..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Modernizm > Alp Çetiner




30 Temmuz 2006
Tüketim Toplumu Üzerine  
Alp Çetiner
Tüketme güdümüz perçinlendikçe, Fromm’un da saptadığı gibi “sahip olmak” ile “olmak” arasındaki ayrım azalıyor; sahip olmak, olmak haline dönüşüyor. Tüketim giderek onsuz yapamadığımız şeye, yani bir çeşit varoluş nesnesine dönüşüyor. Modaya ilişkin geçici sıradanlıklar olmazsa olmaz şeklini alıyor. Bu noktada artık “alışveriş bizim hayat tarzımız”dır.


:DBAI:
Üniversitedeyken hocamız, tüketim toplumunu kısaca “üretmekten çok tüketen toplum” olarak tanımlamıştı ki, bu tanım kabaca doğrudur. Gerçekten de tüketim toplumunda tüketim eğilimi, üretim eğiliminden yüksek olduğu için bu adı alır. Ancak şu da unutulmamalı ki, tüketim toplumunda üretim vardır, fakat bu üretim;

1)     temel olarak bir azınlığın idaresindedir,
2)     çoğunlukla doğrudan tüketime yöneliktir,
3)     kendi talebini belirleyen arz mantığına sahiptir,
4)     yine çoğunlukla artı-değer üretimine yönelik değildir veya bunu hedeflemez.

Tüketim toplumunda endüstriyel standartlaşma vardır ve bu standartlaşma ekonomik ve ticarî hayat dışında siyasal, sosyal ve kültürel hayatı da yönlendirmektedir. Burada vatandaş, müşteriye dönüşür. Televizyon-eğlence dünyasının duygusal, mizahî öğeleri tüketip yeniden ihtiyaç duyma ilkesine göre biçimlendirilir. Müzik bir “dinleyici”ye değil “tüketici”ye yöneliktir ve popüler öğelerin tamamı kullanılarak genellikle dijital ortamda hazırlanır. Kitap okumak bir amaca veya genel bir faydaya yönelik değil, “boş zaman”ı doldurmaya yöneliktir.

Tüketim toplumu ile enformasyon toplumu mefhumları da esasen iç içedir. İçinde çoğunlukla reklam-promosyon öğeleri bulunduran içeriğiyle enformasyon, bir tüketici ve potansiyel müşteri olarak toplum üyelerini, şehir insanını en az zaman kaybıyla doğru hedeflere yönlendirir. Enformasyon teknolojik gelişmişlikle doğrudan bağlılık arzettiğinden, şehir insanı için teknolojik bağımlılık anlamına da gelir.

Hizmetler sektörü

Profesyonelleşmiş hizmetler sektörü, şehir insanının hayatını ve toplumu bir teknik problemler dizisi şeklinde tanımlar, dahası buna dönüştürür.

Hukukî sorunlarımız ve adlî girişimlerimiz için bir avukata muhtacızdır. Ne kadar eğitimli, bilgili ve kültürlü, kendinizi ifade etmek konusunda ne kadar deneyimli ve yeterli olursanız olun, bir avukat tutmadan davanızı gördüremezsiniz.

Hesap-kitaptan ne kadar iyi anlasanız da işletmenizin karmaşık muhasebe işlemleri için bir muhasebeciye ihtiyacınız vardır.

Mensupları için eşelemekle bitmeyecek kadar derin bir maddî hazine olan tıp sektörüne göre hamilelik bile bir çeşit “hastalık”tır. Sıradan bir baş ağrısı dahi karmaşık kavramlarla ifade edilen, ciddi problemler ihtiva eden, fakat aslında çözümü çok basit –ve elbette hekimlerin tekelinde- olan bir “hastalık”tır. Tıp sektörü gibi parasal açıdan çok verimli bir sektör için herhangi bir sıkıntıyı “hastalık” şeklinde yaftalamak; ilaç fiyat ve miktarında, vizite ücretlerinde, sağlık harcamalarında ve tabiî hekimlerin “karşı konulmaz” otoritelerinde inanılmaz bir artışa yol açar. Son elli yılda ne gibi “hastalıklar” türediğine şöyle bir bakmak yeterlidir: kepek sorunu, saç dökülmesi, tırnak batması, nasır ve siğiller, çarpık dişler, kıl dönmesi, akneler , küçük estetik bozukluklar gibi hayatımızın içindeki, pek çoğunu kendi kendimize de çözebileceğimiz küçük sıkıntılarımız bize “aslında büyük sorunlar” olarak yansıtılır ve bunlar için bile derin bir üzüntü ve kaygı duymamıza yol açılır. Bunlar ve bu gibi “hastalıklar” tıp sektörü için insan hayatına ilişkin teknik aksaklıklardır ve çözümü “cüzî bir ücret” karşılığında mümkündür (kendi cebimizden para çıkmayabilir, ancak özel ve sosyal sigortaların karşıladığı maliyetler toplamı çok yükselir). Bu durum, aslında “mükemmel insan” yaratma çabası olarak görülebilir. Ama bu zihniyetle bakarsanız yeryüzünde birtek sağlıklı insan göremezsiniz. Yine bu zihniyete göre her birey aslında eksik ve kusurludur, onda düzeltilecek, ilaç veya tıbbî araç kullanımını gerektirecek birşeyler mutlaka vardır.

Benzer uygulama son yıllarda kozmetik alanında başgösterdi. Artık metroseksüel olmak “in”. Çünkü kadın pazarının neredeyse sonuna gelmiş olan kozmetikçiler erkek pazarına açılmak istiyor. Bu yeni pazarın verimli olabileceğini gören estetik cerrahlar, diyetisyenler ve güzellik merkezleri gibi ağırlıklı olarak kadın pazarına yönelik çalışan meslek grupları da buraya yöneldi. İşte “kendi arzını yaratmak” böyle birşey.. Şimdi kadınlar kaşı alınmış, kolları ağdalanmış, manikür-pedikürlü, röfleli, dudakları parlatılmış ve solaryumdan yeni çıkmış erkekleri tercih ediyor. Erkekler de bütçelerinin önemli sayılabilecek bir kısmını buraya yatırmaktan çekinmiyorlar, çünkü yeni trend bu.. Bu durum haliyle bir statü simgesi aynı zamanda...

Çünkü profesyoneller öyle istiyor.

Aslında bu zihniyet, endüstriyel standartlaşmanın bir ürünüdür ve tüketim toplumu içindeki bütün sosyal kurum ve sektörlere teşmil edilebilir. Endüstriyel standartlaşmanın alâmeti fârikası tektipleşmedir ve bunu hizmetler sektöründe de görebiliyoruz.

Üreten Azınlık

Tüketim toplumunda, o sözünü ettiğimiz profesyonel “üreten azınlık” belli niteliklere sahiptir: bir kimseyi müşteri olarak belirler, müşterisinin ihtiyacının ne olduğuna karar verir ve eline derdine deva olduğunu ileri sürdüğü bir reçeteyi tutuşturma otoritesini elinde bulundurur. Bu profesyonel otoritenin içinde şu üç rol mevcuttur: herkesten akıllı olduğu için tavsiyede bulunma, eğitme ve yönetme rolü; profesyonellere, müşterisinin çıkarları için gerektiğinde varlığını bile tehlikeye sokacak girişimlerde bulunabilme hakkını tanıyan karizmatik otorite rolü.*

Moda, Trendler ve İhtiyaçlar

Tüketim toplumunda bireyleri tüketime sevk edip nihayet tüketici yapanların başlıca yöntemi, onları muayyen birtakım şeylere ihtiyaçları olduğu konusunda iknâ etmek, yani “ihtiyaç yaratmak”tır. Bunu insanlara zerketmenin öncelikli yolu da enformasyon sistemini kullanmaktır. Bu enformasyon yağmuruna tutulan birey önce maddî açıdan kendisine bağımlı insanların (bakmakla yükümlü olduğu kimseler) ve giderek kendisinin sanal ihtiyaçlarını gidermek zorunda hisseder.

Bir ömür kullanma ihtiyacımız olmadığı halde birden kendimizi cep telefonu kullanmak zorunda hissederiz. Bir zaman gelir, telefonumuzda bluetooth bulunması gerektiğine karar veririz. Sonra da aslında kameralı bir cep telefonuna ihtiyacımız olduğunu düşünürüz.

Elimizdeki ürünün bir üst modeli çıkmışsa, “eski model”i kullanmak bize anlamsız görünür. Zira bizim sahip olduğumuz hem teknolojik açıdan “aşılmıştır”, hem de artık “demode olmuştur”. Böyle düşünmek zorunda bırakıldığımızı hissedip eski modelle idare edebiliriz, ancak bakmakla yükümlü olduğumuz insanlara –ki onlar çoğunlukla eşimiz ve çocuklarımızdan ibarettir- bunu kabl ettirmemiz oldukça güç olabilir.

Şurası açıktır ki kadınlar ve çocuklar bu enformasyon yağmurunun daha yoğun etkisi altındadırlar. Ayrıca “moda” ve “trend” mefhumları da onların hayatında daha belirgin rol oynar.

Modanın ve trendlerin yalnız tüketim alışkanlıklarımızı değil, bütün hayatımızı yönlendirdiğini görüyoruz. İki ceket bize yetmiyor, iki tane daha alıveriyoruz. Daha doğru dürüst giymeden, demode oluveriyorlar! Biz de çaresiz, yerlerine yenilerini alıyoruz... Bu kısırdöngü buna benzer pek çok konuda böyle sürüp gidiyor.

Tüketim alışkanlıklarımız böylece şekilleniyor. Ve elbette bu alışkanlıklar duygu ve düşünce dünyamız, siyasal tutum ve davranışlarımız, belli bir konu veya olay hakkındaki fikirlerimiz için de geçerli olabiliyor. Soljenitsin’in bu konudaki görüşü, moda mefhumunun geneline teşmil edilebilir sanıyorum: “Batı’da gerçi sansür yok ama, yine de moda olan fikirlerle olmayanlar arasında titiz bir ayıklama yapıyorlar. Moda olmayanlar, gerçi hiçbir yasak kararına tâbi tutulmuyorlar ama, ne gündelik ne haftalık basında kendilerini gösterebiliyorlar, ne de kitaplarda ve üniversite öğretiminde! Yasal olarak araştırmacılar özgür, fakat her yanlarından modanın kurallarıyla kuşatılmışlar ve herşeyi standart modellere uydurma ihtiyacı içindeler.”

Tüketme güdümüz perçinlendikçe, Fromm’un da saptadığı gibi “sahip olmak” ile “olmak” arasındaki ayrım azalıyor; sahip olmak, olmak haline dönüşüyor. Tüketim giderek onsuz yapamadığımız şeye, yani bir çeşit varoluş nesnesine dönüşüyor. Modaya ilişkin geçici sıradanlıklar olmazsa olmaz şeklini alıyor. Bu noktada artık “alışveriş bizim hayat tarzımız”dır.

Tüketici Koruyucular

Belli bir noktadan itibaren artık bizi koruyup yönlendirecek birilerine ihtiyacımız olduğu kesin. Burada “profesyonel tüketici koruyucular” devreye giriyor ve şaşkına dönmüş, enformasyon sarhoşu olmuş insanlara yardım ediyorlar.

Elbette bu “koruyucular”ın öncelikli amacı üretici firmaların, alıcılar aleyhine doğurduğu/doğurabileceği dengesiz durumu bertaraf etmek. Diğer bir deyişle tüketicilerin kapitalizmden zarar görmesini önlemek, onları sahiplenip doğal ve/veya yazılı kanunlardan doğan haklarını kollamak. Doğrusu bu koruyucuların bir başka çok önemli amacı da olmalı artık: tüketicilerin yoldan çıkmış çılgınlıklarını dizginlemek!

Diyelim ki paranız var. Bir oto galerisinden son model bir Mercedes aldınız. Kontağı çevirip yola çıktınız. Daha köşeyi döner dönmez, direksiyon hakimiyetini yitirip (yani tamamen kendi hatanızla) karşınızdaki duvara çarptınız. Galeriye geri dönüp “bu arabayı beğenmedim (veya bu araba bozuk çıktı)” der miydiniz?

Karadeniz ormanlarına yapacağınız on beş günlük seyahat öncesinde, treking maksatlı aldığınız ayakkabıyı on beş gün boyunca giyip, dönüşte “bu benim ayağımı vuruyor, değiştirin bunu!” diyerek ayakkabıyı mağazaya iade etmeye kalkar mıydınız?

Eşinizin veya sevgilinizin hediye olarak aldığı iç çamaşırını, üzerine vücudunuza özgü bütün renk ve kokular bulaştığı halde (üstelik hiç giymediğinizi iddia ederek) mağazaya gidip –yüzünüz kızarmadan- rengini beğenmediğiniz gerekçesiyle ürünün değiştirilmesini ister miydiniz?

Aldıktan hemen sonra üzerinizde hoş durmadığını düşünüp “nasıl olsa tatil dönüşü değiştiririm” dediğiniz halde, bütün tatil boyunca üzerinizden çıkartmadığınız bikiniyi, üstündeki deniz tuzu, havuzun kloru, güneş yağı lekeleri, vücut kimyanızdan kaynaklanan nâhoş lekeler ve deformasyon ile birlikte utanmadan geri götürüp değiştirmeye cesaret edebilir miydiniz?

Yakın zamanda kendinize aldığınız ayakkabının fişi/faturası ile arkadaşınıza aldığınız aynı model eskimiş ayakkabıyı götürüp “bunlar bana olmadı” diyerek değiştirmeye kalkar mıydınız?

Bütün bunların ardından tüketici hakem heyetine başvurup, üstelik “benimle ilgilenmediler, hakaret ettiler, beni mağazadan kovdular” türü yalanlar söyleyerek şikâyette bulunur muydunuz?

Doğrusu hepimiz, aslında ne işle uğraşırsak uğraşalım birer tüketiciyiz, kendinizi satıcıların yerine koysanız neler düşünürsünüz?

Bu uç örnekleri abartılı bulmayın, çoğu tecrübelerle sabittir. Belirtmek gerekir ki bu konudaki görüşlerimi kişisel tecrübelerime ve gözlemlerime, yani tamamen sübjektif verilere dayandırmak durumundayım.

Bir giyim firmasında mağaza müdürlüğü yaptığım dönemde en çok ilgilenmek durumunda kaldığım sorunlar müşteri şikâyetlerine ilişkindi. Tecrübelerim bana gösterdi ki, müşteriler sık sık ürün şikâyetlerinin ve mağduriyetlerinin arkasına kendi açıkgözlüklerini gizlemektedirler. Bunun ardında da çoğunlukla “nasıl olsa büyük firma, onlardan zengin değilim ya, ilgilensinler” türü bir mantık yatıyor. Tüketici hakem heyetlerine yapılan başvurular baz alındığında kusurlu tarafın çoğunlukla işletmeler olduğunu gözlemlesek de, bu durum, genel bir tüketici açıkgözlüğünden, ahlâksızlığından söz etmemize engel olmuyor. İşin rahatlatıcı yanı şu ki, yıllar içinde girdiğimiz ilişkiler bana, tüketici hakem heyetlerinin bu tür konularda edindikleri tecrübelerden kaynaklanan anlayışlı tutumlarının geliştiğini gösterdi.

Tüketici koruma dernekleri ise, -adlarından anlaşıldığı üzere ve dünyanın muhtemelen her yerinde- daha taraflı davranıyor. Bu dernekler (şaşkın) tüketiciyi koruyup yönlendirmekte, bir yandan da tüketici arsızlığını kamçılayıp bu arsızlığa hizmet etmekte.

Sonuç olarak görüyoruz ki, yasal yollarla üretici azınlığı dizginlemek gerektiği gibi açgözlü tüketiciyi de dizginlemek gerekiyor.

------------
* : I. Illich (ve diğerleri), Profesyoneller İktidarı, çev.: Cevdet Cerit, Pınar Y., tarih y., İst., s. 18.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın modernizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Porselen Bebek

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şu Dil Sorunu Dediğimiz...
Binbir Gece Masalları Kime Ait?..
Kitap ve Kelimeler
Sanatın İfade Gücü
Sanat Eseri, İzleyici ve "Gerçek"

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Duvar [Şiir]
Muhteşem Doğu [Şiir]
Ebedî An* [Şiir]
Tuhaf Gerçek [Öykü]
Hayat İnsana Neler Gösteriyor! [Öykü]
Müjdat Abi ve Bizim Mahalle [Öykü]
Hayatın Anlamı [Öykü]
Büyük Bir Yazarın Ölümü Üzerine [Öykü]
Hayat Ayrıntılarda Gizlidir [Öykü]
Doğu - Batı [Öykü]


Alp Çetiner kimdir?

Bir kişinin kalbinde yer edebilirsem, kendimi boşuna yaşamamış sayarım.

Etkilendiği Yazarlar:
Halil Cibran, Tagore, Borges, Hesse, Tanpınar, Nabokov, Lermontov, Salinger


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Alp Çetiner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.