Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil |
|
||||||||||
|
ruhum İstanbula emanet Bölüm 1 ( gölgeler prensi ) "elimde fener , oturduğum yerden, barın iç kısımlarına tutuyorum fenerin ışığını ve objelerin gölgelerine yarı tanrısal güçle, tam canlısal hareket veriyorum.. ve birden aklıma , aklımın yokuşları geliyor, ışık, gölge, dam, çocuk, zeka, anne, acı, " o yaşlarda bile öğrenmekten nefret ettiğim için ilkokulun sadece eğitsel yönüyle yani eğlencesiyle-sosyalitesiyle ilgilenmemin yanısıra , okulların isimleri bile midemi bulandırıyordu, "ilk-okul" ( akıllıca ) "orta-okul" ( yapacak birşey yok) gerçi "lise" kelimesi bunların yanında anlamsız olmasına rağmen dahiyceydi... yani o taş duvarın içindeki herşey benim ilginç ama net dünyamın hoşgörüsünün dışındaydı ve yetersiz görünüyordu bu kaba bilgi... bana yeten evin duvarlarına karakalemle çizdiğim çiftleşen koyun kuzu , kızılderefi, kovboy ya da çırılçıplak insanlardı, "nü" den değil doğallıktan hoşlandığım için çıplaklığa düşkünlüğüm vardı ve herkes çırılçıplak gezsin istiyordum açıkçası , belki libidom yüksekti bilemiyorum ( ama hala herkes çırılçıplak gezsin istiyorum ) ilk başlarda bunlar annem tarafından silindi birçok kez ve ben yine devam ettim, bunlar için ceza almamıştım ama bir muhafazakar hiddet söz konusuydu, daha sonraları evimize gelen şehirli züppe misaferler bunlara hem katıla katıla güldüler hem de özgür dehamı takdir ettiler ve devrimci mücadele burjuvanın katkılarıyla da buruk olarak kazanıldı, annemde : -eh işte bunları da bizim diğer oğlan çiziyor, diye gülümseyiveriyordu dudağını büzerek.( bu arada güneyin (ikizim) misafirlerle canhıraş tanıştırıldığını benimse denk gelinirse gösterildiğimi de anlamışsınızdır, gerçi onların dediği gibi ya zorlukla inebileceğim bir ağaç tepesinde ya da dağda bayırda kertenkele , kaplumbağa kovalıyordum ama evde olduğumda da görünmüyorsam aranmıyordum ... kimin umrunda...sonuçta -kuzey biliyor musun bugün dayımın o çok bahsettiği , okul birincisi yeşimle tanıştım -sen de okul birincisisin iyi anlaşmışsınızdır, bende çekirgelerin nasıl sikiştiklerini öğrendim bak dişisi erkeğinden büyük oluyor ne komik dimi ve erkek üzerindeyken alttaki dişi zevkten olsa gerek hala zıplamaya devam ediyor ve ... -öff kuzey hep aynısın , ayrıca maymun ve insandan başka dünyada bu işi zevk için yapan canlı yok kaç kere izledik belgeselde hatırlasana, ama sen konuşulanları dinlemiyorsun ki hep görüntüler değil mi ? nasıl üzerine çıkıyor alttaki nasıl bağırıyor falan... -tam üstüne bastın...ve bu zevk almadıkları anlamına gelmiyor çekirgelerin gerçi sen çekirge olsan almazdın eminim, hatta bu insan halinle bile alacağını sanmıyorum, söylesene yeşime dokundun mu hiç -aman bana ne bee !!!! "yani tarzan ruhlu bir benliğe; doğranmış selülozun yaşayanından daha değerli olduğunu anlatmak çok zordu, çünkü kitabın-kalemin hala fotosentez yaptığını ispatlamaları gerekiyordu" , ispatlayamadıkları için ödevler yaptırım olmaktan çıkıp sedece eğitmenlerimizin bir ricası haline geldi ve ricalar yerine getirilmeyebilirdi ... okul okul kodese sokul ! bu 1. sınıfın harika 2 haftasından sonra annem biraz da ikizimin de hatrı sayılır katkılarıyla bana ceza vermeye karar verdi , beni ( kertenkele kralı Muhteşem Süleymancığı ) eskiden eşşek bağlanılan ve hiç ışık almayan dama kilitlemeye başladı her hatamda ... niye hep aynı ceza ? çünkü korktuğumu biliyordu , gözlerim karanlığa alışana kadar kapının dibinde bekliyordum ha canavar çıktı, ha çıkacak, karanlığa alıştıktan sonra da en fazla birkaç adım atabiliyordum çünkü ileri derecede miyoptum gözlük kullanmaya da inad ettiğim için ( çünkü doğal değildi bir adam az görüyorsa az görüyordur ) objeleri seçemiyordum bu defa da... ama annemin bilmediği birşey vardı 4. veya 5. kapatılışımdan sonra dama bir el feneri saklamıştım... artık korkunun yerini ilerde beni gölgeler prensi yapacak yetenek adımları almıştı. böylece gölgeler "master"ımı çok küçükken tamamlamış oldum, karagöz ustaları elime su dökemezdi, karanlığa alıştıkça karanlığın oyunları da bana alışmıştı., damda odun , oturak, kova gibi nesnelerin dışında, çoğu nesne sabitti onların gölgelerinin yerlerini değiştirerek toprak yüzeyin farklı kulvarlarına perdeler atıyordum. oyuklara denk düşecek şekilde açılar buluyordum maddelere, bazen onları bir yuvaya sokuyor bazen de zindanlarından azad ediyordum...ve bu damın dışına taştı , artık yatma zamanları gece lambasının ışığında ormanların vahşi hayvanlarına ellerimle ıslık çaldırdığım zamanlardı çünkü öyle kedi köpek falan değil , ben aslanın karacayı parçalayışını ya da bufalonun timsaha kafa tutuşunu yaşatıyordum, hatta ren geyiği sürüsünün büyük nehir üzerinden geçtiği sahneyi hepiniz bilirsiniz dünyanın en ünlü belgesel fragmanlarındandır işte ben o sahneyi ... neyse abartmıyim "çok canlandırmak istiyordum ama ne yazık ki güneyi ikna etmem yetmiyordu, çünkü onun figürleri hep köpeğe benziyordu ... anne ! aslında zekamın pratik yönde gelişmesine katkılarından ötürü sana teşekkür etmeliyim ama yine bir ahmaklık içindeyim özür ... okullar ortası ? orta-okul annemin dama kapatma cezaları benim derslerimde harika sonuçlar almamı sağladı, hatta "güney" dangalağından bile zaman zaman iyiydim.. ama sanırım , matematiğin yeterince matematik ve gauss'un yeterince çocuk olmadığını arkadaşlarımın kafasına kakmamı engellememişti hatta ilk denklemler "quiz" inde zar zor kopyayla 6 almam bardağı taşıran yeni bir damla oldu, denklemler de yeterince denklem değildi ama... - "bunu nasıl yaparsıııııııııııııııııııııııııııııııııınnnnnnnn" !!!!!!!! bu iki cümleyi hayatımda iki kez, iki kadından duydum ve duyduğum kadar ; başından sonuna ünlemin ünlemliğini ve şiddetini , benliğimin tecavüze uğrayışını hissettim ...bunu nasıl yaparım ? bilmiyorum hata yapmak istedi herhalde canım. yaramaz olmama rağmen çok duygusalda olmam ; hem beni ilerki yıllarda sanata itti hem de o gün kaosa.. ilk dayağımı yememin hiç bir önemi yoktu ama annem bana gerçek anlamda küsmüştü , sitem falan değildi bu , güney ve ben onun dünyadaki varoluşunun aynalarıydık ve aynalardan biri sürekli ihanet ediyordu ... -ayna ayna söyle bana, en güzel en bilge kim bu dünyada -sizsiniz kraliçem -peki sen söyle ayna , en güzel en bilge kim bu dünyada -sanırım masai maradaki çıta yavruları anne ... -neee ! atın bu serseriyi dama annemle hiç barışmadı içimdeki çocuk bana hiçkimse küsmemişti bu güne kadar vahşiler birbirini yer ama asla küsmezler , hiç , hiç, hiç "elimde fener , yıl 2005 ( artık karanlık biriydim ) oturduğum yerden barın iç kısımlarına tutuyorum fenerin ışığını ve objelerin gölgelerine yarı tanrısal güçle, tam canlısal hareket veriyorum.. ve birden aklıma çocukluğumun yokuşları geliyor, ışık , anne , bunu nasıl yaparım, sen, ihanet, ben ihanet , acı ... çember, mezar , güney ...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kuzey darıcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |