye hakkı vardır. Bunun hesabını sormak sadece kişinin kendi yüreğinin hakkıdır. Ama bir koşulla; kişi koyduğu hedefle başka insanların da hayatlarına değecek bir sonuca neden olmamışsa. Burada ''misyon'' kavramı girer devreye. İnsan olmanın olmazsa olmaz değerleri dışında, başka hayatlar adına emek üretmeye soyunmak diyebilir miyiz buna? İşte tam burada, yoldan dönmek yok! Bir şekilde sahip çıktığımız sorumlulukları, sanki en başında söz veren biz değilmişiz gibi, sanki doğal vazgeçme hakkımızı kullanıyormuşuz gibi davranamayız. Kendi felaketimize ve kendimize yarattığımız çukurlara başka hayatları dahil edemeyiz. Kendimizi sorgulama sürecinde en başında belirlediğimiz ilkelerin ışığında en çok ta kendi elimizde hırpalanırken, en büyük onurumuz hala ''doğru'' olmaya gönül koymuş olduğumuzun bilinci ile yüzleşmek olsa gerek. İşte tam burada bundan sonrası için ''Nasıl Yapmalı? '' diye bir soruyla baş başa kalıyoruz. Yaşamak zorunda bırakıldığımız sistemin doğruları dileyen bireye ve insanın ''kutsal'' yaşama hakkına yer vermeyen bir kurgusu var. Farkında olalım veya olmayalım binlerce kıymıkla savaşıyor ruhumuz. Her kimliğin zora direnmek ve dayanmak adına ürettiği bir kalkan gelişiyor zamanla. Her birimiz yüreğindeki patlamaları ifade edebileceği bir başka yöntem edinmeye çalışıyor. Kimimiz edebiyat, kimimiz resim, kimimiz müzik veya diğer bir edimle yaralarını sağaltma çabasında. Bazen eylemin bizzat içerisinde yer almaya çalışarak bazen de üretilenleri izleyip paylaşarak... Elbette ki bize benzediğini düşünüp, anladığımızı varsayarak paylaştıklarımızı kendi heybemizdekilerle kaynaştıracağız. Bazen kendi aklımızla çıkar yol bulamadığımız sorularımıza, bize benzeyen ilkelerinden tanıdığımız bir başka birey, ürettikleri ile cevap verecek. Kimi zaman, bir başka ''doğrucunun'' bize ulaştırdıklarından yola çıkarak, kimi sorularımıza yanıt bulamayışımızın nedenini doğru soruyu soramayışımızdan kaynaklandığını fark edeceğiz. Sözün kısası, kendi deneyimlerinden, mutluluklarından ve yaralarından yola çıkarak, ruhunun kapılarını bize açma cesareti gösterebilmiş bir güzel insan, bizim hayatta ki sağlamamızı yaparak daha umut var olmamıza neden olacaktır. ''Nasıl Yapmalı?'' İçimize sığmayan öfkemizi nerede, kime ve nasıl yansıttığımızla başlıyor yanıtlar... Bir de dehşetli bir soru geldi aklıma; bu sorulara ürettiğimiz yanıtta yanılıyorsak en çok kime yazık olacaktır? Haksız öfkemize maruz -her neyse- kalana mı? Yoksa, dışarıda ki zorluklarla başa çıkabilmemiz için mutlaka korumamız gereken öfkemizi yanlış alanlara yöneltip heba ettiğimiz için, bize mi? Düzeltilmesi ve insana yakışır hale sokulması gereken onlarca konu duruyor karşımızda. Hem de birebir bizim yaşama hakkımızla ilgili... Ama biz başka yerlerde zaman harcayarak ve suya sabuna dokunmadan, birileri bizim yerimize doğru soruları sorsun birde yanıtlarını da bulsun istiyoruz. Oysa devşirme cevaplar hiçbirimizin üzerine olmayacaktır. Hele bir de kendi eksiklerini tespit edebilme istencine bile sahip olamayanlarımızın diğerlerinde aradığı tamamlanmışlık iyice zorlaştırıyor işimizi. Herkesin kendine soracağı soruları var. En sonunda hep birlikte ''Nasıl yapmalı?'' diyebileceğiz. Ama anlaşabilmemiz için önce kendimizi anlamak zorundayız. Kendi tarafını neden tuttuğunun cevabını yaşadıkları ile veremeyenlerin, başka insanların ne yanında ne de karşısında olabileceğine inanmak çok zor. Doğru soruları birlikte sorabildiğimiz günlerin düşüyle, sevgiler.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Murat Mulli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |