Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Duvarda asılı olan 2007’ye ait takvim mayıs ayının ikinci haftası olduğunun haberini verirken, günlerden de yarının pazartesi olduğunu yazıyordu. Batan güneşe ve kapalı perdelere inat yanmayan ışıklar odayı karanlıkta bırakmıştı. Karanlık odanın bir köşesinde ağlayan bir çift göz vardı. O gözler bir bitmişliğe, bir gitmişliğe, bir yenilgiye ağlıyordu. Bir çift ağlayan gözün bulunduğu karanlık odanın tam ortasında açılmamış bir hediye paketi duruyordu, sabırsızlıkla açılmayı bekliyordu, bir türlü açılmıyordu. O paket açılmamıştı, atılmıştı. O paketi alan gözler, onu açmaya korkuyor, atmaya kıyamıyor, unutmak istiyor ama beceremiyordu. Şimdi o gözler tüm korkularıyla paketten uzakta ağlıyordu. O gözler bir bitmişliğe, bir gitmişliğe, bir yenilgiye ağlıyordu. Yerde atılı paket olanlardan habersiz açılmayı bekliyordu, ağlayan gözler açmak istemiyordu. O gün o oda karanlıktı, o odada atılı bir paket vardı, o paketi açmayan gözler şimdi ağlamaktaydı bir bitmişliğe, bir gitmişliğe, bir yenilgiye… Kahvaltı sofrasını hazırlayan Nazan Hanım, bir taraftan televizyonun sesini açarken diğer yandan da kızını uyandırmaya çalışıyordu. Onca ısrarına rağmen kalkmayan kızı belki televizyondaki haberi duyarsa kalkar diye umut ediyordu. Haberleri sunan güzel kadın, 2006-2007 eğitim ve öğretim yılında okula gidecek tüm öğrencilere başarı diliyordu. Aylardan eylüldü, yıllardan da 2006. Nazan Hanım kızını kaldırmak için çabalıyordu. Kızı bu sene lise sondaydı ve kalkıp okula gitmesi lazımdı. Annesin hiçbir ısrarı uyuyan kızını kaldırmaya yetmemişti. Nazan Hanım hadi kızım kalk, okula geç kalacaksın , bu gün okulun ilk günü ilk günden geç kalma, arkadaşların merak eder dedikten sonra, sen nasıl gençsin ben senin yaşındayken okul günü sabah erkenden kalkardım bir an evvel okula gitmek için. Tabi bizi bekleyen arkadaşlarımız vardı, bizim çabucak görmek istediğimiz arkadaşlarımız vardı, bizi özleyen özlediklerimiz vardı. Görmeye sabırsızlandıklarımız vardı diye eklemesi, yatağına gömülü olan Ada’yı birden yerinden fırlatmıştı. Ada hemen kalkıp okula gitmesi lazımdı. Gönlü bir an evvel okulda olması için ısrar ediyordu. Annesinin de dediği gibi Adanın da özleyen bir özlediği vardı, bir an evvel ona kavuşmak istiyordu. Ada bu özlemle annesinin tüm şaşkın bakışları arasında evden çıkıp giderken hazırlanan kahvaltıya dönüp bakmamıştı bile. Nazan Hanım çıkıp giden kızının ardından bakarken ona dur dememişti, kendi lise yıllarını anımsayınca. Ada heyecanla çıkıp okula giderken Nazan Hanım evde gençlik anıları ve hazırladığı kahvaltısıyla baş başa kalmıştı… Tatil uzun olduğu kadar yollarda uzundu. Tatil bitmişti ama yollar bir türlü bitmiyordu. Yollar uzadıkça uzuyordu. Ada bir an evvel okulda olabilmek için elinde olsa kuş olup uçmak istiyordu. Yolda arkadaşı Aylin’i gördü. İlk özlemi ilk hasreti bitmişti ama esas hasreti daha bitmediğinden adımlarındaki hızı hiç yavaşlatmamıştı arkadaşının onca ısrarına rağmen. Koşar adımlarla sonunda okuluna gelmişti Ada. Şimdi gözleri her yerde hakanı arıyordu. Biliyordu o da kendini arıyordu. Kimi görse hakanı soruyordu. Bir arkadaşını daha durdurup tam hakanı soracakken attığı sevinç çığlığı sonunda sevdiğine kavuştuğunun haberini tüm okula veriyordu. Hakanda her yerde adayı arıyordu. Onun gözlerindeki sevinç damlacıkları özlemini saklamaya yetmiyordu. İkisi de bir birini çok özlemişlerdi. Ve ikisi de şimdi çok mutluydular. Hakan ve Adanın özlemleri biteli aylar olmuştu. Hep beraberlerdi, birbirlerini çok seviyorlardı ama Adanın canı bu günlerde biraz sıkkındı. Son günlerde Hakanda büyük değişiklikler vardı. Hakan çok değişmişti. Adadan hiç bir şey saklamayan Hakan bu günlerde pek konuşmuyor, Adaya hiç bir şey anlatmıyordu. Daha önceleri Adanın yanından bir an ayrılmayan Hakan şimdi sık sık işlerini bahane ederek hep bir yerlere gidiyordu Adadan habersiz. Adanın gönlü çok daralıyordu, bu üzüntüsünden kimseye bahsedemiyordu. Annesinin sorularını hep cevapsız bırakıyordu. Bu sıkıntıların yoksa Hakanla mı ilgili, sorularını hep yalanlayıp hiçbir sorun olmadığını anlatıyordu. Anlattıklarına kendide inanmak istiyordu ama inanmayan gözleri ele veriyordu Adayı. Durumu anlayan annesi kızını daha fazla üzmemek için ısrar etmiyordu. Annesiyle konuşamayan Ada Hakandan da uzaktaydı şimdi daha da yalnızdı. Bu yalnızlık canını çok sıkıyordu. Sıkıntılarından bir türlü kurtulamıyordu. Adanın derdini bir tek arkadaşı Aylin biliyordu. Hakanın davranışlarını o da fark etmiş o da bir anlam verememişti. Derdini bilen arkadaşıyla biraz dertleşmek için Ada Aylin’i eve çağırmıştı. Yağan yağmura inat arkadaşı kırmayıp gelmişti. Gelen arkadaşının yüz ifadesi kötü bir haber getirdiğini göstermekteydi. Tüm ısrarlara rağmen kötü bir haber getirmediğini söylüyordu Aylin. Ada bir türlü inanmasa da, Aylin kardeşiyle ettiği kavgadan dolayı moralinin bozuk olduğunu anlatıyordu. İki arkadaşında morali çok bozuktu. Ada kendi derdinden Aylin’in derdiyle fazla ilgilenmek istemedi, sözü Hakana getirmişti. Neden dedi, neden? Neden böyle yapıyor? Eskiden hiçbir şey saklamazdı. Gittiği yerlerden hiç habersiz bırakmazdı. Telefonunu benden hiç saklamazdı. Telefonu çaldığı zaman hiç kalkmazdı. Şimdi ise hiçbir şey anlatmıyor. Telefonuna dokundurmuyor. Ne zaman telefonu çalsa kalkıp yalnız konuşuyor. Sonrada hiçbir açıklama yapmadan işim var diyip çekip gidiyor. Anlamıyorum bu çocuğun derdi nedir? Ada kafasındaki tüm soruları peş peşe arkadaşına sorarken, Aylin geldiği andaki yüz ifadesini tekrar takınarak beklide başka biri vardır dedi soğuk bir şekilde. Başka biri sözü Aylin’in dudaklarından o kadar soğuk çıkmıştı ki oda birden buz gibi dondu. Odaki her nesne dondu. Şimdi odaki her can üşüyordu. En çok da Adanın yüreği üşüyordu. Hayır dedi Ada. Hakan asla böyle bir şey yapmaz. Onun başka bir derdi vardır. O bana ihanet etmez. O öyle biri değil. O yapmaz derken bile yüzündeki donukluğu bir türlü atamamış, yüreğindeki alev birden buza dönmüş şimdi bir yanı alevler içinde yanarken bir yanı buz tutuyordu. Ada bütün acıları aynı anda yaşıyordu. Arkadaşına Hakan öyle bir şey yapmaz ben ona inanıyorum derken söylediklerine kendi bile inanmıyordu. Arkadaşı Adanın üzerine daha fazla gitmek istemediği için az önce gördüklerini saklamak istemişti. Ama “inşallah dediğin gibidir” derken yüzü bir şeyler bildiğini ele verdiği için, Adanın ısrarlarına dayanamadığı için, gördüklerini Adanın da bilmesi gerektiğini bildiği için tüm soğukkanlılığıyla her şeyi anlattı. “buraya gelirken sinemanın önünden geçi yordum, birden Hakanı gördüm selam verecektim ama selam veremedim. Sinemadan beraber çıktığı kadının kollarında o kadar mutluydu ki bu mutluluğu bozmak istemedim. Yanında çok şık giyimli, kendine fazlasıyla özen gösteren ve Hakandan da yaşça büyük bir kadın vardı. Annesini küçük yaşta kaybettiğini bildiğim için bir akrabasıdır dedim ama hiçbir erkeğin hiçbir akrabasıyla sinema çıkışında bu şekilde, sarmaş dolaş lunaparka gideceğini sanmam. O yüzden bence o akrabası falan değildir. Zaten bütün akrabalarını tanırız Hakanın o başka biriydi ve çok mutlu gözüküyorlardı.” Aylin anlattıklarını Adanın yalan, yalan söylüyorsun feryadıyla kesti. Ondan sonra tek kelime etmedi. Kalkıp giderken Adanın dur gitme dememesi ne kadar üzse de Adaya kızmadı. Onun yerinde kim olsa aynı tepkiyi verirdi. Arkadaşını yalnız bırakmak için kalkıp evine geldi. Evinde bile hala Adaya üzülüyordu. O bunları hak etmiyordu. O Hakanı çok seviyordu. Çok da güzel bir kızdı. Gözü hakandan başkasını görmüyordu. Ama Hakan yapılmaması gerekeni yapmış, sadık kalamamıştı. O artık Adayı hak etmiyordu. Ada buna bir türlü inanmıyordu. Aylin’in anlattıklarına bir anlam veremiyordu. Başka bir kız deseydi bu kadar üzülmezdi belki. Başka bir kadın demişti. Kendinden yaşça büyük bir kadın demişti. Hakan bunu nasıl yapmıştı. Adayı üzen ne başka birinin olması ne de o başkasının bir kadın olmasıydı. Adayı en çok üzen , kendi üzüntüler içinde kavrulurken Hakanın o başkasının yanında mutlu olmasıydı. Ada yine inanmak istemedi. Yanlış görmüştür, yanlış anlamıştır diyerek kendini teselli etti. Zorda olsa uykunun kollarına bıraktı yorgun bedenini yoksa o gece hiç bitmezdi. Ada üzüntülerine gördüğü kabuslarında devam etti. Ne zaman gözünü kapatsa Hakanı gördü yanında güzel bir kadınla… Güneş sonunda doğmuştu. Sonunda sabah olmuştu. Adanın üzüntüleri bitmemişti ama hiç olmazsa kabuslarına biraz ara vermişti. Tek tesellisi kabuslarından akşama kadar uzak kalacağıydı. Ada kabuslarından uzak, üzüntüleri ve korkularıyla okula geldi. Hakan her zaman beklediği yerde bekliyordu. Çok mutlu bir şekilde telefonla konuşuyordu. Yüzündeki gülümsemeye ilk defa şahit oluyordu. Adayı görür görmez telefonu hemen kapattı. Ve tüm ısrarlara rağmen kimle konuştuğunu söylemedi. Ada o sabah kafasında bin bir soruyla gelmişti okula. Ve tüm sorularının cevabını az önce alamadığı cevap fazlasıyla veriyordu. Artık yüreği hiç yanmadığı kadar yanıyordu. En kötüsü artık Aylin’e inanıyordu. Ada sormadı sorularını , tüm sorularının cevabını almıştı. Şimdi kafasında başka sorular vardı. Sorularının cevabını aldığına sevinmeli miydi yoksa üzülmeli miydi bir türlü karar veremiyordu. Keşke sorularının cevabını almasaydı. Keşke o sorular kafasına hiç takılmasaydı. Keşke hala Hakana inanıyor olsaydı. Yada zamanında inanmasaydı. Bende yanlış olmaz diyen gözlerine hiç inanmasaydı. Onu herkesten farklı sanmasaydı. Keşke hala Aylin’e inanmıyor olsaydı. Alamadığı cevap bütün sorularına cevap olmasaydı. Ada kafasındaki soruların cevaplarını almıştı ama kararsızdı. Yaşadıklarına inanmak istemiyordu. Gönlü azıcık bir ümide takıldı kaldı Adanın. Hakanın gözlerine baktı, ilk günden farksızdı. O gözlerin hatırına aldığı cevabı unuttu. Daha ortada hiçbir şey yokken boşuna üzülüyorum dedi. Gözümle görmeden inanmam dedi. Ben Hakana inanıyorum o yapmaz dedi. Bütün bunların sonunda Hakana okul çıkışında sinemaya gidelim mi dedi. Adanın aldığı cevap sabahkinden daha ağır daha acıydı. Hakanın yine ne olduğunu söylemediği bir işi vardı. Ada aldığı cevabın karşısında sustu. Bu suskunluk olayları daha iyi anlaya bilmek için seçilmiş bir suskunluktu. Ada çıkışta Hakanı takip edecekti ve bu gizlediği işin ne olduğunu gözleriyle görecekti. Ada her şeyi gözleriyle göre bilmek için sustu ve okul çıkışını bekledi sessizce. Saat okulun o günlük bitmesi gerektiğini bildiriyordu. Çalan zille tüm okul boşaldı. Okulu boşaltan her öğrenci gitmek istediği yöne doğru yol aldı. O ıslak yollarda Hakanda vardı, koşar adımlarla birinin yanına gidiyordu. Hakanın hemen ardında Hakandan habersiz Ada vardı, gönlündeki korkuları ve merakları da yanı başındaydı. Hakan büyük bir mutlulukla giderken bir çiçekçinin önünde durdu. Gittiği yere Adanın en sevdiği çiçeklerden aldı. Ada Hakanın aldığı çiçeklere ağladı. Ada Hakanın gözlerindeki mutluluğa ağladı. Ada o gün sadece çiçeklere yada Hakanın gözlerindeki mutluluğa ağlamadı birde Hakanın Aylin’in anlattığı kadınla buluşmasına ağladı, Aylin’in doğru söylemesine ağladı, Hakanın o kadınla en sevdikleri pasta hanede buluşmalarına ağladı. Ada o gün ağladı. Ada yaşadıklarına ağladı. Ada inandıklarına ağladı. Ada inançlarının yıkılmasına ağladı. Ada yarınlarına ağladı. Ada yarınlarında bir daha aşık olamayacağını anladığı için ağladı. Ada ağlarken bir daha kimseye güvenemeyeceğini anlamıştı. Ada anladıklarına ağladı. Adanın ağıtlarının hiçbirini Hakan duymadı. Ada o gün ne kadar ağladıysa Hakan o kadar mutluydu. Şimdi şehrin bir ucunda gözlerindeki mutlulukla yarını bekleyen biri varken diğer ucunda ağıtları dinmeyen yaralı bir yürek vardı. O gün sabah şehrin her iki ucunda da çok geç olacaktı… Uçuşan kuşlar, açan çiçekler baharın müjdesini veriyordu. O sabah okul yoktu. Günlerden cumartesiydi. Dünü unutamayan Ada gözyaşlarını annesine göstermek istemediği için odasından çıkmıyordu. Hakanın ne yüzünü görmeye ne de sesini duymaya gücü olmadığı için telefonunu kapalı tutuyordu. Kapalı telefonuna inat Hakanı düşünüyordu. Şimdi ne yapıyordu acaba. Belki yine o kadının yanındaydı. O kadının yanında olmasa telefonları kapalı olduğu için çoktan evi arardı ama o gün ev telefonu hiç çalmadı. Çalmayan telefonun olduğu evde ağlayan bir gönül vardı. Ağlayan gönül odasından hiç çıkmadı. Annesi odasındaki kızana karışmadı. Odadaki kızın kafasındaki tek soru, neden yapmıştı Hakan bunu. Suç kendinde miydi. Yetememiş miydi. Sevmemiş miydi. Nerde yanlış yapmıştı. Hakan kendi mutluluğu için neden Adanın yarınlarını karartmıştı. Hani Hakan herkesten farklıydı. Neden Hakana inanmıştı. Ada bu soruları sorarken gözünü hiç kırpmamıştı. Adanın kafasındaki sorular zamanı tutamamıştı. Zaman her zamanki gibi akmıştı. Cumartesi olan gün Pazar olmuştu. Ada kalktı yatağından, Hakanı aradı her zamanki buluştukları pasta haneye çağırdı. O kadınla gördüğü ve bir daha hiç uğramayacağı pasta hanede soracaktı kafasına takılan bütün sorularını. Son kez bakacaktı Hakanın gözlerine. Son sorusu “dilinle söylediğin yalanlara gözlerini nasıl ortak ediyorsun” olacaktı. Ama son sorduğu sorunun cevabını almadan kalkacaktı masadan, boşuna yorulma buna ihtiyacım yok diyecekti. Ben değil gözlerimle, dilimle bile yalan söylemem, senin gibi olamam diyecekti. Her şeyi bitirip eve gelecekti. Belki Hakan yalanlarına yeni yalanlar sıralayacaktı ama hiçbirini dinlemeyecekti. Ada çok yorulmuştu. Adayı aldatılmaktan çok Hakanın gözlerindeki yalan yormuştu. Ada en sevdiği pasta hanede otururken nefes alamıyordu. Her köşesinde farklı bir anısı vardı orada. En acı anısın iki gün önce yaşamıştı. Bütün mutlu anılarını acıtan o anıyı yaşamamak en büyük duasıydı. Adanın gözlerindeki yaşlar o acının gerçek olduğundan akmaktaydı. Ada göz yaşları içinde beklerken Hakan gelmişti. Elinde bir demet gül vardı. Hakan tam Adanın karşısına oturdu, selam verdi, gülümsedi ama gülleri vermedi. Bunlar senin değil dedi. Bunlar diğer sevgilimin dedi. Ben sana bu güne kadar hiç yalan söylemedim. Bu günde söylemeyeceğim. Benim bir sevgilim daha var. Seni ne kadar seviyorsam onu da o kadar seviyorum. Ne yaparsam yapayım ikinizden vazgeçemiyorum. Biliyorum bunu anlaman çok zor ama ben ömrümün sonuna kadar ikinizden de ayrılamam. Çok özür dilerim ama şimdi ona gitmeliyim. Bu gün bana çok ihtiyacı var, bu gün onun yanında olmalıyım diyerek gitmişti Hakan. Ada büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. O Hakandan bin bir türlü yalanlar beklerken Hakan her şeyi açık açık anlatmıştı. Birde utanmadan ikinizden de ayrılamam demişti. Ama Ada bu ilişkiyi çoktan bitirmişti. Hakana senin artık iki sevgilin yok bir sevgilin var o da o kadın kalk git bir daha da dönme demesi her şeyi anlatıyordu. Tek anlamadığı Hakanın tek kelime etmeden gitmesiydi. Hakan gitmişti. Ömrümün sonuna kadar ayrılamam dedikten birkaç dakika sonra Adadan vazgeçip o kadına gitmişti. Bu kadar basit miydi. Bir insanın duyguları bu kadar ucuz muydu. Hiç mi sevmemişti. Bu sorularla eve geldi Ada. Daha binlerce soruyu da yolda sordu. Çok sıkılmıştı sorulardan. Yorulmuştu yaşadıklarından. İlk defa korkuyordu yarınlarından. Ada,gün boyu yolunu bekleyen annesinin yüzüne bile bakmadan odasına geçti. Annesi kızının göz yaşlarının nedeni tahmin ediyordu ve yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu bildiği için hiç karışmıyordu. Ada tüm korkularıyla, tüm yaşadıklarıyla, tüm yorulmuşluklarıyla, tüm acılarıyla karanlık odasında ağlıyordu. Susmak istese de susamıyordu. Yaşadıklarını unutamıyordu. Yaşadığı ihaneti kaldıramıyordu. Kabullenemiyordu. Hakanın tavrı gözünün önünden gitmiyordu. Hakan keşke yalanlar söyleseydi. Keşke gözlerine baka baka evet benim bir sevgilim daha var demeseydi. Bu gün bana çok ihtiyacı var ona gitmeliyim demeseydi. Giderken alay edercesine seni seviyorum demeseydi. O söz Hakanın dudaklarına hiç yakışmıyordu. Anlattığı bütün doğruların ardından o yalana hiç gerek yoktu. Ne o seni seviyorum yalanına gerek vardı ne de masaya bıraktığı hediye paketine. Hakan o gün o kadına giderken, her şeyi arkasında bırakıp giderken, bir de hediye paketi bırakıp gitmişti. Hakan gitmişti, her şey bitmişti geriye yaralı bir yüreğin ağlayan gözleriyle, elinde tuttuğu bir hediye paketi kalmıştı. Ada o paketi neden aldığını hala anlamamıştı. Kendine hala kızıyordu. Her şey bitmişti. O pakete ne gerek vardı. Neden orada bırakmayıp da eve getirmişti. Neden hala tutuyordu. Tüm kızgınlığıyla bitti işte bitti artık ne değişir ki diyerek elinde tuttuğu paketi bir daha görmemek için oturduğu yerden pencereden dışarıya fırlattı. Örtülü perdenin arkasındaki kapalı pencereye çarpan paket odanın tam ortasına düşmüştü. Batan güneşe ve kapalı perdelere inat yanmayan ışıklar odayı karanlıkta bırakmıştı. Karanlık odanın bir köşesinde ağlayan bir çift göz vardı. O gözler bir bitmişliğe, bir gitmişliğe, bir yenilgiye ağlıyordu. Bir çift ağlayan gözün bulunduğu karanlık odanın tam ortasında açılmamış bir hediye paketi duruyordu, sabırsızlıkla açılmayı bekliyordu, bir türlü açılmıyordu. O paket açılmamıştı, atılmıştı. O paketi alan gözler, onu açmaya korkuyor, atmaya kıyamıyor, unutmak istiyor ama beceremiyordu. Şimdi o gözler tüm korkularıyla paketten uzakta ağlıyordu. O gözler bir bitmişliğe, bir gitmişliğe, bir yenilgiye ağlıyordu. Yerde atılı paket olanlardan habersiz açılmayı bekliyordu, ağlayan gözler açmak istemiyordu. O gün o oda karanlıktı, o odada atılı bir paket vardı, o paketi açmayan gözler şimdi ağlamaktaydı bir bitmişliğe, bir gitmişliğe, bir yenilgiye… O gün Adanın göz yaşları hiç dinmedi. Yanan yüreğini göz yaşları bile dindirmedi. Yaşadıklarını bir türlü unutamıyordu. Karşısında duran paket unutmasına izin vermiyordu. İlk o paketten kurtulması lazımdı ama buna mecali yoktu. Bir damlacık dermanı olsa o paketi alıp yakacaktı, yanan yüreğine inat. Hakan gitmişti giderken yine yapacağını yapmış bir paket bırakmış, açtığı acıların unutulmasına izin vermiyordu. Ada zorda olsa kalktı yerinden. Yerde duran paketi aldı. Atmadan önce içine bakmak istedi. Merakı acılarından ağır geldi. Bakmadan atamadı. Sonunda paketi açmıştı. O paketi açmadan önce odanın ışıklarını yakmıştı. Açtığı paketin içinde kara kaplı bir ajanda vardı. İçinde de Hakanın el yazısıyla uzun zamandan beri yazdığı yazılar vardı. O yazılarda belli ki Adanın tüm merak ettiği sorular vardı. Ada biten bir sevdanın neden bittiğini daha iyi anlaya bilmek için okuyacaktı o yazıları. Son satırları okuduktan sonra yakacaktı. Yanan yazılarla bitirecekti bu sevdayı. Bu yalansız ama ihanet dolu sevdayı yaşadığı için bütün sevdalara kapısını kapayacaktı. Ada ikinci bir ihaneti kaldıramazdı… Bu duygularla kara kaplı ajandaya baktı, ajandanın kabındaki renk yarınlarını yazmıştı. Ada yarınlarını biliyordu, dünlerini öğrenmek için okumaya başladı. Ajandanın içinde yazan bütün yazılar eskiydi, bir tek ilk ve son sayfada yazılı olan yazılar yeniydi. Daha o sabah yazılmıştı. Ada ilk olarak o sabah yazılan birinci sayfadan okumaya başladı akan gözyaşlarına inat, dünlerini öğrene bilmek için. “Bu acımasız dünyada, bu sıkıntıların azgın bir denizdeki dalgalar gibi üst üste geldiği zamanlarda sığınabildiğim tek ADA… ben sana hiç yalan söylemediğim gibi seni hiçbir zaman aldatmadım. Seni aldatamayacak kadar çok sevdim. Sana hiçbir zaman ihanet etmedim. Evet seni hep sevdim, sana hiç yalan söylemedim, seni hiç aldatmadım ama seni son zamanlarda çok üzdüm. İnan tek üzülen sen değildin. Seni üzdüğüm günler sabahlara kadar ağladım. Seni üzmek zorunda kaldığım için akıttım o gözyaşlarını. Şimdi beni anlayamazsın ama bu defteri okuyup bitirdiğin zaman iki şeyi çok iyi anlayacaksın biri seni hiç aldatmadığımı diğeri de seni her şeyden çok sevdiğimi…” Ada okuduğu satırlara şaşırıp heyecanla diğer satırları okumaya başlamıştı. Okuduklarına inanıp inanmamakta karasızdı. Bu kararsızlıkla okumaya devam etti. İlk sayfalarda hep Ada vardı. Adayla geçirdiği zamanları yazmıştı Hakan uzun uzun. Artık o zamanlar eskide kalmıştı. O zamanları bir kadın gölgede bırakmıştı. Adanın asıl merak ettiği o kadındı. Defterin son sayfalarında o kadında vardı. Kim olduğunu yazmasa da Hakan o kadını da yazmıştı. Hem de hayatımın en güzel kadını diye yazmıştı. Ada daha fazla okumak istemedi. Sadece kendisinin yazılı olduğu defterde o kadına rastlamak yüreğini acıtmıştı. Hem de hayatının en güzel kadını o olduğunu öğrenmek her şeyi bitiriyordu. Artık okuması için bir neden yoktu. Hakanın sabah ki anlattıkları demek ki sonuna kadar doğruydu. Hakanın iki sevgilisi vardı, ikisinden de vazgeçemediği… Ama Adadan vazgeçmeliydi Hakan. Ada hakanı kimseyle paylaşamayacak kadar çok seviyordu. Ve hakanın ihanetini kabullenemezdi. Adanın acıyan yüreği her şeyin bittiğini söylese de yine merakı acılarından daha ağır geldi ve okumaya devam etti. Mayıs ayında bir Cuma günü, 2006 Sevgili günlük, Bu sabah okula gittim yine çok sevdiğim sevgilim Adayı beklerken diğer vazgeçemediğim sevdiğim aradı. Hayatımın en güzel kadını beni adayla buluştuğumuz pasta haneye çağırıyordu. Kabul ettim. Tam telefonu kapattım Ada geldi oda çıkışta sinemaya çağırdı. Anlayacağın yine iki sevgili arasında kaldım. Ben diğer sevgilimin davetini seçtim çünkü ilk o aramıştı. Okul çıkışında ben hayatımın en güzel kadınına giderken Adanın en sevdiği çiçeklerden aldım. Diğer sevgilimle otururken onun gözlerine bakarken Adada yanımda olsun istedim. O çiçeklerin bir tanesini bile vermeden evime getirdim. Şimdi vazoda ıslılar. Aldığım çiçekçi suyuna dikkat edersem bir hafta solmayacaklarını söyledi. Bu ev şimdi ondan böyle güzel kokuyor. Bu evde şimdi çiçeğimin çiçekleri kokuyor. Bu yazıyı yazan ellerin sahibi o çiçeği çok seviyor… Mayıs ayında karanlık bir cumartesi günü, 2006 Günlük bu gün canım çok sıkkın. Günün karanlık olduğunu yazdığımdan anlamışsındır. Sabah kalkar kalkmaz Adayı aradım. Dün gidemediğimiz sinemaya gidebilmek için. Onu bu gün en çok istediği filme götürecektim. O filmi izlerken ben hep onun gözlerini seyredecektim. Gülme boşuna, hiçbir film hiçbir güzel onun gözlerinden daha güzel değil. Adayı ne kadar aradıysam ulaşamadım. Evini aradım hep meşgul çalıyordu. Belki telefonlarını açık unutmuşlardı. Dayanamadım evine gittim ama zile basamadım. Çünkü odasının perdesi kapalıydı. O bana eğer perdem kapalıysa sakın gelme bize babam vardır demişti. Kapalı perdeleri görünce mecbur geri döndüm. Sevdiğimin perdeleri kapalıydı. Odası karanlıktı. Onun için bu bugünü karanlık diye yazdım. İşin en kötü yanı yarında sinemaya götüremem sevdiğimi çünkü diğerine sözüm var. Yarın onun yanında olmalıyım, yarın onun bana çok ihtiyacı var. Olsun bende sevgilimi pazartesi götürürüm. Hiç heveslenme filmi anlatamam sana. O gün sana yazacağım tek sözcük sevdiğimin güzel gözleri olur… Mayıs ayının ikinci pazarı , 2006, daha sabah… Oooooooo günlük yoksa hala uyuyor musun? Kalk çabuk ,bak hava ne güzel. Şaşırdın deyimi sana bu saatte yazmama. Evet hep akşamları yazardım ama bu gün sabah yazmam gerekti. Zaten bu sana yazdığım son satırlar. Senle ayrılığın vakti geldi. Hemen kızma, seni sevdiğime, güzelime, çiçeğime, sevgilime vereceğim. Bu gün ona gitmelisin. Buda nerden çıktı deme. Dün telefonlarıma çıkmayan sevdiğim bu sabah beni aradı. Sesi neden aradığını anlatıyordu. Belli ki diğer sevdiğimi öğrenmiş. İşte sevgili günlük bu gün Adaya gitmelisin. Ben diğer sevgilimin yanında olurken sende Adanın yanında olmalısın. Hadi nazlanma bu gün Adaya gitmezsen, Ada bir daha bana gelmez. Ya haklısın bu kadar çok seviyorsan gitme diğerine Adanın yanında kal diyorsun ama ne yapayım ikisinden de vazgeçemiyorum, ikisini de çok seviyorum. Hadi sen Adaya git, bende diğer sevdiğime. Bu gün en güzeli böyle olması. Gideceksin deyimi , tamam tamam ben bırakırım seni. Zaten çok özlemiştim sevdiğimin gözlerini. Önce seni Adaya bırakırım sonrada diğer sevdiğime giderim. Bu gün bekler beni gitmezsem üzülür. Tamam tamam en sevdiğin kıyafeti, mavi renkli paket kağıdını giydireceğim yeter ki sen gitmeyi kabul et. Hadi sen Adaya ben diğer sevdaya. Haklısın günlük artık bu iki sevdayı ayrı ayrı yaşamak zor. Ya aslında diğeri Adayı biliyor da, Ada diğerini bilmiyor. Sen neden söylemediğimi biliyorsun. Tamam günlük bu gün söyleyeceğim Adaya bir başka sevdiğimin olduğunu. Ama bunu söylemek çok zor. Olurda eğer ben söylemezsem, sen söyler misin? Gerçi ben söyleyemem sen söyle. Hadi bir iyilik daha yap senle söyle her şeyi Adaya. Söylersin deyimi? Aslan günlük beni kırmayacağını biliyordum. Ne! Beni kırmamak için değil Adanın daha fazla üzülmemesi için mi? Ben hiç mi umurun da değilim, her şeyi Ada için mi yapıyorsun? Vay duydun Adaya gideceğini hemen unuttun bizi, hemen Adayı tutmaya başladın. Ne diyeyim canın sağ olsun. Sen söyle de Adaya dediklerimi başka bir şey istemem senden. Bak iyi dinle Adaya deki ; “Hakan seni çok seviyor. Hem de her şeyden çok seviyor. O sana hiç yalan söylemedi. O seni hiç aldatmadı. Tamam onun vazgeçemediği bir sevdiği daha var ve onu senden sakladı ama saklamak zorundaydı. Tamam şimdi beni senin yanına yollayıp o diğer sevdiğinin yanına gitti ama gitmek zorundaydı. Çünkü bugün günlerden mayıs ayının ikinci pazarı ve anneler günü, seni çok seven sevdiğin şimdi çok sevdiği annesinin yanında. Seni aldattığı zannettiğin güzel kadın, aslında Hakanın annesi. Hakan küçükken annesini kaybettiğini sanıyordu. Babasının yalanlarına inanmıştı. Hakan bu yalanlarla yaşarken annesi onu bulmuştu. Ve herkesten gizli görüşmeleri lazımdı. Eğer biri duyarsa, babasının kulağına giderse annesini büsbütün kaybedebilirdi. Annesi oğlunu kaybetmemek için kimseye deme demişti. Çok sevdiğin Adaya bile deme dedi. Hakan olmaz onun haberi olmalı, ondan saklayamam dedi. Annesi tek ricam şimdilik deme sonra söylersin dedi. Hakan bir şartla kabul etti. Ne zaman Adayı kaybetme noktasına gelirim işte o zaman söylerim. Ben onu kaybetmeyi göze alamam dedi. Annesi de tamam dedi. Söyleyince beni tanıştırırsın ama şimdilik deme demişti. Bu konuşmalar annesiyle buluştuğu ilk gün geçmişti. Hakan seni yıllar sonra bulduğu annesine seni ilk günden anlatacak kadar çok seviyor. Seni kaybetmekten korkacak kadar çok seviyor. Seni her şeyden çok seviyor. Hakan seni neden sevdiğini bilmeyecek kadar gerçek seviyor. Hakan seni çok seviyor. İşte Ada, Hakana günlerdin kızgındın ya, beni her şeyi sana anlatmam için gönderdi. Ben her şeyi anlattım sana. Belki bana inanmazsın, bozacının şahidi şıracı diye. Eğer bana inanmazsan şimdi git kapının önündeki çiçeklere bak. Şimdi kapının önünde en sevdiğin çiçekler var. Hem de üç gün önce alınan çiçekler var. Hakan annesine giderken senin için aldığı çiçekler var. O çiçekler dün bizim vazodaydı. Bizim oda sen gibi koksun diye getirmişti. Şimdi o çiçekler sizin kapının önünde. Ama o çiçekleri Hakan kendisine inanasın diye bırakmadı. O çiçekleri annene veresin diye bıraktı. Çünkü bu gün anneler günü ve canının sıkıntısından unutmuşsundur. O çiçekleri al ve anne hediye et. O çiçekleri senin sevdiğin kadar annende çok seviyor. Ve Hakan seni her şeyden çok seviyor. Bana inanmıyorsan çiçekler seni bekliyor…” Ada okudukları karşısında büyük şaşkınlık yaşıyordu. Günlerdir akan göz yaşları şimdi mutluluktan akıyordu. Ada çok mutluydu. Yarınları kararmadığı için. Gönlünü aşka kapatmadığı için. Sevdiğinin ihanetine uğramadığı için. Yaşadığı acıların boşa olduğunu anladığı için. Hiç sevmeyen gönlü doğru insanı sevmekte yanılmadığı için. En çokta Hakanı kaybetmediği için çok mutluydu Ada. Günledir yüzü ilk defa gülüyordu. Annesine en sevdiği çiçekleri verirken, annesi aldığı hediyelerden çok kızının gözlerindeki mutluluğa sevinmişti. Ada mutluydu, gözlerinde yarınlarla ilgi büyük bir umut vardı. Elinde tuttuğu çiçekler sanki bir vazodan yeni çıkmış gibi kökleri ıslaktı. O ıslaklık büyük bir sevginin ispatıydı…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © mehmet acar, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |