Bilim şaşkınlıkla başlar. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Sessiz bir Pazartesi akşamı kentin bembeyaz bir örtüye bürünmüş sokaklarında, neredeyse koşar adımlarla ilerleyen Alp Kahraman’ı görenler onun acele bir işi olduğunu düşüneceklerdir. Onun kendinden emin görünen yüzüne bakanlar, yağan kara rağmen eğer bir şeyler görmeyi başarabilirlerse; bu, buzlu kaldırımda hızla yürümenin verdiği endişe değil, yarım saat sonrasını hayal etmenin neden olduğu umut olacaktı. Alp dışarı hazırlıklı çıkmıştı. Yanına eldiven bile almıştı. Ancak elinin soğuktan donmasını göze alarak, sol elini cebine sokmadı. Ne de olsa kar, iki gün önce yağan ve henüz tam anlamıyla erimemiş olan buzun üzerine yağıyordu. Bu durumda Alp daha hızlı gitmeye çabalarken kayıp vücuduna zarar verebilirdi. Her ihtimali göz önünde bulundurarak elinin birine kayma durumunda, yere düşerken çekeceği acıyı azaltıcı bir görev yüklemişti. Kar tüm şiddetiyle yağıyordu. Alp başını önüne eğmiş halde ilerlerken, gözlüğünün dışının eriyen kar taneleriyle iyice ıslandığını, içininse boğazını ve ağzını koruyacak şekilde sardığı atkıya üflediği sıcak nefesinden iyice buğulandığını fark etti. Bir şey göremiyordu. Tam bu sırada kaldırımın ortasına dikilmiş koca bir çınara hafifçe çarptı. Sağ kolu biraz acıdı. Kısıtlı zamana rağmen durup gözlüğünü temizlemesi gerektiği kanısına vardı. Sol elini cebine attı ve soğuk yüzünden emirlerine karşı gelen eline zor da olsa sözünü geçirtmeyi başardı. Kağıt mendil şimdi elindeydi. Deminki çarpışmanın etkisiyle pek bir işe yaramayan sağ eliyle gözlüğünü tutarken, sol eliyle camlarını içli dışlı sildi ve zaman kaybetmeden yeniden taktı. Son olarak gözlüğün üzerine beresini de takarak yoluna devam etti. Saat... saate bakmayı akıl edememişti. Paltosunun iç cebine koyduğu saatine bakmaya çalışmak bir on saniyeye mal olabilirdi. Vazgeçti. Aklından bu karda kışta, zincirle de olsa çalışan bir taksi aramak geçti üçüncü kez. Ancak etrafta bırakın taksiyi, hiç araç görünmüyordu. Şiddetli esen rüzgar, kar tanelerini yüzüne savurdukça, kar yağarken aslında havanın çok soğıuk olmayacağına dair bilimsel gerçekleri aklından geçiriyordu. ‘Herhalde rüzgar yüzünden bu kadar soğuk hissediyorum’ diye düşündü. Soğuğun etkisiyle hayal etmeye başladığı söylenen insanları düşünerek, tüm yaşadıklarının hayal olma tehlikesini bertaraf etmek istercesine sağ elini yumruk haline getirdi. Avucunun içinde sakladığı küçük kağıt parçasını hissetmek istiyordu. Kağıt bir davetle ilgiliydi. Kağıtta aslında davetle ilgili yalnızca bir kısaltma ve bir yer adı verilmişti: Y.Y.S.F.- Mavi Kuğu Sokak. Bir kaç dakika öncesinde bu kağıt parçasını kentin merkezinde, Karahan’da bir ipucu bulabilmek amacıyla dolaşırken bulan Alp Kahraman, hemen kağıtta belirtilen kısaltmanın ‘Yüzyılın Son Fırsatı’ olduğunu anlamıştı. Aslında Alp’in gecenin ikisinde Karahan’da bulunmasının nedeni, bir ay kadar önce şehrin uzak bir ucunda yer alan evinin önündeki sokak lambasının direğine asılmış kağıt parçasını bulmasıydı. Bir sürü ilanın arasında hiçbir dikkat çekiciliği olmadan duran kağıt, evine doğru yürümekte olan Alp’in ilgisini çekmişti. Üzerine, sağına soluna asılmış ilanları koparıp kağıda daha yakından baktı. Üzerindeki yazılar, diğer asılı ilanların aksine insanların kolayca okuyacağı, dikkatlerini çekeceği büyüklükte değil, ancak özelikle okumak isteyenlerin okuyabileceği kadar küçüktü. Kağıtta şunlar yazıyordu: **
Yüzyılın Son Fırsatı Çok mu yoruldunuz? Çok mu üşüdünüz? Çok mu sıkıldınız? Daha farklı bir dünya mı hayal ediyorsunuz? Size güzel bir haberimiz var: Artık çalışmanıza gerek yok. 25 Aralık’ta Karahan’da buluşuyoruz. 02:30’da kalkacak servisimizde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız. Bilinmeyen diyarlara doğru ilerlemek için Görüşmek Üzere Not 1: Kısıtlı imkanlar nedeniyle sınırlı sayıda yolcu alınacaktır. Servisimiz elli kişiliktir. Not 2: Servisin kalkacağı yer, 24 Aralık gecesi Karahan’da duyurulacaktır. Gerekli ipucunu aramak için 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece Karahan’da bulunmanın sizin için zor olmayacağına eminiz. Not 3: Bu organizasyon ............... ** Kağıdın kalanı yırtılmıştı. Kağıdı okuduğu sıralarda, bunun neyle ilgili olduğunu anlayamayan Alp Kahraman, kağıdı evinde masasının bir köşesine bıraktı. Aradan geçen günlerde, her sabah kalktığında zaman zaman bu daveti görüyor, içten içe merak ediyor, merakının saçmalığının farkına varsa da, kağıdın eksik kalan kısmını görebilmeyi dilemekten kendini alamıyordu. Ancak apartmanın önündeki, yakınındaki, hatta tüm çevredeki direkleri arasa da, bu davetten bir tane daha bulamadı. Elindekiyle yetinmek zorundaydı. Aradan bir kaç hafta geçtikten sonra zaten daveti unutmuştu bile. Kağıt çoktan hiç temizlemediği, temizletmediği kanepesinin altına girmişti. Daveti tekrar hatırlaması bir hafta öncesine dayanıyordu. Alp Kahraman işinden ayrılmıştı. Her şey çok çabuk oldu. Artık orada çalışmayı istemediğini farketti, patronuyla konuştu ve ayrıldı. Yeni bir iş araması gerekiyordu. Fakat henüz buna yeterince istekli değildi. Kendince yeni yılı uygun zaman olarak belirledi ve çılgınlıklarla doldurmak istediği iki haftalık süreyi başlattı. İş aramasına gerek olmayan bir işsiz! Daha güzel ne olabilirdi ki. Ona uzaktan bakanların sıkı çalıştığını sandığı, yakın olanların ise çok tembel olduğunu kolaylıkla farkedebildiği Alp, yeni yıl öncesi bu iki haftalık aralığın başında kendini özüne dönmüş hissetti. Saatsiz yaşamanın keyfini, uyandığı saatte kalkıp saatlerce süren uzun kahvaltı seanslarında hissediyordu. Hatta öyle denilebilirdi ki, 24 Aralık gecesine kadar Alp hiç saatine bakma gereği duymamıştı. Artık saati kolunda değil pantolon ya da palto cebinde taşıyordu. Eve sarhoş geldiği, kendini çılgınca eğlendiğine inandırdığı günlerden birinin sabahında, baş ağrısıyla boğuşurken aklına haftalar öncesinde bulduğu davet gelmişti. Kağıdı bulması bir gününü almıştı. Mutfakta bulunan çöp kutusunı bile karıştırdıktan sonra, davete rastlayabilmek amacıyla odasını baştan aşağı temizlemeye karar vermiş ve daha temizliğe başladığı anda yatağının altında aradığı kağıt parçasına rastlamıştı. Davette en çok şu ilgisini çekiyordu: ‘Artık çalışmanıza gerek yok.’ Buz gibi havanın etkisiyle, düşüncelere dalıp giden Alp, birbiri ardına attığı adımlarına baktığında hızının yeterli olmadığını düşündü. Eğer davet hayal ettiği kadar popülerse, servise yetişecek elli şanslının arasında olamama tehlikesi vardı. Sağdan, beş on metre ilerden gelen bir ses: “Yardım... kaydım... lütfen... kimse yok mu?” Ses çok cılız geliyordu. Yaşlı bir kadın sesi olduğunu tahmin etti Alp. Geç kalma tehlikesine rağmen yürüdüğü sokağın karşı yakasındaki kadına doğru yaklaştı. Kadın yere kapaklanmıştı. Soğuğa, ayağındaki ince yazlık ayakkabısından, başına sardığı ince eşarba kadar her şeyiyle boşuna bir direnç gösteriyordu. Alp, içinden gelen sese uyup o an saatine baktı: 02.09. Yalnızca yirmi bir dakikası kalmıştı. Kendinden utanarak arkasına baktı. Yüz metre kadar arkada bir adam gözüne çarptı. Buraya doğru ilerliyordu. ‘O adam kadına yardım edebilir, benim işim çok acele’ diye düşündü ve hızla, kaybettiği saniyeleri geri kazanmak istercesine hırsla yoluna devam etti. Aklına o adamın da bu davetten haberdar olabileceği geldi. Bu durumda rakip sayılırlardı. Adamın kendi önüne geçmesine izin vermemeliydi. Yine bu durumda adamın yere kapaklanmış yaşlı kadına yardım etmeme olasılığı da vardı. İçinden ‘Allah kahretsin’ dedi, ‘umarım yardım eder.’ Birkaç adım sonra köşeyi döndü, artık arkasına baktığında ne gizemli adamı ne de yaşlı kadını görebiliyordu. ** Alp Kahraman, Karahan’da 24 Aralık gecesi saat on birde dolanmaya başlamıştı. Karahan’ın en kalabalık sokaklarında haftalar öncesi bulduğu davet ilanıyla ilgili bir ipucu arıyordu. Aslında ne aradığıyla ilgili en ufak bir fikri yoktu, ama o yine de tüm dikkatiyle çevresine bakınmaya devam etti. Daha önce bir sokak lambası direğinde bulduğu kağıdın etkisiyle, cadde aydınlatmalarının direklerine özel önem verdi. Zaman zaman buzları temizlenmiş kaldırımların üzerine bile eğilip bakma gereği duyuyordu, buralara bile reklam yapıştıranlar vardı. Ancak Karahan Caddesi’ne komşu büyük bir park olan Beyaz Gelincik Parkı’na geldiğinde atlamasının mümkün olmadığı ipuçlarına rastlamıştı. Etraf, rastgele çevreye savrulmuş onlarca kağıtla doluydu. Kağıtların üzerinde fazla bir şey yazmıyordu. Bir kaçını eline aldığı sırada saat gece yarısını çoktan geçmişti, iki sularıydı. ** Alp, çok büyük bir caddeye ulaştı. Caddenin kenarlarına ve ortasına yapılan yükseklikler nedeniyle, üst geçiti kullanması gerekiyordu. Yayalar için yapılmış üst geçit tüp şeklinde kapalı olarak tasarlanmıştı. Alp, geçitin içinin daha sıcak olduğunu düşünerek hızla kendisini yukarı çıkaracak merdivenlere doğru yöneldi. Merdivenler buzla kaplanmıştı. Sağ elini cebinden çıkarıp, korkuluklara tutunarak yukarı çıktı. Geçit ışıklandırıldığı için, önünü rahat görebiliyordu. İlerde mendil satan bir çocuk vardı. İlkokul çağlarındaki çocuk, mendil yığınlarının arasında dizlerinin üstünde oturmuş, iki büklüm halde önüne çektiği ders kitabının ve defterinin üzerinde ödevini yapıyordu. Alp bir an cebinden biraz para çıkarıp çocuğa vermeyi düşündü. Ama sonra yavaşlamaya yüz tutmuş adımlarını hızlandırarak kafasını başka tarafa çevirmeyi tercih etti. Şu an acelesi vardı. Kendini yine kötü hissetmişti. ‘Çocuk orada ödev falan yapmıyordu, bunlar her zaman gördüğüm duygu sömürüsü örnekleri’ diye düşündü. Hem belki dikkat etse çocuğun kitabı ters tuttuğunu bile farkedebilirdi. O çocuğun yarın okula falan gitmeyeceğini düşünüyordu. Her şey bir düzmeceden ibaretti. Belli ki çocuğun ailesi de orada bir yerlerde bekliyordu ve birazdan onu almaya gelecekti. Muhtemelen yarın akşama doğru da yine buraya gelip dilenecekler, mendil satacaklardı. ‘Bunlar böyle alışmış, ne yapalım’ dedi kendi kendine. Bugün çılgınlık yapmayı düşündüğü bir gündü Alp’in. Ancak şu ana kadar saatin ikisinde Karahan’ın sokaklarında şiddetle yağan karda gezinmek dışında yaptığı bir çılgınlık yoktu. Çocukla yaşlı kadına küçük de olsa yardım etmiş olmayı diledi. Gece yarısı davetinin fiyaskoyla sonuçlanması durumunda, elinde hiç değilse hayatında daha önce yapmadığı türden bir iyilikle günü kapatmış olacaktı. Kim gece saat ikide mendilci çocuğa para vermiş ki? Her neyse, yola devam. Zaman epeyce ilerlemiş olmalıydı, saatine baktı: İkiyi çeyrek geçiyordu. Yolu yarılayıp yarılamadığını düşündü, ancak emin olamadı. Sonraki dakikalarda yürüdü... hiçbir şey düşünmeden yalnızca yürüdü. Bir kez düştü, ama yere yüzükoyun kapaklanmasına rağmen destek aldığı sol eli ve karın henüz yumuşak olması sayesinde yaralanmadı. Artık bir an önce, servisin kalkacağı Mavi Kuğu Sokağı’na varmaktan başka bir şey istemiyordu. İki üç saattir oradan oraya dolanıp duruyordu ve soğuktan donmak üzere olduğunu hissediyordu. Servisi, onu nelerin beklediğini merak ediyor, gözünün önüne getirmeye çalışıyordu. Ancak aklına gelen tek şey sıcak bir ortam ve çay oldu. Yine bir köşebaşı, yeni bir sokağa atılan ilk adımlar. Az ötede bir anneyle birlikte bir çocuk gördü. Kadının bir elinde büyükçe bir çanta vardı. Öbür eliyleyse çocuğunu –Alp sapsarı uzun saçlarından kız olduğunu tahmin etti- sımsıkı tutmuş, adeta sürükleyerek götürüyordu. Alp birkaç saniye içerisinde anne-kızı yakaladı. Yanlarından hızla geçip gitmeyi planlarken kadının “Dayan meleğim, az kaldı” dediğini duydu. Kadının ağırlıktan iyice çökmüş sol omzu geldi gözünün önüne. Çantası epey ağır olmalıydı. Saatine baktı, yirmi geçiyordu. Kalan yolu düşündüğünde, bu hızda beş dakika sonra Mavi Kuğu’ya ulaşacağını tahmin etti. Fazla gecikmeyeceğini umarak, genç olduğunu sandığı anneye doğru yaklaşmaya başlayan ayaklarına itaat etti. “Ben taşıyayım mı çantanızı?” Kadın korkuyla Alp’in yüzüne bakıyordu. Alp onun ‘hayır’ diyeceğini düşündü. Fakat anne hiçbir şey demeden çantayı Alp’e uzattı. Birlikte yürümeye başladılar. Ortada rahatsız edici olmaya başlayan bir sessizlik vardı. Sanki iki taraf da konuşmayı birbirinin başlatmasını ister gibi bekliyordu. Alp’in çantayı yüklenmesiyle, anne-kızın hızınde gözle görülür bir artış oldu. Alp buna rağmen bir an önce onlardan kurtulmayı umuyordu. Aynı sokak üzerinde yollarına devam ettiler. İki kez, yürüdükleri sokağı kesen sokaklarla karşılaştılar ve Alp umutla her seferinde onların yan sokaklara sapmasını istedi ancak bu isteği gerçekleşmedi. Alp, annenin nereye gitmekte olduğunu merak etse de, bunca zamandır hiç konuşmadıkları için konuşmayı başlatamıyordu. Çantayla zor da olsa saatine baktı, yirmi altı geçiyordu. Mavi Kuğu’ya çok az kalmıştı. Sokağın sonunda yol ikiye ayrılıyordu. Alp’in Mavi Kuğu’ya ulaşmak için buradan sola dönüp, ilk sağa sapması gerekecekti. Köşe başına geldiğinde sola dönmesi gerektiğini söyledi. Anne kafasını öne doğru hafifçe eğdi. Yürümeye devam ettiler. Alp bu sefer onlara sormadan karşıya geçti. Anne-kız da peşinden onu takip ettiler. Mavi Kuğu’ya sapmak üzerereydiler. Sokağın başına geldiklerinde Alp elli metre kadar ilerde bir otobüs ve ön kapısının ağzında binmeye çalışan insanlar gördü. Bahsettikleri servis aracı bu olmalıydı. “Benim şu otobüse binmem gerekiyor dedi” anneye. Ancak çantayı gösterip, ‘şunu size bırakayım’ diyemeden kadın niyetini söyledi. “Ben zaten o otobüse doğru gidiyordum.” “Öyle mi, çabuk olalım o zaman.” Üçlü servisin kalkacağı yere doğru koştular. Araç çalışır durumdaydı. Alp, sürücünün sık sık gaza basıp motorun hararetini artırışından, aracın kalkmak üzere olduğunu anladı. Servise yaklaştıkça, köşe başındayken servise binmekte olduğunu gördüğü birkaç kişinin çoktan içeri girdiğini fark etti. En son binen yolcunun yüzünü seçebilmişti: Yere düşmüş halde gördüğü yaşlı kadın. Buraya nasıl kendisinden önce gelmişti. İnanamıyordu. Üçü, kendilerinin koşma yönlerinde park etmiş otobüsün arkasına ulaşmıştı ki, aracın ön kapısı kapandı ve tekerleri dönmeye başladı. Alp elindeki çantayı yere bırakıp öne fırladı. Ön kapıya yetişmişti bile. Sürücüyle göz göze gelmeye çalışarak, dışı karla içi buğuyla kaplı kapıdan içeri doğru baktı; ancak hiçbir şey göremedi. Araç gitgide hızlanıyordu. Alp kapıyı yumruklamaya başladı. Onu görmemiş olabilirlerdi, bu şekilde sesini duyurmaya çalışıyordu. Ama bunun da bir etkisi olmadı. Otobüsle yarışmaya çalışırken ayağının kaydığını hissetti. Bugün ikinci kez şiddetle yere düştü. Gözü yaşarmıştı, ağlamayı istiyordu. Gözünden zor da olsa gelen bir kaç damla sıcak yaş yanağına ulaşmadan donmuştu bile. Kafasını zorlukla da olsa kaldırdığında, ilerlemekte olan otobüsün arkasından bakakaldı. Aracın arka camında tanıdık bir yüze rastlamıştı. Mendilci çocukla göz göze geldi. Çocuk bir taraftan eliyle camın buğusunu temizliyor, bir taraftan da gözleriyle Alp’i süzüyordu. Alp çocuğun onu hatırladığına emindi. Alp Kahraman yavaş yavaş ayağa kalktı. Gün sona ermişti. Artık bir hafta daha aylak aylak dolaşmasına ihtiyacı kalmadığını düşündü. Yeterince hareket yaşamıştı. Yeniden iş başı yapmayı düşünüyordu. Bu arada sıkıcı olduğunu düşündüğü evini de çok özlediğini farketti, ağzına yüzüne bulaşmış kar taneciklerini temizlemeye çalışırken. Arkasını döndüğünde anne ve kızın birbirlerine sarılmış ağlamakta olduklarını gördü. Çantalarını bıraktığı yerden alıp onların yanına gitti ve yerde en az on santimetre yükselti oluşturmuş yumuşacık karın üzerine oturup onları izledi. Kadın ağlamaklı haldeydi, “kaçırdık” dedi. “Ne yapalım, kısmetimiz bu kadarmış.” Kızının yüzüne düşen taneleri temizledi ve devam etti: “Bizimkisi bir hayaldi, acaba gerçek olur mu dedik, demek gerçekmiş. Canımız çıktı kızla, şu çantayla yürüyeceğiz diye. Ne bileyim böyle yağacağını keşke almasaydık çantayı. Sen de sağ olasın, taşıdın çantamızı, getirdin bizi buraya kadar.” Alp kadını dikkatle dinliyordu, ancak söylediklerine, abartılı üzüntüsüne bir anlam veremedi. Bu sırada ağıt sürüyordu. “Şu çocuğun yüzüne bir bak, bu ister miydi şöyle bir hayatı olsun? Hayat mı bizimkisi? Neredeyse üç yıl oluyor sokaktayız. Bir oraya sığınırız, bir buraya. Melek’in karnı nerede doyarsa evimiz orası. Bir umut, küçük bir umut çıktı karşımıza o kadar. Keşke hiç görmeseydim o kağıdı da dönseydim memlekete.” Alp’in yüzüne daha bir dikkatli baktığını görünce anne, çantayı eline aldı, öndeki fermuarlardan birini açtı. Donmuş, kaskatı kesilmiş elleriyle fermuarı açmaya çalışırken, “Allah kahretsin, niye umutlandım ki bi kadar. Ben bunu hakettim zaten,” diye söyleniyordu. Alp’e “çakmağın var mı kardeş” dedi. Alp çakmağı uzattı. Hiddetle, çıkardığı kağıdı ateşe verdi anne. “İki aydır senin yüzünden sokaklardayız, Allah kahretsin seni.” Annenin davet kağıdına olan hiddeti sürüyordu. Yanan kağıda eline geleni fırlatmaya başladı. Ancak eline kardan başka bir şey gelmediği için bu sefer de kağıt söndü. Alp, yarısından çoğu küle dönmüş kağıdı eline aldı. Şimdi onun aklında da iki ay öncesi vardı. Yanmamış kısmı okumaya başladı. ** Not 2: Servisin kalkacağı yer, 24 Aralık gecesi Karahan’da duyurulacaktır. Gerekli ipucunu aramak için 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece Karahan’da bulunmanın sizin için zor olmayacağına eminiz. Not 3: Bu organizasyon Evsizleri Hayata Bağlama Derneği tarafından gerçekleştirilmektedir. Muhtaç durumdaki insanların haklarının suistimal edilmemesi önemlidir. Evi ya da bir geliri olduğu tespit edilecek insanlar organizasyondan dışlanacaktır. Yardım Etmek İsteyenler İçin Hesap Numaraları: ** “Allah kahretsin,” bu isyan Alp’indi. Anne onu teselli etmeye çalıştı. “Üzülme kardeş ne yapalım, bugün bu olmaz da yarın daha güzeli olur. Sen çok iyi bir insansın, bizim yüzümüzden yetişemedin otobüse, inşallah daha iyisi çıkar karşına.” Alp acı acı güldü. Kimin, kimin kısmetine engel olduğunu düşünüyordu, gözünün önüne otobüsün arkasına tünemiş mendilci çocuk ve yere kapaklanmış yaşlı kadın gelirken. Ayağa kalktı, bir eline, on beş dakika kadar önce taşımaktan bezdiği ağır çantayı aldı. Annenin, adının Melek olduğunu söylediği küçük kızı da kucağına aldı. Birlikte Karahan’ın merkezine kadar yürüdüler. Sabaha kadar saat başlarında işleyen metro hattını kullanacaklardı. Tıpkı birlikte kar altında hiç konuşmadan yürüdükleri gibi, yine konuşmadan Alp’in evine ulaştılar.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Güven Solak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |