Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Zaman akıp gidiyor kendi mecrasında. Fakat bizler bu akışta pek çok şeyin farkına bile varamıyoruz. Çünkü ayrıntılara takılıp kaldığımız için gerçekleri göremiyoruz. Zaman, hicrete mahkûm hayatları menziline taşıyor. Her gün fark etmesek de gönül dünyamızda hicretler yaşıyoruz. Zira hicret sadece bir yerden bir yere maddeden göçmek değildir. Mana hicretleri de en az maddeden hicret etmek kadar tesirli ve mühimdir. Ancak bunun idrakinde olanlar, ruh dengeleri ve hassasiyetleri kaybolmayanlar bunun mana ve önemini kavrayabilir. Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed(sav)’in Mekke’den Medine’ye yaptığı mukaddes yolculuk; geçmişi, bugünü ve geleceği kuşatan bir nur halesidir. Kıymet bilmezlerin ve altından anlamayan sözde sarrafların manevî hazineleri ellerinin tersiyle itmelerinin müşahhas hâlidir hicret… Bunun temelinde yatan sebepler dünyayı anlamlandırmadaki yanılgılardır. Hayat durağan değildir. Bunun için dinamik olanlar burada tutunabilir, iz bırakabilir. Hicret Hakk’ın hatırı için, yine onun emriyle yapılmıştı. Mallar ve canlar mukaddes dava uğrunda hiçe sayılmıştı. Sahabeler hüzün çeşmelerinden doldurmuşlardı mübarek kaplarını. Bunların hepsi İslam’ın gönüllerde yeşermesi, serpilmesi, olgunlaşması içindi. Hayat zaten göçlerden ibarettir. Ruhlar âleminde bekleyen can; bir nutfeden bedene bürünerek, evvela anne karnına, orada dokuz ay bekledikten sonra da dünya denen bu imtihan sahrasına düşer. Ruhun öz diyarından kalkıp bu gurbete katlanması hüzün yağmurlarının gözlerden boşalmasına zemin hazırlar. Bedene anlam kazandıran ve onun muhatap kabul edilmesini sağlayan ruhun gurbeti ölüm denen dünyevî sonla nihayetlenir. Bu, geride kalanları üzse de ruhun özgürlüğe kanatlanmasından, öz vatanına kavuşmasından başka bir şey değildir. Ömrün hazanı olan hicret, ateşe verilen gönül bahçelerimizin imarı ve ihyasıdır. Göç hayatın özünde var olan mutlak hakikattir. Zaman, mekân, hissiyat, mevsimler de bir bir göçmüyor mu? Dünyanın dönüşü de göçtür. İlk insan ve ilk peygamberin Cennetten dünyaya gönderişi de bir hicret değil miydi? Demek ki göçün hüznünü ilk yaşayan fert ilk insan olan Âdem’dir. Onun göçü yasak bir meyveye vesile kılınmıştı. Resulullah’ınki ise daralan tebliğ sınırlarını açmak ve çerçeveyi genişletmek için olmazsa olmaz bir yolculuktu. Hicret aslında yenilenmektir. Çevrenin, duyguların, umutların, özlemlerin yenilenmesi… Kuruyan göz pınarlarındaki yaşların tazelenmesi… Göçle birlikte zamanın ve mekânın boyutları genişler, başkalaşır, helezon biçimini alır. Hicret değişime zemin hazırlar. Sıkışan hayatlar onunla rahat nefes alır, açılıp serpilme imkânı bulur. Kabuğa mahkûm öz; açılma, kendini gösterme fırsatı bulur. Hicret bu kabuğu açan bir değişimin dönüm noktasıydı. Göç maddî ve manevî paylaşımın doruk noktasıdır. Farklılıklarımızın çatışma unsuruna dönüşmeden hakikat paydasında birleşip gönül bahçelerimizi süslemesidir göçlerden arda kalan. Muhacirlerle Ensar’ın bir günde şekillenen o emsalsiz İslam kardeşliği hicretin sırlarının inkişafından başka nedir ki?... Öyle bir kardeşlik ki o güne kadar görülmüş değil. Güzellikleri, nimetleri paylaşmak; zorlukları, imkânsızlıkları sineye çekmek… Mekke’den Medine’ye göç edenler, gittikleri yerlerde tebliğ vazifesini Mekke’ye nazaran çok daha rahat ve aleni bir şekilde icra edebildiler. Bu mukaddes gidiş, ağır bedeller ödemeyi beraberinde getirdiyse de manevî doyum o bedellerin kurşundan ağırlığını bedene yükletmedi. Ruhlar imanın nuruyla kuşlar gibi kanatlandı maveraya… Vakit huzura erdi. Hicret, hasret mumunun fitilini ateşlemektir. Gel gör ki bu mumun ışığıdır zifiri karanlıklarda önümüzü aydınlatan. Onunla beraber İslam kıtalar dolaştı. Hicret ölümün kollarında doğan yetim ve öksüz bir bebekti. Aşkın narında yanmaktı, sarp kayalıklarda bir başına yetişen cılız dallara su olmaktı. Onları da yaşamın gayesinden ve sırrından haberdar etmekti. Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içeru “ dediği sırra ermekti hicret… Bugün hicreti unuttuk… Sıkışıp kaldık ruhun daracık dehlizlerinde. Ne gitmek ne de kalmak mümkün… İnsanlık yeni hicretlere gebe mi ne!... Hicri 1429 seneniz mübarek olsun.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nihat MALKOÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |