İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Bu hikâyenin tamamı hayal mahsulüdür. Benzerlikler ancak tesadüf olabilir. BAY P Gece yarısını geçeli iki saat kadar olmuştu. Herkesin derin uykuda olduğu bu saatlerdeki koyu sessizliği ağaçlarda tünemiş kuşların kısa ötüşleri bozuyordu. Sanki rüyalarında bir şeyler görüyormuş gibi. Caddenin boyu kadar uzanan bir metre yüksekliğinde kol duvarının çevrelediği sitedeki bahçe içerisinde iki katlı evlerin tümü aynı tipteydi. Sokak kapılarının üstünde yanan karpuz lambalar hariç tüm ışıklar sönüktü. Bu arada hızla hareket eden bulutlar tüm gökyüzünü kaplarken kenara sıkışmış gibi duran hilal şeklindeki ay ve ona eşlik eden bir avuç yıldız inatla yeryüzünü aydınlatma çabalarına devam eder gibiydiler. Bir müddet sonra son yıldızlarda karardığında rüzgâr aniden kesildi. Doğanın mutlak hâkimiyetinin ispatı gibi, derinlerden gelen köpek havlamaları emir almışçasına aynı anda sustu. Koyu bir sükût her şeye hâkim oldu. Sitenin bahçesindeki asırlık çınar ağaçlarının tek bir yaprağı dahi kımıldamıyordu. İlk şimşek çok uzaklarda çaktığında, sesi bir kaç saniye sonra duyuldu. Ve sonrası başlayan hafif bir esinti ile beklenen ilk damlalar düştüğünde çıkan o bildik toprak kokusu her yanı sardı. O arada siteyi çeviren duvarın dibinde bir hareket oldu. Kolundaki fosforlu saate bakmak için kımıldamasa asla seçilemeyecek olan karaltı son bir defa daha çevresini gözden geçirirken cebinden bir çift ameliyat eldiveni çıkarıp hiç telaş etmeden ellerine geçirdi. Yavaşça yerinden doğrulup elini duvarın üstüne koydu ve çok çevik bir şekilde tek bir hamlede bahçeye atladı. Ayağındaki lastik ayakkabılara rağmen çıkan ses, o saatte derin uykuda olması gereken ev sakinlerinin, uyanık olsalar bile duyamayacakları kadar hafifti. Üç dört adımda bir ağaç gövdesini siper alıp, bir sonraki hamleyle de evin duvarına vardığında giriş kapısının üstündeki yanan karpuz lambanın aydınlığında kapı numaralarına baktı.( A Blok B1 ) Bir hayalet gibi duvar dibinden evin arkasına geçip ilk kat balkonunun altına sindi. Verilen adresi aklından bir daha geçirip bir hamlede birinci katın balkonuna tırmandı. Demir korkuluğun üzerine çıkıp hafif bir yaylanma ile sıçrayıp bir üstteki betonu yakalayıp kendini yukarı çekti. Bir insanın ayaklarını kullanmadan sırf kol kuvveti ile böyle bir hareketi yapabilmesi için çok güçlü olması gerekirdi. Balkon korkuluğunu aşıp içeri girdiğinde, her hareketinin sonrasında yaptığı gibi hareketsiz kalıp beş on saniye kadar etrafı dinledi. Sonra parkasının cebinden küçük bir vantuz çıkarıp kapı camına bastırdı. Parmağındaki elmas yüzükle daire şeklinde kestiği vantuza yapışık cam parçasını yavaşça yere bıraktı. O boşluktan elini içeri sokup kapı kolunu bastırdı. Gıcırdamaması için kapıyı iki eliyle yukarı kaldırıp araladığı boşluktan içeri süzüldü. Önündeki kadife perdenin kenarından odanın içine baktı. Tam karşıdaki duvarda loş karanlıkta hayal melal seçilen çift kişilik yatağı görünce diz çöküp koltuk altından bir tabanca çıkardı. Ucundaki susturucuyu eli ile kontrol edip dizlerinin üzerinde yatağa yaklaştı. Yavaşça yerinden doğrulurken sağanak halinde bastıran yağmurun şakırtısı ile olduğu yerde bir an heykel gibi hareketsiz kaldı. O anda çakan bir şimşek ortalığı aydınlatınca yatakta tek bir kişinin yattığını gördü. Sıkıntıyla yüzünü buruşturup kuruyan dudaklarını dilinin ucuyla ıslattı. Emin olmak için sol eliyle cebinden bir kalem fener çıkarıp ışığı huzmesini direk yatağa değil de başucundaki duvara yöneltti. Yanılmıyordu. Orada horuldayarak yüzükoyun yatan tek bir erkek vardı. Hâlbuki kendisine karı koca demişlerdi. Adamın yağmurun sesini bastıracak kadar horlamasına bakarak kadının başka bir odada yatmış olabileceğini düşündü. Feneri ve namluyu yataktaki adamın tam ense köküne doğrultup tetiğe dokundu. Bu fırtınada yandaki odadan bile duyulmayacak kadar kısa ve boğuk bir ses çıktı. Başının arkasından tam kafatası ile boynunun birleştiği yerden mermiyi yiyen adam bir an titredi, hepsi o kadar. Emin olmak için soğukkanlı bir tavırla yataktaki cesedin şah damarını alışık bir şekilde kontrol eden katil, aralık olan yatak odasının kapısından dışarı süzüldü. Çıktığı koridorda elindeki tabancanın namlusu havada, hemen yandaki odanın kapısı açıp fenerin ışığını bu defa tavana tuttu. Karanlıkta, duvar dibinde tek kişilik yatakta yatan bir kadın görünce, namluyu ona doğru çevirip iyice yaklaştı. Biraz önceki gibi tabancasını kafasına yöneltip fenerini yaktı. Hassas tetiğe tam dokunacağı anda saçları bir şelale gibi yastığa yayılmış on yedi on sekiz yaşlarında bir kız olduğunu fark edince ani bir hareketle namluyu havaya kaldırdı. Karı koca demişlerdi ona. Adam altmışında falan olduğundan bunun onun karısı olması imkânsızdı. Kızın kıpırdadığını görünce hemen diz üstü çöküp feneri söndürdü. Bir şeyler mırıldanan genç kız öteki yana dönüp uyumasına devam etti. Adam da geldiği gibi usulcacık dışarı süzüldü. Salon, mutfak banyo tuvalet dâhil bütün kapıları açıp içerilerini kontrol ettiği halde evde başka kimseyi bulamadı. Şimdiye kadar aldığı tüm siparişlerini eksiksiz yerine getirdiği için canı sıkkın bir şekilde geldiği gibi aynı şekilde evi terk etti. Bahçe duvarını da aştıktan sonra gene bir dakika kadar gecenin sesini dinleyip fosforlu saatine baktı. Giriş çıkış tam on beş dakika tutmuştu. Sonra ceketinin yakalarını kaldırıp sağanak yağmurun tüm şiddeti ile sürdüğü ıssız caddede hızlı adımlarla yürüdü. İki sokak ötede bıraktığı arabasına binip motoru çalıştırdığında güç ifade eden homurtu sessizliği dağıttı. Kırmızı stop lambaları caddenin sonunda görünmez olduğunda yağmurda yavaş yavaş kesildi. Uzaklarda bir köpek ulumasından sonra etraf eski sessizliğine tekrar kavuştu. *** Eski model fakat güçlü motoru olan kırmızı Mustang tenha caddelerden hızla geçip kentin merkezi Taksim’de lüks bir otelin garajına girdi. Her an süratle oradan ayrılabilecek bir şekilde garajın en kuytu bir köşesine geri geri yanaşan adam, kapılarını kilitledikten sonra asansöre binip odasının bulunduğu kata çıktı. 707 numaralı dairesinin kapısını sessizce açıp içeri girdi. Arkasından kilidi iki defa çevirdi. Üzerindeki ıslak ceketini çıkarıp iskemlenin üzerine attı. Sonra koltuk altı kılıfını çıkarıp tabancasını masanın üzerine koydu. Gardırobun içindeki valizinden bir kutu alarak onu da tabancasının yanına bıraktı. Bir iskemle çekip alışık el hareketleri ile silahını parçalara ayırdı. Kutunun içinden çıkardığı minik harbi ile namlunu içini önce temizleyip hafif bir yağ çekti. Parçaları tekrar yerine taktıktan sonra kadife bir bez ile tabancasını silerek şarjörünü taktı. Mekanizmayı çekerek namluya bir mermi sürdü. Horozu indirdikten sonra silahını yastığının altına soktu. Kutuyu da valize yerleştirdikten sonra, yapması gerekenleri halletmiş olmanın rahatlığı ile geri kalan giysilerini de çıkarıp banyoya girdi. Baştan sıcak musluğunu açıp dayanabildiği kadar kaynar suyun altında kaldıktan sonra bu defa sıcağı tamamen kapatıp soğuğu açtı. Vücudundaki ürpermenin geçmesini bekleyip küçük bir havlu ile üstünkörü kurulandı. Gür siyah saçlarını parmakları ile tarayıp bir sigara yaktı. Başkalarının onun bu şekilde görmesini aldırmazmış gibi çırılçıplak bir vaziyette gidip pencereyi açtı. İnsanlar çıplaklığı müstehcen veya çirkin olarak kabul edebilirlerdi. Ama eski çağların mitolojik tanrıları gibi kusursuz bir fiziğe sahip bu adam, dünyaya meydan okurmuşçasına güçlü bacaklarını iki yana açarak, sigarasından derin derin iki nefes çekti. Bir müddet içinde tuttuğu dumanı bu saatte bile ışıl ışıl olan kente doğru üfledi. En ufak bir hareketinde bile gereğinden fazla gelişmiş kasları kıpır kıpır oynuyordu. Bir doksana yakın boyu, geniş omuzları ve güçlü bacaklarının üzerinde daracık kalçaları ile Apollon'un heykelini yapmak isteyen bir heykeltıraş için harika bir model olabilirdi. Görünürdeki tek kusuru, askerlik hatırası olan biri sağ kürek kemiğinin altında, diğeri sağ kalçasının hemen üzerinde iki çirkin yara iziydi. PKK ile olan çatışmada bir anlık gafletinin bedeliydi onlar. Bu mermi izleri onun ne kadar tehlikeli bir tip olduğunun ispatları gibiydi. İstanbul'un kendine has kokusunu içine çekerken sabahın bu saatinde bile yoğun bir trafiği olan boğaz köprüsünü seyretti. Bir müddet sonra yarısına gelmemiş sigarasını açık camdan aşağıya fiskeleyip telefonun yanına giderek ahizeyi kaldırdı. Davudi bir ses tonu ile = Alo, oda sevisi mi? 707 numaraya bir şişe Napolyon konyak lütfen. Sonra ıslak ceketinin cebinden cep telefonunu çıkardı. Bir koltuğa oturup başparmağı ile tuşlara bastı. Bir dakika kadar sabırla bekledi. = Ben P. Erkeğin işi tamam. Fakat kadın evde yoktu. = .................... = Bilemem. Verilen adreste onun haricinde yalnız 17, 18 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Siparişte öyle bir talep olmadığı için onu es geçtim. = .................... = Anlaşıldı. 24 saat içinde talimat bekliyorum. Telefonu kapadığı an kapı tıkladı. Beline bir havlu sarıp kapıyı açtı. Kat garsonunun içeri girmesine izin vermeyip tepsiyi onun elinden aldı. Adisyonu kapıya dayayarak imzaladı. Kapıyı tekrar kilitleyip altın sarısı içkiden yarım bardak doldurup tek bir hamlede boğazından aşağıya akıttı. Başını arkaya kaldırıp geçtiği yerlerde iz bırakan içkinin sonunda midesini dağlamasını zevkle bekledi. Beklediği gerçekleştiğinde de tuttuğu nefesini hafifçe saldı. Bir tane daha aynı şekilde içip yatağa uzandı. Gözlerini kaparken beynini sabah saat tam saat sekizde kalkmak için programladı. Bir çalar saat gibi zaman kesinlikle şaşmaz eksi artı bir iki dakika oynardı, o kadar. Aklına birden bu gece öldürmesine ramak kalan genç kız geldi. Son anda yüze fener tutma alışkanlığı olmasa kız pisi pisine gitmişti. Yatakta çırılçıplak sırt üstü yatarken, kızın geçirdiği badireden habersiz hala uyumakta olduğunu düşündü. Yan odada canını aldığı adam kızın nesi oluyordu acaba? Sipariş edilen işlere pek fazla kafa yormazdı. Ama, siparişlerde anlatılan hikaye kafasına yatmazsa o işi kabul etmezdi. Sanki makul sayılabilen sebepler yapacağı işi meşru kılarmış gibi. Ölmeye mahkum kişinin bunu hak ettiğine inanmazsa bu onun meslek ahlakına uymazdı. Birisini ortadan kaldırmak için bir sürü rizikoyu göze alıp o kadar parayı gözden çıkaran kimse, eninde somunda amacına ulaşırdı. Bu mantığa göre kurbanı olan kişi zaten başkası tarafından ölüme mahkûm edilmiş oluyordu. Ayrıca tanrı aksini düşünseydi, olayı bir şekilde engellemesi gerekirdi. Hal böyle olunca, o vadesi dolanları yolcu eden bir profesyoneldi. Kurbanlarının hiç birini tanımadığı, dolayısıyla onlara kişisel bir kini de olamadığından, onların yok oluş nedenleri hiç bir zaman kendisine ait değildi. O sadece bir araçtı. Bunu da diğer işler gibi parası alınıp yapılan bir görev kabul ediyordu hepsi o kadar. Yalnız prensibi icabı çocuk siparişi asla kabul etmez, yarattığı kulunun erkenden canını aldığı için genç yaştaki ölümlerde tanrının mantığına asla akıl erdiremezdi. Onun için akşamki kız bu kadar kafasını kurcalamıştı ya. Dünyanın güçlülere ait olduğunu daha çocukluğunda öğrenmişti. Babası hiç olmadığı için mahallede hep PİÇ olarak anılmış, akranları tarafından hep itilip kakılmıştı. Bir fabrikada işçi olarak çalışan annesinin söylediğine göre, babası onu hamile bırakıp gittiği Kore savaşından geri dönmemişti. Ama bu hikâye kimseyi tatmin etmediği için komşuları da onlara pekiyi gözle bakmazlardı. Mahallede tecrit edilmiş mahkûmlar gibiydiler. İlkokula başladığı sene daha ilk gün, bahçede çoğu kişinin veresiye alışveriş yaptığı kasabın iri çocuğu tarafından gözü şişirilince onu öğretmene şikâyet etmiş "mutlaka sopayı hak edecek bir şey yapmışsın" diyerek bir tokatta ondan yemişti. Zaten içine kapanık insanlardan kaçan bir çocuk olduğu için annesinin tüm baskılarına rağmen bir daha okula adım atmamıştı. Bir müddet sonra da mahallenin yaşlı demircisinin yanına çırak olarak girmişti. Mahallede herkes gibi demirci de onun hikâyesini biliyor, itilip kakılmaktan bıkan bu küçük çocuğun gururunu korumak için verdiği bu savaşta haklı buluyordu. İhtiyar adam, okuma yazmayı sana ben öğreteceğim demiş, daha ikinci günün sabahı alfabenin ilk sayfasını beraber açmışlardı. Kalbi pek sağlam değildi yaşlı adamın. Yarım saat çalışır yarım saat dinlenirdi. O istirahat anlarında da dersler başlardı. Küçük çocuğun aşırı yeteneği ve öğrenme hırsı demircinin çok hoşuna gidiyor, daha bir istekle dağarcığında ne varsa ona aktarmaya çalışıyordu. Küçük çocuk evde, karşıdaki divanda uyuyan anasının fazla gaz harcandığı için homurtularına aldırmadan, gece yarılarına kadar bıkmadan usanmadan gündüz öğrendiklerini sarı saman sayfalı defterine tekrar tekrar yazıyordu. Öyle ki, okuldakilerin birçoğundan önce hem okumayı hem de küçük harflerle yazmayı öğrenmişti. Bu da onun ufkunda yeni bir dünya açmıştı. Artık her kazandığı kuruşu kitaplara yatırmaya başlamıştı. Bununla da yetinmez, mahallenin sonundaki kuru dere yatağındaki çöplüğe gidip oradan okumak için eski gazeteleri toplar ölüm ilanlarına kadar tüm sayfaları hatim indirirdi. Kitap mecmua, eline ne geçerse okuduğu için kafasının içi yavaş yavaş dolmaya başladı. Ustası ve öğretmeni olan ve en mühimi eksikliğini çektiği babasının yerine koyduğu bu yaşlı kaba saba adamı gerçekten sevmişti. Çünkü kendisini hep evlat diye çağırdığında içi sıcak sıcak olurdu. Yıllar böylece gelip geçti. O demirci dükkânında körük çekip varyos sallayarak kısa zamanda çelimsiz vücudu gelişmiş on yaşına geldiğinde akranlarının haricinde, kendinden büyüklerine bile kafa tutar hale gelmişti. On beşinde ise mahallenin kabadayısı olarak kabul edilmeye başlanmış, yirmisinde ise kendisi gibi ezilen insanların güçlülere karşı verdikleri mücadelede pazısını kuvveti ile etkin rol oynamıştı. Askerlik için şubeye çağırılması üzerine, iyice yaşlandığı için zaten bütün işi ona bırakmış olan yaşlı demirci bu haberi aldığında hüngür hüngür ağlamış, gerçek baban olsaydım seni ancak bu kadar sevebilirdim demişti. Sen de olmayınca bu işi tek başıma beceremem diyerek dükkanı satan adam eline geçen paranın büyük bir bölümünü de ona cep harçlığı olarak vermişti. Güney doğuda komando olarak yaptığı askerliği sırasında hayatında ilk defa arkadaşları olmuştu. İnsanı yok etme sanatının tüm inceliklerini öğrendiği ve daha da sertleştiği için komutanları bile mesafeli yaklaşırlardı ona. Kısa zamanda çavuş olup mangasının başında kırsal alanlarda çıktığı tüm operasyonlarda inanılmaz başarılar göstermişti. Hatta bir defasında gece yarısında sonra çıkan bir çatışmada eşkıyanın takibine kendisini öylesine kaptırmıştı ki, neden sonra etrafına baktığında birliğinden tek bir kişinin bile yanında olmadığını fark etmişti. Kendilerine pusu kuran bu kendini bilmezlere kızgınlığından, geri dönmeyi aklının ucundan bile geçirmemiş, o dağlık arazide onların izlerini tek tek sürmüş, saklandıkları yerlerde birer birer hepsini temizlemişti. Ancak gün doğarken birliğine dönebildiğinde komutanı, kayıp olarak kabul ettiği askerinin raporunu dinleyince ona," Ulan deterjan gibisin. Her şeyi temizliyorsun” dediğinde ismi deterjan çavuş olarak kalmıştı. Tezkeresinden sonra askerlikte öğrendiği bütün bu incelikleri bir meslek olarak kabul etmişti. Acıma ve şefkat duygularını kimseden görmediği için o kelimelerin manasını hiç bir zaman öğrenememişti. Çocukken hakaret için söylenen PİÇ ismi şimdi çevresinde saygı ve korku yaratmaya başlamıştı. O ise bu lakaptan hiç gocunmuyor, kendisini tanıtırken gözlerini kısıp ağzını çarpıtarak lakabının baş harfini, yani benim adım P diyordu. Ve gerçek ismini kimse bilmediğinden herkes Bay P diye kabul etmişti onu. Sonunda mağdur durumda olan insanlar ufak tefek hediyeler karşılığı ondan adalet talep etmeye başladılar. O şimdi modern bir Robin Hood gibiydi.Gözünü budaktan sakınmayan bu deli fişek delikanlının şöhreti mahallesini de aşıp tüm yöreye yayıldı. İlk ciddi işini çok iyi hatırlıyordu. Cevdet adında meyhanecilik yapan bir arkadaşı muhabbet arasında zengin ve yaşlı amcasından bahsetmişti ona. Çoluk çocuksuz ama oteli ve apartmanları olan ve tefecilik yaparak yıllardır çevresinin kanını emen seksen beş yaşındaki ihtiyarın bir türlü geberemediğinden yakınmıştı. = Bu dileğin gerçekleşirse bana ne verirsin diye şaka ile karışık sormuştu. = Burada ömrü billahi bedava içki içersin. = Bu yetmez demişti onun gözünün içine bakarak. Arkası yok mu? Cevdet onun ciddi olduğunu anlayınca, gözlerinin içine bakmış = Bu işi hallet, sana mirasın dörtte birini vermeyen şerefsizdir demişti. İki gün sonra zengin amca bir sabah yatağında cansız olarak bulunmuştu. Hükümet tabibi verdiği ölüm raporunda, zaten uzun zamandır astım hastası olan yaşlı adamın geçirdiği bir kriz sonrası solunum yetmezliğinden öldüğünü yazmıştı. O kadar kolay olmuştu ki, ağır uykusu olduğu öğrendiği yaşlı adamın yatak odasına kadar girmiş, boş bir enjektörün içindeki havanın tümünü damarının içine boşaltmıştı. On beş gün sonrada, bu basit işin karşılığı beş katlı bir apartmanın adına tanzim edilmiş tapusu zarf içinde kendine sunulmuştu. Daha bir kaç işinden sonra malum çevrelerde ismi dillerde dolaşmaya, niyetleri bozuk kişiler büyük paralar karşılığı onu tetikçi olarak kullanmaya başlamışlardı. Fiyat biraz yüksekti ama sonuç her zaman temizdi. Asla kendini bir katil olarak kabul etmez, o kelimeden nefret ederdi. Altıncı siparişi aldıktan bir müddet sonra, bir eli yağda bir eli balda yaşatmaya çalıştığı annesi kanserden ölüvermişti. İlginçtir, cenaze töreninde ara sıra da olsa kafasında oluşan bir takım sorular o gün anında cevap bulmuştu. "Vakti gelen gider. Ölüm Allah’ın emridir, o istemedikten sonra kâinatta hiç bir şey gerçekleşmez "demişti hoca. Her şeyin alın yazısı olduğu mantığından yola çıkarak tüm yaptıklarının tanrı buyruğu olduğunu kabul etmişti. Dolayısıyla kafasını karıştıran tüm soruların cevapları yerli yerine oturmuş, bu da onu iyice rahatlattığından işini daha bir şevkle yapar olmuştu. Esmer yağız ve oldukça yakışıklı sayılabilecek bir erkekti. Ama ilginç mesleği gereği evlenmeyi aklına bile getirmemişti. Duygusal yakınlıkların kendisi için tehdit oluşturduğunun bilincindeydi. Zaten yalnızlığı seviyordu. Mazbut aile yaşantısı onun yaşam tarzına göre komik sayılabilirdi. Zaten daha henüz yirmi altısında olduğu için böyle şeyler onun için erkendi. İleride iyice yükünü tuttuğunda kendini emekli eder bu konuyu belki o zaman düşünürdü. Kendi doğrularıyla yaşardı. Ücretini daima peşin alır, gecelik kadınlarla kendini tatmin eder, birisine bağlanmayı zayıflık sayardı. Cumartesi Pazar ve diğer tatil günlerinde kesinlikle iş kabul etmezdi. O günler her sabah yaptığı kültürfizik hareketleri dışında ya spor salonlarında çalışır ve ya açık alanlarda uzun koşular yapardı. Gram fazlası olmayan vücuduna özel saygısı vardı. Çünkü işi gereği çevik atak ve güçlü olması şarttı. PİÇ, böyle bir tipti işte. *** Çırılçıplak olarak sekiz saat deliksiz uyuduğu otel odasında hiç bir mahmurluk belirtisi göstermeden aniden gözlerini açıp saate baktı. Sekizi iki geçiyordu. Vücudunu açmak için basit hareketlerden sonra elli şınav çekti. Banyoya girip klasik duşunu yaptı. Önce dayanabildiği kadar sıcak sonra durabildiği kadar soğuk su. Sonra kahvaltı için oda servisini arayıp günlük gazeteler ve her zamanki karışımını istedi. Muz süt ve bal karışımı kokteyli. Saat ona kadar yatakta tembellik edip gazeteleri karıştırırken cep telefonu çaldı. = Buyurun, ben P. = Bay P. Akşamki müjdeli haberinizden çok mutlu olmuştum. Ama biraz önceki yönetim kurulu toplantısında malum kişiyi sağ salim karşımda görünce adeta şok geçirdim. Bu bir şaka ise mizah anlayışımız çok farklı olmalı. Ben söylediğiniz meblağı banka hesabınıza yatırıp üzerime düşeni yaptım. Ama sizin yaptığınız iş şöhretinizle pek bağdaşmıyor. Bana bu durumu nasıl izah edeceksiniz? P kaşlarını çattı. Ceketinin cebinden küçük bir kağıt çıkararak sehpanın üzerine koydu. = Beni size tavsiye eden kişi şakadan hiç hoşlanmadığımı söylememiş olmalı. Bir daha tekrarlıyorum. Adamınızın getirdiği kâğıtta yazılı malum sitede A blok B 1 de ikinci kattaki zat, talimatınız gereği yok edilmiştir. Daha önce söylediğim gibi karısı evde yoktu. = Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? İkinci kat olduğu doğru da, A blok B 1 değil, B blok A 1 olacaktı. = Ben asla dalga geçmem. Sizin adamınızın el yazısı ile bana verilen not şu an tam önümde duruyor. Şayet bir hata varsa bu kesinlikle benim kusurum değil. Aldığım sipariş iki kişilikti. Oradan size bir borcum var. Ama işin devamını istiyorsanız, daha önce ödediğiniz meblağın yarısı kadar miktarı tekrar hesabıma yatırmanız gerekir. Karşı tarafta önce bir sessizlik sonra bir takım konuşmalar oldu. = Bay P. Anlaşılıyor ki bir hata sonucu kabak günahsız bir insanın başına patlamış. Her neyse. Bu benin için hayati bir konu. Belirttiğiniz rakam bu öğleden sonra hesabınıza yatırılacak. Yalnız bir şartım var. İş muhakkak surette ayın on beşinden önce bitirilmiş olmalı. Aksi takdirde hiç bir manası kalmaz. = Tekrar ediyorum. B blok A 1, 2 inci kat. Ahmet ve Aysel kurt. Kadın kırk yaşları civarında. Bu defa karı koca ikisini birden istiyorum. Anlaşılmayan bir şey var mı? = Bu gün ayın daha ikisi, vakit var. Bu defa verdiğiniz adres doğru ise mesele yok. O adresi ve isimleri daha önceki kâğıdın altına not ederken telefon kapandı. Odanın içinde bir tur attı. Yanlış adamı yanlışlıkla vurmuş olduğunu düşünüp üzüntüyle başını iki yana salladı. Bir sigara yakıp kendi kendine söylendi. = Ne yapabilirim ki. Bunu da takdiri ilahi olarak kabul etmek lazım. Ani bir kararla gardırobuna gidip koyu bir takım elbise seçti. Ona uygun bir kravat ve de koyu renk güneş gözlüklerini takıp aynada görüntüsünü inceledi. Odadan çıkıp asansörle direk garaja inip arabasına bindi. Dün akşamki mahalleye doğru yola çıktı. Sitenin ana giriş kapısının önünden geçerken, duvarın dışında kırk elli kişilik topluluğun önünde durdu. Oradaki kalabalığı uzak tutmaya çalışan resmi polislerin haricinde kapıdan girip çıkanlar tahkikatı sürdüren siviller olmalıydı. Onun arabası ile duraksadığını gören resmi bir polis yanına geldi. = Burada duramazsınız beyefendi. Arabanızı biraz ileriye park edin lütfen. = Merak ettiğim için bakmıştım memur bey. Bir şey mi oldu? Onun giyim kuşamına ve arabasına göz attı polis; = Karşı ki binada bir cinayet işlenmiş efendim. Siz lütfen devam edin. O ağır ağır yoluna devam ederken, aynı duvarlar içinde koruluk gibi alana serpiştirilmiş ikişer katlı evlere baktı. Yirmi metre kadar ilerlediğinde, kapısının üzerindeki mermerde B blok A 1 yazan evi görünce yavaşça başını salladı. Tam o sırada, dikiz aynasından kalabalığın toplandığı kapıdaki hareketliliği gördüğünde sağ tarafa yanaşıp durdu. Dışarı çıkıp bir battaniye içinde çıkarılan cesedin ambulansa yerleştirilmesini izledi. Kapıda çığlık çığlığa ağlayan genç bir kızı yakınları teselli etmeye çalışıyordu. Arabadan inip o tarafa doğru yürüdü. Daha yakından bakınca o akşam vurmasına ramak kaldığı kızı hemen hatırladı. Yatakta daha çelimsiz duruyordu ama, burada gördüğü normalden da uzun sayılabilecek yetişkin ve güzel bir genç kızdı. Daha fazla sallanmayı lüzumsuz görüp arabasına dönerek, girdiği sokağın nereye çıktığını öğrenmek için yola devam etti. Ama, mahallenin içlerine gittiğini görünce geri dönüp, bu defa sitenin arkasındaki dar yoldan caddeye çıktı. Ertesi sabah kahvaltısıyla birlikte istediği günlük gazetelerde "Etiler’de Cinayet" başlıklı konunun haberi vardı. "Dün sabaha karşı esrarengiz bir şekilde ensesinden tek kurşunla vurulmuş bulunan Veysel Demirtaş adlı emekli öğretmen iki sene öncede bir trafik kazasında kızı ve damadını kaybetmişti. Uzun yıllar önce de karısı ölmüş olan yaşlı adam, Arnavutköy Amerikan Kız Lisesinde son sınıfta okuyan torunu ile birlikte yaşıyordu. Komşuları, mazbut bir hayat süren maktulun bir düşmanının olabileceğine inanamadıklarını söylemişlerdir. Büyük babasının ölümünden sonra hayatta tek başına kalan talihsiz genç kızın feryatları herkesin gözlerini yaşartmıştır. Hiç bir ipucunun bulunamadığı cinayet sonrası polis tahkikatını sürdürmektedir " Haberin altında dede torunun birlikte resimleri vardı. P gazeteyi buruşturup attı. Sinirli bir şekilde camdan İstanbul'u seyredip bir sigara yaktı. = Bana verilen adres yanlışsa suç benim mi yani diye söylenirken cep telefonu çaldı. Bankadaki görevli hesabına yatan meblağı bildiriyordu. Kendisine silme bir konyak doldurup büyük bir yudum aldı. Civarın belli bir sure gözaltında tutulacağını tahmin edip bu yeni siparişi gerçekleştirmek için başka bir yol düşündü. Bu defa işi kesinlikle evden uzakta halletmesi gerekirdi. Gene bir yanlışlığa meydan vermemek için bu defa adamla kadını teşhis etmeye karar verdi. Elindeki kadeh boşaldığında yarım saat kadar geçmiş, planın ilk safhası kafasında şekillenmişti. Ortalığın yatışması için bir iki gün beklemeye karar verdi. O gece odasındaki televizyonu açtığında gene cinayetle ilgili haberlerde adının Zühal olduğunu öğrendiği genç kızın perişan görüntülerini seyretti. Okuldaki arkadaşları ve komşuları kendisini teselli etmeye çalışırken, zavallı hıçkırıklar içinde boğuluyor, bir taraftan da, = Şu koca dünyada parasız pulsuz tek başıma kaldım. Ne bir akrabam ne de sığınacak bir yakınım var. Ben şimdi ne yapacağım diye ağlayan kızı izlerken kendi çocukluğunu düşündü. O fabrikalarda işçilik yapan annesinin üç kuruşluk kazancı ile hep yoksulluk içinde büyümüş, daha yedi yaşında haftalığı ile evin bütçesine katkı yapmak için hayat kavgasına başlamıştı. Kız kendisine nazaran daha talihli sayılabilirdi. Belli bir yaşa kadar ana baba şefkatini tatmış sonrada dedesinin himayesine girmişti. Hepsinin ötesinde ona el uzatan komşuları ve kendisini yalnız bırakmayan arkadaşları vardı. Ama onun böyle lüksleri hiçbir zaman olmamıştı. Herkes tarafından itilip kakılarak gerçekten bir piç muamelesi gören P nin herhangi birinin başını okşaması bir tarafa, evinde bile sevgi gösterilerini hiç hatırlamazdı. Çünkü o bir günah gecesinin anısı olarak lanetlenmişti? Otobüs parası ödememek için, neredeyse şehrin öteki ucundan yaya olarak ayaklarını sürüyerek yorgun argın eve gelen annesi, belki de onun başını okşayacak gücü kendinde bulamıyordu. Onlar, ölmemek için insan ormanında yaşam savaşı veren iki garip canlıydı. P nin mesleği ve şimdiki hayat tarzı belki de geçmişin bir intikamı olarak kabul edilebilirdi. Askerden sonra o mahalleden ayrılıp, P nin satın aldığı kentin lüks bir semtinde kaloriferli bir daireye taşınmışlardı. Çamaşır makinesinden televizyona, buzdolabından bulaşık makinesine kadar her şeyleri vardı ama, zorlu geçmişinden sonra bu bolluk içinde ancak üç sene kadar yaşayabilen kadının yüzünün güldüğünü kimse görmemişti. Kadın, oğlunun tüm sorularına ekseriyetle tek kelimeyle cevap verirdi. Görmeyen gözlerle tüm gün karşısında oturduğu televizyon onun tek tutkusu idi. Bir defa bile ağzını açıp, bu paraların kaynağı ne, sen ne iş yapıyorsun diye sormamıştı. Belki de tahmin edip bilmezlikten geliyordu kim bilir. O kanser denilen illet yakasına yapıştığında zaten altı ay içinde bitip tüketmişti kadını. Doktor, hastalığın son dönemlerinde ağrıları dayanılamayacak kadar artacağı için ona her gün morfin yaptırırsanız çok iyi olur demişti. Buna rağmen, bir defa bile suratını buruşturup şikâyet etmemişti. Ve bir gün televizyon karşısındaki koltuğunda kimseyi rahatsız etmeden, ait olmadığını acı bir şekilde öğrendiği bu dünyadan sessizce göçüp gitmişti. Hayat boyu çektiği acıların yanında bu son ağrılar ona çok hafif gelmiş olmalıydı. O günden sonra da P, bu tür lüks otellerde yaşamaya başlayıp ancak mesleki malzemelerine ihtiyaç duyduğunda depo gibi kullandığı o eve uğrar olmuştu. Temizlik, çamaşır yıkama gibi sorunları olmuyordu. Böylesi çok daha rahattı. *** İki gün sonra, kafasında tasarladığı kimliğine bürünmek için evine doğru yola çıktı. Arabasını bir sokak ileriye park etti. Kestirmeden gitmek için bir inşaat alanının içinden geçerken, orada bir kireç kuyusu görünce etrafına bakındı. Kendisini kimsenin görmediğinden emin olunca son işinde kullandığı Brovning tabancasını usulca çukurun içine bıraktı. Bir saat kadar sonra elinde bir evrak çantası, koltuğunun altında 45 lik Smith Wesson’la kapıdan dışarı çıktığında, kalın kaş ve bıyıkları, şişe camı gibi gözlükleri ve hafif kambur duruşu ile öz anasının tanıyamayacağı bir kılıktaydı. Otobüsle Levent'e gidip sitedeki B blok A 1 kapısından içeri girdiğinde çantasından bir makbuz defteri çıkarıp eline aldı. Merdivenleri ağır ağır çıkarak Ahmet Kurt yazılı zile bastı. Kapıyı biraz geçkince fakat havalı bir kadın açtı. P, burnuna kadar yaklaştırdığı deftere göz attı. = Burası Ahmet Kurt'un evi değil mi? = Evet, ben eşiyim. Bir şey mi vardı? = İyi günler hanımefendi. Ben elektrik tahsildarıyım. Bir mahzuru yoksa sayacınıza bakacaktım. = Mahzuru yok ta, sizinkiler daha on beş gün önce gelmişlerdi. Adam boynunu büktü. = Onu bilemem efendim. Bize şuraya gideceksin deyince itiraz hakkımız pek yoktur. Daha önce kesilen makbuzda bir hata varmış sanırım. Rakamları karşılaştırmak istiyorlar. Takdir edersiniz ki biz de emir kuluyuz. = Peki peki uzatma dedi kadın. Elektrik saati orada, portmantonun üzerinde. Kafasını kaldırıp sayaca bakan tahsildar kadına döndü. = Özür dilerim. Üzerine çıkabileceğim bir sandalyeniz var mı acaba? Malum bu gözlüklerle o kadar uzağı seçemiyorum. Öteki sıkıntı içinde ona bakıp içeri doğru seslendi. = Ahmet. Balkondaki tabureyi getirebilir misin? Biraz sonra takriben altmış yaşlarında iyi giyimli kalantor kılıklı bir adam elindekini yere koyup kadının dediklerini yineledi. = Yahu on beş gün önce geldiniz daha. Belediyede para bittikçe sizleri mi gönderiyor. Onun yüzünü belleğine yerleştirmeye çalışan tahsildar. = Eşinize söyledim efendim. Yalnızca bir dakika sayacınıza bakacağım o kadar. = Tamam. Ne yapacaksanız bir an önce bitirin, Şirkete geç kaldım zaten. Oradaki rakamı defterine yazan tahsildar özür dileyerek dışarı çıkarken karı koca antrede konuşuyorlardı. P kulak kabarttı. Kadın, hafta sonunda Abant'ta bir davete gideceklerinden bahsedip yeni bir giysi almak için adamdan para istiyordu. = Yahu, kendi gardırobun dolduğu için benimkine bile bir şeyler asmaya başladın. Hâlâ giyecek bir şeyin olmadığından yakınıyorsan pes yani. = Ahmet. Senden para istediğim zaman bu azarlar gibi konuşmalarından artık vazgeç. Unutma ki şirketteki hisselerim seninkilerden daha fazla. = Üç beş günde bir kafama kaktığına göre nasıl unutabilirim ki diyerek cebinden çıkardığı bir tomar parayı ona uzattı. Al şunları da ne yaparsan yap. Sinirle aşağıya inen adamın ayak seslerini duyunca ana kapıda kenara çekilerek ona yol verdi. Kalantor duvarın dışında park edilmiş son model bir Mersedes'e binince tahsildar kılıklı P onun plakasını da defterine kaydetti. Oradan eve dönüp üzerindekilerden kurtulunca derin bir nefes aldı. Bu gün bilgi toplama açısından bayağı yararlı olmuştu. Hem adamın kendini hem arabasını tespit etmiş, üstelik hafta sonunda Abant'a gideceklerini de öğrenmişti. O zaman istikamet Abant demekti. Bu işi İstanbul dışında bir yerde halletmesi gerçekten iyi olacaktı. İki üç gün arayla aynı sitede oturan üç kişinin cinayete kurban gitmesi pek akıllıca olmayacağı için bu defa bir kaza süsü vermeyi düşündü. Yalnız, bu işi hafta sonu tatil günlerinde yapmaya mecbur oluşu canını sıkıyordu. Bütün mesele, Cumartesi mi yoksa Pazar mı yola çıkacaklarındaydı. Ama davet olduğu düşünülürse büyük bir ihtimalle Cumartesi gecesi olacaktı. Mesafeyi hesapladığında, vaktinde orada olabilmeleri için öğleye doğru yola çıkmalarının şart olduğunu düşündü. Gene de emin olabilmesi için ertesi sabah evin etrafında nöbete yatmaya karar verdi. Tecrübeleri gereği, planlanmış bir işe bitmiş gözüyle baktığından bu gece eğlenmeye karar verdi. Bir ay kadar önce beraber olup da hoşça vakit geçirdikleri bir kadını cepten telefonla arayıp Tarabya otelinde buluşmak için sözleştiler. Daha erken olmasına rağmen otele gidip üstüne spor bir şeyler giydikten sonra boğaza doğru yola çıktı. Güçlü motorun düşük vitesteki homurtusu ona gaza basmasını hatırlatırken, o bir acelesi olmadığı için yolun en sağından ağır ağır giderek bu güzel havanın tadını çıkarmaya çalışıyordu. Tam Arnavutköy'ün önünden geçerken birden aklına televizyonda ağlayan o kız geldi. Yanlış hatırlamıyorsa o kız lisesinin bu caddeye paralel olduğunu tahmin edip ani bir kararla soldaki ilk sokaktan içeri saptı. Şu ana kadar caddelerde hiç talebe görmemişti. Saate baktı, dörde beş vardı. Okulların kaçta dağıldıklarını bilmiyordu ama mantıken bu saatlerde falan olmalıydı. Tesadüfen girdiği sokağı kesen caddenin sağ tarafında büyük binayı ve üzerindeki tabelayı gördü. Ana kapının on metre kadar uzağında arabayı park ettiği an oradan bile duyulabilen zil sesini işitti. Birer ikişer çıkan kızları dikkatle gözlemeye başladı. Okul boşaldığı halde yalnız gazete ve televizyondan tanıdığı kızı görememişti. Ya ben o kalabalıkta onu tanıyamadım, ya da üzüntüsü olduğu için belki bu gün okula gelmemiştir diye geçirdi aklından. Arabayı çalıştırmak için kontak anahtarına uzanırken, kendi kendine güldü. Yaptığı bir yerde çocukça bir şeydi. Tamam, kızın bu dünyada tek başına kaldığını ağlayarak söylemesi onu biraz etkilemişti ama, ne bekliyordu ki? Haydi, kızı gördü diyelim. Ne söyleyecekti ki ona. Senin dedeni ensesinden vuran adam benim. Bir yanlışlık oldu özür dilerim mi diyecekti. Geriye dönüş olmadığına göre yapılacak bir şey de yok diye düşünüp tam hareket etmek üzereyken onun okul kapısından çıktığını gördü. Daha bir dikkatle baktığında iyice emin oldu. Başı önünde ağır ağır yürüyüşünü seyredip, hadi bakalım şimdi ne halt etmeyi düşünüyorsun diye kendi kendini söylendi. Uzaklaşmakta olan kızın arkasından arabayla ağır ağır onu takip etmeye başladı. Caddede bir müddet yürüyen genç kız, bir sokağa sapıp gözden kaybolunca vitesi üçleyip hızlandı. Arabanın burnu sokağa girdiğinde boş bir arsanın önünde iri kıyım iki delikanlının kıza el kol hareketleri ile bir şeyler anlatmaya çalıştıklarını gördüğünde baştan arkadaşları falan sandı. Sonra kız geçmek isteyip de yol vermeyip onu engellediklerini görünce tereddüt etti. Dar sokakta o an içinde bir Allah'ın kulu yoktu. Ama kızın yoluna devam etmek için yaptığı hareket sonrası bir tanesinin onu bileğinden yakaladığını görünce gaza dokundu. Arabanın homurtuyla burnunu kaldırması ile birlikte yanlarında fren yapması bir oldu. Oğlanın bir tanesi biraz uzak duruyor pişmiş kelle gibi bir suratla arkadaşını izliyordu. İki delikanlı da yanlarında biten arabaya bir göz attılar ama, öteki mesele daha cazip olduğundan pek umursamadılar. P şimdi açık diğer camdan onların konuşmalarını da duyabiliyordu. = Yolumu kesmeye nasıl cesaret edersiniz siz. Burası dağ başımı diye bağıran kızın güzel yüzü bembeyazdı. Bırakın kolumu diyorum size. Yoksa bağırıp imdat isteyeceğim. = Seni şimdi yakaladım işte. Bir öpücük vermeden bırakacağımı sanıyorsan aldanıyorsun. Kaç aydır peşinde koşturup duruyorum. Sosyete değiliz diye mi bize pas vermiyorsun? Çaresizlik içinde etrafına bakınan kız, hala tereddüt içinde arabasında oturan P ye gözü takılınca yalvarır gibi bir sesle = Ne olur yardım edin diye inledi. Onun gibi profesyoneller, kendilerini afişe edecek bu tür sokak kavgalarından daima kaçınırlardı. Ama kendisini borçlu hissettiği bu güzel kızın talebi karşısında daha fazla dayanamayarak koltuktan kayarak öteki kapıdan dışarı çıktı. Onlara iki adım kala durdu. = Bu kadar eğlence yeter beyler. Şimdi çekin arabanızı. Asker tıraşı olmuş ve arkadaşına erketelik yapan oğlan inanamaz bir ifade ile dönüp ona baktı. Öteki de kızın bileğini bırakmadan onu da sürükleyerek diğerinin yanına geldi. = Sen kendini ne sanıyorsun be salak. Höst dediğinde kaçacak adamlar mıyız? Biz üç kişiyiz. Asıl sen toz ol. P, o zaman bir apartmanın merdiveninde oturup olayları uzaktan seyreden üçüncü kişiyi fark etti. Kendisine bakıldığını gören delikanlı ayağa kalkıp elindeki tespihle asabi pozlarda oynamaya başladı. Bu arada kızcağız korkudan fal taşı gibi açılmış gözleri ile onları izliyordu. Asker tıraşlı olan, sağa sola bakındıktan sonra cebinden çıkardığı kelebek bıçağı havada sallayarak artistik hareketler yapmaya başladı. P ikisini de aynı anda kolluyor, ilk hareketin onlardan gelmesini bekliyordu. = Kimsenin canı yansın istemiyorum çocuklar. Bakın son defa ikaz ediyorum. Bir hadise çıkmadan hanımı rahat bırakın. = Seni züppe pezevenk. Sen kendini Süpermen mi zannediyorsun diyen asker tıraşlı, elindeki bıçakla havada kavisler çizerek ona saldırdı. Bir saniye içinde onun bileğini yakalayan P kolunu arkaya çevirerek öyle bir hareket yaptı ki, olduğu yerde havada bir daire çizen çocuk sırt üstü kaldırımın üzerine düştü. Anında kalkıp saldırmaya çalışırken bu defa ense köküne ine bir darbe ile yere yapışıp hareketsiz kaldı. Ama P ona bu numarayı yaparken diğerine sırtını dönmek mecburiyetinde kalmıştı. Ama sustalının yatağına otururken çıkardığı metalik sesi çok iyi tanırdı. Ve kız da aynı anda bağırdı. = Arkanıza dikkat edin. Geri dönmekle zaman kaybetmeyen P, oğlanın yerini doğru tahmin edip arkaya doğru attığı bir tekmeyi onun tam apış arasına yerleştirdi. Acıyla diz çökmüş bir vaziyette olan çocuğun tam burnunun üzerine elinin yan tarafı ile bir kesme vurdu. O da diğerinin yanına bir kalıp gibi devrildi. Üçüncüsü arkadaşlarının başına gelenlerden sonra kavgaya katılmaya pek niyetli değilmiş gibi sırtını kapalı bir dükkân kepengine dayamış bir P ye bir yerdeki yatanlara bakıyordu. P onun suratında boncuk boncuk terlere bakıp zararsız olduğunu anlayınca etrafına bakındı. Sokağın üst tarafından koşarak onlara doğru gelen insanları görünce kızın yerde duran çantasını kaptı. = Hemen uzaklaşalım buradan. Ama onun korkudan taş kesilmiş halini görünce, kolundan tuttuğu gibi arabanın hala açık duran kapısında içeri sokup, diğer tarafa koştu. Zaten boşta çalışır durumda olan Mustang sanki olduğu yerde zıpladı. Süratle ana caddeye çıkıp oradaki trafiğe karıştılar. P, yan gözle kıza bir göz attı. O, şok geçirmişçesine gözleri sabit bir noktada camdan dışarı bakıyordu. Konuşmadan beş dakika kadar yol aldıktan sonra bir çay bahçesinin önünde durdular. Erkek arabadan inip kızın kapısını açtı. = Arzu ederseniz şurada beş dakika kadar oturalım da biraz dinlenip kendinizi toparlayın. Güzel bir çay bu durumdan sonra ikimize de iyi gelir sanıyorum. Yüzünü ona çeviren kızın dudakları titriyordu. Bir ağlama krizinden korkan P, torpido gözünü açıp oradan bir kolonya şişesi çıkardı. Kapağını açıp ona uzattı. = Şundan yüzünüze sıvazlayıp burnunuza çekin biraz sizi rahatlatır. Lütfen sakin olun artık. Korkulacak hiç bir şey kalmadı. Genç kız biraz teskin olduktan sonra P nin uzattığı eline tutunarak arabadan çıktı. Deniz kıyısında bir masaya oturdular. Gelen garsona bir semaver ısmarlayan adam sordu. = Nasıl? Biraz daha iyisiniz değil mi? Genç kız kafasını öne doğru salladı. = Sormamda bir sakınca yoksa bu çocukları daha önceden tanıyor muydunuz dediğinde ona çevrilen ürkek ela gözler P nin içini titretti. = Okuldan çıkışlarımda bir kaç defa peşime takılmışlardı. Ama arkadaşlarla gurup halinde yürüdüğümüz için yalnız laf atmakla yetinmişlerdi. Bu gün nöbetçi olduğum için biraz geç çıktım diyerek elini ağzına kapadı. = Ya siz müdahale etmeseydiniz diyerek dudaklarını ısırdı. Heyecandan size teşekkür etmeyi bile unuttum. = Değmez dedi erkek. Bir hanıma yardım etmek her erkeğin görevi olmalı. Beni asıl düşündüren şey, intikam amacı ile başka bir gün gene karşınıza çıkarlarsa bu defa ben orada olamayabilirim. İlk defa onun gülümsediğini gördü. O sırada semaverleri de gelmişti. Garsonu savan adam, doldurduğu bardağın birisini onun önüne sürdü. Kız attığı iki şekeri karıştırırken kendini biraz daha toparlamış gibiydi. = Her erkeğin görevi dediğiniz bu duruma çok kişinin cesaret edebileceğini pek sanmıyorum. Onlar mahallede herkesi yıldırmış kabadayılardır. Okulun bitimine bir hafta kaldığı için dersler zaten bitmişti. Son hafta gelmesem de bir şey fark etmez. Diploma günü bir çaresini düşünürüm. = Sizi oraya götürecek bir büyüğünüz ve ya bir yakınınız yok mu diye sordu kızın gözlerinin içine bakarak. O, açıktan geçen bir şilebi gözleri ile takip ederken başını iki yana salladı. Cebinden çıkardığı bir mendil ile göz pınarlarında beliren yaşları sildi. = Maalesef. Dört gün önce tek akrabam olan dedemi de kaybettim. Kızı seyrederken, onun güzelliği ve masumiyeti, P nin içinde şimdiye kadar hiç tanımadığı bir takım şeyler uyandırmıştı. = Başınız sağ olsun. Yüzünüz hiç yabancı gelmedi diye düşünüyordum. Sizi şimdi hatırladım. Sizi dedenizin öldürülmesi nedeni ile televizyonda haberlerde görmüştüm. = Ben o gün televizyoncuların çekim yaptıklarının farkında bile değildim. Gece yattığımda sabahlara kadar düşünüyorum da, o melek gibi zavallı yaşlı adamı kim öldürmek ister. Bir düşmanının olabileceğini tasavvur dahi edemiyorum. Neden bir sürü talihsizlikler hep benim başıma geliyor. Üniversite hayallerim falan hepsi suya düştü. Ne yapacağım ben şimdi diye göz pınarlarından iki damla yaş yanaklarından aşağıya süzüldü. = Bilemiyorum dedi P. Şu alın yazısı denilen şeye bir türlü akıl erdiremedim zaten. Peki, size sormak istediğim bir şey var. Yüksek tahsil arzunuzdan sırf para yüzünden mi vazgeçtiniz yani? = Normal değil mi? Şu an tek sahip olduğum şey dedemle birlikte oturduğumuz ev. Onu satsam belki fakülte masraflarıma yeter ama ben onca yıl nerede kalıp ne yiyeceğim ne içeceğim. Bir sure öncede bir trafik kazasında annemle babamı da kaybetmiştim. Onlar o zamana kadar olan tüm birikimleri ile babamın hayali olan arabayı almışlardı. Kim bilebilirdi ki o araç onların ölüm nedeni olacak. Şimdi, kaybettiklerime mi kendime mi yanayım bilemiyorum. Kız kendisini ilgi ile dinleyen adama baktı. = Özür dilerim. İlk defa tanıdığım bir insana bunları anlattığıma inanamıyorum. Üstelik kurtarıcımın daha adını bile bilmiyorum. Benim ki Zühal. Cevap vermek için hazırlanan adam ilk önce bir yutkundu. Az daha ben P diyecekti. Lâkabının tamamını söylese daha da ilginç olurdu her halde. En son asker ocağında kullanılan ismini hatırladı. = Memnun oldum Zühal Hanım. Ben de Naci diye onun uzattığı minicik eli incitmekten korkar gibi tutup hemen bıraktı. Ama o yumuşak ve ılık temas bütün vücudunu titretmişti. Erkek ilk defa tattığı bu heyecanların sarhoşluğu içinde, kendini tanıyamaz gibiydi. Bir gül goncası gibi dudaklarda oluşan kendisine dönelik tebessüme bakıp gene söylememesi gereken bir şeyi kaçırdı ağzından. = Bir yerlerde okumuştum. Şayet bir insan diğer bir kişinin hayatını kurtarmışsa, ömrünün sonuna kadar onun mesuliyetini yüklenirmiş. Bu duruma sizin bir itirazınız yoksa bu benim seve seve üstleneceğim bir görev olur. Kız bu defa onun gözlerinin içine baktı. Karşısındaki yakışıklı ve biraz önce inanılmaz gücüne tanık olduğu adam, tanıdığı erkek arkadaşlarından o kadar farklıydı ki. İçinde, onu uzun zamandan beri tanıyormuş gibi bir his vardı. Yoksa bir saat kadar önce ilk defa gördüğü bu adama bir sürü sorununu açıp hayat hikâyesini niye anlatıyordu ki. Onu ilgiyle dinleyen erkek şimdi de, kendisini hayat boyu korumaktan falan söz ediyordu. Yüzüne baktığında onun şaka da etmediğini fark etti. Başını iki yana sallayıp güldü. = Psikolojide, kurtardığı insanın sorumluluğunu üstlenmek diye bir şey var biliyorum ama, bu aklı başında bir insanın bir başkasından isteyebileceği bir şey değil ki. Ama şunu itiraf etmem gerekir ki, siz nesli tükenmiş erkekler sınıfına giriyorsunuz. Saatine baktı. = Her şey için teşekkürler ama benim artık kalkmam lazım. = Siz nasıl arzu ederseniz diyen P garsonu çağırıp hesabı ödedi. Kız çantasını omzuna asıp ayağa kalktı. = Size ve sizi bu gün karşıma çıkaran tanrıya minnettarım diyerek ona elini uzattı. Tuttuğu eli bu defa bırakmayan P bilmiyormuş gibi sordu. = Eviniz yakınlarda herhalde? = Hayır. Ben Etiler’de oturuyorum. = Ben de Maslak’tan gideceğim. Etiler yolumun üzeri. Müsaade edin de görevimi tam yapıp sizi evinize kadar bırakayım. = Bu kadarı gerçekten fazla olacak Naci Bey. Zaten sizi yeterince meşgul ettim. Şuradan bir otobüse binebilirim derken içinden sanki adamın ısrar etmesini bekler gibiydi. = Lütfen Zühal Hanım. Ben zaten Taksim’e gitmek mecburiyetindeyim. Önlerindeki tüm arabaları sollayarak Maslaktan yokuşu tırmanırlarken bir müddet konuşmadılar. Kız bu yüksek sürati sevmiş gibi arkasına yalanmış dudaklarında bir tebessüm ile karşıya bakıyordu. Yeni tanıdığı bir erkeğin tereddütsüz bindiği arabasında en ufak bir tedirginlik duymuyordu. Hayatını kurtaran bu yakışıklı adamdan bir içgüdü ile kendisine bir kötülük gelmeyeceğinin inancı ile şu anki huzuruna kendi de şaşıyordu. P ise, burcu burcu gençlik ve dişilik kokan yanındaki bu güzel varlıktan mest olmuş, bu günkü tesadüfün de diğerleri gibi tanrının bir iradesi olduğunu düşünüyordu. Ama bu defa bir gecelik maceralarında olduğu gibi salt seks yoktu aklında. Onu korumak, himaye etmek, onu yanında hissetmek arzusu her geçen an biraz daha artarak vazgeçilmez oluyordu. Şu an bunların dışında ne geçmişi ne geleceği ne de siparişler vardı aklında. Uzunca bir müddet konuşmadan yol aldılar. Her ikisi de şu anki pozisyonundan mutlu kendi dünyalarına dalmış yanındaki ile ilgili bir takım fanteziler kuruyorlardı. Levent'e geldiklerinde ilk sessizliği erkek bozdu. = Diploma töreniniz ne zaman? = On gün sonra. Öteki Pazartesi yani. Niye sordunuz. P, kadın erkek ilişkilerini hep para karşılığı hallettiği için bu tür gönül maceralarına pek alışık değildi. Onun için biraz sıkılarak, = Lütfen yanlış anlamayın. Hiç yakınınız olmadığını söylemiştiniz. Bir mahzuru yoksa sizi temsilen o gün orada bulunmak isterdim. Yani, arzu ederseniz sizi ben götürebilirim. Kız, bir an bu teklifin muhasebesini yapar gibi önüne bakıp düşündü. Yüzüne hafif bir pembelik yayılmıştı. = Gerçekten istiyorsanız memnun olurum. Beni şu otobüs durağının önünde bırakın lütfen diyen kız onun muntazam profiline baktı. Tekrar her şey için teşekkürler. Erkek ceketinin cebinden çıkardığı bir bloknota adını ve telefonunu yazıp ona uzattı. = Bu benim cep telefon numaram. Her ihtimale karşı sizde bulunsun. Başınız neye sıkışırsa sıkışsın ve saat kaç olursa olsun beni aramanız yeterli. Öteki pazartesini sabırsızlıkla bekleyeceğim diyen genç adam kızın narin elini sıktı. Sizce de uygunsa o sabah sekiz gibi bu durakta olacağım. Tebessüm edip kâğıdı cebine koyan kız = Görüşmek üzere diyerek arabadan indi. Kalbinin gümbürtüsünün dışarıdan bile duyulacağından korkan erkek, sokağa sapıp kayboluncaya kadar gözleri ile onu izledi. Durağa yanaşmak isteyen belediye otobüsünün kornalı ikazı ile gazladı. Doğru otele çıkıp o vaziyette kendini yatağa attı. Bütün bu olanlara bir türlü inanamıyordu. Herkesin çekinip selam verirken bile tereddüt ettiği meşhur P, iki saat kadar yattığı yerde onu düşünüp aptal âşık pozlarında tavanı seyredip durdu. Âşık olmak dedikleri şey bu olmalı diye düşündü. Sonra, kendisinin kimliğini hatırlayınca hışımla yataktan kalkıp şişede iki parmak kalan kehribar renkli içkiyi kafasına dikti. Boş şişeyi duvara fırlatıp kırdı. Sinirli hareketlerle bir sigara yaktı. Üç dört nefes arka arkaya çekip kendi kendine söylendi. = Salak sersem. Geri zekalı budala. Kaşarlanmış cani. Sen kim olduğunu, ne bok yediğini sanıyorsun ki diye yüksek sesle konuşmaya başladı. Önce git dedesini temizle, sonra körpecik torununa âşık ol. Hadi bu yediğim halttan kimsenin haberi olmadı diyelim. Peki, tut ki yarın öbür gün işi ilerlettik. Hangi suratla kıza evlenme teklif edeceksin ki? Peki, benim hayatımı nasıl kazandığımı sorduğunda ne diyeceğim ona. İnce zanaat mı? *** Hava çoktan karadığında, hala sırtında ceketle oturduğu masa başında başına ağrılar girinceye kadar düşündü düşündü, hiç çıkar bir yol da bulamadı. Gözü saate takılınca on bire geldiğini görünce şaşırdı. Aklına Tarabya otelinde randevu verdiği kadın geldi. Ayıp olmuştu kadına. Bir dahaki sefere güzel bir hediye ile gönlünü alırdı. Kafasını yarınki Abant yolculuğu üzerinde toplamaya çakıştı. Ama dönüp dolaşıp aklı gene kıza gidiyordu. Sinirli hareketlerle soyunup banyoya girdi. İçindeki ateşi söndürebilmek için bu defa buz gibi suyun altında uzun sure bekledi. Gene de kafasını toparlayamayınca, ertesi günü olayları kendi akışına bırakmayı kararlaştırarak bir sakinleştirici alıp yatağa girdi. Huzursuz geçen bir geceden sonra gözlerini açtığında saat sekize geliyordu. Tıraş olup arabası ile Levent'e geldiğinde, dün Zühal'i bıraktığı durağın tam karşısında arabasını park edip oradaki bir kahveye girdi. Cam önüne oturup bir sade kahve söyledi. Daha önceki keşfine göre, siteden ana caddeye çıkmanın tek yolu olan karşısındaki sokağa gözlerini dikip beklemeye başladı. Karşıdaki apartmanların arkasında olan sitede kızın şu an ne yaptığını tahmin etmeye çalıştı. Ders çalışmayı artık bıraktığını söylediğini hatırlayıp yatakta tembellik yapmıyorsa muhtemelen ev işleri ile uğraştığını düşündü. Belki de henüz kahvaltısını yapıyordu. Gözlerinin önünde hep onun hayali ile oyalanırken iki saat kadar zaman geçirdi. Saatine baktı on buçuğu geçiyordu. Geceden gitmiş olabilirler miydi diye düşünürken siyah son model Mersedes sokaktan çıkıp ışıkların oradan onun olduğu şeride geçti. Kahvenin önüne çıkıp onların geçmesini bekledi. İçindekileri teşhis etmesine rağmen, plakasına da bakıp emin olduktan sonra peşlerine takıldı. Zincirlikuyu'nun oradan çevre yoluna çıktıklarında Mersedes süratlendi. Ama onun altındaki sekiz silindirli Ford Mustang, kolay kolay hiç bir arabayla mukayese edilemeyecek kadar güçlü bir motora sahipti. İki sene kadar önce bir galeride bu arabayı görünce çarpılmış, hemen satın alıp çok az kullanılmış olmasına rağmen tepe tırnak elden geçirtmiş, bir takım ilaveler yaptırmıştı. En başta da, ön ve arka tamponları değiştirip orijinalini yerine aksesuarcıda görüp beğendiği daha kalın ve çıkıntılı bir tipini alttan çelik çapraz bağlantılarla takviye edip şaseye bağlatmıştı. Radyoyu karıştırıp bu güzel bahar gününe uygun hafif bir müzik buldu. Gözü yüz metre kadar ilerde giden arabada, bir sigara yaktı. Saat üçe gelirken Abant'taki ötelin önüne geldiler. Önündekiler ana kapıdan lobiye girerlerken o da arabasını onlarınkinin yanına park etti. Lobiye girdiğinde karı koca restoran kısmında ayağa kalkmış kadınlı erkekli altı kişiyle muhabbet ediyorlardı. Resepsiyon memuru gülümseyerek ona baktı. = Buyurun efendim, emriniz? = Göle bakan tek kişilik bir oda rica ediyorum. = Hay hay efendim. Valiziniz yok galiba? Ne kadar kalmayı düşünüyorsunuz. = Sanıyorum tek bir gece. Aniden gidebileceğim için hesabı peşin ödemek istiyorum. Odama da bir şişe Napolyon konyak gönderin lütfen = Baş üstüne beyefendi. Buyurun anahtarınızı. Odasının balkonunda gölü seyredip konyağını yudumlarken, otele sekiz on kilometre kala geçtiği bir virajı hatırlamaya çalıştı. Asfalt çalışması yapıldığı için şu an stabilize durumda olan u şeklindeki dönüşün yan tarafında on beş yirmi metrelik dik bir yar vardı. Bu gün gelirken yeni mıcır dökülmüş o kısımda bütün arabalar kaymamak için ağırlaşmak mecburiyetinde kalmışlardı. Bu tür detayları yakalayıp değerlendirmek onun işinin özelliklerindendi. Ani bir kararla dönüşte işi orada bitirmeye karar verdi. Bu defa kesinlikle silah kullanmayı düşünmüyordu. Çünkü, kısa bir zaman içinde aynı sitede oturan iki kişinin vurulmaları ile olayın peşinde olan polis mutlaka huylanacaktı. Ayrıca, değişik metotlar kullanmak hoşuna gidiyordu. Bu aynı zamanda tecrübesinin gelişmesini sağlarken, işin monotonluğunu da önleyip olaya renk katıyordu. Mesela zamanı ve yeri uygun olduğu takdirde bir kaç siparişte çok değişik bir yollar kullanmıştı. Geride iz bıraktığı için tabancasını zorda kalmadıktan dolayı kullanmayı pek sevmezdi. Şimdiye kadar son iş dâhil üç defa mermiyle iş görmüştü. Ama prensibi icabı her olaydan sonra o silahı yok eder, aynı tabancayı ikinci bir defa asla kullanmazdı. Doğal nedenlerle oluşan ölüm görüntüsü, polisçe araştırmaya karıştırmaya gerek duyulmadan kapatıldığı için en sevdiği metottu. İlk işindeki astım krizi sonucu solunum yetersizliği çok temiz bir iş olmuştu. Boş enjektörle damardan verilen hava olayında, iğne izinden kimse pirelenmezse ölüm raporunda yüzde doksan dokuz kalp sektesi yazılırdı. Yüksek dozda ensülin de iyi bir yöntemdi ama, belli riskleri vardı. Bu işte biraz da şöhret olmuşsan fazla göze batmamak ilk şarttı. O da şimdiye kadar tek bir açık vermemiş, delikanlılığında bir sokak kavgasının dışında daha hiç karakola adımını atmamıştı. Yarın gerçekleşecek siparişin on ikinci işi olacağını düşündü. Başka yerleri bilmiyordu ama, İstanbul piyasasının en iyisi oydu. Tabii ki ücreti de ona göre yüksekti. Ucuz işlerle asla ilgilenmez, kolayına zoruna bakmadan kişi başına peşin 100.000 dolar nakit alırdı. Ama herkes bilirdi ki P, hiç bir zaman yamuk yapmaz, aldığı işi mutlak sonuçlandırırdı. Çünkü bu âlemde senet çek ve ya sözleşme söz konusu olamayacağı için güven en çok aranan şeydi. Geçenlerde oturup hesabını yapmış, yaşadığı bu lüks hayata rağmen nakit tam yedi yüz bin doları olduğunu görmüştü. En az bir o kadar da gayrimenkulü de hesaba katarsa, şu an işi bıraksa bu para hayatının sonuna kadar yeter de artardı bile. Bunları aklından geçirirken, gölün kıyısında el ele dolaşan bir çifti görünce gene aklına Zühal geldi. Zavallı kız. Eline alacağı lise diploması ile boktan bir yerde ancak sekreterlik yapabilir, şişman yaşlı patronların iştahını kabartırdı. Kendisinin çuvalla parası olmasına rağmen, o güzel kızı bu tür bir hayata mahkûm ettiğini düşününce bu soruna mutlak bir çözüm bulmaya karar verdi. *** O gece hem karıkocayı gözaltında tutmak, hem de bir şeyler yemek için aşağı indi. Müstakbel kurbanları gazino kısmında sekiz on kişilik bir gurup halinde şampanyalar patlatıyorlardı. Masaya bakarken bir an düşündü. Bu senin son gecen dense insan gene de aynı şeylerimi yapardı acaba? Yoksa tüm hayatı boyunca içinde ukde kalmış başka bir şeyi mi gerçekleştirmeye çalışırdı. Duygusallık onun kitabında yazmadığı için bu tür saçma düşünceleri bırakıp kendine mükellef bir ziyafet çekti. Masadaki ızgara lüfer ve nefis mezelerle bir iki duble rakı da iyi giderdi. Bir gün sonra yerine getireceği bir siparişi olduğu zamanlar yatağa mutlak surette ayık girmek, prensipleri arasındaydı. Vücudu olduğu kadar sezgileri ve refleksleri tam yerinde olması gerekirdi. Gece ona doğru, karşısında kahkahalar atan masada herkesin zil zurna sarhoş olduklarını görünce, bu gece yola çıkmalarının imkânsız olduğunu düşünüp kısa bir yürüyüş yapmak için dışarı çıktı. Mis gibi çam kokularını ciğerlerine çekip gölün etrafında bir tur attı. Kuytu yerleri tercih eden kadınlı erkekli çiftleri görünce aklına Zühal geldi, canı sıkıldı. Lobiden o günkü bir gazeteyi isteyip odasına çıktı. Çevirdiği sayfalarda ne olduğunun farkına varamadığı için onu bir kenara bırakıp elini çenesine dayayıp düşünmeye başladı. Şu son kırk sekiz saat içinde, hayatı boyunca hiç tatmadığı bir takım heyecanlar onun klasik kişiliğine hiç uymuyordu. O ki, bir insanın hayatına son verecek planları ve son hareketi yaparken kılı bile kıpırdamazdı. Hayal kurup çeşitli fanteziler üretmek ona o kadar yabancı şeylerdi ki. İkide birde, Zühal acaba şu an ne yapıyor diye düşünüp gerçek kimliğini unutması onun için büyük lükstü. Aptal âşıklar gibi hayallere dalamaz, mesleği gereği hep diken üzerinde tetikte olması gerekirdi. En ufak dalgınlık kesinlikle onun sonu olurdu. Bu illetten kendini kurtaramadığı takdirde, eninde sonunda bir gün başının derde gireceğini biliyordu. Kafasını başka yere kaydırmak için gazetenin bulmacasını açtı. Saçma sapan sorulardan sıkılınca, Zühal'i göreceği öteki Pazartesi'ye kadar kaç saat kaç dakika kaldığını merak etti. Gazete kenarına bol sıfırlı bir sürü rakamlar yazıp çizerken aniden aklına gelenle cep telefonuna sarıldı. = 118 mi? İkametgâhı İstanbul Levent olan Veysel Demirtaş telefonunu rica ediyorum. = Bir dakika bekleyin efendim. Acaba telefonları var mı idi diye düşünürken yanıt geldi. = . . . 97 65 = Teşekkür ederim. Numarayı çevirirken o kadar heyecanlı idi ki, iki defa yanlış tuşa bastı. Kızın sesini duyması ile kalbinin deli gibi çarpmaya başladı. = Buyurun efendim. Kimi aradınız? = Merhaba Zühal Hanım. Ben Naci. Bir sure sessizlik oldu. = Merhaba Naci Bey. Bir an şaşırdım. Telefon numaramı nasıl buldunuz? = Can sıkıntısından eski gazeteleri karıştırırken dedenizin cinayet haberine rastladım. Orada adı ve soyadı vardı. Ben de bilinmeyen numaraları arayıp telefonunuzu buldum. Gecenin bu saatinde, dünden beri nasılsınız diye merak edip sizi aradığım için kızmadınız değil mi? = Kesinlikle hayır. Sıkıntıdan patladığım için memnun bile oldum. Teşekkür ederim çok iyiyim diye şakıdı genç kız. = Ne yapayım. Koca evde tek başına vakit geçmiyor. Bu açıdan siz erkekler çok avantajlısınız. İstediğiniz saatte istediğiniz yere gidip gezebiliyorsunuz. Genç adam bunu bir çağrı gibi kabul etti. = Büyük bir sebep olmadığı takdirde ben de geceleri dışarı pek çıkmam. Sizi aramayı keşke daha önce düşünebilseydim. = Hani gece dışarı çıkmayı sevmezdiniz. = Sizden daha büyük bir sebep olabilir mi deyince kız bir kahkaha attı. = Teşekkür ederim. Siz evden mi arıyorsunuz beni? = Oteli ev gibi benimsediğim için öyle de denebilir. Kendime ait bir evim var ama bekâr bir erkek olarak temizliği bakımı zor olduğu için otelde kalmayı tercih ediyorum. = Öyle mi? Değişik bir tarz. = Mecburiyet desek daha doğru. Şey diye kekeledi P. Sıkıldığınızı söyleyince aklıma geldi. Acaba diyordum. Yarın akşam benimle yemek yer misiniz? Taze balıkları olan çok güzel bir yer biliyorum. Oradan da bir sinemaya falan giderdik. Veya sizin arzu ettiğiniz başka bir yere. Teklif karşısında biraz düşünen kız, = Bilemiyorum dedi. Yakın zamanda dedemi kaybettiğim için komşuların gözü hep üzerimde. Bir gören olursa yadırganmaz mı acaba? = Ne alakası var. Siz özgür bir insansınız. Kimseye de hesap vermeye mecbur değilsiniz. Kabul ederseniz gene o durakta beklerim sizi. Telefonun öteki ucunda bir sessizlik oldu. Kızın kendi kendiyle mücadele ettiği belliydi. = Pekâlâ. Yarın akşam beş gibi durakta olurum. Sevinçten bir çığlık atmamak için kendini zor tuttu. = Ben bir saat öncesinde orada sizi bekliyor olacağım. = İlahi Naci bey diyerek küçük bir kahkaha attı kız. İyi geceler. = Size de iyi geceler mutlu rüyalar Zühal Hanım. Telefonu kapatan P, içinden sessiz sevinç çığlıkları atıyordu. Uzandığı yatakta bir müddet hayaller kurup sonunda mutlu bir şekilde gözlerini kaparken, saat sekizde kalkmam lazım diyerek beynine mesaj gönderdi. Sabah uyandığında ılık bir duş yaptı. Tabancasının şarjörün çıkarıp kontrol etti. Sigara tablasını tuvalete döküp yıkadı. Ellemiş olduğu kapı kollarını ve banyodaki bataryaları silip odada kendisinden bir iz kalmadığından emin olmak için son bir defa etrafa göz gezdirdi. Anahtarı kapı üzerinde bırakıp aşağıya indi. Lokantanın önündeki tentenin altında hafif bir kahvaltı yaparken çay fincanını ve çatalını kağıt peçeteyle tutmuştu. Oturduğu yerden park yerindeki arabaları gayet rahat görebiliyordu. Karı kocanın akşamki içki içişlerini hatırlayıp, onlar öğleye doğru ancak kalkarlar diye düşündü. Gazeteleri karıştırıp vakit geçirdikten epey zaman sonra karı kocanın içeri girip yakın bir masaya oturduklarını gördü. Öyle ki, konuşmalarını bile gayet net duyabiliyordu. Kadın garsona zengin bir kahvaltı ısmarlarken, adam başının ağrıdığından ve midesinin kötü olduğundan şikâyet edip iki aspirin ile bir bardak çay istemişti. Yarım saat kadar sonra onlarla birlikte P de masadan kalktı. Kominin uzattığı çantaları bagaja yerleştiren adam yanındaki Mustang'ın kapısına açan P ye gülümsedi. Beğendiğini belirten bir yüz ifadesi ile arabayı süzdü. = Güzel araba. = Sizinki de fena sayılmaz. = Ama Amerikan yapımları bir başka oluyor. = Tabii ki kişiye göre değişir. = Haklısınız. Yolculuk İstanbul'a mı? = Evet. Ankara'dan dönüşte yorulduğum için burada mola verdim. = Haklısınız birader. Şu doğaya baksanıza. İnsanın ömrüne gün katıyor. Kadın oturduğu araba içinde sıkıntı ile seslendi. = Dünya kadar yolumuz var. Şimdi muhabbetin sırası mı? P, ilk önce onların çıkmasını için arabanın içinde oyalandı. Hareket ederken eliyle selam veren adama aynı şekilde karşılık verdi. Arabaya binip marşa basarken biraz önce adamın söylediği cümle aklına gelince güldü. "Burası insanın ömrüne gün katıyor" demişti. Motelin bahçesinden çıktıklarını görünce o da hareket etti. Bir müddet yol aldıktan sonra bayır aşağıya inerlerken, yüze elli, iki yüz metre kadar ileride arabaların kaldırdığı toza bakıp hedefe yaklaştıklarını düşündü. Biraz süratlenip onlara yaklaştığında asfalt bitmek üzereydi. Mersedes fren yapınca arkasında kırmızı lambaları yandı. Düşük vitesle peş peşe toz bulutu içinde gitmeye başladılar. Uzaktan görülmelerini engelleyen toz bulutu P nin arayıp da bulamadığı bir şeydi. O malum viraja yüz yüz elli metre kadar kaldığını tahmin eden P, önlerinde ve arkalarında başka bir araba olup olmadığını kontrol etti. Her iki tarafı da görünen yolda başka vasıta olmadığını fark edince koltuğunda hafifçe doğruldu. Mercedes'in fren lambaları sık sık yanıyordu. O keskin viraja on metre kadar kalınca ona iyice sokulup önündekini paniğe sevk etmek için devamlı klakson çalmaya başladı. Sağ sinyalini yakıp pencereden çıkardığı eliyle de geç işareti yapan Mersedes hala korna çalıp ensesinin dibinde gelen aracı geçmesi için sağa çekip durdu. P, hiç duraksamadan takviyeli tamponları ile sol arkadan ona çarptı. Buz gibi kaygan olan mıcırın üstündeki araç o darbe ile öne fırladı. Mercedes'in kasasından daha iri ve ağır olan Ford gene fren yapan arabayı önüne katıp bayır aşağı sürüklemeye başladı. Arkadakinin niyetinin iyi olmadığını sonunda tahmin etmiş olan Mercedes, ondan kurtulabilmek için bu defa gazladı. Fakat o zeminde ani süratlenme patinajlara neden oldu. O sırada da u viraja geldiklerinde, her şey P nin tahminlerinden daha iyi gelişmişti. Öndeki hala gaza basmakta inat ettiği için araba kendisini bir türlü toparlayamıyor burnu bir sağa bir sola dönüyordu. Mercedes’in burnunun tam uçuruma dönük olduğu bir anda, Mustang güçlü motorlarının homurtusu ile birlikte önündeki arabaya tüm gücü ile bindirdi. Koca Mercedes fırlatılmış bir top mermisi gibi ileri fırlayıp bir müddet sanki havada asılı gibi kaldı. Yolun gerisini ve ilerisini gözleri ile bir daha tarayan P, biraz ağırlaşarak yamaca her çarpışta darmadağın olan aracın sonunda ters olarak dibe vuruşunu izledi. Önce bir ateş topu oluştu, arkadan da sesi geldi. O badireden bir sineğin bile kurtulması mümkün değildi. Olayı çevreden gizlemek ve toz bulutunu iyice arttırmak amacı ile gaza biraz yüklenip arabayı patinaja kaldırdı. Bozuk kısım bitip de asfalta çıktığında süratini iyice arttırıp teybe bir kaset koydu."Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç. Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç" diyordu Bülent. Depoyu doldurmak için bir benzinliğe girdiğinde arabasının ön tarafını kontrol etti. Bir mahmuz gibi çıkıntısı olan tamponun kromajındaki oluşmuş diğer arabanın boya lekesini bagajdan çıkardığı pasta cila ile ovarak yok etti. Hem akşamki randevusu için, hem de biraz önceki olaydan iz kalmamasını düşünerek toz içindeki arabasını pırıl pırıl yıkatıp İstanbul'a vardığında doğru otele gitti. Sinekkaydı bir tıraş olup duş yaptı. Şişesine bayağı yüklü bir para verdiği tıraş losyonundan sürünüp, açık renk bir ceket ile siyah bir pantolon giydi. Yakası açık spor gömleğinin içine bir de fular bağlayıp koltuk altındaki silah belli oluyor mu diye ayna karşısında kendini seyretti. Askerden döndüğünden beri hazır elbise almıyor, özel diktiriyor, dikişini de terzisine ona göre yaptırıyordu. Saate baktı henüz üçtü. Oda servisinden bir şişe konyak isteyip heyecanını yatıştırması için dolu bir kadeh içti. Saat üç buçuk olduğunda oraya ancak giderim diyerek yola çıktı. Dakikası dakikasına tam dörtte Levent'de ki durağın biraz ilerisine yanaştı. Henüz bir saat zamanı olmasına rağmen, geçirdiği bunca badirelerde zerre kadar heyecan duymayan P' nin daha şimdiden kalbi çarpmaya başlamıştı. On beş dakika kadar sonra onun sokaktan çıktığını görünce şaşırdı. Arabadan fırlayıp ona doğru koştuğunu gören kız durup gülmeye başladı. = Merhabalar Zühal Hanım diye kekeledi P. Açık söylemek gerekirse, en az bir kırk beş dakika kadar daha bekleyeceğimi zannediyordum. Sabırsızlığımı görüp acıyarak sizi harekete geçiren tanrıya minnettarım. = Vallahi âlemsiniz Naci Bey. Ben bir saat erken gelip de sizi bekleyeceğim dediğinizde şaka ediyorsunuz sanmıştım. Hazırlanmak üzereyken çorabımı kaçırdım. Karşı caddedeki tuhafiyeciden yenisini almak için evden çıkmıştım. Daha makyajımı bile yapmadım. = Siz inanın böyle de harikasınız. Gelin çorabınızı birlikte alalım. Ama bir şartım var. Sizi böyle erken yakalamışken bırakmak istemem. Ne olur gittiğimiz yerde giyin onu. = Mademki öyle arzu ediyorsunuz diyen kız gülümsedi. Caddenin karşısına birlikte gittiler. Onun tezgâhtara, istediği renk marka ve numarasını vermesinden sonra adamın kutudan tek bir tane çıkardığını görünce; = Kutuyu olduğu gibi verin diye atıldı. = Naci Bey, gerek yok. = Rica ederim. Bunları nasıl olsa peynir ekmek gibi tüketiyorsunuz diyerek parayı ödedi. Kendisine teşekkür eden kıza kapıyı açıp çıkması için bekledi. = Siz şimdi nereye gitmemizi arzu ediyorsunuz onu söyleyin. = Siz taze balığı olan bir yer biliyorum deyince ben kendimi ona göre hazırlamıştım. Uzun zamandır hep canım çekiyordu zaten. = Hay hay. Emretmek sizden, yerine getirmesi benden. Geri dönüp Mecidiyeköy’e doğru yol alırlarken, güçlü araba homurdanarak süratle yol alıyor, önündeki tüm araçları teker teker geçiyordu. Kızın süratten hoşlandığını geçen seferden fark ettiği için ona kaçamak bir göz attı. Heyecandan pembeleşmiş yanaklarına bakarak onun mutlu olduğunu tahmin etti. Yola çıktıklarından bu yana ikisi de önlerine bakarak susuyor, sanki diğerinin lafa başlamasını bekliyordu. Sessizliğin fazla uzaması üzerine P hafifçe ona doğru döndü. = Artık okul falan bittiğine göre, anlatın bakalım zamanınızı nasıl geçireceksiniz? Genç kız erkeğin düzgün yüz hatlarına göz attı. = Neyini anlatayım ki. Okul varken gündüz arkadaşlarla, gece derslerle vaktin nasıl geçtiğini anlamıyordum. Şimdi koca evde tek başıma ne yapacağımı şaşırıyorum. Can sıkıntısından her Allah'ın günü bütün evi baştan aşağı süpürüp temizliyorum. Ama bu, en fazla iki saatimi alıyor. Komşularımın tümü yaşlı insanlar. Buraya emekliler sitesi dense yalan olmaz. Onlarla benim ne muhabbetim olabilir ki. Zaten hepsi dedemin öldürülmesinden sonra bana acırmış gibi bakıyorlar. O tür davranışlardan pek hoşlanmadığım için ben de onlara mesafeli davranıyorum. Hepsi bir yana dedemin yokluğu her geçen gün biraz daha koyuyor diyerek kız başını iki yana salladı. = Hiç olmazsa evde bir nefesti. Camın kenarında saatlerce otururken düşünüyorum da, o zavallı yaşlı adamdan kim ne istemiş olabilir ki? Böyle diyerek parmağının ucuyla yaşaran gözünü sildi. = Onun katili nasıl bir canavar ruha sahip ki nedensiz bir şekilde zavallıyı katletti. Parası için desem emekli maaşından başka bir geliri yoktu. Yalnızlık çok kötü bir şey diyerek içini çekti. Tam o sırada, köprüye gitmek için çevre yoluna sapıyorlardı ki, önlerine aniden bir sokak köpeği fırladı. P, hayvana çarpmamak direksiyon darbesi ile birlikte sert bir fren de yapınca, koca araba bir an yalpalayıp patinaja kalktı. Arkadan gelen bir araç korna çalarak onları kıl payı geçti onları. P' nin soğukkanlı davranışı sayesinde sağ tarafa çekip durdular. İkisi birden arkalarına baktıklarında sıska hayvanın sanki bir şey olmamış gibi yoluna devam ettiğini gördüklerinde birbirlerine bakıp gülümsediler. = Bir şeyiniz yok ya Zühal Hanım? = İyiyim ve mutluyum. Karabaş adına da size teşekkür ederim. Tekrar yola koyulduklarında. = Sebepsiz öldürmeye ben de karşıyım dedi P. Bilhassa hayvanlara. O zavallılar, insanların egemen olduğu bu dünyada bizim merhametimize sığınmış gibiler. Kızın kendisine bir soru yöneltmek için hazırlandığını görünce mevzuu değiştirmek için hemen arkasından ilave etti. = Demin yalnızlıktan bahsediyordunuz. Onun anlamını kimse benim kadar bilemez. Ama daha kötüsü nedir bilir misiniz? Etrafınızda sürüyle insana rağmen, kimse size bakmaz, selam vermez, sığınacak derdinizi açacak bir Allah'ın kulu bulamazsanız işte asıl yalnızlık odur. = Çevrenizde bir duvar oluşmuştur. İtilip kakılmaktan ve her saniye hakaret görmekten bıktığınızda, sizin şikâyet ettiğiniz tür yalnızlıklar bile insana ilaç gibi gelir. Onun için kuru kalabalığın bence hiç anlamı yok. Etrafında sana değer veren bir iki kişi varsa bu senin mutluluk sebebin olmalı. Genç kız, bunları söylerken yüz hatları sertleşen erkeğe ilgi ile baktı. = Bu konuda bayağı dertli olduğunuz anlaşılıyor. Siz benim hakkımda çok şey biliyorsunuz. Ama ben sizin isminizden başka bir şey bilmiyorum. Biraz kendinizden bahsetsenize bana. Mesela, ne iş yaparsınız. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz ki insanlara karşı bu kadar güvensizsiniz? Gözleri çizgi halini alan erkek acı acı güldü. = Çocukluğum, hatırlamak bile istemediğim kara bir mizah gibidir. Sizin gibi cici bir hanımın ilgisini çekecek pek bir şey yok o hikâyenin içinde. Ne iş yaptığıma gelince diye yutkundu. İnsanlar kendilerinin baş edemediği sorunları bana havale ederler = Özel hafiyelik gibi bir şey mi yani? = Öyle de diyebilirsiniz. O sırada köprüyü geçip boğaz yoluna girmişlerdi. Anadolu yakasının bu sahil bandı karşı tarafın keşmekeşine karşın daha tenha ve daha duru bir güzelliği vardı. Bir müddet sonra deniz kıyısında bir çay bahçesinin önünde durdular. P, iki arabanın arasına ustalıkla park edip arabadan çıktı genç kızın kapısını açtı. = Daha erken olduğu için burada biraz vakit geçirip temiz hava alalım ve boğazın güzelliğini seyredelim. Sonra akşam yemeği için sizi güzel bir yere götüreceğim. Rıhtımın dibinde bir masaya oturdular. Gelen garsona bir semaver ısmarladılar. P cebinden sigara paketini çıkarıp kıza baktı. = Sanıyorum ki siz kullanmıyorsunuz. Rahatsız olabilirsiniz düşüncesi ile yanınızda yakmamıştım. Burası açık hava. Müsaadenizle şimdi bir keyif yapayım. = Tiryakisi değilim ama kırk yılda bir bende bir tane içerim deyip paketten bir tane çekince erkek ayağa kalkıp altın bir çakmakla onun sigarasını yaktı. Acemi hareketlerle sigarasını içmeye çalışan genç kız, P nin bir noktaya gözlerini dikmiş olduğunu fark edince merakla o tarafa baktı. Erkek, parmağı ile ona camekânlı bir seyyar satıcıdaki kâğıt helvalarını göstererek yutkundu. = Size belki komik gelebilir Zühal hanım. Çocukluğumda böyle bir lüksüm olmadığı için bir türlü yiyemediğim şunların tadını oldum olası merak etmişimdir. Arzu ederseniz birer tane alalım mı? Kız onun bu kadar basit bir şeye gösterdiği tepkiye şaşırdı. = Sadesi pek bir şeye benzemez ama, dondurmalısı harika olur. P o sırada semaverlerini getirmiş olan garsona cebinden bir on milyon çıkarıp uzattı. = Şu karşı ki satıcıdan iki kâğıt helvası alıp içine dondurma koydur. Emir gibi söylenenlere bir an itiraz etmeyi düşünen garson, iri yarı adamın gözlerindeki ifadeyi görünce, = Baş üstüne efendim diyerek oradan uzaklaştı. = Vallahi ömürsünüz Naci Bey. Ben sadece öylesi daha güzel olur diye fikrimi söylemiştim. = Sizin tarafınızdan güzel olarak tanımlanan bir şeyi tanımak isteyişim kadar doğal bir istek olabilir mi? Erkeğin bu tür iltifatları her yapışında kızın yüzünde oluşan mahcup tebessüm ona daha bir güzellik katıyordu. P, yirmi dört saat gözlerimi dikip onu seyretsem bıkmam herhalde diye düşündü Çay servisini yapan kız fincanını uzatırken sordu. = Arabada yarım kalan bir konumuz vardı. Çok üstü kapalı geçiştirdiniz. Sizin bu kadar karamsar olmanızı gerektirecek neler oldu. Meraklı biri olduğumu sanmayın ama davranışlarınız her gün gördüğüm insanlardan o kadar farklı ki. Hayatımda ilk kez birisi inmem için arabanın kapısını açtı. Kâğıt helvasını dondurmalı severim dediğimde arzumun gerçekleşmesi için adeta garsonu tehdit ettiniz. Bana saldıran o belalı herifleri canınızı tehlikeye atarak bir dakika içinde etkisiz hale getirirken adeta Roma'lı bir gladyatör gibiydiniz. Sonra bir sokak köpeğini kurtarmak için büyük bir rizikoya girdiniz. Bir an yufka yürekli romantik bir centilmen, hemen sonrası bir cengâver oluveriyorsunuz. Sanki yaşadığımız bu dünyaya ters düşen bir tarafınız var gibi. Size güven duymam mı yoksa sizden ürkmem mi lazım bir türlü kestiremiyorum. Gerçekten merak ediyorum, kimsiniz siz? = Bitti mi diye güldü P. Meraklı değilim diyorsunuz ama bir çırpıda en az beş soru sordunuz. Pekâlâ diyerek arkasına yaslandı. Mademki beni tanımak istiyorsunuz son sorudan başlayarak merakınızı gidermeye çalışayım. Kızın onu gücendirmiş olması ihtimali ile endişeli bir tavırla yüzüne bakışına bir defa daha güldü. Masadaki sigara paketini ona uzatıp istemediğini ifade eden kafasını iki yana sallaması üzerine kendisi bir tane yaktı. Derin derin iki nefes çekip hemen önünde kaynarmış gibi çalkalanan boğazın karanlık sularına gözlerini dikti. = İnanmayacaksınız ama hayatımda ilk defa birisine yardım etmek için kavgaya karıştım. Belki o anki çaresizliğiniz, belki de çarpıcı güzelliğiniz, ya da o gençlerin küstah tavırları beni tahrik etmiş olabilir tam bilemiyorum. Bildiğim tek şey sizinle tanışma imkânını sağladığı için çok isabetli davranmış olduğum. Kızın mahcubiyetten dolayı gene pembeleşen yüzüne baktı. = Bazı şanslar insanın tüm hayatı boyunca ayağına bir defa gelir. Yani ben doğru zamanda doğru yerdeydim hepsi bu. İkincisi, benden size asla bir kötülük gelmez, buna inanın. Çünkü diyerek yutkundu. Bu yaşıma kadar ciddiye aldığım saygı ve hayranlık duyduğum ilk kadınsınız derken bu defa kendi yüzünün kızardığını hissetti. Kız gözlerini kucağındaki ellerine dikmiş olarak fısıltı gibi bir sesle = Bu zamana kadar ilk hanım arkadaşınız olduğuma inanmam çok zor. = Ama gerçek bu diye sesinin tonunu yükseltti P. Bir an susup düşündü. = Peki, sizi bu şekilde düşünmeye iten şey nedir. = Bilemiyorum. Hali vakti yerinde ve oldukça yakışıklı bir erkeksiniz. Bunca zaman yalnız olduğunuzu söylemeniz biraz abartılı gibi geldi bana. = Ama inanın doğruyu söylüyorum. Belki de çocukluğumdan miras kalan o ürkeklik beni bu konuda pasif kalmaya mecbur etmiştir. Genç kız başını kaldırıp onun gözlerini içine baktığında gerçeği söylediğini anladı. = Neyse, ben sorularınızı yanıtlamaya devam edeyim. Hayat hikâyemin en can alıcı tarafı olan çocukluğum hem maddi hem manevi açıdan tam bir sefalet içinde geçti dedi genç adam. Annemin ifadesine göre, sözüm ona nikâh vaadi ile beraber yaşadıkları bir adam, o hamileyken askerliğinde Kore'ye gitmiş ve geri dönememiş. Bu hikâye kimseyi tatmin etmediği gibi bana da pek inandırıcı gelmemişti. Dolayısıyla bir piç olarak dünyaya gelmiştim. Yaşadığımız mahalle İstanbul'da olmasına rağmen, bir küçük Anadolu kasabası gibi herkesin birbirini tanıdığı çok tutucu bir yer olduğu için, kendimi bildim bileli o sıfat ile hep aşağılanıp itilip kakıldım. Bir martının denize pike yapışını izleyip içini çekti. = O çocuk ruhumda kopan fırtınaları tasavvur bile edemezsiniz. Sonraları yanında çalıştığım ve bir baba yerine koyduğum yaşlı bir demirciden başka kimseden ilgi ve şefkat görmedim. Annem çalıştığı fabrikadan işçi eksiltmesi gerekçesi ile çıkarılınca bu defa evlere gündelikçi olarak temizliğe gitmeye başladı. Sağlıklı bir kadın değildi. Sabah kırağısı çıktığı evden akşamları öyle yorgun argın dönerdi ki, hemen divanın bir köşesine büzülüp uyuklamaya başlar, değil başımı okşamayı, bana bir yudum yemek hazırlamaya mecali bile kalmazdı. Her gün de iş çıkmadığı için karnımız yarı aç yarı tok olurdu. Bazen bana bakışlarında, ona ayak bağı olduğumu hissederdim. Sonunda okul çağım gelip çattı. Önlüğümü giyip yakalığımı takarak heyecanla gittiğim ilkokulda daha ilk gününde dayak yiyip öyle hakaretlere maruz kaldım ki, anamın ve mahalle muhtarının tüm baskılarına karşılık oraya bir daha adımımı atmadım. Okuldaki öğrenci ve öğretmenler ise, sen zaten buraya yakışmıyordun der gibi ne arayıp ne sordular. Yanına girdiğim o yaşlı demirci evinden getirdiği yemeğini benimle paylaşıp okuma yazmayı öğretti bana. Aksi ve sert bir ihtiyardı ama ara sıra başımı okşayıp bana evlat deyişi içimi ısıtırdı. İşte benim çocukluğum böyle geçti Zühal Hanım diye kıza bakıp gülümsedi. O ufacık yaşlarda tek düşüncem, hem kafamı hem vücudumu geliştirip beni hakir gören insanlara kendimi ispat etmekti. Sonunda bunu başardım da. Ağzı kurumuş gibi bardağındaki son yudum çayı kafasına dikti. = Askerliğimden sonra haksızlığa uğradığını iddia eden insanlar bana gelip adaleti sağlamamı istemeye başladılar. Tabii belli bir bedel karşılığında. Şimdi siz söyleyin bana diyerek kızın gözlerinin içine baktı. Bütün bu yaşadıklarımdan sonra, yalnız gücün egemen olduğu şu koca dünyada insanlara nasıl yaklaşmamı beklerdiniz. O sırada elindeki paketle garsonun yanlarına gelmesi üzerine konuşmasına ara verdi. = Beklettiğim için özür dilerim efendim. Ama dondurmayı biraz uzaktan temin etmek zorunda kaldım. Hepsi iki milyon tuttu. Buyurun paranızın üzerini. = Hizmetinize karşılık sizde kalsın. Teşekkür ederim. Adam saygıyla eğilip uzaklaşırken kız gülerek başını salladı. P, açtığı paketteki dondurmalı helvalardan birini ona uzatırken tebessüm ederek sordu. = Bir şey mi oldu Zühal Hanım. = Hayır dedi kız. İki milyonluk şey için sekiz milyon bahşişe güldüm. Onun yüzündeki tatlı ifadeyi doya doya seyreden P, = Sizin mutlu olduğunuzu görmek için bu o kadar küçük bir bedel ki. Haydi erimeden yiyelim bakalım. Bu nasıl şeymiş? İlk ısırığında beğenmiş gibi başını salladı. = Gerçekten çok güzelmiş derken, eriyen kakaolu dondurmadan açık renk ceketinin yakasına bir damla akıverdi. Kız çantasında çıkardığı mendili semaverin suyuyla ıslatıp ona doğru yaklaştı. = Kurumadan temizlemezsek orada rozet gibi duracak diyerek silmeye çalıştı. Göğsüne doğru uzanmış kızın kumral saçları erkeğin çenesine değiyor, gençlik ve tazelik kokusu adeta burun deliklerini yakıyordu. Adam bu durum kendini sersemletmiş, onu ürkütmek istemezmiş gibi nefes bile almıyordu. Gecelerini renklendiren o ucuz kadınlardan öylesine farklıydı ki, heyecanlandığını hissetti. Yaptığı işe kendini kaptırmış olan kız sonunda; = Gördünüz mü çıktı işte diye kafasını kaldırıp ona baktığında göz göze geldiler. Nefesleri adeta birbirlerinin yüzlerini yalarken bir müddet büyülenmiş gibi öylece kalakaldılar. Genç kız kızararak aceleyle iskemlesine dayandı. Kaçamak bakışlarla bir sure sessizce oturdular. Sonunda gergin atmosferi dağıtmak isteyen kız telaşla; = Hikâyenize devam eder misiniz lütfen dedi. P, kuruyan dudaklarını dili ile ıslattı. = Zavallı gençliğim böyle iki dakikada özetlendiğinde hikâye gibi olması ve sizin ilginizi çekmesi çok hoş. Hem biliyor musunuz? Bunları ilk defa birisine anlatıyorum. Küçük ısırıklarla dondurmasını yiyen kıza baktı. = Askerlik çağım geldiğinde boyuma posuma bakıp beni jandarma komandosu yaparak güney doğuya gönderdiler. = O yöredeki tam bir iç savaş vardı. Bende onların tam aradıkları bir tiptim. Çok ağır şartlarda süren eğitimler bana eğlence gibi geliyordu. Gösterdiğim başarı ile çavuş olup aldığım aylığı kuruşuna dokunmadan artık çalışmakta zorlanan anama gönderiyordum. Dağda bayırda eşkıya takiplerinde iki defa vuruldum. Bunlar beni korkutacağına daha da ateşledi. Öldürmeyen Allah yaptığım işleri sanki tasvip eder gibiydi. Tezkere aldığımda orduda uzatmalı olarak kalmam için çok baskı yaptılar. Ama emirle hareket etmek bana ters geliyordu. İstanbul'a döndüğümde iyice çökmüş olarak bulduğum anamı, ilk kazandığım paralarla aldığım kaloriferli bir daireye yerleştirdim. Artık bir eli yağda bir eli baldaydı. Ama garibim çileli yaşamaya o denli alışmıştı ki, o refah ortamı ona ters geldi. Ancak bir sene dayanabildi. Bir akşam eve geldiğimde, en büyük zevki olan televizyonun karşısında ölüsünü buldum. Sessiz sedasız göçüp gitmişti. O günden sonra o evde bir daha hiç yatmadım. Dediğim gibi bir otele taşındım. Kapıcının karısı haftada bir gider havalandırıp temizliğini yapar. İşte Zühal hanım. Benim hayat hikâyem bu kadar. Gördüğünüz gibi ben sizden binlerce defa daha yalnızdım. Kız eli çenesinde bir müddet karşısındakine baktı. = Pek hoş olmayan anılarınızı kurcaladığım için beni bağışlayın. Değişken tavırlarınızın gerisinde neler yattığını şimdi daha iyi kavrayabiliyorum. Peki, şikâyet ettiğiniz bunca yalnızlıktan sonra evlenip çoluk çocuğa karışmayı hiç düşünmediniz mi? = Hayır dedi P. Böyle bir konuyu hiç aklıma getirmediğim gibi, zaten o özelliklere sahip bir hanım da çıkmadı. Dediğim gibi, ben özgürlüğünden kolay kolay vazgeçebilen biri değilim. Belli saatlerde camda bekleyen bir kadın ve boy boy çocuklar benim tarzıma pek uymuyor. Bir saattir hep benden bahsediyoruz. Sıra sizde şimdi. Mesela sizin bir prensiniz yok mu? Kız başını iki yana salladı. = Bir kız lisesinde okuduğum için şimdiye kadar ciddi bir ilişkim olmadı. Tabii geçen gün yolumu kesen o serseriyi saymazsak. = Onlar pislikten başka bir şey değiller Zühal Hanım. = Öyle diyorsunuz ama bizim okul civarında onların şöhretleri pek sizin hafife aldığınız kadar az değildir. Yaşıt yeğenler olan o üçlüye kimse bulaşmak istemez. = O tür süprüntülere kafanızı takmayın. Siz benim himayemde iken kılınıza bile dokunamazlar. Onları bırakın da, Pazartesi diplomanızı aldıktan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz. Gerçekten yüksek tahsilden tamamen vazgeçtiniz mi yani. = Ne yazık ki evet diyen kızın yüzü üzüntüyle karardı. En büyük arzum iyi bir avukat olmaktı. Çocukluğumdan beri o siyah cübbe ile adliye koridorlarında dolaşmanın hayalini kurardım. Ama artık bu mümkün değil diye dudaklarını ısırdı. Şimdi en kısa zamanda bir iş bulup hayatımı kazanmam lazım. Gazete ilanlarına bakıyorum ama neredeyse hademeleri bile lise mezunu istiyorlar. = Ana dilim gibi konuştuğum İngilizce belki beni kurtarır diye umuyorum. = Benim aklıma bir şey geldi Zühal Hanım. Akşamları evde tercüme işleri filan bulabilseniz gündüz okula gitmek ister miydiniz? = Düşünmez olur muyum hiç. Eleme sınavlarında puanım bir hayli yüksekti. Hukuk fakültesini kazanmam garanti gibiydi. Dediğiniz gibi bir tercüme işini nereden bulabilirim ki? = Bir Çinli filozof, istemek olmuşun yarısıdır. Bir Türk'te, gün doğmadan neler doğar der. Dünya meseleye böyle baktığına göre siz niye bu kadar karamsarsınız ki?. Sonra saatine bakıp ta, yedi buçuğa yaklaştığını görünce = İnanın, vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Ama bildiğim bir şey varsa o da, bozuk bir moralin en iyi ilacı güzel bir yemektir. Hele o ziyafeti nefis bir şarapla süslerseniz. Sizi bilmem ama ben öğle yemeğini de unuttuğum için feci şekilde acıktım. İsterseniz kalkalım artık. Sizi bir tanıdığımın çoktandır davet ettiği bir yere götürmek istiyorum. Vaktiyle meyhanecilik yapardı. Sonra sayemde zengin olunca Kuzguncuk'ta lüks bir restoran açtı. Ben de ilk defa gideceğim. Umarım beğenirsiniz. = Nasıl isterseniz diye gülümseyen genç kız ayağa kalkıp çantasını omzuna astı. Deniz boyunca uzanan şık yalıları geçerlerken akşam güneşi Marmara'ya doğru alçalmış, iki kıtayı birleştiren büyülü kent İstanbul yeni bir gecenin hazırlığı içine girmişti. Sırtlardaki korulukların arasındaki konakların camları gittikçe alçalmakta güneşi yansıtıp insanın gözünü alıyordu. Günün insana mahzunluk veren bu saatlerini severdi P. Yanındaki güzel bir hatunun varlığı ile de iyice keyiflenmiş P bir sigara yakıp genç kıza bir göz attı. = Açık hava sizi biraz çarptı galiba Zühal hanım. Daldınız konuşmuyorsunuz. = Bütün gün dört duvar arasında yaşadıktan sonra olabilir diye gülümsedi. Ama çevreyi seyrederken gelip geçen araçların içindeki insanların yüzlerine dikkat ettim, Ne tuhaf hepsinin suratı bir karış. Tek bir tebessüm edene rastlamadım. Toplu bir mutsuzluk sendromu var gibi. = Haklısınız. Çocukluğum gülümsemeyi öğrenemeden geçti. Şu yaşıma kadar bir kahkaha attığımı hatırlamıyorum. O tuzu kuru insanlara mahsus bir lüks olmalı. Ağır hayat şartları herkesi somurtkan tipler yapmış. Zaten millet olarak yapımızda var. Baksana şarkılarımıza, hep gözyaşı acı keder. Siz hatırlar mısınız bilemem ama, eskiden yaşlılar sırıtan birini gördüler mi, affedersiniz ama, kötü kadınlar gibi ne gülüyorsun diye insanı azarlarlardı. Gülmeyi ayıp sanan bir zihniyet ne kadar ilginç. Bu tür konuşmalar sonrası Kuzguncuk'ta denize doğru uzanmış bayağı hoş bir restoranın önüne park ettiklerinde gene P onun kapısını açıp inmesine yardım etti. Genç kız onun uzattığı elini tuttu. = Bu seremoniye fena alıştıracaksınız diye tebessüm etti. = Bu sizin gibi bir hanımefendinin doğal hakkı olmalı Zühal Hanım diyerek zarif bir reveransla kızın elini öptü. = İlginç bir erkeksiniz Naci Bey. İlkokula bile gitmediğinizi söylüyorsunuz, Çinli filozoflardan falan bahsedip, felsefe yapıyor, bir İngiliz centilmeni gibi davranıyorsunuz. O kavga, köpek ve kâğıt helvası olaylarını düşünüyorum da, yanınızda her an bir sürprize hazır olmak gerekiyor. Erkek, yüzüne ciddi bir ifade vererek sordu. = Peki, bütün bunlar sizi olumsuz yönde mi etkiliyor. Kız başını iki yana salladı. = Kesinlikle hayır. Öyle bir şey olsa ikinci defa gördüğüm bir erkeğin yemek davetini herhalde kabul etmezdim. Sıkılmaya gelince diye küçük bir kahkaha attı. Dediğim gibi, o kadar farklısınız ki bu mümkün değil. P sırıttı. = O zaman herhangi bir problem yok demektir. İçeriye girelim mi? Kız onun koluna girince göğsünü daha bir kabarttı, dünyaya meydan okurcasına. Salona girdiklerinde beyaz ceketli şef garson onları karşıladı. = Hoş geldiniz efendim. Rezervasyonunuz var mıydı acaba? = Hayır dedi P. = O zaman çok özür dilemek durumunda kalıyorum efendim. Çünkü bu akşam tüm masalarımız rezerve. P nin gözleri çizgi halini aldı. = Sen patronuna gidip onu buraya çağır. P seni istiyor de. Şef, onun duruşundan konuşmasından ve bakışından etkilenmiş olmalı ki biraz yumuşadı. = Affedersiniz efendim. Tam anlayamadım. P nin devamı yok mu? = Hayır yok. Büyük harfle ve sadece P diye sırıtırken dudakları bıçak sırtı gibiydi. Bu mesajın yeterli olacağını anlayan şef = Siz amerikan barda biraz istirahat edin beyefendi. Geldiğinizi ben hemen kendilerine iletirim diyerek kayboldu. İki dakika geçmemişti ki, üzerinde siyah smokini ve yakasındaki kırmızı karanfili ile pek havalı olan patron peşinde telaşla kendisini takip eden şefle birlikte çıkageldiler. Adam onlara iki adım kala durarak kollarını iki yana açtı. = Aziz dostum. Görüşmeyeli yıllar oldu, inanamıyorum. Sonunda bizim fakirhanenin yolunu öğrendin demek diyerek bir kahkaha attı. Sonra da P ye sarılıp gürültülü bir şekilde yanaklarından öptü. = Daha dün akşam konun geçmişti. Kulaklarını çınlatmış olmalıyız. Çok hatırlı ve varlıklı müşterilerimden birkaç kişi, bir müşkülatından bahsedince onlara seni tavsiye etmiş, şu koca İstanbul'da derdinize derman bir tek kişi var demiştim. = Şimdi iş konuşmanın zamanı değil Cevdet diyen P kaşlarını çattı. = Ben yanımdaki saygı değer hanımefendi ile birlikte buraya yemek yiyip hoşça vakit geçirmeye geldik. Bu arada sana Zühal hanımı tanıştırayım. Bu da, eski mahallemdeki tek arkadaşım Cevdet. Tebessüm edip başını eğen Cevdet genç kızın elini öptü. = Sizi tanımaktan ve ağırlamaktan onur duyarım hanımefendi. Ayrıca bu yakışıklıyı insan içine çıkarttığınız için sizi özellikle kutlamak isterim. Arkasında kendisini izleyen şefe döndü. = Bunlar benim aziz dostlarım onur konuklarımdır. Onların mutlu olabilmeleri için hünerlerimizi göstermenin tam sırası diyerek onları cam kenarında köşe bir masaya götürdü. O sırada kalabalık bir gurubun salona girmesi üzerine; = Hoş geldiniz demem gereken başka dostlar geldi. Sizleri bir müddet yalnız bırakmak zorunda kalacağım için gerçekten üzgünüm. Bir ara mutlaka yanınıza geleceğim, eski günleri anarız diyerek yanlarından ayrıldı. Gittikçe kalabalıklaşan salonu gözden geçiren genç kız, = Böyle lüks bir yere geleceğimizi söyleseydiniz ona göre giyinirdim bari diyerek P ye sitem etti. Şu hanımların şıklığına baksanıza Allah aşkına. Karşısındaki güzel kızın yanında olmaktan gurur duyduğu her halinden belli olan erkek onun gösterdiği tarafa umursamaz bir tavırla göz attı = Ben de buraya ilk defa geldiğim için ne biçim bir yer olduğunu doğrusu bilmiyordum. Bizimkinin işi bu kadar büyüttüğünden haberim yoktu. Ama bulunduğumuz yerin en güzel hanımı sizsiniz. Gözleri ile sizi yiyecekmiş gibi bakan o takmış yakıştırmış kokanalara dikkat ettiniz mi? Size kaçamak bakmaya çalışan yanlarındaki erkeklerin ilgisini kendi üzerlerinde toplayabilmeleri için neredeyse palyaçoluk yapacaklar. Anlayacağınız, şu salonun en şanslı erkeği olduğumu herkes kabul etmiş olmalı. Genç kız yanakları pembeleşerek adama tatlı tatlı baktı. = İltifatlarınıza çok teşekkürler ama gerçeği söylemek gerekirse sizi de yabana atmamak lazım. Siz de salonun en yakışıklı erkeği sayılırsınız. Gene merakımı uyandırdınız. Bir mahzuru yoksa sormak istiyorum. = Sizin adınızı ben Naci Bey diye biliyorum. Garsona söylediğiniz büyük harfli P ne demek? Adam gülerek bir müddet önüne bakıp düşündü. Sonra belli bir ciddiyetle, = Piçin P si dedi. O kelimenin baş harfi. Çocukluğumda bana verilen bu unvan şimdiki iş hayatımda beni simgeleyen bir rumuz olarak kaldı. P nin arkasındaki o iki harfi pek kimse bilmez. Bilenler de zaten cesaret edip söyleyemez. Hem böylesi daha gizemli oluyor. Üstelik ben de bu sayede aslımı unutmamış oluyorum. Yüzünüzdeki ifadeye bakılırsa sizi gene şaşırttım galiba? Kız şaka edip etmediğini anlamak için bir müddet onun yüzüne baktı. = Kırk sene düşünsem bu aklıma gelmezdi. Şaşırmamak mümkün mü? Dediğim gibi sizin yanınızda sürprizlere her an hazırlıklı olmak lazım. Ama kendinize karşı bu kadar acımasız olmanız şart mı yani? O sırada şef, yanlarında belirip çeşitli minik kanepelerle süslü kayık bir tabağı masaya koydu. Arkasındaki kominin elinden aldığı buz kovasının içindeki bir şişe şampanyayı çıkarıp P nin beğenisine sundu. = Şarap mahzenimizin en nadide içeceği efendim. Bir Don Perignon. Cevdet beyin derin saygıları ile. P nin başı ile onayladığını görünce, şişeyi patlatmadan ustaca açarak, gene arkasındaki garsonun tuttuğu tepsinin içinden buzlukta özel soğutulmuş buğulu iki kadehe servis yaptı. = Afiyet olsun efendim. Gerçekten size çok özel şeyler hazırlatıyorum. On beş yirmi çeşidi bulabilecek bu spesiyallerin hepsinin tadına bakabilmeniz için sizlere azar azar sunacağım. Ne zaman başlamak isterseniz bana işaret edin lütfen. Yarım saate kadar da Cevdet Bey sise katılacaklarını bildirmemi emrettiler efendim. = Teşekkür ederim, kendisini bekliyoruz diyen P şefin uzaklaşması üzerine kadehini havaya kaldırdı. Dirsekleri masada, yumruk yaptığı ellerine çenesini dayayarak onu izleyen kıza baktı. = Neyin şerefine içelim dersiniz? Diplomanıza diyebiliriz. Arkadaşlığımıza da olabilir. Seçenekler çok ama müsaade ederseniz ben şu an hepsi ahrete intikal etmiş büyüklerinizi saygı ve rahmetle anmamızı teklif ediyorum. Çünkü onlar olmasaydı siz olmayacaktınız. Ben de sizi tanıma imkânına sahip olamayacaktım. = Ne kadar ince düşünüyorsunuz Naci Bey. Teşekkürler ama iyi ki siz de varsınız. Ne kadar aksini ispat etmeye çalışsanız da, siz aslında romantik ve duygusal birisiniz. = Ama bu yalnız sizin yanınızda iken oluyor. Varlığınız karakterimi değiştiriyor olmalı. İçkinizi beğenmediniz galiba? = Bilakis harika bir şey. Markasını okuduğum romanlardan hatırlıyorum. Tadı çok hoş ta, içindeki hava kabarcıkları içerken burnumu gıdıkladı. Gece boyunca, şefin getirip de adlarını Fransızca ve ya İtalyanca olarak söylediği için telaffuz edemedikleri bir sürü leziz şeyler yediler. Masalar arasında dolaşıp herkesi tanıdığı belli olan patron elinde başka bir şişe şampanya ile masalarına gelip oturdu. P ile eski mahallelerindeki anılarını tazelediler. Bir sure sonra telefonla aranması üzerine müsaade isteyip ayrıldığında, Zühal'in aldığı alkolün tesiri ile yüzü pembeleşmiş bakışları baygınlaşmıştı. Olur, olmaz şeylere gülüyordu. Romantik bir parçaya bir müddet mırıldanarak eşlik ettikten sonra, bıkmadan usanmadan kendisini seyreden erkeğe, = Sizin teklif edeceğiniz yok ama benim canım dans etmek istiyor diye kıkırdadı. = İşte benim en zayıf tarafım diyen P suratını buruşturdu. Pratiğim olamadığından dolayı o konuda biraz acemi sayılırım. = Size inanmıyorum diyen kız onu elinden yakalayıp zorla piste sürükledi. Kollarının arasına aldığı bu nefis yaratığın ılık ve yumuşak teması, ve içini gıcıklayan kokusu ile kendi de çakır keyif olan erkek bir müddet sonra figür bile yapmaya başladı. Sonunda artık ayakları dolaşmaya başlayan Zühal, başını erkeğin omzuna dayayıp kendini tamamen onun yönetimine bıraktı. Tam o sırada, müşteriler arasında dolaşarak resim çeken bir fotoğrafçı flaşını ona doğruda patlatınca, kızı önce masasına götürüp oturtan P sonra yavaş adımlarla bar amerikanın oradaki fotonun yanına gitti. Onun film değiştirmek için fotoğraf makinesinin arka kapağını açmak üzere olduğunu görünce arkasında sağ omuz başında bir an bekledi. Ruloyu eline aldığını görünce de, sol eliyle bileğinden yakalayıp avucunun içindeki makarayı aldı. Ama sımsıkı yakaladığı bileği bırakmadı. Ne olduğunu anlayamayan adam, can acısından ve şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açılmış olarak ona dönüp baktı. = Ne oluyor yahu. P nin gözleri gene çizgi halini almıştı. = Resmimizi çekmen için senden bir istekte bulunmadığım gibi iznimizi aldığını da hatırlamıyorum diyerek elinin tazyikini biraz daha arttırdı. Kolu kırılma noktasına geldiği için acıdan yüzü buruşan adam inledi. = Ben yanlış bir şey yapmadım abi, bırak kolumu ne olur. P, filmin yanmasını sağlamak için elindeki makarayı bir spotun ışığına doğru tutarak içini boşalttı. Şefin haber vermesi üzerine hızlı adımlarla kendisine doğru gelen patrona = Cevdet dedi. Atın bu asalağı buradan. Onun bir baş işareti üzerine garsonlar adamı ite kaka dışarı çıkardılar. = O çocuk her gece gelir isteyenlerin resmini çeker, biz de ses çıkarmazdık. Seni sinirlendirecek ne yaptı dostum diyen adam endişe ile P nin gerilmiş yüzüne baktı. = Müşterilerin seçkin kimselerse, ben senin yerinde olsam biraz daha dikkatli davranırdım Cevdet. Adam isteyen istemeyen herkesin fotoğrafını çekiyor. Bilirsin, ben böyle şeylerden hoşlanmam. Bunlar böyle yerleri dolaşıp topladığı malzemeyi sinekten yağ çıkarmaya çalışan magazin gazetelerine satarlar. Adam ona hak vererek başını salladı. = Haklısın arkadaşım. İnan bir daha olmayacak. Bu olay salonda eğlenen hiç kimsenin dikkatini çekmemişti. P, elinde mıncıkladığı film tomarını çöp kutusuna atıp gene ağır adımlarla yerine döndü. Zühal masadaki paketten bir sigara yakmış, sahnede günün moda şarkılarını söyleyen udi bir şantöre mırıldanarak eşlik ediyordu. Yerine oturan P ye gülümseyerek baygın baygın baktı. = Aniden nereye kayboldunuz Allah aşkına. Kız kelimeleri telaffuz etmekte zorlanıyordu ama, bu haliyle o kadar tatlıydı ki. Ona hoş görü ilen bakan P saatine baktı. = Yarıma geliyor. Bir sigara da ben yakayım, sonra da artık kalkalım. Eve gitmemiz ikiyi bulur herhalde. Kız onun bu fikrini beğenmemiş gibi yüzünü buruşturdu. = Ama program yeni başladı. Ne güzel eğleniyorduk. = İsterseniz başka bir sefer gene geliriz. Her şeyi bir geceye sığdırmaya çalışmanın gereği yok. Zaten Zühal'in takati de kalmamış gibiydi. P onun elinde filtresine kadar yanmış sigarasını alıp kül tablasına attı. Kendininkini de bastırıp söndürerek şefe hesap diye işaret etti. O hemen yanlarında bitti. = Onur konuklarından hesap alındığı nerede görülmüş beyefendi. Kalkıyorsanız ben Cevdet beye haber vereyim diyerek yanlarından uzaklaştı. Onları arabasına kadar uğurlayan patron fotoğrafçının yarattığı tatsız olay için özürler dileyerek tekrar gelmeleri için söz aldı. P tam arabaya binecek iken kulağına o malum kişilerin onu en kısa zamanda arayacaklarından bahsedip P den cep telefonunun numarasını istedi. Yola çıktıklarında genç kız kafasını koltuğun başlığına dayayıp çoktan sızmıştı. P iç lambayı yakıp sık sık bakarak onun savunmasız o tatlı halini seyretti. Kızın öylesine masun ve kırılgan bir hali vardı ki, içi şefkat ve sevgiyle doldu. Teybe enstrümantal bir kaset koyarak sesini kıstı. Arabayı ağır ağır sürerken şu son hafta içinde yaşantısındaki inanılmaz değişiklikleri düşünmeye başladı. Gözlerden uzak durma prensibini bırakıp ulu orta gazinolara bile gitmeye başlamıştı. Daha önce yüzünün gizli kalması en dikkat ettiği şeylerin başında gelirdi. İlk defa bir kadına bağlanmış olmanın mutluluğu ve huzursuzluğu ile bu tür duygusal şeylerin ilerde başına çok dertler açabileceğini düşündü. Onun dünyasında böyle şeylere yer yoktu. Mesleği gereği bir profesyonel gibi kafasının daima berrak olması gerekirdi. En ufak bir yanlışı canıyla ödeyebileceğini çok iyi bilirdi. Ama şimdiye kadar yabancısı olan bu duygular öylesine hoş ve heyecan vericiydi ki, kendini frenleyemiyor, aşk denilen şeyin dünyaya neden hükmettiğini şimdi daha iyi anlayabiliyordu. İşin ilginç yanı, cinsel arzunun çok ötesinde içini korkunç bir himaye duygusu sarmıştı. Ona her hangi bir zarar gelme düşüncesi bile adeta yüreğini yakıyordu. Yanında uyuyan o kutsal varlığa bir defa daha baktı. Gözünün üzerine inmiş bir saç perçemini parmağı ile düzeltip, gerektiğinde hiç düşünmeden onu için canını bile verebileceği düşüncesine kendisi bile şaşırdı. Demek ki insanlığın bu en eski en amansız hastalığına o da yakalanmıştı. İçinden bir his, bunun yanlış olduğunu avaz avaz bağırıyordu ama şu an hiçbir şey umurunda değildi. Çünkü beraber oldukları şu bir kaç gün adeta bir ömre bedeldi. Yalnız, kızın gelecek hakkında tüm hayallerini yıktığından ötürü canı sıkılıyordu. İyi bir avukat olması gerekirken, göbekli bir patronun fırsatını bulduğu her yerde sıkıştıracağı sıradan bir sekreterliğe mahkûm etmişti onu. Gururunu incitmeden yardım edebileceği bir formül bulması lazımdı ama nasıl? İşin diğer bir acı gerçeği de, sevdiği kızla asla bir istikballeri olmayacağını çok iyi biliyordu. Bir sigara daha yakıp, bu fikirleri kafasından atmaya çalışarak şu an ki birlikteliğinin keyfini çıkarmaya karar verdi. Şimdilik kırıntılara bile razıydı. Bu düşüncelerle sitenin önüne vardığında, bütün pencerelerin karanlık olduğunu görünce kızın oturduğu iki katlı binanın önünde arabayı durdurdu. Zühal'in yaşlı ve emekli komşuları çoktan yatmış olmalıydılar. Arabadan inip onun kapısını açtığında, onun boynu bükük bir şekilde tatlı tatlı uyuyuşuna baktı. Gülümseyerek bir müddet bu güzel tabloyu seyretti. Onun minik elini avucunun içine alıp, diğer eliyle omzundan yavaşça sarstı. = Zühal. Haydi, uyan yavrum, eve geldik. O sanki kendi yatağındaymış gibi bir şeyler mırıldanarak öteki tarafına dönmeye çalıştı. = Haydi aç kendini güzelim diyerek biraz saha sarstı. Evin anahtarları nerede? Kız gözlerini yarı aralayarak, etrafına bakındı. Sonra çantasından çıkardığı anahtarları ona uzatırken mahcup mahcup gülümsedi. = Özür dilerim uyuyakalmışım derken dili hala peltekti. Bacaklarını dışarı uzatıp inmek isterken erkek tutmasa idi az daha yüzükoyun yere kapaklanacaktı. P etrafına bakınıp kendilerini kimsenin izlemediğinden emin olunca, onu kucaklayıp ayağı ile arabanın kapısını itti. Kız mutlu bir gülümseme ile tekrar gözlerini kapatırken kolunu erkeğin boynuna atıp kafasını da onun omzuna yasladı. Tek eliyle dış kapıyı açan P kollarının arasındaki kızı itina ile merdivenlerden yukarı çıkardı. Kapıdan içeri girdiğinde evin yerleşim düzenini hatırlayıp onu doğru yatak odasına götürdü. Pikeyi kaldırıp nadide yükünü yavaşça yatağa bıraktı. Başucundaki gece lambasını yakıp etrafına göz gezdirdi. Tuvalet masasının üzerinde çeşitli makyaj malzemeleri, sağa sola atılmış giysiler, çalışma masasını üzerindeki ders kitapları, köşedeki bir sehpanın üzerinde Duval marka bir pikap ve dağınık bir durumda olan plaklar. Odaya sinmiş olan kokusunu içine sindirip, onun gizemli dünyasını tanımaya çalıştı. Sonra ayakkabılarını çıkarıp pembe ojeli minicik ayaklara baktı. Çorabını giymeyi unutmuş diye gülümsedi. Kendine hâkim olamayarak hala elinde tuttuğu ayağa dudaklarını yavaşça değdirdi. Diz kapağının üzerine sıvanmış eteğini düzeltip pikeyi göğsüne kadar örttü. Mahcup bir delikanlı gibi yatağın kenarına usulca oturup içini çekti. Göğsünün muntazam inip kalkmasından onun uyuduğundan ve kendini duymadığında emin olarak genç kızın elini avuçlarının içine hapsetti. = Bu seni ikinci görüşüm ama seni ne kadar sevdiğimi, sana nasıl taptığımı tahmin bile edemezsin. Sen bu acımasız dünyada karşıma çıkan en harika şeysin diyerek aralık pembe dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. Ama onun yüzünde oluşuveren hafif bir tebessüm üzerine kendini geri çekip uyanıp uyanmadığını kontrol için dikkatle yüzüne baktı. Bir müddet kızın muntazam soluklarını izleyip her halde rüya görüyordur diye düşündü. Gitmeden önce son bir defa etrafa bakınırken tuvalet masasını aynasının kenarına iliştirilmiş kızın vesikalık bir resmini gördü. Gözleri yatakta, resmi oradan çekip acele ile cebine attı. Bu ortamda daha fazla kalmasının mahzurlu olduğuna karar verip ışığı söndürüp sessizce evi terk etti. Ter içinde arabasını şoför mahalline oturduğunda panodaki saate baktı. Üçü biraz geçiyordu. O saatteki tenha caddelerden hızla geçip oteline döndü. Kendini soğuk duşun altına atıp ateşinin biraz sönmesini bekledikten sonra, nasılsa uyuyamayacağım bildiğinden sigara paketini alıp balkona çıktı. Zühal'i düşünüp görmeyen gözlerle uyuyan İstanbul'u seyretti. Kafasından binlerce varsayım geçirip yatağına döndüğünde ceketinin cebinden çıkardığı resmi yattığı yerden görebilecek bir şekilde gece lambasının ayağına iliştirdi. Resme diktiği gözleri yorulup da yavaş yavaş kapanırken, aralık perdelerden günün ilk ışıkları da içeri sızıyordu. Başucundaki cep telefonunun melodisi ile zorlukla gözlerini araladığında sanki beş dakika önce yatmış gibiydi. Saate göz attı, dokuz buçuğu geçiyordu. Telefonu kulağına götürdü. = Alo = Bay P ile mi görüşüyorum efendim. = Evet. = İşi bitiriş tarzınız geçekten çok mükemmel. Siz kutlayıp teşekkür etmek istedim. = Memnun olduğunuza sevindim. İyi günler. = Size de iyi günler sayın P Tekrar uyamayacağını bildiğinden oda servisini arayıp, muzlu ballı sütlü, her sabah içmeyi alışkanlık haline getirdiği karışımını ve günlük gazeteleri istedi. Dünkü olayla ilgili haber baş sayfada yer alıyordu. "Tanınmış iş adamlarından ve Kurt Holding yönetim kurulu başkanı Ahmet Kurt ve aynı şirketin önemli hissedarlarından karısı Nazmiye Kurt, Abant yolu üzerinde feci bir trafik kazasına kurban gitmişlerdir" diye başlıyordu yazı. Sonra, şimdiye kadar birçok kazanın yer aldığı o tehlikeli virajdaki asfalt çalışmalarının bir türlü bitmediği için yetkililere fırça atılıyordu. Bir gece önce aşırı alkollü olduğu görülen iş adamının, stabilize ve çok keskin olan o viraja gereğinden fazla hızlı girip sonrada frene basınca arabanın kontrolden çıkmış olabileceği tahmin ediliyordu. 30, 35 metrelik o yardan aşağıya uçan ve sonra da yanmaya başlayan hurda halindeki arabanın içinden kömürleşmiş cesetlerin zorlukla çıkarıldıkları bildiriliyordu. Basının kazadan en ufak bir şüphe bile duymaması P yi memnun etmişti. Telefonun sesi ile okuduğu gazeteyi bıraktı. = Alo. Naci Bey, siz misiniz? Onun sesini duyan P nin kalp atışları hızlandı. = Günaydın Zühal Hanım. Ama sesiniz biraz heyecanlı gibi. Hayrola? = Bana okulun orada sokakta saldıran o serseri vardı ya. Numaramı rehberden bulmuş. Biraz önce beni telefonla arayıp sabah sabah sinirlerimi bozdu. Dün beni birkaç defa aramış, evde olmadığımı görünce bana nerelerde sürtüyorsun diye ağza alınmayacak hakaretlerde bulundu. Sizi ikide birde rahatsız ediyorum ama diyen kız bir an susup sonra, başkada yardım isteyebilecek kimsem yok kusura bakmayın diye ilave etti. = Bırakın şimdi bunları. Sizi tehdit mi etti yani? = Hem de nasıl. O gün olanları yanıma bırakmayacakmış. Bir gece ansızın ziyaretime gelebilirmiş. Onu bekleyeymişim. Rehberden telefonumu bulduğuna göre ev adresimi de öğrenmiş olmalı. İnanın çok korkuyorum. Ne yapayım ben şimdi? = Sakin olun ve beni iyi dinleyin. Ben bu tipleri iyi tanırım. Kırılmış gururu ile daha fazla sabredemeyip o dediğini hemen bu gece gerçekleştirmeye kalkabilir. Siz şimdi en gerekli şeylerinizi yanınıza alıp bir taksiye atlayın ve Sheraton otelinin lobisine gelin. Ben sizi orada bekliyor olacağım. Anlaştık mı? = Peki. Hemen çıkıyorum. Zaten bu şartlarda evde kalırsam çıldırırım herhalde. Acele ile giyinen P gardırobunun içinden büyük bir valiz çıkarıp anahtarı ile açtı. İçindeki silahlara göz attıktan sonra, küçük bir topa benzeyen 14 lü bir tabanca seçti. Koltuk altı kılıfını kuşandı. Silahının şarjörü kontrol etti. Sonra namluya bir mermi sürüp horozunu indirerek yerine yerleştirdi. Valizinin içinden bir susturucu alıp cebine attı. Bütün bu hazırlıkları yaparken çeneleri kasılmış çizgi haline gelmiş gözleri ile yüzü vahşi bir hal almıştı. Sevdiği kıza birisinin kötülük etmeye kalkmasına tüm hücreleri isyan ediyordu. Kızın yarım saatten önce gelemeyeceğini hesaplayıp, telefon defterinden arayıp bulduğu numaraları tuşladı. = Alo. Burası Göksel İthalat İhracat. Buyurun efendim. = Talat beyle görüşmek istiyorum. = Kim arıyor efendim. = P deyin o anlar. = Bir dakika beyefendi. Kısa bir beklemeden sonra. = Alo. Ben Talat. Sizin aradığınızı söylediklerinde doğrusu pek inanamadım. Hayrola sayın P. Bir emriniz mi vardı? = Estağfurullah Tâlat Bey. Hatırlarsanız, bana bir ömür boyu borçlu olduğunuzu söylemiştiniz. Buna dayanarak sizden küçük bir ricam olacak. = Borcumun büyüklüğü halen devam ediyor sayın P. Siz sadece emredin yeter = Durumu kısaca şöyle özetleyeyim. Ahbabım olan bir hanımın maddi sorunları var. Kendisine direkt olarak benim yardımımı kabul etmesi söz konusu değil. Lise mezunu olup ana dili gibi İngilizce konuşuyor. Gündüzleri üniversiteye gitme durumu olduğu için tam gün çalışması mümkün değil. Sizin dış ülkelerle temasınız olduğunu biliyorum. Akşamları yapabileceği türde tercümeler vermeniz mümkün mü? = Durumu anlayabildiğimi tahmin ediyorum. Hanıma pazartesinden itibaren firmamıza bağlı bir eleman olduğunu söyleyebilirsiniz. Hatta buraya gelecek vakti yoksa bir kurye ile temas sağlayabiliriz. Siz bana onun isim soyadı ve adresini verin kafi. Maaşını da bir milyar olarak belirlesek bu sizce yeterli mi? = Teşekkürler Talat Bey. Bu iyiliğinizi unutmayacağım. Yalnız bir o kadarda ben takviye edeyim de maaşını iki milyara çıkaralım. Gereken meblağı senelik olarak size havale ederim. Tabii, ismimin hiç geçmeyeceğini söylememe gerek yok. Anlaşıldı değil mi? = Kesinlikle sayın P. Başka bir emriniz var mı? = Tekrar teşekkür ederim. Bu durumda bana olan borcunuz tamamen silinmiş oluyor. Sizi aradığında bu bilgileri kendisine iletin lütfen. İyi günler dilerim. = Ben de sayın P. Saygılar hürmetler Telefonu cebine koyan P, bu işi bu şekilde halletmekten dolayı çok mutlu olarak ellerini ovuşturup odadan çıktı. Lobiye inip kapıyı görebileceği bir koltuğa yerleşti. Gözleri kapıda ikinci sigarasını da tablaya basıp söndürdüğü an, içeri giren kızı görünce gülümseyerek yerinden doğruldu. Beyaz pantolon ve kırmızı bluzla bir gonca gül gibi görünen kızın tebessüm eden dudakları ile endişeli gözleri hiç de uyum içinde değillerdi. = Merhaba diyen P ye sıkıntı ile baktı. = Başka bir çarem olsaydı inan ki sizi rahatsız etmezdim derken gözlerinden inci gibi yaşlar süzülmeye başladı. P elinden çantasını alıp cafe kısmına götürdü. Bir masaya oturduklarında ona doğru eğildi. = Böyle küçük şeyler için kendinizi üzmeyin ne olur. Ben, sizi tanımama sebep olan o serseri bozuntularına minnet bile duyduğumu söyleyebilirim. Genç kız gözlerinden yaşlar akarken gülümsemeye çalıştı. = Tam kapıdan çıkarken gene telefon çaldı. Ben siz arıyorsunuz diye gidip açtım. Bir mahzuru yoksa bu akşam ziyaretime gelmek istiyormuş. Kahvesini şekerli içermiş. Hazırlık yapıp süslenmemi istiyor hayvan herif. Merdivenlerden aşağıya koşarak inerken onunla karşılaşabilirim korkusuyla dizlerim titredi. Siz onları çok hafife alıyorsunuz ama gerçekten belalı tiplerdir. P mendilini çıkarıp ona uzattı. = Haydi silin gözlerinizi. Ben yanınızda iken size kimse zarar veremez. Gürültüyle burnunu temizleyen kızın yüzündeki ifade yaramaz bir çocuk gibiydi. = Yirmi dört saat yanımda olacak haliniz yok ya. Bu şartlarda ben o eve dönebileceğimi pek sanmıyorum. = Her şeyin bir çaresi vardır Zühal Hanım. Benim koca ev bomboş duruyor. İşler duruluncaya kadar orada kalırsınız. = Bilemiyorum dedi kız. Münasip kaçar mı? = Niye kaçmasın ki? Biliyorsunuz ben bu otelde kalıyorum. Şimdi kapıcıya telefon ederim, karısını gönderip havalandırır ve yatağınızı hazırlar. İsterseniz kendi evinizi elden çıkarır, hayatınızın sonuna kadar bile orada kalabilirsiniz. = Bir serseri yüzünden ailemden kalan son yadigârı satmayı asla düşünemem. = Nasıl arzu ederseniz. Şimdi yüzünüzü güldürecek güzel bir haberim var size. Bir dostumun çok iyi İngilizce bilen ve tam sizin istediğiniz biçimde bir elemana ihtiyacı varmış. = Ciddi misiniz diyen kızın gözleri parladı. = Evet. Pazartesinden itibaren işe başlayabilirsiniz. En güzel tarafı da, çeviri ile ilgili evraklar evinize gönderilip oradan alınacak. Yani artık o çok istediğiniz hukuk fakültesine gitmemeniz için hiçbir sebep yok. Genç kız bir an için onun gözlerinin içine baktı. Başını iki yana salladı. = Biliyor musunuz? Bazen, sizi bana Allah gönderdi diye düşünüyorum. Sizi tanıdıktan sonra ters giden her şey düzelmeye başladı. Her neyse. Peki, ücretten bahsettiler mi? P cebinden telefonunu çıkarıp tuşladı. = Onu sormayı unuttum. Niye arayıp kendiniz öğrenmiyorsunuz diyerek telefonu ona uzattı. Beni Naci olarak kimse tanımaz. Benden bahsetmeye kalkarsanız Bay P demeyi unutmayın. Sekreter kızın hattı bağlamasından sonra kız heyecanla = Rahatsız ettiğim için özür ilerim beyefendi. Adım Zühal. Bay P sizi aramamı söyledi. Dediğine göre benim özelliklerimde bir elemana ihtiyacınız varmış. Şartlarınızı öğrenebilir miyim? Karşı taraftan gelen haberler çok hoşuna gitmiş gibi gülümsemesi gittikçe yüzüne yayılıyordu. Bu arada P de elini çenesine dayamış onun güzel yüzünü doya doya seyrediyordu. = Kaç sayfa olursa olsun, mühim değil beyefendi. Verdiğinizin ertesi sabahı tümünü alabilirsiniz. Ticari yazışma detaylarını çok iyi bilirim efendim. İmla yanlışı aşısından hiç tereddüdünüz olmasın. Bir ücret olarak ne düşündüğünüzü sorabilir miyim? Genç kız karşı taraftan duyduğu rakam üzerine çığlık atmamak için elini ağzına kapadı. Az daha telefonu elinden düşürüyordu. = Çok teşekkür ederim efendim. Beni işe aldığınıza sizi hiç pişman etmeyeceğime söz veriyorum. Telefonun kapama tuşuna basıp gözlerini kapayıp bir an öyle kaldı. Yüzü kıpkırmızıydı. Ve sonra elindekini masaya bırakırken kocaman açılmış gözlerle dönüp P ye baktı. = Naci Bey, bu adam deli galiba. İnanabiliyor musunuz, maaş olarak net iki milyardan bahsediyor. Artık tüm sorunlarım bitti demek. Pazartesinden itibaren ikinci sınava hazırlanmaya başlamalıyım. Sonra dudaklarında sabit bir gülümseme ile kendisini seyreden erkeğe gözlerini dikip iskemlesinde arkasına yaslandı. = Üç beş mektup tercüme etsin diye kimse kimseye ayda iki milyar lira para vermez. Nasıl bilmiyorum ama bu gene sizin tezgâhladığınız bir şey. Sizinle karşılaşmasaydım ben ne yapardım bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa, siz ya bir meleksiniz, ya da bir sihirbaz. = Hiç alakası yok Zühal Hanım. Ne yaptıysanız ve de ne yapacaksanız hepsi sizin eseriniz. Ben sadece önünüzdeki engelleri aşmanızda yardımcı oluyorum hepsi o kadar. Çok başarılı bir avukat olacağınızdan da adım gibi eminim. Şimdi dilerseniz öğle yemeğini burada yiyip yeni işinizi kutlayalım. Yemekten sonra zaman geçirmek için oyun salonuna geçip pişti oynadılar. Oyunu Zühal'in kazandığını söylemeye gerek yoktu tabii. Saat dörde doğru Nişantaşı'ndaki eve gittiklerinde kadın işini yeni bitirmiş çıkıyordu. P kıza evi gezdirdi. Banyonun yanındaki kapalı kapıyı işaret etti. = Orası sandık odasıdır. Kapısını kilitli tutuyorum. Annemden kalan ve atmaya kıyamadığım birkaç parça şey ile benim şahsi eşyalarım var dedi. Sonra kızın odasını gösterip onun yerleşmesinden istifade ederek sokağın tam karşısındaki markete gidip boş olan buzdolabını her türlü yiyecek ve içecekle doldurdu. Eve girerken karşılaştığı kapıcıyı kenara çekip uzun uzun konuşup gerekli talimatları verdi. = Benim evde bir müddet misafir olacak hanımın hasımları var Abdullah. Kendisi benim için çok değerlidir. Ben evde yok iken dışarı falan çıkacak olursa çaktırmadan onu gölge gibi takip edecek, onu kendi canın gibi koruyacaksın, anladın mı? = Sen yeter ki emret abi. Senin bana yaptıklarını babam yapmamıştı. Sakın gözün arkada kalmasın. Merak etme. Benim cesedimi çiğnemeden yengeme kimse ilişemez. Çam yarması gibi bu adam eski kabadayılardan biriydi. P nin ona çok iyiliği olmuş, sıkıştığında her türlü yardımı yapıp adamın sevgisini kazanmıştı. Hatta yöneticiye baskı yapıp buradaki kapıcılık işini ona verilmesini sağlamıştı. O eski kabadayı tapardı ona. Eve girip de kızın tedirgin bir şekilde etrafına bakındığını görünce, = Burada tamamen emniyette olduğunuza inanın Zühal Hanım. Salondaki telefonun 1 hafıza tuşuna basarsanız o benim cep telefonumun numarasıdır. Kapıcının da kulağını da büktüm. Gece gündüz saat kaç olursa olsun, her türlü gereksiniminizi karşılayacaktır. Bana başka sormak istediğiniz bir şey var mı? = Hemen gitmeyi düşünmüyorsunuz her halde diyerek salonla iç içe olan açık mutfağın tezgâhının üzerindeki kahve paketini işaret etti. Şimdi oturun bakalım da ikimize de birer kahve yapayım. Nasıl içersiniz? Onunla kendi evinde baş başa kalmaktan biraz huzursuz gibi görünen P, = Sade lütfen diyerek salondaki koltuklardan birine çöktü. Bir takım şeyler aldım ama unuttuklarımda olabilir. Bir kenara not ediverirsiniz artık. Bu eve ilk defa bir misafir geliyor. Hem de sizin gibi özel olanı deyince, geç kız kafasını çevirip baygın baygın ona baktı. Sonra elindeki tepsi ile yanına gelip fincanlardan bir tanesini ona uzattı. = Teşekkür ederim. Erkeğin tam karşısındaki koltuğa otururken = Afiyet olsun dedikten sonra hemen ilave etti. Biraz önce özel derken neyi kastetmiştiniz Naci bey? Zaman kazanmak için acele ile kahvesinden bir yudum çekince ağzı yandı. = Sizin gibi güzel bir hanımı demek istemiştim derken kekeledi. Ama kızın yüzündeki hınzırca ifadeden bu cevapla yetinmeyeceği belli idi. = Bu tür iltifatları kim bilir kaç kadına yapmışınızdır. Aksini iddia etmeyin kesinlikle inanmam. Ama P bu defa hiç duraksamadan soruyu cevapladı. = Bu tür şeyleri şimdiye kadar asla bir kadına söylemedim. Samimi olmam gerekirse, zaten gecelik ilişkilerim hep ucuz tiplerdi. Şimdiye kadar hayatımda kimseyle duygusal bir yakınlık yaşamadım. Genç kızın bu gün saldırgan bir hali vardı sanki. = Şimdiye kadar dediniz. Şu an değişen bir şey mi var? P elinin titremesini gizlemek için tuttuğu fincanı acele ile sehpaya koymak isterken pek başarılı olamadı. Kahvenin bir kısmı tabağa döküldü. Kızın tuzak soruları karşısında paniği gittikçe artıyor gibiydi. Acele ile cebinden sigara paketini çıkarıp bir tane yaktı. Art arda iki nefes çekip vazgeçmiş gibi tablaya bastırdı. Zaman kazanmaya çalışarak münasip bir cevap arıyordu. Ama karşısındaki kız, yüzünde hınzır bir tebessümle gözlerini ona dikmişti. Baştan savma şeylerle tatmin olmayacak bir hava içinde, erkeğin o halini seyretmekten sadistçe bir zevk alıyor gibiydi. Adam ayağa kalktı. = Her kelimenin altından bir mana çıkarma oyununu bırakalım da, daha iyi zaman geçirmek için hadi bir sinemaya gidelim dedi. Kız yerinden kıpırdamadı bile. Anlaşılan bu oyun ona daha cazip gelmişti. Ayaklarını altına alıp koltuğa daha iyi bir şekilde yerleşti. = Gitmesine gideriz. Önce şu sorumun cevabını öğrenmek istiyorum. Şu an duygusal yakınlığınız olan birisi var mı? P çöker gibi eski yerine oturdu. Cebinden çıkardığı mendili ile alnını kuruladı. Kızın ancak duyabileceği bir ses tonu ile, = Benim hayatta hiç flörtüm olmadığı gibi pek dostum bile olmadı. Bu yaşımda biraz garip kaçacak ama siz benim ilk kız arkadaşımsınız. Şayet kastettiğiniz buysa? Tek kaşını havaya kaldıran genç kız, = Bana karşı hissettikleriniz hepsi bu kadar mı yani? Oysa dün akşam siz yatağımın kenarında otururken çok daha başka şeyler söylediğinizi sanmıştım. Yüzü kıpkırmızı olan genç adam, şu an dağlarda bir bölük eşkıya ile baş başa kalmayı tercih ederdi. Gözlerini kızdan saklamak için kafasını önüne eğmiş ağır ağır sallanırken, genç kız yerinden kalkıp onun yanına geldi. Başı eğik adamın gür siyah saçlarını okşadı. = Duygularını itiraf etmek senin için bu kadar zor mu? Akşam biraz sarhoştum ama kesinlikle uyumuyor kısık göz kapaklarımın arasından seni izliyordum. Dudaklarını dudaklarıma değdirdiğinde kalbimin deli gibi çarpmasını duyacaksın diye ödüm patladı. Söylediklerinin samimiyetine bütün kalbimle inanıyorum. Aksi halde o durumumdan faydalanmaya kalkabilirdin. Şimdiye kadar ne duydum ne de bir kitapta okudum ama, insan ancak çok sevdiği birisinin ayağını öper diye düşünüyorum. Erkeğin yüzüne kapattığı ellerini tutup yavaşça aşağıya indirdi. Çenesinin altından başını kaldırıp kendisine bakmasını sağladı. Onun gözlerinde bir nevi işkence çektiğini fark edince güldü. = Benim de seni sevdiğimin farkına varmadıysan gerçekten budala olman lazım. Bir masal prensi gibi gelip beni kurtardığın daha o ilk gün bir görüşte vurulmak denen şey benim başıma gelmişti. Seni sevmesem sana inanmasam daha iki üç gün önce gördüğüm bir erkeğin her çağırışına koşar her istediği yere gider miyim hiç. Sen benim kaderim alın yazımsın Naci. Her şeyimi sana verebilecek kadar seni seviyorum diyerek erkeğin kalın ve etli dudaklarına kendilerinkini yapıştırdı. O herkesin çekindiği güçlü kuvvetli adamın tüm vücudu elektrik çarpmış gibi titredi. Daha fazla dayanamayarak, kızı ince belinden yakaladığı gibi kucağına çekti. Yüzünü onun göğüsleri arasına gömüp, kemiklerini kıracakmış gibi sıkarak kokusunu doya doya içine çekti. Kızın kalp atışları beyninde ötüyordu sanki. = Seni sevdiğimi biliyorsun ama ne kadar olduğunu hayal bile edemezsin Zühal. Senin için seve ölürüm diye adeta inledi. Kız erkeğin başını geriye itip eliyle ağzını kapadı. = Sakın, sakın bir daha bana ölümden bahsetme. Sevdiklerimin beni teker teker terk etmelerinden bıktım usandım. Ayağa kalkıp erkeği de elinden çekerek onu yatak odasına kadar sürükledi. Gözlerinin içine bakarak onu yatağa oturtup, bir adım geri çekilerek bir hamlede bluzunu çıkarıp attı. Ama o anda beklemediği bir şey oldu. Aniden yerinden fırlayan P, kızı bileğinden yakaladı. = Hayır Zühal. Ben bunu istemiyorum. İşi oraya kadar götürüp sonra da pişman olacağın bir şey yapmana izin veremem. Daha doğrusu bu kötülüğü sana yapamam. Kız şaşkın gözlerle inanamazmış gibi onun yüzüne bakakaldı. = Seni seviyor ve senin olmak istiyorum. Bunun yanlış tarafı nerede? Erkek gözlerini kapatıp başını salladı. = Aslında bizim ilişkimiz baştan aşağıya yanlışlarla dolu hayatım. Beni tanımıyorsun. Gerçek kimliğimi bilmiyorsun. Birbirimize karşı duyduğumuz sevgi hiçbir şeyin çözümü değil. Daha açık konuşayım. Benim sana verebileceğim bir gelecek yok Zühal. Hiçbir zaman da olamaz. Sen pırıl pırıl bir kızsın. Okulunu bitirecek ve hakkın olan çok iyi bir yaşam süreceksin. O güzelliğin içinde, ben sadece senin hamin ve iyi bir dostun olarak kalsam bile bu bana yeter. Genç kız reddedilmenin mahcubiyeti içinde güzel yüzü karmakarışık olmuştu. Sinirli bir tavırla, çıplaklığından utanmış gibi karyolanın üzerinden aldığı bluzunu göğsüne bastırdı. Geri geri gidip sırtını duvara dayadı. = Seni anlayamıyorum. Sevdiğini söylüyor, sonra beni reddediyorsun. Bu esrarengiz konuşmalarınla nereye varmak istediğini lütfen bana daha açık olarak izah edebilir misin? = Sorularına cevap verirsem seni ebediyen kaybetmekten korkuyorum Zühal. Lütfen beni zorlama. Her şeyi zamana bırakalım ne olur. Kız asabi hareketlerle bluzunu giydi. = Kusura bakma ama insanlardan kaçarken sevginin gerçek anlamını tam olarak öğrenememişsin diyerek hızla yanından geçip dışarı çıktı. Peşinden giden P, holde onun ayakkabılarını giymeye çalıştığını görünce kolundan yakaladı. = Nereye gittiğini sorabilir miyim? Eliyle saçlarını geriye aran kız kasılmış yüz ifadesi ile, = Gayet tabii kendi evime. İstenmediğim yerde kalmanın ne manası var. = Saçmalama Zühal. O eve özellikle bu gece gidemezsin. Üstelik bu olayı böylesine büyütmenin manası yok. Kendini reddedilmiş gibi hissediyorsan bu çok yanlış. Canımdan bile çok sevdiğim birisine kötülük yapmak istemedim hepsi bu. Kızın asabi tavırlarla olduğu yerde put gibi durduğunu görünce, onu kolundan tutup içeri soktu. Bir koltuğa oturtarak o da karşısına geçti. Kız çatık kaşlarla karşısındaki adamın kıvranmasını izliyordu. Erkeğin sigara paketinden bir tane çektiğini görünce bir tane de o alıp yakmasını bekledi. Sonra arkasına yaslandı. = Hayatta, sevmekten ve sevilmekten korkan bir insan olabilir mi? Mutlu olmak mutlu etmek bu kadar zor mu? Böyle esrarengiz tavırlara ne lüzum var anlayamıyorum. Belki de sen özellikle anlaşılmak istemiyorsun. Çocukluğundan kalan bu kompleksini tüm hayatın boyunca sürdürmek niyetinde misin bilemiyorum ama karşındakine azap çektirdiğin kesin. Peki, konuş bakalım. Sonuna kadar dinleyeceğim seni. Kendini bu kadar kötü tanımlayabilmek için Allah aşkına neler yaptın? Bu gerçekten de doğruysa, sen korkulacak bir insansan o zaman da senin evinde kalmam da sakıncalı olmaz mı? Genç kız bunları söylerken P, derin derin nefeslerle sigarasını yarıya indirmiş, gözleri yerde, hala lafa nereden başlayacağını bulamamanın sıkıntısı içindeydi. Kısık bir ses tonu ile, = Sana zarar vermektense ölmeyi tercih ederim Zühal. Ama biraz sonra duyacaklarından sonra bir daha yüzümü bile görmek istemeyeceğinden eminim. = Allah'ını seversen çatlatma beni de ne söyleyeceksen söyle artık. Bırak da buna ben karar vereyim. İzmariti tablaya bastıran P nin bir anda yaşlanmış gibi yüzünde çizgiler belirdi. = Ben sandığın gibi özel hafiye falan değil, parayla adam öldüren kiralık bir katilim. En iyi bildiğim iş bu Zühal. Bedelini ödedikleri zaman istenen kişi ve kişileri gözümü bile kırpmadan ortadan kaldırırım. Gazetede gözüne çarptı ise, sizin sitede oturan o karı koca Abant yolunda benim tezgâhladığım kaza sonucu öldüler. Şu ana kadar on iki kişiyi yok ettim. Benim mesleğim bu diyerek başını kaldırıp karşısındaki kıza baktı. Bu kadarı senin için yeterli mi? Yoksa detaylara da girmemi ister misin? Genç kız oturduğu koltukta büyülenmiş gibi ona gözlerini dikip bakakalmıştı. Farkında olamadan tuttuğu soluğunu bıraktı. = Sana inanmıyorum. P, yüzünde beliren terleri cebinden çıkardığı mendili ile sildi. Sonra ceketini çıkarıp yanındaki koltuğun üzerine attı. Sanki özellikle göstermek istediği koltuk altı askısındaki silahın öyle çarpıcı bir görüntüsü vardı ki. Zühal’in gözleri fal taşı gibi açıldı. = Anlattıklarımın hepsi gerçek Zühal. Adam öldürmek bildiğim tek iş. Bunun için bana tonla para veriyorlar. Bu kanlı ellerimle hala sana dokunmamı istiyor musun? Erkek ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü. Bir müddet caddedeki trafiği seyretti. = Sana tavsiyem, tanıştığımız günden bu yana olanların tümünü unut. O günleri yaşanmamış farz et. İnan ki bütün bunlar senin için fazla bir kayıp olmaz. Başka bir şık daha var tabii. Şimdi buradan çıkıp gider, beni polise ihbar da edebilirsin. = İnan ki, bunu yapmaya kalkarsan sana kesinlikle engel olmayacağım. Anlayacağın, bundan sonrası sana kalmış. Genç kız oturduğu yerden zorlukla doğrulup ayağa kalktı. Ayaklarını sürüyerek mutfağa doğru yürüdü. Tezgâh üzerindeki sürahiden bir bardak su soldurup yudum yudum içmeye başladı. Duyduklarından sonra ağzı yapış yapış olmuştu. Sonra, aynı sarsak adımlarla kapıya yöneldi. Erkek yarım döndü. = Nereye gittiğini sorabilir miyim? Ayakkabılarını giymeye çalışıyordu. = Korkma. Karakola değil, kendi evime gitmek istiyorum. İki adımda yanına vardı. = Polise dersen seni engellemem. Ama evin bu gece olmaz. Sana söz veriyorum yarın sabah gönül rahatlığınla dönebilirsin. Ama çete dediğin o heriflerden seni daha fazla ürkütüyorsam ona bir şey diyemem. Kız, doğrulup karşısında tüm görkemi ile duran adama baktı. Gözleri dolu doluydu. = Ne yani dedi sesi titreyerek. Lanet olsun. İnsanlardan intikam almak için şu ana kadar olanlar yetmedi de, bu gece onları da mı öldüreceksin? Sen her işini böyle mi hallediyorsun yani? Hayatı boyunca, yaptıklarından dolayı hiç vicdan azabı bile duymamış, günlük yaşayıp hiçbir şeyi kendine dert edinmemiş olan P nin şimdi çektiği ızdırap her halinden öylesine belliydi ki. Yalvarır gibi, = Lütfen Zühal dedi. Seni artık tamamen kaybettiğimi biliyorum. Ama şuna inan ki, sana olan aşkım ben ölünceye kadar sürecek. Şimdi kendini boşu boşuna tehlikeye atma. Sana söz veriyorum bu işi onları öldürmeden halletmeye çalışacağım. Ben şimdi gidiyorum. Sen bu gece burada kal. Kapıyı da ardından sürmele. Yarın sabah dilediğini yaparsın diyerek kıza cevap hakkı tanımadan ceketini kaptığı gibi kapıdan dışarı fırladı. Genç kız kapanan kapının ardından olduğu yerde dizlerini üzerine çöküp, bir müddettir engellemeye çalıştığı gözyaşlarıyla katıla katıla ağlamaya başladı. Hıçkırıkları arasında, = İnanamıyorum Allah'ım. Ben neler hayal etmiştim, lanet olsun, lanet olsun diye inliyordu. P ise, Gümüşsuyu bayırından Taksim'e doğru tırmanırken istediği tek şey küfelik oluncaya kadar içip sızmaktı. Ama bu gece yapması gereken şeyler vardı. Trafik ışıklarına aldırmayarak en kestirme yerlerden geçip doğru oteline gitti. Terden sırılsıklam olan üzerindeki giysileri parçalarmış gibi çıkarıp atıp kendini soğuk suyun altına attı. Telefonun sesini duymasa daha uzun sure çıkmayacağı suyun altından fırlayıp içeri koştu. Aklına ilk gelen Zühal'in arayabileceği olmuştu. = Alo. P sen misin? = Kim arıyor? = Benim, eski meyhaneci dostun Cevdet. Dün akşamdan beri nasılsın bakalım? = İyiyim. Hayırdır? = Dün gece geldiğinden sana birilerinden bahsetmiştim ya. Adamların acilen sana ihtiyaçları var, görüşmek istiyorlar. = Bu ara olmaz Cevdet. Kafam biraz bozuk. = Bana sorarsan bu fırsatı kaçırma derim. Senden ne istediklerini bilmiyorum ama gördüğüm kadarı ile heriflerin durumu çok sıkışık. Aklına gelebilecek en bol sıfırlı rakamı iste kesinlikle verecekler. İstersen bu son işin olur mesleği bile bırakabilirsin. Bir konuş onlarla, ne kaybedersin? P bir an düşündü. = Peki. O zaman yer ve gün tayin etsinler, bir görüşelim bakalım. Adam kıs kıs güldü. = Kabul edeceğini bildiğim için senin adına randevu bile verdim onlara. Seni bu gece Tarabya otelinin lobisinde bekleyecekler. Sence bir mahzuru yoksa tanınman için yakana kırmızı bir karanfil takacaksın. = Çok gangster romanı okuyorsun galiba Cevdet. Şimdi işim yokmuş gibi bir de kırmızı karanfil arayacağım. Dediğin gibi olsun bakalım diyerek telefonu kapadı. İçinde tuhaf bir sıkıntı vardı. Aklı hep Zühal'deydi. Ya onu dinlemeyip evine gitmeye kalktıysa. Bunun öğrenmenin tek yolu vardı. Evinin numarasını çevirdi. İkinci zil sesinden sonra kızın çatallaşmış bir ses tonuyla alo demesi üzerine rahatladı. Bir tülü konuşamıyor, ama hattın öteki yanında onun olmasından dolayı da heyecan duyuyordu. Ses gelmediğini gören Zühal = Sensin biliyorum diyerek hıçkırdı. Aradığın iyi oldu. Lütfen kapama da söyleyeceklerimi dinle. Lanet olsun sana. Lanet olsun seni karşıma çıkaran kadere. Ne güzel kendi halimde yaşayıp giderken bütün hayatımı alt üst ettin. Şu an tüm değerlerim karmakarışık. Neyin yanlış neyin doğru olduğunu düşünemiyorum. Bütün tersliklerin beni bulmasından bıktım usandım artık. Oradasın değil mi. Allah aşkına tek bir kelime söyle bari. = Buradayım yavrum. Seni mutsuz ettiğim için gerçekten çok üzgünüm Zühal. Talihin senin gibi birini karşıma çıkaracağını bilseydim inan ki hayatımı çok başka bir şekilde kurardım. Her şey için özür dilerim. Evine gitmediğinden emin olmak için aramıştım. Genç kız uzun sure ağlamasını engelleyemediği için konuşamadı. P ise telefon kulağında, geçirdiği bunca badireye rağmen hayatında ilk defa iki damla gözyaşının yanaklarına süzüldüğünü fark edince gözlerini yumdu. Yanağını sildiği parmağının ucundaki ıslaklığa inanamazmış gibi baktı. Karşılıklı bir müddet sessizlikten sonra kız içini çekti. = Ama şu an emin olduğum tek bir şey var Naci. Seni deliler gibi seviyorum. Ne iş yaptığın kaç kişinin canını yaktığın umurumda bile değil, anladın mı? Ben artık her şeyimle sana aidim. İster sever okşar, istersen buruşturup çöp sepetine atarsın. Ama beni terk etmeye kalkarsan, nasıl yapacağımı bilmiyorum ama şöhretine hiç bakmaz önce seni sonra kendimi öldürürüm. Bunu o kalın kafana iyice sok, anladın mı? = Evet canım. Her şey için çok üzgünüm. Seni korumak için öyle davrandığımı anlamışsındır umarım. = Bırak da kendi geleceğimi kendim tayin edeyim Naci. Artık okul falan da umurumda değil. Ben senin evinde senin kadının olmak istiyor ve ilerisi için de senden hiçbir teminatta beklemiyorum. Daha da açık olmak lazımsa, benden bıkıncaya kadar senin metresin olmaya razıyım. Yeter ki, benim hayatımdan çıkmaya kalkma ne olur. P zonklayan şakaklarını ovuşturdu. Yirmi altı senelik yaşamında, geçirdiği onca ölüm tehlikesinden ve hayatına son verdiklerinin karşısında kılı bile kıpırdamamışken şimdi, bütün vücudunun titrediğini fark ederek kendini kapana kısılmış gibi hissediyordu. = Sana kıyamam bir tanem diyerek adeta inledi. Benimle birlikte olmaya kalkarsan başına neler geleceğini tahmin bile edemezsin. Seni öylesine seviyorum ki, dediklerin mümkün değil diyerek telefonu kapadı. Sonra asabi ve hızlı hareketlerle giyinmeye başladı. Zil sesinin ısrarla çalışı üzerine cep telefonun kapama tuşuna basıp odadan dışarı fırladı. Bindiği asansörün garaj düğmesine basıp sırtını duvara dayadı. Bu işe bir formül bulmalıydı ama nasıl? En alt kata inip de asansörün kapısı açıldığında yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. Sanki aklına gelen bir fikir onu biraz olsun rahatlatmış gibiydi. Gümüşsuyu'ndan Dolmabahçe'ye hızla inip oradan boğaz yoluna doğru ilerlerken Zühal'i bu gece ziyaret edeceğini söyleyen serserinin gece yarısından önce harekete geçmeyeceğini düşündü. Bu akşamki randevusuna daha vakit olduğundan Ortaköy'de salaş bir yerde hafif bir şeyler yiyip vakit öldürdü. Ve arabasına binmeden önce bir çiçekçi arayıp tek bir kırmızı karanfili alıp yakasına iliştirdi. Dokuza beş kala Tarabya otelinin lobisinden içeri girip etrafına göz gezdirdi. İngilizce konuşan kalabalığın tiplerine göz atıp onların yeni gelmiş bir turist kafilesi olduğunu düşündü. Oturma gurubunun olduğu salonun öteki tarafına geçmek için kalabalığı yarmaya çalıştı. Koltuklarda oturanları gözden geçirirken tarife uyan kalantor kılıklı üç kişi dikkatini çekti. Aynı anda bir tanesi kalkıp yanına geldi. P nin ancak omzuna gelebilen şişmanca adam. = Bay P ile mi teşerrüf ediyorum efendim. = Evet. = Bendeniz Rıfat efendim. Buyurun, sizi dostlarımla tanıştırayım. Onların geldiklerini görünce ayağa kalkan diğer ikisini işaret etti. = Bu Muzaffer, bu da Ender bey efendim. El sıkışma faslı bittikten sonra Rıfat bey olanı = Daha rahat görüşebilmemiz için bir daire tuttuk beyefendi dedi. Sizce de uygunsa görüşmemizi orada sürdürelim. P nin başıyla onaylaması üzerine asansörle beşinci katta bir süit daireye çıktılar. Odada karşılıklı koltukların arasındaki orta sehpasının üzerine çeşitli içki çerez ve meyve servisi yapılmıştı. Kalantor tipler yerlerine otururken gurubun sözcüsü olduğu anlaşılan Rıfat Bey, = İçki olarak ne alırdınız sayın P diye sordu. = Buzlu bir konyak lütfen. Adamın hazırlayıp ona sunduğu kadehi aldı. = Teferruata girmeden önce beni size tavsiye eden kişi yapılacak işin bedelini peşin olarak aldığımı söylemiştir sanırım dedi. = Evet. Cevdet Bey o konudan bahsetmişti ama, biz yarısını peşin geri kalanını da iş bittikten sonra ödemeyi düşünmüştük. P elindeki kadehi bir yudumda dikip boş bardağı masanın üzerine koyarak ayağa kalktı. = Siz tanıdığıma memnun oldum beyler. Ben müsaade rica edeceğim. Çünkü asla pazarlık yapmam. = Hemen celâllenmeyiniz rica ederim beyefendi diyerek Rıfat Bey ayağa fırladı. Biz hepimiz iş adamıyız. Bizde işler böyle yürür. Biz sadece düşünmüştük dedim. İlle de öyle olacak diye bir ısrarımız yok. Peki, belli bir ücretiniz var mı, onu öğrenebilir miyiz? Kendisine bir duble daha hazırlayan P; = Risk derecesini öğrenmeden bir rakam söylemem mümkün değil. Ama, anlaşsak da anlaşamazsak da konu tamamen aramızda kalır. Bundan kesinlikle emin olabilirsiniz beyler. Bizim piyasada da güven esastır diyerek bir sigara yaktı. Adamlar birbirlerine bakıştılar. Gurubun sözcüsü diğerlerinin onayını almış olmalı. = Evet diyerek derin bir iç çekti. Teferruatlarla kafanızı şişirmeden size durumu şöyle özetleyeyim. Biz üç ortak olarak çok büyük bir ihaleye girdik. = O kadar büyük ki, hayal dahi edemezsiniz. Batıp çıkmamız tamamen bu işin sonucuna bağlı. Karşımızdaki rakip firmanın da durumu aynen bizimki gibi. Ötekiler tasdik makamında başlarını sallıyorlardı. = Uzatmayayım, karşımızdakiler bizimle başa çıkamayacaklarını anlayınca, gözümüzü korkutup aradan çekilmemiz için yeraltı dünyasının iki ünlü kardeşini üzerimize saldılar. Dört gün kadar önce adamlar güpegündüz yazıhanemizi basıp ailelerimize dönelik bizi tehdit edip korkunç şeyler söylediler. Ve bize on gün mühlet tanıdılar. Yani bu günden itibaren bir haftadan az zamanımız kaldı. Biz de, kendimize göre bir araştırma yaptık. Cevdet bey gibi daha bir kaç kişinin sizi çok methetmesi üzerine zatı âlinize başvurmaya karar verdik. Gördüğünüz gibi bu iş bizim için tam bir ölüm kalım meselesine dönüşmüş durumda. Sormak istediğiniz şeyler varsa cevaplamaya hazırız beyefendi. P tekrar oturduğu yerden kalkıp yeniden doldurduğu kadehi ile birlikte pencereye gidip boğazı seyretti. = Benden tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz? = Gayet açık değil mi efendim. Ekibiniz bu iş için yeterli mi bilemiyorum ama, karşımızdaki çetenin tasfiyesini ve, mümkünse her defasında işimize çomak sokmayı alışkanlık haline getiren o çıban başlarının ortadan kalkması. Üçünün de gözleri kendilerine sırtı dönük olan adamın üzerindeydi. Odaya bir müddet sessizlik hâkim oldu. Gözleri hala dışarıda, içkisinden bir yudum alan P; = Birincisi ben yalnız çalışırım beyler. Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine bakıştılar. = İkincisi, o bahsettiğiniz kişiler acaba Sarı Kardeşler diye mi anılıyorlar? = Evet dedi bu defa en şişman olanı. Ama onlarla tek başınıza başa çıkabileceğinize gerçekten inanıyor musunuz? Duyduğumuz kadarı ile onların küçük çapta bir orduları varmış. Ona dönüp bakan P nin yüzünde öyle bir ifade vardı ki, adam yutkunarak önüne baktı. = Peki, tasfiyesi istenen patronlar kaç kişi? = Onlar da iki ortak efendim. P gözleri üzerindeki guruba doğru yürüyüp demin oturduğu koltuğun arkalığına ellerin dayayıp onlara doğru eğildi. = Ben gösteriş meraklısı biri değilim beyler. Etrafımda kuru kalabalık amatörlerden hoşlanmam. Kendi işimi kendim görürüm. Şöhretimi yaptığım işlerin temizliğiyle hak etmişimdir. Bu durumda patronlar artı o eşkıya bozuntuları için olmak üzere bu size iki milyon dolara patlar. İstediğiniz gibi iş en geç bir haftada da biter. Düşünüp taşınıp kararınızı verin. Ücret nakit olarak peşin ve pazarlık yok. Rıfat olanı heyecanla = Ama bu çok büyük bir para beyefendi. Üstelik de hiçbir teminatta veremiyorsunuz. = Evet diyen P bir sigara yaktı. Bu piyasada senet sepet falan işlemez baylar. Her şey itimat üzerine döner. Bizim teminatımız geçmişteki başarılarımızdır. Ben üstleneceğim bu işle bir yerde hayatımı riske ediyorsam hiç bir rakam büyük sayılmaz. Ya siz diyerek tek tek suratlarına baktı. Tehdit konusu olan siz ve ailenizin can bedelleri nedir, söyleyebilir misiniz? Benden o iki kardeşi ve rakiplerinizi ortadan kaldırmamı istiyorsunuz. Bu çocuk oyuncağı değil. Düşünmeniz için sigaramın bitimine kadar sure veriyorum. Böyle diyerek boğazın karşı kıyılarını seyretmeye başladı. Şişmana ter basmış olmalı ki ceketini çıkarıp masanın üzerine attı. Sonra birbirlerine doğru eğilip fısıl fısıl konuşmaya başladılar. Bir müddet sonra P nin elindeki izmarite göz atan Rıfat ayağa kalktı = Tamam, üstadım. İstediğiniz rakam bizim için de çok büyük. Ama ranseymanınız çok iyi olduğu için şartlarınızı kabul ediyoruz. Çünkü aksi halde nasıl olsa batacağımız için değişen bir şey olmayacak. Siz bizim son şansımızsınız. Size güveniyoruz ama, aklımıza takılan bir şeyi sormadan da edemeyeceğiz derken bir an düşündü. = Ya iş bitiminden önce başınıza mesela bir trafik kazası falan gelirse biz ne yaparız? Takdir edersiniz ki, o saatten sonra bu bizim gene yok olmamız anlamına gelir. = Haklısınız diyen P sigarasını kül tabağına bastırdı. Her işin bir rizikosu olduğunu siz iş adamları olarak benden daha iyi bilmeniz gerekir. Parayı teslim aldığım andan itibaren işe başlarım. Bana şimdilik müsaade. Ceketini atmış olan şişman çıplak başını mendili ile sıvazladı. = Şimdi Cuma akşamı. Yarın öbür gün de bankalar kapalı olduğuna göre parayı pazartesinden önce temin etmemiz imkânsız. Kaybedeceğimiz o kadar bol zamanımız yok. Dışarı çıkmak için kapının kolunu çeviren P başını çevirip adamlara baktı. = Size bu parayı iki üç günlüğüne temin edecek dostlarınız vardır mutlaka. Yine tekrar ediyorum. Parayı teslim aldığım an işe başlarım. Sheraton otel 707 de kalıyorum. İki üç gün sabah on bire kadar sizden haber bekleyeceğim. Ondan sonra zaten geç kalınmış olur. Şimdilik iyi günler beyler diyerek odadan çıktı. Arabasına bindiğinde saate göz attı. Onu geçiyordu. Maslak'tan yukarı tırmandı. Sitenin arka duvarına yanaşıp da Zühal'in evinin hem ön kapısını, hem de arka balkonunu görebilecek bir pozisyonda arabasını park etti. Tekrar saatine baktığında tam bir saat geçmiş olduğunu gördü. Her iş öncesi yaptığı gibi tabancasını çıkarıp şarjörü kontrol edip namludaki mermiden emin olmak istedi. Sonra yan cebinden çıkardığı susturucucu namluya takıp tekrar koltuk altı kılıfına yerleştirdi. Koltuğunu iyice yatırıp, kendiside öne doğru kayarak dışarıdan görünmeyecek bir durum aldı. Gözleri evde aklı bu akşamki pazarlıkta düşünmeye başladı. Parayı bulup buluşturup getireceklerinden emindi. Cevdet’in dediği gibi adamların kuyrukları fena sıkışmıştı. Bahsedilen o iki mafya patronu kardeşi çok iyi tanıyordu. İkisi de son derece belalı ve çevreleri geniş olan tiplerdi. Bildiği kadarı ile iyi de bir örgüt kurmuşlardı. Tek kusurları, şaşaalı bir hayat sürüp medyatik olmayı sevmeleriydi. Bu defa ki işin diğerleri kadar basit olmayacağı kesindi, bunu iyi biliyordu. İşi becerdiği takdirde yeraltı dünyası bir zelzele ile sallanacak, İstanbul'u bırak koca Türkiye'de kıyamet kopacaktı. Şimdi nasıl bir strateji uygulayacağını düşünmesi gerekiyordu. Çok iyi bir plan yapması ve tek vuruşta işi bitirmesi gerekiyordu. Adamlar uyandırdığı takdirde ikinci bir fırsatı ele geçiremeyebilirdi. Bu defaki işte rakam kadar riziko da büyüktü. Kafasından çeşitli alternatifleri geçirirken gözleri ile etrafı da taramayı ihmal etmiyordu. Beklediği amatör serseriler bu gece geleceğiz diye kızı korkutmak istemiş de olabilirlerdi. Ama P bu asalak tipleri çok iyi tanırdı. Verdiği sözleri erkeklik nedeni sayarlar, kaba kuvvet gösterileri ile fark edilmek isterlerdi. Etraf o kadar sakindi ki, geldiğinden beri sokaktan bir Allah'ın kulu geçmemişti. Saatine tekrar baktı. Biri on geçiyordu. Uzun suredir olduğu yerde hareketsiz yatmaktan dolayı uyuşan kaslarını hareket ettirmek için gerinmeye çalışırken, arkadan vuran farların ışığını fark etti. Koltuktan iyice aşağıya kayıp nefesini tutarak beklemeye başladı. Sokağa giren araba farlarını söndürdü. Açılıp kapanan kapı seslerinden kendisinden on beş yirmi metre kadar geride park ettiklerini tahmin etti. Parmağı ile dikiz aynasını ayarlayıp gerideki arabayı görüş alanına soktu. Bu külüstür bir 124 tü. Sokak lambasının loş ışığında fark ettiği üç kişinin yüzleri seçilmiyordu ama bir tanesinin kafası asker tıraşlıydı. Üç kafadar kısa bir konuşmadan sonra etraflarını kolaçan edip site bahçesini çevreleyen kısa duvarın üstünden teker teker içeri atladılar. P kafasını kaldırıp camdan usulca dışarı baktığında, bir tanesinin çınar ağacının dibinde erketeye yatmış olduğunu, diğer ikisinin de alt kat balkonunun kuytusuna doğru koştuklarını gördü. Onlar da kendisi gibi evin arkasındaki balkon yolunu kullanacaklarına göre daha önce gelip keşif yapmış olmaları gerekiyordu. Balkonun altında bir müddet bekleyen bir tanesi, zıplayarak ilk kata kendisini çekti. Sonra korkuluk duvarının üzerine çıkıp, Zühal'in evinin balkonunun alt betonunu yakalayıp yukarı tırmandı. Aşağıda kendisini izleyen arkadaşına eliyle sen de gel işareti yapınca oda aynı şekilde yukarı çıktı. Sitenin loş aydınlığında o gün dalaştığı iki kardeş olduklarını tahmin etti. Bahçede bekleyen diğeri de, o gün kavgayı seyretmekle yetinen kişi olmalıydı. P, torpido gözünden bir çift ameliyat eldivenini çıkarıp ellerine geçirdi. Sonra, oradan geniş bir koli bandını da cebine atıp dışarı çıkmaya hazırlanıyordu ki, karşıdan birisinin geldiğini gördü. Olduğu yere büzüldü. Sarhoş olduğu hafifçe yalpalamasından belli bir adam, kısık sesle bir türkü söyleyerek yanından geçti. Onun kaybolmasını bekleyen P, yavaşça araladığı kapıdan dışarı süzüldü. Kapıyı aralık bırakıp duvarla arabanın arasına sindi. Sonra hafifçe doğrulup duvarın üstünden ağacın altındakine bir göz attı. Yeğen avucunun içine gizlediği sigarasından bir nefes çekince onun yerini tam olarak belirledi. Sine sine duvar boyunca giderek içerdekinin tam arkasına denk gelecek bir mevkiden yılan gibi içeri kaydı. Bir dakika kadar olduğu yerde sessizce bekledi. Bastığı yerlere dikkat ederek gözlerini akrabalarının içeri girdiği üst kat balkonuna dikmiş yeğene yaklaştı. O devasa vücuduna rağmen, o kadar sessiz hareket etmesi şaşılacak şeydi. Ama en son adımında fark edemediği bir dal çıtırdayarak kırılınca arkasına bakmaya çalışan oğlanın başına balyoz gibi yumruğunu indirdi. Olduğu yere yığılan serserinin gıkı bile çıkmamıştı. Cebinden çıkardığı koli bandıyla el ve ayaklarını bağlayıp ağzını bantladı. Ağacın dallarının arasından yukarı baktığında diğerleri içeri girip kaybolmuşlardı. Eski yerleşim alanının biraz dışında inşa edilmiş bu sitede, deminki sarhoşun dışında gelen geçen pek olmuyordu. Tüm pencerelerinin karanlık olduğu binaya son bir göz atan P, süratle koşup iki kat balkonunu aşıp yukarı tırmanması ötekilerin aksine ancak bir dakika kadar sürmüştü. Balkon kapısının camı macunları kazılmış kırılmadan yere konmuştu. Aralık kapıdan kafasını uzatıp içeri baktı. Merhum dedenin odasında kimse yoktu. Ama koridordan yansıyan el fenerinin ışığı fark ediliyordu. Parmaklarını ucuna basarak baktığında, bir tanesinin fenerle sağı solu tetkik ettiğini gördü. O sırada diğeri sinirli hareketlerle koridordakinin yanına gelince P kendini geri çekti. = Evde kimse yok. Kahpe korkudan geceyi başka yerde geçirmeye kalkmış olmalı. Öteki kıkırdadı. = Desene bu gece de abazansın. Sendeki de salaklık be oğlum. Ne diye geleceğini haber veriyorsun anlayamadım. = Kes ulan. Zaten sinirim tepemde. Hıncımı senden çıkarmayayım şimdi. Onun korkudan tiril tiril titremesini istedim. Dedesinin geberdiği gün televizyonda söylediklerini hatırlasana. Ne bir akrabam ne de sığınacak bir kimsem var demişti. Nereye gider şimdi bu orospu? Kaltak ve orospu lafları P nin beynini attırmıştı. Sinirle dişlerini gıcırdattı. = Zühal'e onları temizlemeyeceğime söz vermemiş olsaydım mermileri nerelerine gömeceğimi ben çok iyi biliyordum diye düşündü. Bu ara, elebaşları olan Zühal'in odasına girmiş, seslerden anlaşıldığı kadarı ile kızın çekmecelerini karıştırıyordu. P nin iki adım önünde olanı ise duvardaki portmantoda asılı kabanların ceplerini yokluyordu. Usulca arkasından yanaşarak sol eliyle ağzını kapattığı an sağ eliyle de tam boynunun dibine bir kesme vurdu. Gürültü olmaması için boş bir çuval gibi yığılan oğlanın elindeki elektrik fenerini kapıp yavaşça yere bıraktı. Sonra üstünden atlayıp kapı pervazını siper alıp odadakine baktı. O ise kendi alemine dalmış, yaktığı gece lambasının ışığında çekmecelerden çıkardığı kızın iç çamaşırlarını teker teker tetkik ediyordu. Bunu gören P nin kan beynine hücum etti. Saklanmaya gerek duymayarak odaya girip onun omzuna dokundu. Öteki gelenin kardeşi olduğunu sanarak kokladığı sütyen ve külotu havaya kaldırdı. = Bunların içindekileri çıtır çıtır yemezsem derken geri dönüp de P ile burun buruna gelince donup kaldı. P nin kasılan yüz hatları korkunç bir hal almıştı. Gözleri fal taşı gibi açılmış oğlanın gür saçlarını yakalayıp kafasını geriye kanırttı. Elindeki çamaşırları çekip alıp yatağın üzerine attı. = Sapık pezevenk. Bir daha karşıma çıktığında başına gelecekleri tahmin etmen lazımdı. Serseri bir anlık şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra seri bir şekilde elini cebine atıp sustalı bir bıçak çıkardı. P onun bu türlü bir davranışını beklediğinden, yakalamış olduğu kafayı bütün gücüyle duvara vurdu. Sersemlemiş olan delikanlı, son bir gayretle elindeki bıçakla ona doğru bir hamle yaptı. Havadaki bileği çelik gibi parmakları ile yakalayan P, onun kolunu geriye doğru yavaş yavaş bükmeye başladı. Karşındakinin acı kuvveti karşısında can acısı ile kıvranırken bu defa tekme atmaya kalktı. Ama biri amatör diğeri ise tam bir profesyoneldi. Kendini bir balerin gibi yana çekip tekmeyi savuşturan P, sert bir hareketle tuttuğu kolu bu defa yana doğru kanırttı. Kırılan kemik sesi ile aynı anda kürek gibi elini oğlanın ağzına kapadı. Çığlık atmak için açılan ağızdan ancak kısık bir homurtu çıkabildi. Bu oyunu daha fazla uzatmak istemeyen P, yakın mesafeden onun burnuna bir yumruk attı. Arkasından bir daha, bir daha vurdu. Kendinden geçip yere yığılan çocuğun yamyassı olmuş burnundan oluk gibi kan boşandı. Verdiği söze gene lanet okuyup kibrit çöpü gibi kırabileceği boynundan tutup, onu da diğerinin yanına koridora sürükledi. Koli bandı bitinceye kadar her ikisini de mumyalar gibi sarıp sarmaladı. Geri dönüp odadaki gece lambasını söndürdü. Sonra onları yakalarından tutup yerde sürükleyerek balkona taşıdı. Oradaki çamaşır asmak için üç sıra gerili olan kalın bakır kabloyu söküp iki kat yapıp bir tanesini bağlayıp aşağıya sarkıttı. Sonra sırtına yüklediği diğerinin ağırlığından hiç etkilenmemiş gibi onunla birlikte aşağıya indi. İkisini bagaja, birini de arka koltuğun önüne yere yatırıp üzerini arabanın örtüsü ile örttü. Oradan ana caddeye çıkıp Maslak yönünde ilerlemeye başladı. Sabahın bu saatinde tek tük arabalarla karşılaşıp Atlı Spor kulübüne giden yoldan içeri saptı. Buraları iyi biliyormuş gibi bir müddet sonra farlarını söndürerek yoldan çıktı. Ay ışığı sayesinde rahatlıkla seçilebilen çimenler üzerinden giderek boğazı tepeden gören büyük bir çınar ağacının altına yanaştı. Üçünü de çıkarıp yan yana yere yatırdı. Nabızlarını kontrol etti, yaşıyorlardı. Bir müddet onlara bakarak, Zühal'in ilelebet bu pisliklerden kurtulabilmesi için ne yapması gerektiğini düşündü. Sonunda silahını çıkarıp tereddütsüz üçünün de dizkapaklarına birer mermi sıktı. Susturuculu tabancadan çıkan ses, ancak bir şişe mantarının açılışı kadar olmuştu. İkisi hala baygın olmalı ki yalnız ağaç altında erketelik yapan bir kere kasıldı o kadar. Artık usta bir cerrah parçalanan kemikleri toparlayabilirse dahi, balkonlara tırmanmak bir yana, ancak topallayarak yürüyebilirlerdi. Sabaha kadar kan kaybından gebermezlerse, birilerinin onları bulmalarını temenni edip arabasına atlayarak süratle oteline döndü. Yatağına uzandığında gün ağarmaya başlamıştı. Gece uykusu korku filmlerine taş çıkartacak kâbuslarla dolu geçti. Telefonun sesiyle irkilip saate baktığında dokuzu geçiyordu. Ama az önce yatmışçasına tüm vücudu pestil gibiydi. Uyku sersemliği ve asık bir suratla telefonu kulağına götürdüğünde Zühal'in sesi ile yüz hatları hemen gevşedi. = Naci. Gece yarılarına kadar seni on defa aradım. Cebini de kapatmışsın, neredeydin? P heyecanla = Bir şey mi oldu yoksa dedi. Kızın hala gergin olduğu sesinin tonundan belli oluyordu. = Akşamki konuşmalardan sonra hala bir şey mi oldu diye soruyorsan pes yani. Sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Bir daha da sakın benim yüzüme telefonu kapatma, anlaşıldı mı? = Peki, canım diyen erkek gülümsedi. Unutmadan söyleyeyim. O zibidiler bir daha seni rahatsız edemeyecekler. Genç kız onun lafını bitirmesini beklemeden heyecanla = Yoksa derken bu defa P onun sözünü kesti. = Aslında gebermeyi hak etmişlerdi ama, bayağı hırpalandıkları için artık ellerinde bir değnek olmadan kolay kolay sokağa bile çıkamazlar. Arzu edersen bu gece evine dönebilirsin. Yalnız arka balkonun kapı camını taktırmak için bir camcı götürürsen iyi olur. = Senin bir şeyin yok ya? = Hayır canım, turp gibiyim. Sen ne yapıyorsun? = Şimdi kahvaltı hazırlayacaktım. Sen de gelsene beraber edelim. Kafasını kaşıyıp bir an düşünen erkek, dağınık saçlarını parmakları ile tarayarak, = Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum Zühal dedi. Şu an duyguların ağır basıyor. Daha sağlıklı düşünebilmen için bir hafta kadar görüşmesek iyi olur. = Ama neden? Düşünecek ne var ki? Ben sana kesin kararımı söyledim. = Seninle beraber olmak için içim gidiyor. Ama ısrarlarımın temelinde de sana verdiğim değer yatıyor. Mantıklı düşünürsen sen de bana hak vereceksin. Ayrıca, öğleye kadar burada birisini bekliyorum. Ondan sonra da bir hafta kadar sürecek yoğun işlerim var. = Gene mi o işler diyen kız adeta inledi. Naci, sana yalvarıyorum. Bu güne kadar ne olduysa oldu. Başına bir şey gelmeden bu pislikten kurtul artık. Bak aklıma ne geldi. Para biriktirdiğini de söylemiştin. İkimizi de İstanbul'a bağlayan bir neden yok. Gel çekip gidelim buralardan. Ben de çalışırım. Evlenir yepyeni bir hayata başlarız. = Bir kızın erkeğe evlenme teklif etmesi ne kadar ayıp bir şey. Dediklerin çok hoş bir hayal ama çok da zor bir tanem. = Naci. Benim yalvarmam sana zevk mi veriyor bilemiyorum, ama gene de devam edeceğim. İnan ki hiçbir lükste zenginlikte gözüm yok. Tek istediğim seninle birlikte olmak. Çok mu şey istiyorum yani. Ne olur beni daha fazla üzme dedikten sonra ağlamaya başladı. P gözlerini yumup ızdırapla başını salladı. Ben bırakmaya kalksam beni bırakmazlar diye düşündü. Bu âlemden çıkmak o kadar kolay değildi. Bu nasıl bir duyguydu ki, nasır tuttuğu sandığı yüreği kızın hıçkırıkları karşısında parça parça oluyordu. Telefon kulağında kıvranıp dururken acaba dedi içinden. Düş gibi öyle bir hayat gerçekleşebilir miydi sahiden? Tapar gibi sevdiği bu güzel kızla bir ömrü beraber geçirmekten daha fazla isteyebileceği ne olabilirdi ki? Denese miydi acaba? Kız ise telefonun öteki ucunda hala ağlıyordu. = Zühalciğim dedi titrek bir sesle. Ne olur kes şu ağlamayı artık. Bak ne diyeceğim. Şu aldığım son işi yarım bırakmam mümkün değil. Ama söz, bu son. Zaten alacağım para ile belki de hayatımızın sonuna kadar çalışmamıza gerek kalmayacak. = Bu lanet olası iş benden daha mı değerli yani dedi kız hıçkırıklar arasında. = Tabii ki hayır güzelim. Ama bir defa söz verdim. En fazla bir hafta sürecek. Belki de daha bile erken bitebilir. Sana söz veriyorum, ondan sonra yanından bir dakika bile ayrılmayacağım. Hatta istersen Avrupa'ya bile gidip yerleşebiliriz. = Ben gecekonduya bile razıyım Naci diye kız burnunu çekti. Ama unutma. Bana söz verdin, bu son. = Son canım son. Şimdi ister orada kal ister kendi evine dönüp üç beş gün beni sabırla bekle. Ondan sonra sen ne istersen onu yaparız. Tam o sırada kapı tıkladı. = Kapı çalıyor Zühal. Biraz bekle diyerek telefonu masaya bırakıp yatığının altından tabancasını aldı. Bir şeyler ısmarladığında getiren garsonların dışında ziyaretçisi olmazdı. Kapıya yanaştı. = Kim o? = Ben Ender efendim. Akşam görüşmüştük. P ayağını destek koyarak araladığı kapıdan dışarıya baktı. Sonra silahını belinin arkasına sokup adamı buyur etti. = Kusura bakmayın. İşimiz gereği biraz temkinli olmamız lazım. Müsaade ederseniz üzerime bir şeyler giyeyim, siz buyurun oturun. Adam sağına soluna ürkek ürkek baktı. = Sizi anlıyorum efendim. Bendeniz maalesef fazla kalamayacağım. Onun için akşamki sözleştiğimiz meblağı size takdim edeyim diyerek elindeki çantayı ona uzattı. Ama dediğimiz gibi tatil günü olduğundan zorlukla temin ettiğimiz paranın küçük bir kısmını maalesef Türk lirası olarak denkleyebildik. Bu da diyerek bir kağıt çıkardı cebinden. Bahsedilen rakiplerimizin iş adresi ve telefonları. Bu durumda biz üzerimize düşeni yapmış oluyoruz. Şimdi sıra sizde. Geleceğimiz ve her şeyimiz artık sizin ellerinizde. Bu işi ne kadar çabuk hallederseniz o kadar memnun oluruz efendim. Bana şimdilik müsaade diyerek sanki orada olmaktan çekinirmiş gibi adam açtığı kapıdan dışarı fırladı. Ardından kapıyı kapatıp çantanın içindekilere de bir göz atan P, telefona koştu. = Zühal, orada mısın? = Evet canım. Neler oluyor? = Beklediğim kişi gelip gitti. Fikrimi değiştirdim. Seni alıp evine ben götüreceğim. Çayı demleyip kahvaltıyı hazırla, yirmi dakika sonra oradayım diyerek telefonu kapadı. Sonra, açık çantanın içindeki demetleri gözden geçirdi. Paranın bir buçuk milyon doları dışındaki kısmı Türk lirası idi. Aceleyle giyinip çantayı da alarak odadan çıktı. Evin önüne arabayı park edip merdivenleri tırmandığında kız onu camdan gözlemiş olmalı ki zile basmadan kapı açıldı. Boynuna sarılan kızın ayaklarını yerden kesip içeri taşıyıp ayağıyla kapıyı kapadı. = Bir gören olacak derken kız onun dudaklarına çoktan yapışmıştı. Nefesleri kesilene kadar uzun uzun öpüştüler. Neden sonra, mutluluktan ve heyecandan alı al, moru mor olan genç kızla birlikte salona girdiklerinde çay demlenmiş, yumurtasından soyulmuş domatesine kadar mükellef bir kahvaltı masasına karşılıklı oturdular. Zühal, mutluluktan pırıl pırıl gözleri ile ona kaçamak bakışlar atarak çayları koyarken sordu. = Akşam neler oldu anlatsana. = Teferruata boş ver hayatım. O üç zibidi seni bir daha rahatsız edemeyecekler. Bu sana yetmez mi? Şimdi karnım aç. Hem yiyelim hem de söyleyeceklerimi iyi dinle. Biraz sonra senin eve gideceğiz. Senden bir isteğim var. Sizde rahmetli dedenin kasası falan var mıydı diye sorarken yatak odasındaki koca kasayı çok iyi hatırlıyordu. = Evet. Rahmetlinin bir kasası vardı. İçine koyacak bir şeyi olmadığı halde onu ne diye aldığını hep düşünmüşümdür. = Sana vereceğim bu çantayı oraya koyacaksın. Bundan da kimseye bahsetmeyeceksin. Ancak benim başıma bir şey gelirse onu açacaksın tamam mı? Kızın yüzü asıldı. = Kime bahsedebilirim ki? Hem böyle konuşup beni korkutma Naci. Neler söylüyorsun sen? Bu defa yapmaya kalktığın şey bu kadar tehlikeli mi? = Onunla alakası yok Zühal. Dünya hali bu. Laf olsun diye söyledim. Kız çayından küçük yudumlar alırken onun yüzüne endişeyle baktı. = İçimi kaldırdın şimdi. Gel her şeyi olduğu gibi bırakıp hemen bu gün buradan gidelim. Meselâ Antalya bu mevsimde kim bilir ne kadar güzeldir. Üzme beni artık ne olur. = Ben hiç istemez miyim diyerek kızın yanaklarından tutarak gözlerini içine baktı. Ama bu şimdilik mümkün değil. Sana söz verdiğim gibi. İş bitsin sen ne istersen o olacak, anlaştık mı? Haydi, artık toparlan. Bu gün yapmam gereken bir sürü iş var. Kızın alelacele sofrayı toparlamasından sonra beraberce dışarı çıktılar. Arabaya binişlerinden eve varışlarına kadar Zühal'in mızmızlanması hiç bitmedi. Ama P nin cevabı kesindi. = Bütün bunları iş bittikten sonra düşünürüz. Sokağa girdiklerinde bir kenara çekip arabayı durdurdu. Cebinden çıkardığı bir tomar parayı kızın anahtarını aramak için açtığı çantanın içine soktu. = Her ihtimale karşın yanında biraz toplu para bulunsun. Sen burada in Zühal. Çevredekiler ikimizi birlikte görmesinler. Çantayı hemen kasaya koymayı sakın unutma. Bir de şu iki üç gün lütfen beni arama canım. Çünkü sesini duyduğumda bir müddet senden başka bir şey düşünemiyorum. Bu arada balkon camını da taktırmayı unutma. Kızın çaresiz bir şekilde inip içeri girmesini bekledikten sonra süratle tekrar evine döndü. Devamlı kilitli olarak tuttuğu sandık odasını açarak içeri girdi. Burası yan yana dolapların sıralandığı bir depo görünümündeydi. Duvardaki askılarda kılık değiştirmekte kullandığı çeşitli giysi ve aksesuarlar görünüyordu. Dolaplardan bir tanesini açıp içinden Uzi marka İsrail yapısı bir otomatik çıkarıp küçük masanın üzerine koydu. Sonra, gene dolaptan çıkardığı uzun menzilli kızıl ötesi dürbünlü bir tüfek olan Kanas'ı parçalara böldü her iki silahı da kenarda duran bir çantanın içine yerleştirdi. İkinci dolaptan ise silahlara ait bol miktarda cephane ile sekiz adet parça tesirli el bombasını ötekilerin yanına çantaya yerleştirip fermuarını zorlukla kapattı. Sigara paketinden az büyükçe iki adet nesneyi gazete kâğıdına sarıp onları da naylon bir torbaya koydu. Çantayı orada bırakıp naylon torbayı yanına aldı. Odanın kapısını itina ile kilitleyip evden çıktı. Bu yöreyi iyi bilirmişçesine hep ara sokakları tercih ederek Kumkapı'ya indi. Meydanda, daha ziyade balıkçıların devam ettiği bir kahveye girdi. Doğru ocakçının yanına gitti. = Selam kardeş. Pireyi arıyorum, buralarda mı? Kapı önündeki arabayı ve düzgün kıyafetini süzen adam, = Şimdilerde düşer abi. İstediğin bir şeyler varsa biz de yardımcı olabiliriz. = Bana kendisi lazım. Beklerken demli bir çayını içerim deyip masalardan birisine oturdu. Gelen çaydan daha iki yudum almamıştı ki kapıda tahminen kırık yaşlarında, kupkuru ve kısa boylu çelimsiz bir adam göründü. Daha kapıdan içeri girmeden seyyar satıcılar gibi; = Selamlar millet diye bağırdı Bu defa çok iyi bir tüyo yakaladım. Altılıyı yakalamak isteyen arkadaşlar lütfen sıraya girsinler. Yüzünü buruşturup kafasını başka tarafa çevirenleri sırayla izleyen küçük adamın gözleri P ye takılınca yüzü aniden aydınlandı. = Vaaaaay. Benim aslan abim gelmiş diyerek iskemlede oturduğu halde onun boyuna denk düşen P nin yanına koştu. Şerefsizim seni özledim be abicim. Geçenlerde andıydım seni. Bu adam çoktandır görünmedi, bize artık iş vermiyor, galiba küstürdük kendisini diyordum. P nin gözlerindeki bakışı yakalayınca; = Bana iş çıktıysa Allah canımı alsın tam zamanıydı abi. = Nasılsın Pire diyerek onun elindeki üç beş milyonluk at yarışı tahmin kartına göz attı. Şu merete para kaptırmaya daha bıkmadın mı? = Geçin dalganızı bakalım. Ama bir gün voleyi vurduğumda hepinizin gözleri fal taşı gibi açılacak. Beni bırak şimdi. Senin derdin ne onu söyle. P gibi, gerçek ismini onun da pek kimsenin bilmediği Pire, gösterişsiz ama lakabına layık bir tipti. Elektronik alanda kesinlikle bir deha kabul edilebilirdi. Bir zamanlar İstanbul'un en usta kasa hırsızlarından biriydi. Kaç defa içeri girip çıktığını Allah bilir kendisi de unutmuştu. Eline geçen tüm parayı at yarışlarına kaptıran bu adam, icabında düz duvara tırmanıp her kilidi açabilen, hedeflediği yerler için engel tanımayan bir cambazdı. Hatta bazı pozisyonlarda polis bile ondan yaralanma yoluna gitmişti. Bir iki defa tamircilik üzerine dükkan açmış ama, her seferinde borçlarından dolayı haciz yemişti. Bütün bunlar yetmezmiş gibi eski bir takım eylemlerinden dolayı iflah olmaz bir sosyalistti. Kendi sahip olamadığı imkânları olan her kişi onun için emperyalist bir faşistti. Bu cins adamı P bir iki işinde kullanmış, ağzını sıkılığından dolayı onu tutmuştu. = Pire, müsaitsen yalnız konuşabileceğimiz bir yere gidelim. = Senin için günde yirmi dört saat müsaidim abi. Benim sur dibinde bir barakam var, haydi oraya gidelim. Girdikleri gecekondunun köhne dışı ile içi tam bir tezat halindeydi. Bu tek göz odada, yatak ve mutfak tezgâhı görevini gören masanın dışında tüm duvarlar elektronik alet ve edevatlarla doluydu. Tek iskemleyi ikram edip kendisi yatağa oturarak gözlerini P ye dikti. = Bak Pire. Baştan konuşalım. Konuştuklarımız aramızda kalmazsa canının çok kötü yakacağımı söylememe gerek yok sanıyorum. = Sen ananın karnında iken biz bu yollardaydık be abi. Racon denen şeyi iyi biliriz. Bırak bu ağızları da sen bana işten bahset. = Büyük bir holdingin iki patronunun neler konuştuklarını duymak istiyorum. = Bu çocuk oyuncağı abi. Hepsi bu mu? = İlk planda istediğim bu. Peki, o dinleme cihazını başka ne amaçla kullanabiliriz. Pire karşısındaki adamın yüzüne şeytani bir ifade ile baktı. = Beklediğin cevap buysa tetik görevi de görebilir. P nin sırıttığını görünce ilave etti. = Peki, patlayıcı olarak ne düşünüyorsun abiciğim? = C 4 getirdim sana uyar mı? = Hem de nasıl. Anlaşılan büyük bir şenlik hazırlıyorsun. Eskisi gibi gene yalnız çalışıyorsun galiba? = Safrayı sevmem. Sen dediklerimi hazırla gerisini bana bırak. Yalnız istediklerim en kısa zamanda olmalı. Adamların yazıhaneleri binanın en üst katında. Burada o firmanın adresi var. Unutma, patronlar iki tane diyerek cebinden çıkardığı adres kağıdını uzattı. = Mühim değil abicim. İsterlerse gökyüzünde olsunlar fark etmez. Raflardan bir cep telefonu alıp getirdi. = Bu alet yapacağım tadilattan sonra düofon gibi bir şey olacak. Ama bütün gün telefon başında oturmak istemiyorsan 12 saat kayıt yapabilecek bir tane büyük makaralı teyp gerekir. = Sen ne gerekiyorsa al Pire. Para mühim değil. = Peki, şu mühim olmayan paranın sıfırları hakkında bana biraz ipucu verebilir misin? P cebinden on tane beş milyonluk desteyi çıkarıp masanın üstüne koydu. = Şimdilik yeter herhalde. İş bitince bir bu kadar daha var. Anlaştık mı? = Seni yaratan Allah'ına kurban olayım abicim. O komprador faşistlerin yeryüzünden silinmeleri bile bir insanlık hizmeti sayılabilir. Sen bana telefon numaranı verip haber bekle. Beraberce barakadan çıkıp arabanın bagajından C 4 leri alan Pire masa başına geçip hemen işe başlamıştı bile. Sahil yolunda en sağ şeritten ağır ağır giden P dalgın gözlerle önüne bakıyordu. Sonra cep telefonunu çıkarıp bir numara çevirdi. = Adnan, selam ben P. Senden bir ricam var. Şu mafya Sarı kardeşler var ya. Onlar hakkında bilgi toplamanı istiyorum. Ev adresleri, alışkanlıkları, korumaları çetesi falan. Bellerindeki silahların markasına kadar. ............ Biliyorum ama sen istersen halledersin...... Senin o fıstıkla aran nasıl....... Yapma yahu. Seni yakaladı demek. Senin gibi bir kart zamparanın tedbirini alması gerekirdi...... Neyse, en kısa zamanda raporunu bekliyorum. Şimdilik hoşça kal. Oradan dosdoğru oteline gidip odasına çıktı. Kafasının berraklaşması için soyunup ılık bir duş aldı. Kan deveranını harekete geçirmek için elindeki havlu ile tüm vücuduna sert friksiyonlar yaparak kurulandı. Sonra, çıplak olarak aynanın karşısına geçip kendini seyretti. Çalışmalarını çoktandır ihmal ettiği halde sırf adale ve yüz on kilo olan vücudunda tek gram yağ yoktu. İki yara izinin haricinde Apollon'u bile kıskandıracak mükemmeliyetteydi. Gördüklerinden tatmin olmuş gibi sırıtarak o vaziyette masanın başına geçip kendine bir konyak doldurdu. Peşinden bir de sigara yakıp gözlerini sabit bir noktaya dikti. Daha önce yaptıklarının çocuk oyuncağı gibi kaldığı bu defa ki siparişi kazasız belasız atlatırsa Zühal'le birlikte geçireceği emeklilik hayatını düşündü. Kızın onun için her şeyden çok istediği tahsil hayatından bile vazgeçmesi biraz içini burktuysa da, hayatlarının sonuna kadar yetecek paralarının olması düşüncesi ile nispeten teselli oldu. Sonra, kızı kafasından atmaya çalışıp tekrar olasılıklar üzerinde düşünmeye çalıştı. Saatler sonra, bir paket sigarayı bitirip şişenin dibi gözüktüğünde kaba hatları ile kafasında bir plan oluşmuştu. Bu defa karşısındakiler büyük lokma idiler. Hataya kesinlikle yer yoktu. En güzeli, dördünü de bir arada yakalayıp tek vuruşta işi bitirmekti ama, bunun o kadar kolay olacağını sanmıyordu. Pire'nin hazırladığı tesisat ile karşı tarafın hazırlıklarını öğrenmesi ve stratejisini ona göre belirlemesi gerekiyordu. Kendisini sabah dokuzda uyanmak üzere şartlandırıp yatağa uzandı. Sabah uyandığında, hafif bir kahvaltı etti. Vaktin erken olduğunu düşününce eve dönerek küçük odaya kapandı. Çoktandır kullanmadığı silahlarını en küçük parçasına kadar söküp bakımlarını yaptı. Öğleye doğru sıkıntı ile salonda dolaşırken ilk telefon Pire'den geldi. = Dün gece dışarıdaki işi bitirdim abicim. Teferruatı telefonda konuşmayalım. Bana kadar gelebilir misin? = Helal sana aslanım. Bir saate kadar oradayım. Giyinip tam çıkmak üzereyken bu defa Adnan aradı. = Selam. İstediğin bilgileri toplamak sandığımdan da kolay oldu. Çünkü adamlar gösterişi seven sosyete meraklısı tipler. Bu akşam beraber yemek yiyelim. Çünkü benim de senden istediğim bir şey var. Anlayacağın muhabbet biraz uzun olacak. = Tamam Adnan. Kuzguncuk'taki ...... restoranı biliyor musun? Orası benim bir dostumundur. Saat beş gibi orada olurum. = Anlaşıldı. Akşama görüşmek üzere. Kumkapı'da ki barakanın önüne geldiğinde Pire, kapının eşiğine oturmuş onu bekliyordu. İçeri girdiler. Dünkü yerlerine oturdular. Küçük adam daha önce hazırlamış olduğu bir kağıt parçasını P ye uzattı. = Oradaki telefon numarasını çevirdikten sonra duyacağın bip sesi aletin dinlemeye açık olduğunu gösterir. Sen onları dinleyebilirsin ama onlar seni duyamazlar. Sıra infaza geldiğinde 01 tuşuna basmadan önce kulaklarını tıkamayı unutma. Dediğin gibi odaları yan yana. = Ben nerede toplanacaklarını bilemediğim için işi şansa bırakmayıp iki odaya da birer telefon ve birer C 4 paketini paralel bağlayarak yerleştirdim. Masalarının altına onları öyle bir gizledim ki, sen gidip haber versen bile zor bulurlar. Açık kaldığı için oradaki telefonun şarjı biter diye de korkma. Bir adaptörle masadaki faksı besleyen elektrik devresine saplama girdim. Yalnız haberin olsun, o kattaki çatırtı biraz fazla olacağından kurunun yanında yaşlar da gidecektir. = Harikasın Pire diyerek adamın sırtını okşadı. Bütün buları dün gece mi yaptın yani. = Cumartesi gecesi olduğu için bütün bina bomboştu. Kazan dairesinden içeri girdim. Her neyse. Sen tafsilatı boş ver. Masanın üzerindeki teybi gösterdi. Bu da hazır. Açma kapama düğmelerini biliyorsun. Çalıştırdıktan sonra sessiz dinlemek istersen teybe bağlı kablonun ucundaki fişi kendi telefonunun kulaklığına takacaksın. Hepsi bu. Ben denemesini de yaptım. Tesisatı kurduğun andan itibaren orada neler konuşulduğunu rahat rahat dinleyebilirsin. P daha önce hazırlamış olduğu beş desteyi daha uzattı. = Her şey mükemmel. Sana birinci tavsiyem. Aklın varsa bu paraları da çarçur etme. İkincisi, seninle temasım kulaklarına gidebileceği için bir an önce buralardan toz olursan çok iyi edersin. Tamam mı? Ortalık sakinleşinceye kadar bir sure İstanbul dışında takıl. = Bu işlerin düzenini bilirim abi. Zaten benim de niyetim o abicim. Artık milyarder sayılacağıma göre bu köpek kulübesi gibi yerde yaşamak bana yakışmaz diyerek P nin yüzüne uzun uzun baktı. Sonra içine doğmuş gibi, == Belki bir daha görüşemeyiz. Gel seni bir öpeyim abicim diyerek ona sarıldı. Oradan ayrılan P, Pire'den aldıklarını oteldeki odasına bırakıp Kuzguncuğa doğru yola çıktı. Adnan'la buluşmalarına daha vakit vardı ama şimdilik yapacağı başka bir şey olmadığı için Cevdet ile biraz laflarız diye düşünmüştü. Lokantanın önüne vardığında daha arabasını bile kilitlemeden şef yanında bitiverdi. = Saygılarımı sunarım, hoş geldiniz beyefendi. Cevdet bey sizi göremediği için çok üzülecek. = Hayrola, hasta falan mı? = Hayır efendim. Birkaç günlüğüne iş için İzmir'e gitti. Ama bendeniz sizi ağırlamaktan onur duyacağım. Yalnız mısınız, bir beklediğiniz var mı? = Evet. Bir arkadaşla burada buluşacaktık. Geçen seferki masa olursa memnun olurum. = Emredersiniz efendim. Lütfen beni takip edin. Kendisine bir aperatif söyleyen P oyalanmak için rıhtımda balık avlayan çocukları seyrederken kafası yeni işinin teferruatlarındaydı. Bir an önce emekli olup Zühal’le hayallerini gerçekleştirmek istiyorsa bu işi en kısa zamanda bitirmesi gerekiyordu. Ayrıca zaman uzar da, kendisini tutanlar sağda solda boş boğazlılık yaparlarsa en büyük kozu olan karşısındakileri gafil avlama avantajını kaybederdi. Pire’nin kurduğu sistemle çözüme gidecekse, dördünün de holdingin yazıhanesinde buluşması şarttı. Bir de, karşısındakilerin tam profesyoneller olduklarını ve bir ordu gibi adam beslediklerini aklından çıkarmaması gerekirdi. İlk hamlede işi bitiremezse sonra çok zorlanabilirdi. Omzuna dokunan bir el ile irkildi. = Ne o dalmışsın. Kendi çocukluğunu mu özledin yoksa. Güldü P. = Gençliğini özlemeyecek tek çocuk ben olmalıyım. Otur da anlat bakalım. Neler buldun. Adam ona büyük sarı bir zarf uzattı. = İstediğin her şey bunun içinde. Hatta bir hafta kadar önce bir dostlarının yaş günü partisi için gazinodan çıkarken çekilmiş resimlerini bile buldum. O fotoğrafta arka planda yanlarından ayrılmayan dört koruması gayet net çıkmış. O dört adam uzun yıllardır onların yanında ve çok iyiler. Hatta bıyıksız olanının bir zamanlar yurt dışında bir istihbarat örgütünde çalıştığı söyleniyor. Diğerleri sağdan soldan toplama. Kilyos yoluna çıkarken yan yana yaptırdıkları ve etrafı kaleye benzer duvarlarla çevrili iki villada oturuyorlar. Karargahları orası. Küçük kardeş evli ve çocuksuz. Diğeri uzatmalı metresi ile beraber. Neyse, boş zamanında zarfın içindeki teferruatları rahat rahat incelersin. Orada bellerindeki silahların markalarından arabalarının modeline kadar her şey var. Son bir şey daha, emniyet ile araları oldukça iyi. Hatta bir kaç operasyonda devlete yardımcı olmuşlar. Bilmem anlatabildim mi diyerek sıkıntılı bir pozla rakısından büyük bir yudum aldı. = Sağ ol Adnan. Peki senin derdin ne bakalım. Yüzün pek hoş değil. = Başıma neler geldi sorma. Bizim Melahat'la ilişkimizi biliyorsun. O kadar anlayışlı ve sevecen bir kadın ki, onun yanında erkek olmanın gururunu yaşıyorum. Bu beraberliğimizin dördüncü senesi. Kız ile bizim cadalozun Allah'ları ayrı. Neyse, bizim karı nereden haber aldıysa Melahat'la ikimizi Şile'de bir motel odasında bastı. Hem de ne basmak. Kıyametler koptu. Yanında avukatı ve poz poz resmimizi çeken profesyonel bir fotoğrafçıyla beraber gelmiş. Anlayacağın kıvıracağım hiçbir taraf yok. Her şey iyi güzel de, şimdide senden ayrılıp seni sürüm sürüm süründüreceğim diye tutturdu. Normal şartlarda olsa canıma minnet. Ama biliyorsun, benim o eski olaydan sonra bütün gayrimenkuller, hisse senetleri, bankalardaki nakit, yat, araba, her şey onun üzerinde. = Avukatımla konuştum. Elindeki suçüstü belgeleriyle tek celsede bu işi bitirebilir dedi. Anlayacağın boşanırsak, bu yaştan sonra kırk parasız sersefil ortada kalırım. = Belki zamanla yumuşar merak etme. = Yok be anacığım. Beni boşayıp cezalandırmayı kafasına takmış bir kere. Fikrini değiştireceğini de hiç sanmam. Normal şartlarda olsa zil takıp oynardım ama şimdi yasal olarak boşanırsak kendimi boğaz köprüsünden aşağı atmaktan başka hiçbir çarem kalmaz. = Hay Allah. Gerçekten boktan bir durum. Peki, benden ne yapmamı istiyorsun. = Pazartesi, yani yarın avukatı vasıtasıyla boşanma davası için beni mahkemeye verecekmiş. Bu durumda diyerek masanın üstünden P ye iyice yaklaştı. İkimizden birisinin ölmesi gerek. Yarın her şey için çok geç olabilir. Anlayacağın bu gece onun işini bitirmen gerekir dostum. Bunu yaparsan, tüm hayatım boyunca sana minnettar kalacağım gibi ne istersen de veririm. = Aramızda paranın lafı olmaz Adnan. Başım sıkıştıkça sana koştum ve hiçbir maddi bir şey beklemeden bana hep yardım ettin. Bu gece diyorsun ama benim hiçbir hazırlığım yok ki. = Hazırlığa gerek yok be arkadaşım. Bizim yalıyı biliyorsun, buraya yakın. Koca bahçe içinde iki katlı bir ev. Üstelik bu gece evde tek başına olacağını da çok iyi biliyorum. Namussuz karı, boşanıncaya kadar bir şey aşırmayayım diye kapı kilidini değiştirip evde nöbet tutuyor.İntihar süsü falan verebilirsen çok iyi olur. Çünkü ilk akla gelecek şey, evliliğinin yıkılmasının yarattığı bunalım olur. P içini çekti. = Tamam dostum. Şimdi soracaklarıma cevap ver. Evde yalnız olduğu kesin değil mi? = Kesin be anam. Anasının yanına Marmaris'te yazlığa gidecekti ama, o son olaydan sonra şimdi evi bekliyor. = Peki. Yatak odası ikinci kattaydı değil mi? = Evet. Arkada, yola bakan kısımda. Her gece en geç on buçukta yatakta olur. Zaten öyle bir horlar ki, odasını çok rahat bulursun. = Uykusu hafif midir? = Tam tersine. Öyle gamsız karıdır ki, yastığa kafasını dayar dayamaz uyur ve top atsan uyanmaz. = Peki Adnan. Bir terslik olmazsa senin işini bu gece hallederim. Sen buradan çıkınca hemen kalabalık bir yerlerde sabaha kadar oyalanıp kendini göstermeye bak, anladın mı? Bu kadar çene yeter. Yemeğimizi yiyelim artık. Sabahtan beri ağzıma bir şey koymadım. Saat on ikiye doğru ayrıldılar. P bu araya giren işten pek hoşlanmamıştı ama, hep karşılıksız yardımlarını gördüğü ve çevresi çok geniş olan Adnan'a kendini borçlu hissediyor, onu kaybetmek istemiyordu. İki sene kadar önce Adnan'ın daveti üzerine bir akşam yemeğine gittiği yalıyı iyi biliyordu. O vesile ile de karısını tanımış, hatta o yakışıklı ve eğlenceyi seven hayat dolu adamın bu cadaloz kadınla nasıl yaşadığına hayret etmişti. Yarım saat kadar sonra Adnan’ın yalısının bahçe duvarlarının önünden geçerken ağırlaşarak demir kapıdan içeri bir göz attı. Evde hiç ışık yoktu. Elli metre kadar ileride bir sokağın içine arabasını park etti. Bagajdan ucunda çengel olan bir kangal kalın ipi ve bir çift ameliyat eldivenini bir naylon torbaya koyup yürüyerek geri döndü. Yalının hemen komşusu olan dört katlı bir binanın denize doğru uzanan beton yoluna girdi. Apartmanın tam ters tarafında ışıklı bir pencerenin dışında onunda tüm elektrikleri sönüktü. İki evi birbirinden ayıran duvarın sonunda ortak olarak kullandıkları anlaşılan iskele yolundan denize indi. Kimseye görünmediğinden emin olduktan sonra alçak demir parmaklığın üzerinden içeri atladı. Alt katın tüm kapılarını yokladı. Hepsi kilitliydi. Üst katın denize bakan tarafına gelerek etrafı dinledi. Uzaklarda bir yerde dans müziği ve kadın çığlıkları haricinde etrafta başka ses yoktu. Torbadan ip kangalını eline alıp kancalı kısma hız kazandırmak için elinde çevirmeye başladı. Açıktan geçen bir vapurun canhıraş düdüğünü fırsat bilerek yukarı fırlattı. Balkonun tahta korkuluklarına takılan kanca tahmininden fazla ses çıkarınca bir müddet sinip etrafı on dakika kadar etrafı dinledi. Sonra ellerine ince plastik eldivenleri geçirip bir maymun çevikliği ile yukarı tırmandı. İpi toplayıp boynuna takarak kancayı söktü. İş bittikten sonra süratle oradan ayrılabilmesi için kolunu bütün gücüyle onu denize fırlattı. Yokladığı balkon kapısı da kapalıydı. Dışarıdan girildiğinin anlaşılmaması için ne kilidi zorlayabilir ne de cam kırabilirdi. Can sıkıntısı ile etrafına bakınırken, balkondan iki metre kadar ileride aralık bırakılmış bir pencereyi fark etti. Bu defa kancayı attığına pişman olmuştu. Balkon ile pencere arasından aşağıya inen yağmur oluklarını inceledi. Kelepçelerin kendi ağırlığını çekmesi için dua edip, korkulukların dışına çıktı. Sol ayakkabısın burnu ile plastik kelepçeye ağırlığını verip sağ eliyle pencerenin alt pervazını yakaladığı an kendini aşağı bıraktı. Sonra diğer eliyle de tutunarak kendini yukarı çekti. Yavaşça pencere kanadını itip içeri girdiğinde olduğu yere diz çökerek etrafı kolaçan etti. Gördüğü kadarı ile uzun bir koridorun başında bulunuyordu. Sağlı sollu sıralanan kapılardan bir tanesinin yanındaki prize takılı düşük vatlı gece lambası içeriye loş bir aydınlık sağlıyordu. Büyük bir ihtimalle orası banyo tuvalet olmalıydı. Dipteki odalardan birinden gelen gök gürültüsü gibi horultuyu duyunca Adnan'a hak verdi. Halının üzerinde sessizce ilerledi. Ses gelen kapının önünde durup aralıktan içeriye bir göz attı. Koridordaki aynı lambanın bu defa kırmızısının bulunduğu odadaki yatakta sere serpe yatan kadına yaklaşırken etrafı dinledi. Dışarıdaki rüzgârla bahçede sallanan ağaç dallarının hışırtısına caddede ara sıra geçen arabaların motor ve korna sesleri karışıyordu. Bir müddet yatakta yatan kurbanını seyretti. Şişmanca kadın tahminen elli yaşlarındaydı. Saçlarına takılı bigudileri ve geceliğinin açık yakasından görülen bir ineğin memelerini andıran göğüsleri ile itici görüntüsü vardı. Açık ağzının kenarından sızan salyalar yastıkta koyu bir leke gibi duruyordu. Adam, başucundaki komodinin üzerinde duran kapağı açık ilaç şişesini eline alıp inceledi. Bildiği kadarı ile bu, Revonal adlı kuvvetli bir uyku ilacıydı. Kadının son olaylardan sonra uyumakta zorluk çeltiği anlaşılıyordu. İp kangalını eline alıp bir ucunu kement haline getirdi. Kadının bigudili başını usulca yastıktan kaldırıp hazırladığı halkayı yavaşça onun kalın boynuna geçirdi. Uyanma riskini göze alamadığı için bir hamlede göğsünün üzerine oturdu. Sol eliyle ağzına bastırarak bütün gücüyle ipi çekti. Kadının gözleri fal taşı gibi açıldı. Hırıltılı sesler çıkararak adamın ağırlığı altında elleri ve ayakları ile boşluğu dövmesi çok kısa sürdü. P onun balon gibi şişip dışarı sarkan diline bakarak işinin bittiğini anladı. Bir dakika daha bekledikten sonra cansız vücudu kucaklayarak kapısı ışıklı banyoya taşıdı. Küvetin içinde yere bırakıp tavana yakın bir yerdeki vananın işini göreceğini anlayarak ipin ucunu oradan geçirdi. Sonra ağır ağır onu yukarı çekti. Kâfi bir yüksekliğe ulaştığını anlayınca ipi aşağıdaki bataryaya bağladı. Kenardaki plastik kovayı da ayaklarının altına yan yatırıp hazırladığı mizansene baktı. Gördüğü tablo onu tatmin etmiş olmalı ki, tekrar yatak odasına döndü. Etrafı gözden geçirirken tuvalet masasının üzerindeki bloknotu gördü. İnceleyince onun kadına ait adres defteri olduğunu gördü. Oradan bir kâğıt kopardıktan sonra yazısına benzeterek bir not yazdı. (Bunca yıllık kocam adi bir şırfıntı uğruna beni terk ediyorsa lanet olsun bu dünyaya) Kâğıdı komodinin üzerindeki ilaç şişesine yasladı. Normal sokak kapısından sessizce evi terk etti. Arabası ile oteline dönerken Boğaz köprüsünün üzerinden cepten Adnan'ı aradı. Ötekinin gözü telefonun üzerinde olacak ki ilk çalışta açmıştı. = Sen artık dul bir erkeksin Adnan. Başın sağ olsun. = Sen sağ ol. Bu işin böyle sonuçlanmasını inan ki istemezdim ama tanrı şahidim olsun ki başka çarem yoktu. Gerçekten üzgünüm ve hayatımın sonuna kadar sana borçlu olacağım dostum. P oteline dönüp kendini yorgun argın yatağına atmıştı ki, aklına Pazartesi yani ertesi günkü Zühal'in mezuniyet töreni geldi. Beraber gideceklerine dair söz vermişti. Bunun genç kız için ne kadar önemli olduğunu tahmin edebiliyordu. Hâlbuki yarın sabahtan itibaren kendini tamamen öteki işe vermeyi hesaplamıştı. Saatine baktı, üçü çeyrek geçiyordu. Çoktan uyumuş olduğunu tahmin ettiği halde numarasını çevirdi. Ama ilk çalışta telefon açıldı. = Uyandırdığım için özür dilerim canım. = Hayır dedi kız mahzun bir ifade ile. Uyumuyor ve bu saate kadar sabırla mutlaka beni aramanı bekliyordum Naci. Yarın ki töreni kesin unuttu diye ümidimi kaybetmek üzere idim. Biliyorsun, davet edilecek senden başka kimsem yok. Adamın içi bir tuhaf oldu. = Unutmadım da, bu gün o kadar yoğundum ki şimdi geldim otele. Yarın da o kadar çok işim var ki. İnşallah tören öğlene kadar biter. Seni kaçta almamı istersin? = Sekiz gibi burada olursan, ancak yetişiriz. = Peki canım. Güzel rüyalar sana. = Sana da Naci. Seni sevdiğimi unutmadın değil mi? = Unutmadım bir tanem. Ama benim kadar değil. Telefonu kapatıp düşündü. Acaba bu kızla karşılaşması ve tanışması bir rastlantımıydı. Anacığının çektiği onca cefaya rağmen beterin beteri vardır. Buna da şükür dediği dualarını hatırladı. Ama kendisinin saçmalıklarla dolu bu dünyada yaşadıklarından sonra tanrı, reddettiği bir takım değerleri kendisine hatırlatmak için mi tezgâhlamıştı bu olayı. Tüm insanlara belli bir hınç ve öfke ile bakarken, şimdi içinin sevgiyle dolu olması ne kadar inanılmazdı. Düne kadar yalnız kendi değerleriyle yaşayıp, kılı bile kıpırdamadan tüm yaptıklarından sonra, şimdi kafasında oluşan soru işaretleri onu allak bullak ediyor, bazı şeylere daha bir başka gözle bakmasına neden oluyordu. Bu kafayla yeni bir yaşam şansı verilse, hayatını asla eski düzeni içinde kurmayacağını şimdi çok daha iyi biliyordu. Alın yazısına, olmayan babasına, büyüdüğü mahalleye lanetler okudu. Her şey farklı olsa, dünya güzeli sevdiğiyle bir ömür boyu beraberlik ne harika olurdu. Ama şimdi bunun hayali bile saçma geliyordu ona. Işığı kapatıp yatağa girerken, her şeye bir daha lanet okuyup bildiği tüm küfürleri peş peşe sıraladı. Ertesi sabah yedide kalkıp teybi masanın üzerine koyarak bağlantılarını hazırladı. Pirenin verdiği numarayı çevirip bip sesini duyduktan sonra heyecanla beklemeye başladı. Derinden gelen bir vızıltıdan başka bir şey duymayınca acaba bir şeyi eksik mi yaptım diye düşündü. O anda açılıp kapanan kapı ve ardından bir erkeğin öksürük sesini duyunca gülümseyerek teybin kayıt düğmesine bastı. Makara dönmeye başlamıştı. Kulağı orada, günün önemini göz önüne alıp açık renk bir ceket, siyah pantolon ve siyah bir gömlek giyip ona uygun bir de kravat taktı. Aynada kendini beğeni ile seyretti. Bavulunun gizli gözünden yüklüce para takviyesi yaparak kapıdan dışarı çıkarken üzerinde az uyumuş olmanın bitkinliği vardı. Her gece böyle dört beş saat uykuyla kalırsam sonunda sürmenaj olacağım diye düşündü. Garaja inip tam arabasına binecek iken kısa bir tereddüt geçirdi. Sonra hızla oradan çıkıp İstiklâl caddesine doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladı. Caddenin sol tarafında bir kuyumcunun önüne vardığında dükkân henüz kapalıydı. Saatine baktı sekize çeyrek vardı. Sıkıntıyla ne yapması gerektiğini düşünüp tam geri dönmeye kalktığında, adamın birinin kapıya yanaşıp cebinden anahtarlarını çıkardığını görünce yanına gitti. = Günaydın. Ben de sizi bekliyordum. Ufak tefek adam yanında dev gibi duran P ye = Ne istemiştiniz acaba beyefendi derken tedirginliği gayet açıktı. = İstanbul'un en güzel kızı için mağazanızın en güzel yüzüğünü istiyorum. Sabırsız bir âşıkla karşılaştığını anlayan kuyumcu açtığı kapıda kenara çekilerek ona yol verip sordu. = Buyurun beyefendi. Sizi çok iyi anlıyorum da, acaba ne kadara kadar bir şey olsun? = Para mühim değil. Yeter ki beğeneyim. Kuyumcu kasadan çıkardığı bordo renkli kadife bir tablayı P nin önüne koydu. Üzerinde insanın gözlerini kamaştıran birbirinden farklı altı tane harika yüzük vardı. P önündekilere hayranlıkla baktı. = Acaba hanımın parmağına olur mu? = Bunlar kadın parmağına göre yapılmıştır efendim. Ama dar ve ya bol gelirse hanım bize getirsin, yarım saat içinde hallederiz. İçlerinden bir tanesini alıp serçe parmağına takmaya kalkan P ancak birinci boğumda kalan yüzüğü havaya kaldırıp baktı. Göbekteki zümrüdün bir taç gibi etrafını çeviren pırlantalar en müşkülpesent kadının bile hayranlığını uyandıracak kadar gösterişliydi. Fiyatını sorduğunda duyduğu rakam tahmininin en az on katıydı. Yüzüğü kutusuyla cebine atıp parasını ödedi. Oradan gene koşar adım garaja girdiğinde saat sekizi on geçiyordu. Sabahın bu erken saatinde inşallah trafik çevirmez diye dua edip gaza bastı. Site kapısına vardığında kızın sabırsızlığı ve heyecanı hat safhada olmalıydı ki onu kapı önünde bekliyordu. Pembelere bürünmüş bir çiçek gibiydi. Yüzüne hafif bir makyaj yapmıştı. Her yeni görüşünde olduğu gibi P nin kalbi yine hızla atmaya başladı. = Neredesin Naci. Gecikince merak ettim. = Günaydın canım. O kadar güzelsin ki, dur seni biraz seyredeyim. Merak etme, hiçbir toplantı tam saatinde başlamaz. Bu iltifattan son derece mutlu olduğu yüzünün pembeleşmesinden belli kız arabadan inip kendini süzen bir artist kadar yakışıklı erkeğe mutlulukla baktı. Tüm arabaları sollayarak okul bahçesindeki tören alanına vardıklarında, merasim gerçekten daha başlamamıştı. = Sen burada bekle ve çok gerilerde oturma. Törende birbirimizi daha iyi görelim diyen Zühal koşarak binanın içinde kayboldu. P çevresine göz gezdirdi. Bahçedeki ana babaların hepsi çocuklarının bu mutlu gününde orada olmaktan dolayı kıpır kıpırdılar. Zühalciğin ise dünyada tek yakını kendisi idi. Yarım saat kadar sonra okul müdürünün ağdalı ve sıkıcı konuşmasını uzattıkça uzatması üzerine önce suratlar asıldı sonra protesto sesleri yükseldi. Sonunda sabırsızlıkla beklenen diploma törenine geçildiğinde heyecan son haddine varmıştı. İşin garip yanı, burada her yaştan insanlarla ortak bir tarafı olan P de etrafındaki kalabalık kadar heyecanlıydı. Olduğu yerde doğrularak kürsünün sağ tarafında toplanmış kızlar arasında Zühal'i görmeye çalıştı. İsmi okunan her talebe kürsüye gelip diplomasını alırken alkışlanıyordu. Yanında oturan elli yaşlarında bir bey P ye döndü. = Anladığım kadarı ile alfabetik sıraya göre okuyorlar. Mezun olacak hanım sizin neyiniz oluyor diye sorunca bir an bocalayan P ona tebessüm etti. = Yeğenim olur. Sonunda diplomasını alan Zühal sevinçle ona doğru koşarken içinde oluşan duygular hiç de alışık olmadığı şeylerdi. Herkes sevincini aile yakınlarıyla paylaşırken, kızın onun gibi bir katilden başka kimsesi olmaması tuhaf bir kaderdi? Boynuna sımsıkı sarılan kızı yanaklarından öptü. = Tebrik ederim canım. = Her şey için teşekkür ederim Naci. Burada olduğun için sana gerçekten minnettarım. P cebinden çıkardığı kırmızı kadife kutuyu ona uzattı. = Bu da senin mezuniyet hediyen. Aç bakalım beğenecek misin? Elleri titreyerek kapağı kaldıran kızın gözleri büyüdü. Güneşin ışığını yansıtan taşlar ayna gibi insanın gözünü alıyordu. = Bu harika bir şey ama çok değerli olmalı. Yüzüğü kutudan çıkaran P onun parmağına takarken, = Benim için yeryüzünde hiçbir şey senden daha değeli olamaz Zühal. Sen her şeyin en güzeline layıksın. Bol veya dar gelmedi değil mi? Genç kız kafasını kaldırıp onun gözlerinin içine manalı bir şekilde baktı. = Hayır canım. Yüzük de senin gibi tam bana göre. Yanız öğrenmek istediğim, bu gerçekten diploma hediyesi mi, yoksa başka bir şeyin teklifi mi? Ne şekilde cevap vereceğini düşünen P nin imdadına koşarak yanlarına gelen üç kız yetişti. Zühal'le öpüşüp birbirlerini tebrik ederlerken bir taraftan da P 'yi süzüyorlardı. = Sizleri tanıştırayım dedi Zühal. Bunlar okuldaki en samimi arkadaşlarım, Dilek Semra ve Nermin. Bu bey de derken gururlandığı yüzünden okunuyordu. İçlerinde en fettan ve havalı olan Dilek, erkeğin her santimetre karesini ayrı ayrı süzerken Zühal’in lafını tamamlamasını beklemedi. = Aferin Zühal. Nasıl samimi arkadaşsak, bu yakışıklıdan bize hiç bahsetmedin. Akrabam falan deyip bizi uyutma, yemezler derken gözü kızın parmağındaki yüzüğe takıldı. Aman Allah'ım, bu ne muhteşem şey böyle. İş şimdi anlaşıldı diyerek diğerlerine döndü. Evet kızlar. Bu yüzük beş dakika önce bizimkinin parmağında yoktu. Anlaşılan tarihi bir ana şahit oluyoruz. P nin önüne baktığını, deminki sorusuna cevap alamadığı Zühal'in ise kızardığını görünce ellerini çırptı. = Vay vay vay. Önüne bakmalar ve mahcubiyetten kızarmış yüzler. Fırında mercimeğin dibi tutmuş haberimiz yok. Beş dakika içinde bu haber tüm okula yayılmış etraflarında oluşan çemberin tebriklerini kabul etmeye başlamışlardı bile. On yedi on sekiz yaş gurubu, hayatlarının baharında kanları kaynayan kızlar Zühal'i öpmek için sıraya girdikten sonra gözlerini P ye dikiyorlardı. O ise alışık olmadığı bu ilgiden biraz sıkılmış olarak sigaranın birini yakıp birini söndürüyordu. Ama Zühal, emrivaki ile oluşan bu nişanlılık olayından son derece mutlu, günün kraliçesi gibi tebrikleri kabul ederken güzelliği ile göz kamaştırıyordu. Bu kutlama faslına sonunda öğretmenler bile katıldı. Şenliğe dönüşen olay bir saat kadar sürdü. P kendisine azap gibi gelen bu durumdan kurtulup, bir an önce oteldeki dinleme aygıtının başına geçmek için sabırsızlanıyordu. Böyle toplu yerlerde görünüp ilgi odağı olmaktan daima kaçınmış, ehliyet nüfuz cüzdanı ve askerlik gereği hayatında tek bir defa resim çektirmişti. Şimdi ise baş kadın oyuncunun yanında esas çocuk durumuna düşmüştü. Bir an önce buradan sıvışmak için bir formül düşünürken Dilek isimli arkadaşı yanlarına geldi. = Bu gün kutlanacak o kadar çok şey var ki. Bizim evde bir parti veriyorum. Şeref konuklarım da, tabii ki belli diyerek onlara doğru baktı. Şimdi herkes peşime takılsın diye bağırınca da kalabalıktan çığlıklar koptu. Zühal P nin kolunu sımsıkı yakaladı. = Buradan kurtulmak için can attığın belli. Ama çok rica ediyorum Naci. Bu benim hayatımın en güzel günü. Beni yalnız bırakmaya kalkmayacaksın değil mi? Bunları yalvarır gibi söyleyen kızın yüzünde öyle tatlı bir ifade vardı ki, seven bir erkeğin başka hiçbir tercih hakkı olamazdı. P sevecen bir tarzda onun bu haline baktı. = İnanır mısın, kendimi artık tanıyamaz oldum. Senin için yapamayacağım hiçbir şey olmadığını çok iyi biliyorsun Zühal. Ama anladığım kadarı ile sizin toplantınız akşama kadar sürecek. = O zaman şöyle yapalım. Seni Dilek'lere bıraktıktan sonra bana bir iki saat kadar izin ver. Sonra gene size katılırım, tamam mı? = Anlaştık diyen kız ayaklarının ucunda yükselip mükafat olarak onun yanağına bir öpücük kondurdu. Aşağı yukarı hepsinin arabası olduğu için vasıta pek sorun olmadı. Dileğin haricinde o iki kız da onların arabasına bindi. Konvoy halinde Çamlıca sırtlarında bir konağa gidildiğinde bahçe kapısında onları bırakan P süratle oteline döndü. Teyp hala çalışıyordu. Telefonu kulağına götürdüğünde daktilo seslerinden başka bir şey duyamadı. Teybin makarasını başa sarıp ilk sesi duyduğunda bir sigara yakarak dikkatle dinlemeye başladı. Kısa bir sure sonra açılan bir kapının ardından konuşmalar duyuldu. = Günaydın kızım. Renan Bey daha gelmedi mi? Bu patronlardan biri olmalıydı. = Günaydın efendim. Şimdilerde gelir herhalde. = Peki. Bir zahmet bana sade bir kahve söyle. Başka arayan var mı? = Beş dakika kadar önce Mehmet Bey aradı. = Hangi Mehmet Bey? = Şey. Geçen gün görüştüğünüz o iki kardeşten biri. Kendisini aramanızı istedi. = Eşkıya kardeşler demeye dilin varmıyor galiba. Her neyse. Ara bakalım derdi ne imiş. P kendisine bir içki koyup dikkat kesildi. Kısa bir sessizlikten sonra sekreter kızın sesi duyuldu. = Mehmet Bey birinci hatta efendim. = Alo. Ben Sulhi. Hayrola beni aramışsınız? = ................. = Tamam, da Renan henüz gelmedi. Siz buraya kadar gelseniz iyi olur. Bu konuyu yüz yüze konuşmamız gerekir. = ................ = Anlaşıldı. Ben şimdi arar hemen gelmesini sağlarım. Görüşmek üzere. Telefonu kapatan Sulhi sekretere hitaben = Kızım Renan beyi bir de cepten ara bakalım. = Aradım efendim. Arabayla yolda imiş. Beş dakikaya kadar burada olacağını söyledi. Kahve servisi ardından sessizlik. Sonunda ayak sesleri. = Günaydın Sulhi. Ne bu telaşın hayrola? = Biraz önce o mafya babası aradı. Bazı gelişmeler olmuş. Bizimle konuşmak istiyor. = Bak dostum. O heriflerin ikide birde buraya gelip gitmelerinden hoşlanmıyorum. Yapsınlar işlerini alsınlar paralarını. = Haklısın ama özel bir durum varmış. Zaten bir tanesi geliyor. Halka açık bir yerde herkesin gözü önünde birlikte görünmemiz daha mı iyi yani? = Bilmiyorum Sulhi. Kurtlarla dans ediyoruz. Şu iş bir an önce bitse de biz de ne halt edeceğimizi bilsek. Şahsen çok huzursuzum. = Sabırlı ol arkadaşım. Bir haftaya kadar dananın kuyruğu kopacak. = Peki. Sen o üç tane hıyarın tehditlerden korkup da bu işi bırakacaklarına gerçekten inanıyor musun? Diyelim ki inatlarını sürdürdüler. O zaman gerçekten çoluk çocuklarını alayını öldürecek miyiz yani? Biz battıktan sonra onların başına geleceklerden bana ne. Ayrıca herhangi bir olayda tek şüpheli biz olmaz mıyız? Biz her şeyimizi o işe bağladık. Kusura bakma ama, ben senin kadar iyimser olamıyorum. = Sen de çok karamsarsın birader. O ihtiyarların hepsi evcimen ve ödlek tipler. Ailelerinin, hele hele çocuklarının başına bir şey gelmesin diye her istediğimizi yapacaklardır. = Hatta şaka etmediğimiz anlamaları için bir de rehine alırsak o zaman daha garanti olur. Mehmet Bey gelsin konuyu onunla da konuşalım. Çok gerginsin. Sana bir kahve söyleyeyim de rahatla biraz. P, daha İlk günden bu kadar çok şey öğrenebildiği için çok şanslı olduğunu düşündü. Yirmi dakika kadar sonra sekreter kızın gene sesi duyuldu. = Mehmet Bey geldiler efendim. = Hemen içeri yolla kızım. Telefon falan da bağlama. P dikkat kesildi. Selam sabah faslından sonra babaların küçüğü olan Mehmet, kalın davudi bir ses tonuyla konuşmaya başladı. = Abimle birlikte ikimiz birden buraya gelirsek fazla dikkat çekeriz diye düşündük. Kendisi size selamlarını yolladı. İkisi birden aleykümselâm diye cevap verdiler. = Beyler. Bu zoraki toplantımızın nedeni karşı tarafın da harekete geçtiğini size bildirmek içindi. Aldığımız istihbarata göre, karşı taraf geçtiğimiz Cuma akşamı Tarabya otelinde piyasada lakabı P diye bilinen bir kiralık katille buluşmuşlar. Aralarında neler konuştuklarını bilemem ama onların da bir takım hazırlık içinde oldukları kesin. = Peki, şimdi bunun ne demek olduğunu bize açıklar mısınız? Adı her neyse bir kiralık katilden çekindiğinizi mi söylemek istiyorsunuz. Oysa biz sizi en güçlü sandığımız için tutmuştuk. O tür engelleri defetmek sizin sahanıza giriyor sanırım. = Haklısınız Sulhi bey. Tabii ki biz gerekeni yapacağız. Ben bilginiz olsun istedim. Ayrıca bizim meslekte kimseyi hafife almak yoktur. Üstelik bu hakir gördüğünüz adam, yüzünü kimsenin bilmediği ölüm makinesi, tam bir profesyoneldir. Şimdiye kadar menfaatlerimiz çatışmadığı için ona pek bulaşmamıştık. = Ama şimdi adamlarıma gerekli araştırmayı yapmaları için emir verdim. İlk haberi de aldık. Bu adam son zamanlarda bir kızla beraber dolaşıyormuş. Bu onun şimdiye kadarki ilk açığı. Hayret, yapmazdı böyle şeyler. = Kusura bakmayın ama bu kadar endişelenmenizi hayretle karşıladığımızı bilmenizi isteriz Mehmet Bey. Şöhretinizle pek bağdaşmıyor. Keşke daha önce onunla biz anlaşsaydık. = Sulhi Bey diye serleşti adam. Bizim Allah'tan başka kimseden korkumuz olmaz. Tedbir almak akıllı insanların işidir. Bu âlemde bunca sene niye ayakta kaldık sanıyorsunuz. Diğer ortak müdahale etti. = Her neyse. Biz Sulhi bey ile siz gelmeden önce bir takım şeyler konuştuk. Çatırtı önümüzdeki Pazartesi olacağına ve karşı tarafın pek uslu durmaya niyetli olmayacağına göre acilen bir takım ön tedbirler almakta fayda var. Mesela şimdiden alınan bir rehine ile iş sağlama alınsa diyorum. Hatta o herifin kız arkadaşı işimizi görmez mi? İki eliyle tuttuğu masanın kenarlarını kıracakmış gibi sıkan P nin gözleri çizgi halini almış çene kemikleri kasılmıştı. Pür dikkat dinlemeye devam etti. = Olabilir de, işin içine bir de adam kaçırma olayını sokarsak hem medyayı hem polisleri işkillendiririz. Bizim amacımız kuru tehditlerle işi halletmekti ama son çare olarak da o konuyu düşünebiliriz tabii. = Bakın Mehmet Bey diye Sulhi adamın lafını kesti. Biz burada spor yapmıyoruz. Var oluş yok oluş mücadelesi veriyoruz. Açık konuşayım. Pazartesi biz bitersek siz de avucunuzu yalarsınız. Medya polis falan umurumda değil benim. O üç ortağında ailelerinden birer kişiyi kaçırmaktansa, o kızı mutlaka bulup o eşkıyayı devre dışı bırakın. Hatta herifin yeri yurdu belliyse niye onu ortadan kaldırmıyorsunuz? = O üç zibidi tek başlarına kalınca yüzde yüz çözülürler. Aslında bunlar sizin düşünmeniz gereken sorumluluklar değil mi? = Tamam beyler. O yılanın kuyruğuna basmak pek akıllıca bir davranış mı bilemem ama, siz nasıl isterseniz öyle olsun. Şu an tüm İstanbul karış karış taranıyor. Meseleyi daha fazla uzatmaya gerek yok. Tabii ki biz gerekeni yapacağız. Ben size son durumu bildirmek istemiştim. İş sona erinceye kadar bir daha görüşmesek diye düşünüyorum. Soracağınız başka bir şey yoksa bana müsaade. Patronların mafya babasını geçirmek için hep beraber dışarı çıkışlarıyla birlikte konuşmalar kesildi. P, bir sigara daha yakıp düşünmeye başladı. 0 ve 1 tuşlarına baktı. 2 paket C 4 dün binanın o üst katını yok edebilirdi. Üçünü bir araya getirmişken bu imkânı kullanmadığı için ilerde pişman olmak da vardı. Bir taraftan, hakkında neler düşündüklerini öğrenmesinin iyi olduğunu düşündü. Bakalım, dördünü bir araya getirme şansını bulabilecek miydi? Bu arada, Zühal'e dönelik tehlikeyi haber alması her şeye değerdi. Kendi açısından bir şeyden çekindiği yoktu ama kızın kaçırılma ihtimali bir kâbus gibi çökmüştü üstüne. Bu defa daha da gaddar olmak şart olmuştu. Yüzüne maske gibi yerleşen korkunç ifade de bunun kanıtıydı sanki. = O kızın kılına halel gelsin anam avradım olsun, koca İstanbul'u çıra gibi yakarım dedi yüksek sesle. O an onu bekleyen Zühal geldi aklına. Eninde sonunda burayı bulabileceklerini hesaplayarak teybi ve en gerekli eşyalarını alarak süratle odadan çıktı. Yolda giderken kafasının içinde hep ihtimal hesapları cirit atıyordu. Bir de anlayamadığı, yüzünü bilmedikleri halde, o üç ortakla buluşmasını nasıl öğrenmişlerdi. Büyük bir ihtimalle, o üç kafadarın ofisinde mutlak surette bir köstebek olmalıydı. Böyle giderse çok geçmez kısa zamanda kaldığı oteli ve arabasının marka ve plakasını öğrenebilirlerdi. Kızları bıraktığı köşke giden rampayı tırmanmaya başladığında eve yüz metre kalmasına rağmen çılgın müzik sesi oralardan duyuluyordu. Bahçeyi çevreleyen iki adam boyu duvarın dibinde sıralanmış arabaların arasında bulduğu bir boşluğa park etti. Bahçe kapısından içeri girdiğinde tam ortadaki büyük havuzun etrafına toplanmış gençler hızlı bir ritmin eşliğinde çılgınlar gibi dans ediyorlardı. Çocuklarını yalnız bırakmak istemeyen ana babalar da ağaçların altına serpiştirilmiş iskemlelerde oturmuş onları seyrediyor, el çırparak neşelerine ortak oluyorlardı. Bir müddet bu manzarayı seyrederken kendi gençliğini düşündü. Nasıl bir adalet anlayışıysa, fakirin sefaletiyle zenginin saltanatı insanın doğumu ile birlikte başlıyordu. Gözlerini etrafta gezdirip ağır ağır dolaşarak Zühal'i ararken onun kendine doğru koştuğunu gördü. Kendi pisliği içine çektiği kızın bu saf ve korunmasız halini düşününce boğazına bir yumruk tıkanmış gibi yutkundu. İçinden, hayatı pahasına onu koruyacağına, ona parmağını sürecek olanın canına okuyacağına bir defa daha yemin etti. Zühal herkesin içinde aleni olarak onun boynuna sarıldı. = Gelmeyeceksin diye ödüm koptu dedi bir kuş gibi cıvıldayarak. Gelişini görebilmek için merdivenin orada seni beklerken mahzun mahzun pisttekileri seyretmekten içime sıkıntı bastı. Haydi biz de dans edelim. = Zühal lütfen. Ben bu hızlı ritimleri beceremem. Kendimi maskara etmemi istemezsin herhalde. = Peki. Sen sakın buradan ayrılma diyen genç kız, dev kolonları olan müzik setinin başındaki arkadaşı Dileğin yanına koşup ona bir şeyler söyledi. Sonra ağır ağır P ye yaklaşırken romantik bir parçanın ilk ezgileri duyuldu. Kollarını açarak erkeğe gülümsedi. = Bakalım şimdi ne mazeret uyduracaksın? P nin kolları arasında pistte dönerlerken onları kıskançlıkla süzen kızların bakışları arasında son derece mutlu hep o konuşuyor, okuldaki anılarından, hocalarına yaptıkları şakalardan bahsediyordu. Ama P nin kafası başka yerlerdeydi. Neden sonra erkeğin durgun halini fark etti. = Aklın başka yerde galiba, beni dinlemiyorsun. Geldiğinden beri sıkıntılı bir halin var. Seni üzecek bir şey mi oldu? = Kafam biraz meşgul Zühal, kusura bakma. Sana pek hoşlanmayacağın bir şey söyleyeceğim. Galiba bir hafta kadar gene bizim evde kalman icap edecek. = Nereden icap etti şimdi? Bu mutlaka şart mı yani? Göçebeliği sevmiyorum. Yatağımı yadırgadığım zaman uyuyamıyorum. = Senin güvenliğin için şart hayatım. Hasımlarımın seni bana koz olarak kullanma ihtimali var. Alt tarafı üç beş gün. Senin zarar görebileceğin ihtimali beni huzursuz ediyor. = Senin evinde ömür boyu kalırım ama değişik şartlarda diye fıkırdadı. = Şu vartayı bir atlatalım o da olur inşallah. = Bu son değil mi Naci? Unutma, bana söz verdin. Erkek nefesini yüzünde hissettiği kızın güzelliğine baktı. = Son canım. Ondan sonra hep berber olacağız. = Sana bir şey daha soracağım ama doğruyu söyle. Bizim o kabadayılara neler yaptın? = Neden sordun? = Okulda lise ikide bir yeğenleri var. O bizim kızlardan birine, ağabeyimle iki amcam ameliyat oldular evde yatıyorlar demiş. = İyi ya. Bol bol istirahat etsinler. Yedikleri dayaktan sonra zaten kolay kolay pek dışarı da çıkamazlar dedi sinirli bir tonda. = Bak gene yüzünde o ifade oluştu. Gözlerini kısıp çenelerini kasıyorsun. İnan ki bu halin beni ürkütüyor Naci. P nin yüz hatları derhal yumuşadı. = Benden çekinecek son kişi sen olmalısın canım. Sana canım kurban. Sen o güzel kafanın içinde hep tatlı şeyler düşün. Müziğin aniden kesilmesi üzerine Dileğin sesi duyuldu. Giriş merdivenlerin en yüksek basamağına çıkmış milletin susup kendisini dinlemesini istiyordu. = Hanımlar beyler. Karnı acıkıp susayanlar için büfemiz hazır. Ama daha önce duymamış olanlar için bir haberim var. Bu mutlu günümüzde sizlere güzel başka bir haberim daha var. En samimi arkadaşım Zühal'in bu gün nişanlandığını bildirmek istiyorum. Birbirine yakışan bu ideal çifti lütfen alkışlayalım diyerek eliyle onları işaret etti. Bütün başlar onlardan yana dönünce gene lüzumundan fazla dikkat çektiği için P nin canı sıkıldı. Koca eşkıya çetesi onun için İstanbul’da sürek avı başlatmışken tam da sırasıydı yani diye düşündü. Alkışlara onun yerine de elini sallayarak cevap veren Zühal, onu elinden yakaladı. = Gel bakalım mahcup taze. Açlıktan ölüyorum. Biz de bir şeyler yiyelim diyerek erkeği büfeye doğru sürükledi. Tam o sırada patlayan bir flaşla P kaba etine bir şey batmış gibi irkildi. Makineyi kendisine yöneltmiş iri yarı bir adamla göz göze geldi. Bu yetmezmiş gibi hatıra fotoğrafı çektirmek isteyen kızlar hemen onların etraflarını çevirerek poz vermeye başladılar. Adam hiç beklemeden boyuna deklanşöre basıyordu. En azından on, on beş poz çekmişti. P, bu kadar boş yakalanmış olduğu için kendi kendine küfrederken yan tarafta ev sahibi olan Dileğin söylediklerini duyunca iyice işkillendi. = Ben parti için fotoğrafçı olayını unutmuştum. Bu adamı Allah göndermiş olmalı. P dönüp baktığında fotoğrafçıya hiç de benzemeyen meymenetsiz suratlı herifle göz göze geldiler. Bunun üzerine kızların, biz de resim çektirmek istiyoruz demelerine aldırmayan adam telaşlı adımlarla bahçe kapısına doğru yöneldi. Bunu gören P Zühal'e döndü. = Arabadaki teybi açık unuttuğumu hatırladım. Aküyü bitirirsek sonra araba çalışmaz. Ben seni büfenin orada bulurum. Kızın bir şey söylemesine fırsat vermeden herifin kaybolduğu kapıya doğru fırladı. Adamı, duvarın dışında yol kenarına çekmiş olduğu arabasına binmek üzereydi. Son anda ceketinin yakasından yakalayıp geri çekti. = Dur bakalım ahbap. Resimleri nasıl alacağız. Gidiyorsun ama kartını vermeyi unuttun. Kendisinden hiç umulmayan bir çeviklikle yere doğru eğilip sonra da geri dönen adamın elinde aniden bir sustalı belirdi. P o an kendini yana ve geriye doğru geri atmasa idi bıçak kaburgalarına gömülecekti. Aynı anda P nin elinde beliren 9 milimetrelik tabancanın namlusu adamın tam midesine yöneldi. = Elindeki makineyi ve bıçağı yavaşça yere bırak ve iki adım geri çekil. Sakın yanlış bir hareket yapmaya kalkma, seni kalbura çeviririm. P nin yüzünün hali ve ses tonu adamı büyülemiş gibi denileni yaptı. Gözleri, ona mağara ağzı gibi gözüken tabancanın namlusundaydı. P aceleyle etrafa göz atıp, yüksek duvarlar dolayısıyla kendilerini kimsenin görmediğine kani olunca, yerden aldığı bıçağı kapatıp cebine attı. Sonra fotoğraf makinesinin kapağını açtı. Filmi çıkarıp gün ışığına tutarak yanmasını sağladı. Karşısında nefes bile almadan duran adama, = Şimdi de duvar boyunca ileriye doğru yürü bakalım diyerek onu evin arkalarına doğru gitmeye zorladı. Park edilmiş arabaların yanlarından geçip köşeden döndüklerinde, bakımsız bir durumda ufak bir koruluğa geldiler. Etraftaki pis görüntüden buraya pek kimselerin uğramadığı anlaşılıyordu. Çevreden görünmeyeceklerine inandığı kuytu bir köşeye geldiklerinde P adeta gürledi. = Şimdi öt bakalım. Benim resmimi çekmen için seni buraya kim gönderdi. Ayrıca sen beni nasıl tanıdın. = Vallahi ben fotoğrafçıyım be abi. Ekmek çıkar diye gelmiştim buraya. Seni makinemi çalmak isteyen bir hırsız sandım. P nin gözleri çizgi halini aldı. Bakışlarını karşısındakinin gözlerini içine dikti. = Bana maval okuma. Resmimi çerçeveletip duvarına mı asacaktın yani. Senin ne bok olduğun suratından belli. Son defa soruyorum. Seni kim gönderdi ve beni nasıl tanıdın? Adamın gözlerinin içine bakarken cebinden çıkardığı susturucuyu namluya vidaladı. = Bu piyasada olduğuna göre ikimiz de göbek deliğinden mermi yiyen insanın neler çekeceğini çok iyi biliriz. On saniyen var, sonra bitiyorsun. Onun renginin sarardığını ve ellerinin titrediğini fark edince devam etti. = Patronlarının için canını tehlikeye atıyorsun. Aldığın üç beş kuruş bir yana, senin gebermen o iki salak kardeşin umurunda olur mu sanıyorsun. = Aslında cevabını bildiğim şeyleri soruyorum sana. Asıl merak ettiğim beni nasıl tanıdınız. Hakkımda neler biliyorsunuz. Serserinin omuzları çökmüş tüm direnci kırılmıştı. = Biz seninle beraber askerlik yaptık Naci dedi. Gerçek adının söylendiğini duyan P donup kaldı. = Adım Kerim, ama beni hatırlamazsın. Sen birinci bölükteydin, ben üçüncüde. Senin kaç defa resmini çektim. Efsane olduğun taburda ben fotoğrafçıydım. Gözlerini kısıp karşısındakinin bıyıksız halini düşününce, = Seni şimdi hatırladım dedi P. Peki beni nasıl buldun? = Okuldaki törenden beri sizi takip ediyordum. Seni bulmama gelince diye suçlu suçlu karşısına kendini süzen adama baktı. Geçenlerde arkadaşlara askerde çektiğim resimleri gösteriyordum. Biri de sizin bölüğün bir operasyon sonu komando kıyafetleri ile çekilmiş toplu bir fotoğrafıydı. Çocuklardan birisi elimdeki resmi çekip alarak dikkatlice baktıktan sonra, parmağı ile seni işaret etti. Ben bu adamı tanıyorum, piyasada adı P diye tanınan kiralık bir katildir. Bu yüzü ömrümün sonuna kadar unutmam mümkün değildir dedi. Bundan iki sene kadar önce Ayvalık'ta arabasının içinde bir fabrikatörü vurmuşsun. O patronun şoförü imiş. Göğsüne iki mermi yediği halde ölmeyip ölü taklidi yapmış. Hemen Ahmet Sarı'nın sağ kolu olan Selim'e durumu anlattık. Fotoğrafı büyüttük ama resim eski ve uzak çekim olduğu için senin suratın net olarak seçilmiyordu. O arada Tarabya otelinde adamımız olan bir komi, o üç ortağın birisiyle buluşup bir odada toplantı yaptıkları tiyosunu vermişti. Komiye resmini gösterdiğimizde seni hemen tanıdı. Otelden siyah bir Ford Mustang'la ayrıldığını görmüş. Kısa bir araştırma yapınca o tip bir arabanın birkaç defa boğaz yolunda görüldüğünü öğrendik. Ahmet beyin emri ile tüm adamlar dağılıp, ta Sarıyer'den başlayarak tüm otel gazino ve çay bahçelerinde çalışan her önümüze gelene o resmi gösterip, seni tanıyıp tanımadıklarını sorduk. = Sonunda Arnavutköy yakınlarında çay bahçesindeki bir garson seni hatırladı. Ona yüklü bir bahşiş verdiğini söyledi. Yanındaki kızın Arnavutköy Amerikan kız koleji üniformalı on yedi on sekiz yaşlarında bir kız olduğunu söyledi. Kızın yaşına bakarak son sınıf talebesi olacağını düşündük. Bu gün orada diploma töreni yapılacağını haber aldıklarında seni tanıdığım için belki gelirsin diye beni gönderdiler. Buraya konvoy halinde geldiğimizde kıza geri döneceğini söylerken ben hemen arkandaki arabada idim. Benden boy fotoğrafını istedikleri için iki saattir seni bekliyordum. İnan ki durum bu abi. = Peki, şu ana kadar patronlarına hiç rapor verdin mi? = Hayır abi. Verecektim ama cep telefonumun şarjı bitmişti. Yemin ediyorum. İnanmazsan git arabada adaptör hala çakmak soketinde takılı, kendin bak. Şimdi ise diye yutkundu adam. Seni ve şöhretini iyi tanıdığım için, şimdi beni sağ bırakmayacağını iyi biliyorum. Yalan mı? P evet anlamında başını salladı. = Ne yapalım. Su testisi suyolunda kırılırmış. O zaman senden son bir ricam olacak abi. Leşimi kim bilir nereye atacaksın bilemem. Bu gün avans çekmiştim ama eve götürmek kısmet olmadı. İki küçük çocuğum var. Parayı bir zahmet bizim hatuna iletebilirsen minnettar olurum. Fatih'te oturuyorlar. Onların benim günahlarımın kefaretini ödemeleri gerekmez, öyle değil mi? Para ceketimin iç cebinde. Müsaade edersen sana vereyim. Artık sütüne kalmış. P başı ile onaylarken tabancanın namlusu hedefinden bir milim bile oynamamıştı. Adam cebinden çıkardığı kalınca bir zarfın üzerine adresini yazıp ona uzattı. P nin donuk yüz hatlarından ne düşündüğü hiç belli olmuyordu. Tam manasıyla çözülmüş olan adamın gözlerini içine baktı. = Çoluk çocuğunu merak etme. Madem bana karşı açık oldun, karın ve çocukların hayat boyu kimseye muhtaç olamadan yaşayacaklar sana söz veriyorum. Ama seni bırakma rizkine giremeyeceğimi biliyorsun. Adam tabancaya aldırmadan onun ellerine sarıldı. = Biliyorum, ben yolun sonuna geldim. Ama o gariplerin benden başka kimseleri yok. Gerçekten büyüksün asker arkadaşı. Madem bana böyle bir kıyak yapıyorsun. O zaman hakkında tüm bilinenleri sana anlatayım da tedbirini ona göre al. = Adının Naci olduğunu biliyorlar ama soyadını hatırlayamadığım için söyleyememiştim. Çok sürmez Şirnak’taki birliğimizden onu da öğrenirler. Şimdilik ellerinde adam gibi bir resmin yok. Yalnız arabanın plaka ve modelini, garajı ve kaldığın oteli artık biliyorlar. Oralara bir daha uğramayıp arabanı değiştirsen iyi edersin. Kız arkadaşın büyük bir tehlike içinde olduğunu unutma. Seni durdurmak için onu kullanacaklar. Ellerine düşerse onu tekrar sağ göremeyeceğini benden daha iyi bilirsin. Diyeceklerim bu kadar. İnan sana karşı bir kırgınlığım yok. Bunun bir gün başıma geleceğini çok iyi biliyordum. Şimdi müsaade et de, bir salavat getireyim diyerek diz çöküp gözlerini yumdu. P onun son heceyi söylemesini bekleyip iki kaşının ortasından vurdu. Kütük gibi devrilen adamın ne olduğunu bile anlamamış olması lazımdı. Ceplerini karıştırıp arabanın anahtarlarını buldu. Park yerine giderek onun arabasıyla geri döndü. Cesedi bagaja yerleştirirken gözü hep etraftaydı. Ama gelen seslerden anladığı kadarı ile içerde eğlence tüm şiddeti ile devam ediyordu. Bayırdan aşağıya yedi sekiz kilometre kadar inip bozuk toprak bir yola saparak terkedilmiş tahta bir barakanın kuytusuna yanaştı. Arabanın orada çevreden görünmesi mümkün değildi. Elini temas ettirdiği yerleri itina ile silip süratle uzaklaştı. Bayağı dik bir bayırdan aşağıya araçların geçtiği ana yola inerek oradan bindiği bir taksiyle köşke döndü. Bunlar takriben kırk dakika falan sürmüştü. Bahçeye girdiğinde yolunu gözleyen Zühal koşarak geldi. = Nerede kaldın Naci. Gerçekten merak ettim. Arabanın oraya baktım yoktun. = Dediğim gibi aküm boşalmıştı hayatım. Aşağıda yola kadar inip bir taksi çevirdim. Onun aküsü ile çalıştırıp kendini toparlaması için biraz bekledim. Bırak bunları da. Ben de açım, gel bir şeyler yiyelim. Büfeye yanaştıklarında aklı adamın anlattıklarındaydı. Yapılan çalışmayı düşününce o iki kardeşin iyi örgütlenmiş olduklarını düşündü. Bu durumda poliste de adamları olması gerekirdi. Kızın büyük bir tehlike içinde olduğu gerçekti. Onun evinde bir hafta kadar tecrit içinde yaşamayı kolay kolay kabul edeceğini pek sanmıyordu. Her şey, kendisinin bu işi bir an önce bitirmesine bağlıydı. Tüm bunları düşünürken yanı başındaki ses onu daldığı alemden uyandırdı. = Gözlerime inanamıyorum Sayın P. Sizi böyle yerlerde görmek benim için tam bir sürpriz oldu. Beni hatırladığınızı umarım? Adamı hemen hatırlamıştı. = Gayet tabii Sedat Bey dedi. İş yaptığım insanları asla unutmam. Nasılsınız? = Teşekkür ederim. Aynı zamanda sizi kutlarım. Biraz önce kızım Dileğin açıklaması ile nişanlandığınızı duydum diyerek yan tarafta bu konuşmayı takip eden Zühal'e, seni de tebrik ederim yavrum diyerek seslendi. Fırsat bulup da dedenizi kaybetmenizden dolayı size taziyetlerimi sunamamıştım. Başın sağ olsun kızım. Ağzı dolu bir şekilde yanlarına gelen Zühal = Teşekkür ederim Sedat amca dedi. Ben tanıştığınızı bilmiyordum. = Nişanlınızla bir iş münasebetim olmuştu. = Dilek hanımın babası olduğunuza göre demek ki ev sabimizsiniz siz oluyorsunuz dedi P. Eviniz çok güzel. Gerçekten kutlarım sizi. = Sağ olun. Burası dede ve sonrası baba yadigârı. İki sene kadar önce restore edip bu hale getirdim. Ayrıca sahip olduğum bu güzelliklere sayenizde ulaşabildiğimi unutmuyorum beyefendi. Size şükran borçluyum. = Rica ederim. Ben yaptığım hizmetin karşılığını aldım. = Neyse. Bana müsaade Sayın P. Diğer misafirlerimle de ilgilenmem lazım. Sizi tekrar görmek çok hoştu. Ama Zeynep kızımla beraberliğinizden ötürü bu zevke sık sık ulaşabileceğim anlaşılıyor. Uzaklaşan adamın arkasından bakan Zühal manidar bir eda ile sordu. = Ona da mı bir müşkülünde yardım ettin? = Evet canım. Şu gördüğün babacan kılıklı adam kendi öz kardeşini ortadan kaldırmam için beni kiraladı. Piyasada adam sandığın insanların gerçek yüzleri bu işte. Anlayacağın, bu dünyada kimse melek sayılmaz. Sence de uygunsa gidelim artık Zühal. Ben burada gerçekten sıkılmaya başladım. Zühal'in bir arkadaşı kendisini de Suadiye’de bırakmalarını rica edince onu evine kadar götürüp bıraktılar. Bağdat caddesinden dönerlerken P, ani bir hareketle yol boyundaki bir galerinin önünde durdu. = Hayrola dedi kız. = Gel beş dakika içerideki arabalara bir göz atalım. Altımdaki biraz yaşlandı. Bu gün gördüğün gibi huysuzluklar yapmaya başladı. Değiştirmenin sırası artık. Gel bana bir tane beğen. = Âlemsin yani Naci. En ufak arızada araba değiştiren bir seni gördüm. İçeride fazla oyalanmadılar. = Bütün gün araba tepesindesin. Sana sağlam bir şey alalım diyen Zühal'in beğendiği 4x4 bir Opel Frontera'da karar kıldılar. Mustang'la takas eden P aradaki farkı nakit ödedi. P nin en hoşuna giden tarafı camlarının özelliği dolayıyla dışarıdan içinin görünmemesiydi. Kızın tüm itirazlarına rağmen ruhsatı onun üzerine hazırlatma talimatı verdi. Yeni arabalarına kurulup yola çıktıklarında Zühal mahcup bir eda ile mırıldandı. = Ne gerek vardı şimdi buna Naci. Benim üzerime niye yaptın arabayı. = Düşündüğüm başka şeyler var Zühal. Durumumu biliyorsun. Araba benim adıma kayıtlı olmasını istemiyorum. Benim de senden başka kimsem olmadığına göre bunu niye yadırgadığını anlamıyorum. Seni en kısa zamanda bir ehliyet kursuna da yazdırırız. Böylece senin özel şoförlüğünden de kurtulmuş olurum dedi gülerek. Zühal’in bir müddet evinde kalma teklifini itirazsız kabul etmesi P yi şaşırtmıştı. Yolda bir mağazaya uğrayarak evine bir müddet dönemeyecek olan kıza gereken şeyler aldılar. P doğruca Taksim'e çıkıp arabasını Opera parkına çekti. Zühal’e onu orada beklemesini ve camı açmamasını tembih etti. Güneş gözlüklerini taktı ve yürüyerek otele gidip garaja indi. Biriyle buluşacakmış pozlarında etrafı kolaçan ettiğinde, iki ayrı noktada park etmiş arabaların içinde oturan ikişer kişinin girip çıkanları gözetlediğini tespit edince ne kadar isabetli davrandığını düşündü. Bunlar plakasını ve modelini bildiği eski arabasını arıyor olacaklardı. Daha kim bilir kaç kişi vardı peşinde. Arabasını verdiği galerici, bu tür arabaların özel meraklıları olduğundan uzun bir sure müşteri beklenmesi gerektiğini söylemişti. Dolayısıyla araba galeride yatacağı için o yolla kendisini ulaşma ihtimalleri biraz zayıftı. Gördüklerini yeterli kabul edince orada daha fazla oyalanmadı. Kızı bıraktığı otoparka doğru yürürken kasılmış çene kemiklerinin arasından av başladı demek diye mırıldandı. Bunun yaptığı diğer işlere pek benzemeyeceğini çok iyi biliyordu. Hayatının bu son işinden sonra Zühal’e de söz verdiği gibi kendini emekliye ayıracaktı. Ama şimdi sağ olarak paçayı kurtarmak istiyorsa duygusal saçmalıkları bir yana bırakıp tam konsantre olması, en ince teferruatlara kadar tüm detayları hesaplaması gerekirdi. Bu defa karşısında amatörler yoktu. İlk vuruşta işi bitirmezse sonra çok zorlanacağının bilincindeydi. Oto parktan doğru eve geldiler. Kız eşyalarını odasına yerleştirirken o da bagajdan teybi alıp cephanelik odasında masanın üzerine kurdu. Bu saatten sonra adamların şirkette kalacaklarını sanmadığı için ertesi sabahtan itibaren dinlemeye geçmeye karar verdi. Uzun bir sure kalacakları bu evde geçen defadan buzdolabı dolu olduğu için pek bir eksikleri yoktu. Ekmek ve kola almak için karşıdaki markete giderken, kapıcı Abdullah'ı buldu. Bu gün öldürdüğü askerlik arkadaşının adres ve parasını vererek emaneti karısına ulaştırmasını istedi. Sonra uzun uzun Zühal’in güvenliği için gerekli ikazları yapıp şu üç beş gün mümkünse eve giren çıkanları, sokaktaki şüpheli tiplere dikkat etmesini istedi. Eve dönüp, kiraları ve mali işleri ile uğraşan muhasebecisine telefon etti. Fatih'teki iyi kira getiren bir dükkânı vardı. Onun kirasını öldürdüğü adamın karısına hayatı boyunca ödenmesi talimatını verip, isim ve adresi verdi. Bütün bunlar bittikten sonra mırıldandığı şarkıdan mutfakta olduğunu anladığı Zühal'e göz atınca, onun önlüğünü takıp çoktan ocağın başına geçmiş olduğunu gördü. Arkasından usulca yaklaşıp onun açık boynuna küçük bir öpücük kondurdu. Gülümseyen genç kız, elindeki tabakları P ye uzattı. = Sende boş durma sofrayı kur beyefendi. Dolapta şarap da vardı, bir zahmet açıver onu. Yemek yarım saate kadar hazır olur, bakalım beğenecek misin? Erkek ona mutlulukla baktı. = Sen yaparsın da ben hiç beğenmez miyim hayatım. Şarabın verdiği neşe ile abuk sabuk şeylere gülerek yemeklerini bitirdikten sonra, geç saatlere kadar süren duygusal bir film seyrettiler. Başını P nin omzuna dayamış kız, filmin acıklı sonunda gözlerinde biriken yaşları silerken adam onun ıslak yanaklarından öptü. = Haydi, yatalım artık sulu gözlüm. Bütün günü seninle geçirdiğim için yarın yapmam gereken çok şeyler olacak. Ama merak etme, artık evden dışarı pek çıkmayacağım. Genç kızın davetkâr bakışlarına karşın P nin eski katı tutumunu sürdürmesi üzerine uslu uslu yataklarına gittiler. Şuur altında sevdiği kıza hazırlanan tehditler, kafasının hep meşgul ettiği için kâbuslarla dolu huzursuz bir gece geçirdi. Sabah gözlerini açtığında saatin sekiz buçuğa geldiğini görünce yataktan fırlayıp yandaki odaya geçerek teybin kayıt düğmesine bastı. Demlenen çayın burcu burcu kokusu burnuna gelince Zühal'in çoktan kalkmış olduğunu anladı. Kahvaltı masasında, kapıcının getirmiş olduğu gazeteye göz atan P, Adnan'ın karısının ölüm haberini gördü. "İntihar mı cinayet mi" başlıklı yazıda uyanık bir muhabir, kendini asarak intihar etmek isteyen bir insanın neden uyku ilacı almaya gerek duyacağı sorusunu ortaya atmıştı. Ölen kadının kocasının başka bir kadınla dost hayatı yaşadığından bahsediliyordu. Kendisini metresi ile basan karısını öldürmek iddiasıyla tutuklanan Adnan, o gece arkadaşları ile yemek yedikten sonra sabaha kadar bir gazinoda olduğunu ispat etmesi üzerine savcılık tarafından serbest bırakılmıştı. Acele ile kahvaltısını yapan P, kendisini rahatsız etmemesini rica ettiği Zühal'in tüm mızmızlanmalarına karşın odasına kapanıp kapıyı içeriden kilitledi. Taktığı kulaklıktan bir saat kadar daktilo sesi dinledikten sonra, sekreter kızın bir ara çalan telefona patronlarının o gün gelmeyeceğini söylemesi üzerine dinlemeyi bıraktı. İlk günü yakaladığı fırsatı değerlendirmediği için canı sıkılmıştı. Şimdi tek vuruşta işi bitirmesi için onların dördünü de bir araya getirecek bir formül bulması şarttı. Kara kara düşünürken kapı tıkladı. P kilitli kapıyı açınca Zühal ayaklarını ucunda yükselmeye çalışıp, onun omuzu içinden içerisini görmeye çalışıyordu. = Kaç saattir buraya kapanıp kaldın. O teybin başında ne yapıyorsun Allah aşkına? İçeride tek başıma oturmaktan sıkıldım artık. Kalk bir yerlere gidelim ne olur. P kızın kırıştırmış olduğu alnından öptü. = Güzel yavrum. Sana beni rahatsız etmemeni rica etmedim mi? Birlikte özgürce yaşayabilmemiz bu işi bir an önce bitirmeme bağlı. Lütfen biraz dişini sıkıp televizyon seyrederek kitap okuyarak falan zaman geçir. Ayrıca, peşinen söyleyeyim ki, Pazartesi’ye kadar sokağa çıkmayı aklından bile geçirme. Bu senin için çok riskli. = İstanbul neredeyse on beş milyonluk koskoca şehir Sokağa çıkınca o adamlarla burun buruna gelmeyeceğiz ya. = Anlamıyorsun Zühalciğim. Milyarda bir şans bile olsa o rizikoya girebilir misin? Bu defa karşımdakiler son derece tehlikeli bir çete. Köpek sürüsü kadar adamları var. Benim elimi kolumu bağlamak için seni kaçırmak istediklerini korkutmamak için söylemek istemedim. Ellerine bir düşersen ikimiz de mahvoluruz. Benim yüzümü pek bilmiyorlar ama senin resimlerin hepsinin ceplerindedir. = Hatta caddeyi falan seyretmeye kalkıştığında mümkünse tülün arkasından bakıp kendini göstermemeye çalış. Pazartesiye kadar her şey bitecek söz. Lütfen sabırlı ol. = Ama bana tercüme işleri veren o şirkette bu gün çalışmaya başlayacaktım. Üstelik onlara evin adresini vermiştik. Beni bir hafta bulamazlarsa ne olacak. = Patronun arkadaşım olduğunu unutma. Bir hafta sonra başlarsın. Sen o durumu kafana takma. Planlarımız gerçekleştiği zaman zaten çalışmana falan gerek kalmayacak. Sen nereye istersen oraya gideceğiz diye sana söz verdim ya. Sen şimdi cici bir kız gibi git salona film falan seyret. Videonun yanında bir sürü kaset var. = Gene mi odana kapanacaksın yani diye yüzünü buruşturdu. = Bir saate kadar ben de yanına geleceğim söz. Kapıyı kilitleyip tekrar teybin başına geçti. Makarayı başa alıp tekrar dinledi. Bir sigara yakarak düşünmeye başladı. Zühal gibi kendisinin de faza beklemeye tahammülü yoktu. Çünkü her geçen gün etrafındaki çemberin biraz daha daralacağını biliyordu. Bu ev tapuda annesinin üzerinde gözükse de Şırnak'taki birliğinden açık kimliğini ellerine geçirdiklerinde kendisine ulaşmaları an meselesi olurdu. O son toplantıdan anladığı kadarıyla patronlarla o iki kardeşin iş bitimine kadar bir araya gelmeleri pek mümkün görünmüyordu. Bunu kendisinin sağlaması gerektiğini düşünürken aklına parlak bir fikir geldi. Üç ortaktan Ender beyin telefonunu bulup numarayı çevirdi. = Alo, buyurun efendim dedi bir kadın sesi. = Ender beyle görüşmek istiyordum. = Kim arıyor? = P deyin, o anlar. = Bir dakika beyefendi. = Sayın P ben Ender dedi adam heyecanla. Biz de sabah sizi konuşmuştuk. Zatı âlinizden hiç ses seda çıkmadı diyorduk. Hayrola. Yeni bir gelişme var mı? = Öyle denebilir. Beni tuttuklarınızdan haberdar olmuşlar. Şimdi daha temkinli olmamız gerekiyor. Baştan, ailelerinizden birini rehin alma düşüncesindeydiler, sonra vazgeçtiler. Şimdi hedef benim. Planım gereği dördünün de şirkette bir araya gelmeleri icap ediyor. Bunun için sizden yapmanızı istediğim bir şey var. Patronlara telefon edip onlardan bir buluşma talep edeceksiniz. = Siz deli misiniz Allah aşkına? Bu saatten sonra onlarla konuşacak neyimiz olabilir ki? = Siz şimdi sözümü kesmeden beni dinleyin. Ve lütfen dediklerimi itiraz etmeden yerine getirin. Bu randevuya gitmeyeceksiniz. Hazırladığım sürpriz için dördünün de yan yana gelmesi şart. Onlar şu an şirkette değiller. Cepten arayıp, ya bu gün ya da yarın sabah mutlak surette onlarla görüşmenizin şart olduğunu iddia edin. = Peki. Gerekçe olarak ne bildireceğim ki? = Bu baskıdan ve ailelerinize dönelik tehditlerden bıkarak ihaleden çekilmek istediğinizi, ama bunun için de bir takım şartlarınız olduğunu söyleyeceksiniz. Sizin için esas tehlike konusu olan o iki mafya patronunun da bu toplantıda hazır ve tanık olarak bulunmalarını şart koşacaksınız. Güvenliğiniz açısından buluşma yeri için onların şirket binasını tercih ettiğinizi söyleyip gerisini bana bırakın. Anlaşılmayan bir şey var mı? = Dostlarımla bu konuyu bir görüşeyim bakalım. Ama peşinen söylüyorum. Bu teklife pek sıcak bakmayacaklardır. = Ender bey. Sizin haricinizde artık benim hayatımda söz konusu oldu. Üstelik bu bir teklif değil. İşin bitimi için şart olan bir şey. O toplantıya gitmeyecek olduğunuza göre ortaklarınızın görüşünü almanıza hiç gerek yok. = Biraz kaba olacak ama, paçanızı kurtarmak istiyorsanız dediklerimi harfiyen yapmaya mecbursunuz, başka da bir çareniz yok. Tüm söyleyeceklerim bu kadar dedi sert bir tonda. Adam içini çekti. = Pekâlâ. Şimdi arayacağım onları. Size neticeyi bildiririm Sayın P Beklemekten başka yapacak bir şey kalmadığı için telefonu da yanına alıp salonda sıkıntı içinde olan Zühal'in yanına gitti. Erkeği gören kızın bir anda yüzü ışıldadı. = Hele şükür. Bitti artık galiba? = Tam değil canım. Bir telefon beklediğim için ara verdim. O güzel ellerinle şimdi bir kahve yapsan da beraber içsek. Yerinden fırlayan genç kız iki dakika sonra elindeki fincanlarla geri dönüp bir tanesini onun önüne koydu. = Kaynamış, köpüksüz ve sade kahve. Hiç böyle içen birine rastlamamıştım. Ne kadar acayip alışkanlıkların var senin. = Ne yaparsın güzelim. Gülü seven dikenine katlanacak. = Ama senin dikenlerinden gül gözükmüyor deyince ikisi birden gülüştüler. = Şikâyetçiysen derken telefon çaldı. = Bay P. Ben Ender. Şimdi karşı taraftan Sulhi bey ile görüştüm. Adamın çok şaşırdığını söyleyebilirim. Diğer ortağı Ankara'ya gitmiş. Telefon edip gece uçağı ile dönmesini isteyecek. Yarın sabah onda Kabataş'taki şirket binasında buluşmak üzere sözleştik. = Kardeşlerin de orada bulunmalarını şart koştunuz mu? = Aynen söylediğiniz gibi onların da bu barış toplantısına tanık olmalarını istedim. Bu işin bu kadar sorun yaratacağını tahmin etseydik baştan bu işe kalkışmazdık. Ailelerimiz bizim için her şeyden daha kutsaldır. Biz bu işten feragat ettik. İleride oluşacak herhangi bir menfaat çatışmasında aynı anlayışı sizlerin göstermesini bekleyeceğiz dedim. = Bunları söylediğimde adam telefonun öteki ucunda neredeyse sevinçten çığlık atacaktı. Ne vaatler verdi. Hatta bu anlaşmayı kutlamak için bizi bir gazinoya bile davet etti. Bunu medyadan gizli tutmamız gerektiğini söyledim. Bir şeyden şüphelendiklerini zannetmiyorum. İnşallah ne yaptığınızı biliyorsunuzdur. = Siz hiç merak etmeyin Ender Bey. Onların şirket binasını en iyi gören The Marmara otelinin üst katlarıdır sanıyorum. Siz yarın o saatlerde yanlarınıza birer dürbün de alarak, orada denize bakan bir daire tutun. Kendinize kaliteli bir de şampanya ısmarlayarak gözleriniz şirket binasında hep beraber bir şenlik seyretmeye hazır olun. = Beni gerçekten meraklandırdınız efendim. Birazdan ortaklarıma da bu durumu anlatacağım. Şimdilik hoşça kalın sayın P. Görüşmek üzere efendim. = Paramı peşin aldığım için artık sizlerle bir daha görüşmemi gerektirecek bir neden yok. Hatta bir daha ismimi bile duyacağınızı sanmıyorum. Yalnız sizden son bir ricam olacak. Seyrettiğiniz şenliğin detaylarını bana telefonla bildirirseniz mutlu olurum. = Gayet tabii efendim, memnuniyetle. Telefonu kapatırken, her şeyin Pire’nin hazırladığı sisteme bağlı olduğunu düşündü. İnşallah çalışır diye dua etti. Orada bir tekleme olursa başka bir organizasyona zaman kalmıyordu. Bu konuşmada, yalnız kendi söylediklerini duyabilen Zühal'in nefes bile almadan kendisini izlediğini görünce, ondan önce davrandı. Parmağını iki yana salladı. = Kesinlikle soru sormak yasak. Zühal yerinden kalkıp sinirle boş fincanları toplayarak mutfağa gitti. Orada yüksek sesle söylenmesini P gayet iyi duyabiliyordu. = Evden çıkmak camdan bakmak yasak. Telefonda acayip şeyler söylüyor ama benim soru sormam yasak. Her şey yasak. Esir olsam daha fazla özgürlüğüm olurdu. P ona cevap vermedi ama içinden, benim yanlış kişi olduğumu daha başından sana söylemiştim diye söylendi. Caddeye bakan cama doğru yürüdü. Sıkıntıyla karşı kaldırımı seyrederken, marketin camına sırtını dayamış bir adamın gözlerini apartmana dikmiş olduğunu görünce midesi kasıldı. Bu kadar çabuk izini bulmuş olamazlardı. Ama karşısındaki insanlar da sıradan değildiler. Tülün bir parmak kadar açık kısmını itinayla kapadı. Odasına doğru giderken, mutfakta yemek hazırlamaya çalışan genç kıza = Sakın pencereye yaklaşma Zühal diye talimat verdi. Yatak odasına gidip tabancasını alarak beline soktu. Silah çantasını da alıp geri dönerken peşinden gelen kız korkuyla sordu. = Naci. Neler oluyor? = Bilemiyorum yavrum. İzimizi bulmuş olmaları ihtimali var. Sen yemeği falan boş ver yatak odana git. Ben sesleninceye kadar da çıkma. Tekrar pencereye dönüp baktığında adam hala aynı yerde ve gözleri gene binada idi. P, çevrede başkaları var mı diye bakınmasına karşılık kimseyi göremedi. Koridora doğru bakıp kızın odasına gittiğinden emin olduktan sonra, çantadan çıkardığı tüfeğin parçalarını monte etmeye başladı. Namluyu takıp dürbünü de yerine oturttuktan sonra, silahın yatağına bir mermi sürdü. Emniyeti açıp namlunun ucuyla perdeyi aralayarak caddenin karşısına baktı. Yirmi beş yirmi altı yaşlarındaki bıyıklı genç, olduğu yerde sabırsız hareketlerle dolanıp duruyor ara sıra gene eve göz atıyordu. Bu erkete diye düşündü. Hareketlerine bakılırsa biri veya birilerini bekliyor olmalıydı. Dürbündeki artı işaretini tam iki kaşının ortasına ayarlayıp parmağı ile tetiği okşadı. Sonra dürbünü kaldırım boyunca gezdirip apartman kapılarını ve pasaj girişlerini tek tek inceleyip şüpheli bir başkasını aradı. Normal insan trafiğinin dışında gözüne hiçbir anormallik çarpmadı. İşin bitimine bu kadar az kalmışken yerini tespit etmiş olmalarına canı sıkılmıştı. Adamın yüzünü görüntüye alıp, bunlar hiçbir zaman tek olarak gelmezler diye düşünürken koridorun sonundan Zühal'in sesini duydu. = Burada tek başıma olmaktan korkuyorum. Daha ne kadar sürecek bu? = Zühal. Lütfen itiraz etmeden dediklerimi yap. Kafasının içindeki ihtimal hesapları birbirlerini kovalarken, karşıdaki adamın dayandığı duvardan doğrulup dikkatle apartman kapısına baktığını görünce dürbünü o tarafa çevirdi. Caddeden koşarak karşıya geçen bir kadın, erkeğin yanına vardığında onu yanağından öptü. Sonra onun koluna girerek birlikte yürümeye başladılar. Emniyeti kapatıp silahı duvara dayayarak sinirle güldü. = Herifin derdi başkaymış diye söylenirken çevreye bir kere daha göz gezdirdi. Sonra Zühal gelmeden silahı söküp parçalara ayırarak tekrar çantaya yerleştirdi. Malzemelerini arka odaya götürürken kıza seslendi. = Tamam, artık çıkabilirsin. Suratı sapsarı dışarı çıkan genç kız = Neler olduğunu bana da söyleyebilir misin Naci. Korkudan ödüm patladı. = Endişelenecek bir şey yok canım. Bir an için gözetlendiğimizi zannetmiştim yanılmışım. = Bütün bunlar sana normal gelebilir Naci. Ama ben böyle şeylere alışık değilim diyerek sinirli hareketlerle gidip salondaki koltuğa kendini attı. = Ne yapıyorsam senin güvenliğin için bir tanem. Sana kimliğimi açıkladığıma göre bu tür şeylere hazırlıklı olman lazım. Kızın yanına oturup onun saçlarını okşadı. = Bana güven ve rahatla artık. Haydi, neler hazırladıysan getir de yiyelim. Benim karnım aç. = Bende iştah falan kalmadı diyerek kız mutfağa yöneldi. Onu teskin etmek ve oyalamak için akşama kadar iddialı tavla ve pişti oynayan P, baştan müsamaha gösterdi. Ama kızın aşırı şansı karşısında bu defa tüm becerilerini kullanmasına, hatta bir iki ufak hile bile yapmasına karşın yenilmekten kurtulamadı. Öyle ki, oyun bittiğinde Zühal olduğu yerde zıplayıp sevinç çığlıkları atıyordu. Gece olunca senaryo hep aynıydı. Kızın davetkâr yaklaşımlarına direnebilmek her sefer bir öncekinden daha güç oluyordu. Bu irade sınavları erkek için tam bir işkenceye, kız ise bunu bir nevi eğlenceye dönüştürmüştü. Oturuşlarına kalkışlarına hiç dikkat etmiyor, eteğinin sıyrılmasını veya bluzunun düğmelerinin açılmasına aldırış bile etmiyordu. Böyle manzaralar sonrası yüzüne kan hücum eden erkeğe fettan fettan bakarak gülümsüyordu. Hayatı boyunca her türlü pisliği görüp yaşayan, sayısız cinayetler tasarlayıp hayatına son verdiği insanların bunları hak ettiklerine kendini inandıran ve hiçbir vicdan azabı duymayan P, saflık timsali olan bu yavru kuşa karşı içinde öylesine değişik duygular taşıyordu ki, kendi tutumuna kendisi de şaşırıyordu. Bu arada taparcasına sevdiği ve hayatını paylaşmayı düşündüğü kıza nikâh öncesi el sürmemek takıntısında eski kafalılığında etkisi büyüktü. Orospulara uygulanan muameleri ona karşı bir hakaret kabul ediyordu. Ama her geçen gün daha da zorlaşan bu mücadeleyi ne zamana kadar sürdürebileceğini kendi de bilemez olmuştu. O gece de oda kapısında ayrılırlarken, = Ne olursun, bari bir kerecik beni öp diye kollarını boynuna dolayıp yalvarır gibi bakan kızın dudaklarını parçalar gibi öpmüştü. Sonrada kendisini telaşla odasına attığında, sırtını kapıya dayayıp deli gibi çarpan kalbinin uzun sure sakinleşmesini beklemişti. Yatakta sağa sola dönüp uyuyamayacağını anladığında da, parmaklarını ucuna basarak banyoya giderek, kendini cezalandırmak istercesine buz gibi suyun altında titreyerek uzun bir sure beklemişti. Sabah sekizde kalkmaya şartlanarak yatağa girdiğinde tüm gece seks dolu kâbuslar gördü. Kurulmuş saat gibi aniden gözlerini açtığında kendini sınamak için saatine göz attı. Her zaman olduğu gibi en fazla bir iki dakika oynuyordu. O fantezilerden kurtulmak için uzun bir sure kafasını suyun altında tutarken gürültüsüne kızın da uyandığını duydu. Kahvaltılarını birlikte yaptılar. Saat dokuzda ayağa kalktı. = Zühal'ciğim. Bu gün dananın kuyruğu kopacak. Ben bir iki saat kadar odama kapanacağım. Dikkatimin dağılmaması için her ne şekilde olursa olsun sakın beni rahatsız etme. Bu çok önemli diye sıkı sıkıya tembih etti. Kız kaderine razı olmuşçasına gazeteyi alıp salona doğru giderken o odaya girip kapıyı kilitledi. Kulaklığı takıp holdingin numarasını çevirdi. Bip sesinden sonra caddedeki trafiğin gürültüsünü duyunca arkasına yaslandı. On beş dakika sonra duyduğu uğultu tahminine göre, çalışan bir elektrik süpürgesi sesi idi. O bittikten bir müddet sonra da bir şarkı mırıltısı ve eşyaların yerlerinin değişme sesini duyunca onun patronunun masasını temizleyen sekreter kız olduğunu anladı. Bir yarım saat kadar sessizlikten sonra uzaktan günaydın diyen patronlardan biri olmalıydı. Adam kahvesini isteyip odasına girerken sordu. = Renan Bey daha gelmedi galiba? = Hayır, efendim diye yanıtladı sekreter kız. = Bu gün çok önemli bir gün olacak kızım. Dolapta viskimiz vardı. Sen çerez ve meyve de aldırıp hazırlık yap. Şu iş hayırlısı ile bir bitsin, tüm personele birer maaş ikramiye vereceğim. = Çok iyisiniz, teşekkür ederiz efendim. Bir on dakika sonra açılan bir kapının ardından bu defa öteki ortağın sesi duyuldu. = Günaydın üstadım. Bakıyorum erkencisin? Nasıl gidiyor? = Daha iyisi can sağlığı. Ne demiştim sana? O ödlek ihtiyarlar sonunda pes ettiler işte. = Ama bu pes etme işi çok kolay oldu. İşin içinde bir bit yeniği falan olmasın. = Sen de amma karamsar adamsın yahu. Herif telefonda sana, başka bir işte de siz aynı toleransı gösterirsiniz demiş. Bana sorarsan o iki eşkıya kardeşin tehditleri onları yıldırdı. O tek başına tuttukları herifin fos çıktığını, çözüm olmadığını anladılar. Zaten allame olsa ne yazardı ki. P, birazdan kaç yazdığını göstereceğim ben size diye söylendi. = Bizimkilere haber verdin değil mi? = Senden sonra onları aradım. Ben onların isimlerini Ahmet Mehmet diye hep karıştırıyorum. Buraya gelen var ya, onunla konuştum. Ama sesinin tonundan adamın bu anlaşmadan pek memnun olmadığı gibi bir izlenim edindim. = Bu durumda onlara ödeyeceğimiz paradan kesinti yapacağımızı düşünmüştür. = Fena da fikir değil hani. Göz korkutmaktan başka ne yaptılar ki? Sekreter kızın sesi geldi. = Mehmet Bey geldi efendim. = Hemen içeri yolla kızım. P, geçen seferden hatırladığı o davudi sesi duydu. = Günaydın beyler. = Günaydın. Hoş geldiniz de, biraderiniz Ahmet bey nerede? = Evden beraber çıktık da, yolda Silivri'de bir sorun olduğunu haber alınca ikimizin birden gidip dikkat çekmesine zaten gerek yok diyerek oraya gitti. Ben onu da temsil ediyorum. Saat kaçta gelecekler demiştiniz? Bu işe P nin canı sıkılmıştı. Yüzünü buruşturup alçak sesle bir küfür salladı. = On demişlerdi. Ama yapılan teklifteki cömertliğe bakılırsa on, on beş dakika gecikmelerini mazur görebiliriz. Sizin araştırmalarınız nasıl gidiyor? Neydi o adamın ismi? = P den bahsediyorsunuz galiba. İstanbul kazan biz kepçe arıyoruz. Adam uyanık. Şu ana kadar açık kimliğini ve net bir resmini elde edemedik. Özellikle çektirmezmiş. Onu tanıdığını iddia eden bir adamımı peşine taktım ama şimdiye kadar kendisinden bir haber alamadım. Eğer bizimkini yakaladıysa icabına bakmadan önce konuşturmuş olsa gerek. Çünkü bir daha oteline falan uğramadı. Söylemiştim, şeytan gibi bir adamdır. Askerlik yaptığı birlikten kimliğini getirtiyoruz ama bu durumda onunla uğraşmaya gerek kalmadı galiba. Siz onu bırakın da, adamların aniden bu ihaleden çekilme konusu sizin midenizi bulandırmadı mı? Bir üç kâğıt falan olmasın bu işte? = Yahu ne şüpheci adamlarsınız. Renan'da aynı şeyi söyledi. Ne olabilir ki? Beş on dakika sonra adamların ellerinden bir de feragatname alınca zaten her şey bitecek. Hazır mevzuu açılmışken, o adamın P si ne ifade ediyor kuzum? Mafya babası cevap vermeden önce kıkırdadı. = Efendim. Doğduğunda babası belli olmadığı için mahallede adı PİÇ' e çıkmış. Sonradan kafasına göre son iki harfi tenzil etmiş olmalı. Bu muhabbeti dinlerken P nin gözleri gene çizgi halini alıp çene kemiklerini kasıldı. = Yani koca İstanbul'da karşımıza bula bula bir piçin tekini mi çıkardılar sözleri adamın ve dinleyenlerin duydukları son sözler oldu. P nin işaret parmağı önce 0, sonra da 1 bastığında kolundaki saate baktı, onu beş geçiyordu. Kulaklığından saniyenin onda biri kadar bir zaman boğuk bir uğultu duydu hepsi o kadar. Sonra derin bir sessizlik. P, teypteki tüm kayıtları silerek Pire'nin hazırladığı sistemi dağıttı. Arkasına dayanıp bir sigara yaktı. Asıl kavganın şimdi başlayacağını iyi biliyordu. Silivri'de olup paçasını kurtaran birader bey şimdi kuduz köpek gibi saldıracaktı. Onlar gibi vahşi hayvanlar yaralandıkları zaman daha da yırtıcı olurlardı. Zühal’i çok daha önceden İstanbul dışına bir yere göndermediğine pişman olmuştu. Dalmış bunları düşünürken telefon sesiyle irkildi. = Bay P, sizsiniz değil mi? = Kim arıyor. = Ben Ender kulunuz üstadım. Emrettiğiniz gibi şu an The Marmara otelindeyiz efendim. Onların şirket binası buradan gerçekten iyi görülüyor. On dakikadır üçümüzde şok olmuş durumundayız. Sizi ancak şimdi arayabiliyorum. Gördüklerimi anlatmamı istemiştiniz ama kelimelerle bunu ifade etmek gerçekten zor. Binanın en üst katından önce bir ateş topu yükseldi. Duman ve toz toprağın dağılmasından sonra görebildiğim kadarı ile yalnız kolonlar kalmıştı. Aman Allah'ım. Bunu nasıl başardınız bilemiyorum ama, siz bu piyasanın gerçekten bir numarasısınız. P telefonun kapama tuşuna basıp banyoya giderek elini yüzünü yıkadı. Yüzünü kurulayıp geri döndüğünde kapı ağzına dikilmiş Zühal merakla ona bakıyordu. = Ne oldu Naci? Yüzün allak bullak. Ters giden bir şey yok değil mi? = Şimdi durum daha da karıştı Zühal. Birkaç gün daha sabırlı olmalısın. = Yeter artık diyerek kız olduğu yere çöktü. Sokakta vitrinlere bakarak amaçsız dolaşmaya bile hasret kaldım. = Ben hayatımızın tehlikede olduğundan bahsediyorum sen vitrinlere bakmaktan. Bu bir oyun değil ki güzelim. = Peki, daha ne kadar sürecek bu dedi kız ağlar gibi. = Şu an bir şey söyleyemem. Ama bundan sonra dört bir taraftaki aramalar daha da şiddetlenecektir sanırım. Sana söylemiştim. İşte benimle birlikte olmanın kötü yanlarından tek bir tanesi. Aç şu televizyonu da, on bir haberlerinde özel bir şey var mı bakalım. Kız uzaktan kumandayı alıp düğmeye bastığında aydınlanan ekranda toz toprak içinde bir binanın yıkıntılarını gösteriyordu. Spiker şöyle diyordu: " Normal yayın akışımızı keserek verdiğimiz bu görüntüler, İstanbul'un göbeği Kabataş'ta gerçekleşmiştir sayın seyirciler. Saat onu beş geçe Kabataş'la Karaköy arasında bulunan ...... holdingin merkez binasının en üst katında şiddetli bir patlama olmuştur. Yetkililerin ifadelerine bakılırsa o katta bulunanların tümünün ölmüş olduğu sanılmaktadır. Olayda şu ana kadar kaç kişinin can verdiği kesin olarak bilinmemektedir. Alt katlarda bulunan ve hala olayın şokunu yaşayan şirket çalışanların ifadelerine göre, holding sahibi Renan Duru ile, Sulhi Pınar'ın olay anında o kattaki yazıhanelerinde bir toplantı halinde oldukları öğrenilmiştir. “Patlama neticesi üst katın parçalanan duvarları, otopark da ki arabaların üzerine düşerek çok sayıda aracın hurda haline gelmesine ve iki kişinin enkaz altında kalarak ağır bir şekilde yaralanmalarına neden olmuştur. Aldığımız bilgilere göre holdingin en üst katında parçalanan insanlar tanınmayacak bir durumda olup, ölü sayısı şimdilik sadece tahminden ibarettir. Şimdi, neredeyse tamamen yok olmuş durumda olan şirket patronlarının yazıhanelerinin bulunduğu yedinci katın son durumunu izliyorsunuz. Çeşitli açılardan binanın içler acısı halini gösterirken aynı spiker tekrar konuşmaya başladı. " Şimdi aldığımız bir habere göre, yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden Sarı kardeşlerden küçüğü olan Mehmet Sarı'da ölenler arasındaymış. Şu aralar kamuoyunda peş peşe ortaya çıkan kirli ilişkilerden sonra o kişinin binada ne aradığı kafalarda soru işareti bırakmaktadır. Silivri muhabirimizin bildirdiğine göre olayı öğrenen ağabey Ahmet Sarı kendisine sorulanları yanıtsız bırakıp süratle İstanbul'a doğru çıkmıştır. Olay mahallinde bulunan arkadaşımız kendisi ile bir röportaj gerçekleştirebilirse bunu size hemen canlı olarak aktarmaya çalışacağız sayın seyirciler. Son olarak, görüştüğümüz İstanbul valisi ve emniyet yetkilileri, failleri en kısa zamanda yakalayıp adalete teslim edeceklerine inandıklarını söylemişlerdir. Şimdi başkente dönüyor, bu gün yapılan bakanlar kurulu toplantısındaki son durumu öğrenebilmek için mikrofonu arkadaşımız..." P, kızın elinden kumandayı alıp televizyonun sesini kıstı. Sonra ayağa kalkarak düşünceli bir şekilde odayı arşınlamaya başladı. Zühal meraklı ve ısrarlı bakışlarla bir müddet onu süzdü. = Naci. Soracağım şeye lütfen doğru cevap ver. Bu televizyonda seyrettiğimiz olayla senin alakan var mı? P hiç duraksamadan cevap verdi. = İki gündür senin yanındayım hayatım. Benim ilgim olduğunu nasıl düşünebilirsin. = Dün konuştuğun adama saat ondaki şenliği izleyin derken bunu kastediyordun değil mi? Beni aptal yerine koyup kandırabileceğini sanma Naci. Nasıl bilmiyorum ama bu işte senin parmağın olduğu kesin. Sen bana o iki kardeşin bizi aradığını söylememiş mi idin? Bir tanesini hallettin. Şimdi ötekinin sağ olduğunu öğrenmen canını sıktı değil mi? Haydi söyle. P dolaşmayı bırakıp kıza baktı. = Peki. Ne yapmamı bekliyordun Zühal. Adamlar işimizi bitirmek için koca İstanbul'da tırım tırım bizi arıyorlardı. Sen o herifleri tanımıyorsun. Ben onların yanında melâike sayılırım. Seni bir ellerine geçirirlerse başına neler geleceğini hayal bile edemezsin. Bu oyunun kuralı yavrum. Ölmemek için öldüreceksin. İlk vuran kazanır. Kız asabi bir kahkaha attı. = Melâikeye bak sen. Nasıl becerdiğini aklım almadı ama, haydi onları kötü adamlar olarak kabul edelim. Peki, şehrin göbeğinde koskoca bir binayı havaya uçurup olayla hiç alakası olmayan bir sürü masum insanı da öldürmenin nasıl bir mazereti olabilir, söyler misin? Erkek asabi bir şekilde kızın yanına gelip onu omuzlarında tutarak ayağa kaldırdı. = Onlar yanlış zamanda yanlış yerlerdeyse ben ne yapabilirim? O pezevenklerin yanında kimsenin bulunmaması için gazete ve televizyonlara ilan mı vermemi bekliyordun. En başında sana kim olduğumu söylemedim mi? Yeter ki yanımda ol, ben her şeye razıyım diyen sen değil misin? Ne bekliyordun da sükûtu hayale uğradın yani? Bu benim yaşam biçimim kızım. Benimle birlikte olduğunda hep uçurum kenarlarında dolaşırsın. Şu an asıl hedef sen olduğuna göre de vazgeçmek için artık çok geç. Çünkü beni ancak senin vasıtanla ele geçireceklerini iyi biliyorlar. Bir müddet önüne bakarak düşündü. = Kardeşini geberttiğim o herif şimdi tam bir yaralı hayvan. Seni yakalarsa, çıtır çıtır kemiklerini bile yer. Tatmin oldun mu, yoksa daha devam etmemi ister misin? Dev gibi adamın omuzlarından sımsıkı tuttuğu genç kızın irileşmiş gözlerinden aşağıya iki damla gözyaşı süzülünce, P söylediklerinden pişman olmuş gibi bu defa onun başını göğsüne bastırdı. Gözlerini yumup başını iki yana salladı. = Benim gibi birinin yanında senin ne işin var be yavrum. Şu koskoca dünyada adam gibi birini bulamadın mı diye onun saçlarını okşamaya başladı. Seni korkuttuğum için gerçekten özür dilerim. Ama bir taraftan da gerçeğin ne olduğunu anlaman bakımından iyi de oldu. Kızın hıçkırıklarını sürdüğünü görünce onun elinden tutup kanepeye yan yana oturdular. Kız uslu bir çocuk gibi elleri kucağında öylece kalınca ona bakan erkeğin içi merhametle doldu. = Haydi, bir tanem, kes şu ağlamayı. Ben yanında iken kimse senin kılına dokunamaz. Buna asla izin vermem. Bu işten de sıyrılıp bizi kimsenin tanıyıp bilmediği yerlere giderek mutlu yaşayacağız. Ama en iyisi yurt dışına gidelim. İngiltere veya Amerika. Sen benim özel tercümanım olursun. Hatta oralarda bir iş bile kurarız. Kasanın içine koyduğun çantanın içinde ne kadar var biliyor musun? Tam iki milyon dolar. Diğer birikimler ve gayrimenkullerle nasıl istersek öyle yaşarız. Ne diyorsun? Cevap vermediğini görünce uzanıp onun ıslak gözlerinden öptü. = Mademki kararı bana bırakıyorsun, İngiltere hep yağmurlu olurmuş. Biz de Amerika'ya gideriz. Hatta lisanın yeterli olduğuna göre oradaki hukuk fakültesine devam edersin. Mezun olunca sana New York’un göbeğinde bir de yazıhane açtık mı amma güzel olur. Haydi, asma suratını. Kız perişan gözlerle ona baktı. = Biraz müsaade et de, kendimi toparlayayım bari. Söylediklerin beni o kadar sarstı ki. = Peki canım. Sana bir bardak kola veya başka şey falan getireyim mi? = İstemem, teşekkür ederim. P onun yanından kalkıp kapalı tüllerin arkasından caddeyi seyretmeye başladı. Bundan sonra ortada iki şık vardı. Ya o son kardeş, ya da kendisi ölecekti. Ama kendisinden sonra kızın da tehlikede olacağını bildiğinden tek bir tercih kalıyordu. Zamanın kendi aleyhine çalıştığının farkında idi. Şırnak'taki birliğinden nüfuz kağıdı sureti adam gibi bir resmini ellerine geçirdikleri an, tüm avantajı ortadan kalkacak, bu evi de şıp diye bulacaklardı. Dişlerini gıcırdatarak, bu dünyada ikimize birden yer yok Sarı Ahmet diye söylendi. Seni de kardeşin gibi paramparça edeceğim. Ama bu son savaş da güçlü olabilmesi için önce Zühal'in güvenliğini sağlaması gerekirdi ama nasıl. Şimdi aramaya resmen polis de karıştığına göre, hava alanları otobüs terminalleri hatta tüm yollarının çoktan kontrol altına almış olduklarını tahmin etti. İstanbul gibi büyük bir yerden kaçacak bir delik bile kalmaması zayıf bir ihtimaldi ama o rizikoyu göze alıp kızı ortalığa çıkarmayı göze alamazdı. Onu evde tek başına bırakmaya kalksa bu defa aklı hep burada kalacaktı. Oysa bu çatırtıda hataya yer olmadığı için kafasının kesinlikle berrak olması gerekirdi. Bir müddet sokakta dolaşan insanları seyretti. Kim bilir onların da ne sorunları vardı. Yeryüzünde hiç derdi olmayan insan da var mıydı acaba? O zamanda hayat çok yavan olurdu herhalde. Kafasının içinde böyle düşüncelerle marketin üzerindeki katın penceresinden elindeki örtüyü silkeleyen kadını fark etti. Perdeleri açık pencereden görünen, içeride başlarına saç kurutma makinelerinin başlıkları takılı kadınlar vardı. Camın hemen altındaki tabelada Güzellik Enstitüsü yazısını okuyunca aklına bir fikir geldi. Koltukta hala kara kara düşünen kıza döndü. = Zühal, hemen üstüne bir şeyler giy. Karşıdaki güzellik salonuna gideceğiz. = Sırası mı şimdi diye ona şaşkınlıkla baktı kız. = Tam sırası canım. Şu an en büyük problem senin yüzün. Benim suratımı kimse bilmiyor ama şu an bir sürü adam ceplerinde senin resminle İstanbul’u tarıyor. Onun için senin simanın tamamen değişmesi gerek. = Bırak sokağa çıkmayı camdan bakmam bile yasak. Bu neden gerekli ki? = Burası annemin üzerineydi. Eninde sonunda izimizi bulabilirler canım. Seni güvenli başka bir yere, bir arkadaşımın evine götüreceğim. Onun yata benzer büyük bir sürat teknesi var. Seni deniz yolu ile buradan uzaklaştırmak en akılcı yol. Antalya'ya falan gider, hem de biraz tatil yapmış olursun. İşim bitince de ben gelir seni bulurum. = Ne kadar rahat söylüyorsun Naci. Aklım burada seninle iken ne güzel tatil olur yani. = Sen beni merak etme bir tanem. Kalk hemen. Gardırobun çekmecelerinde annemin eski başörtüleri olacak. Beğendiğin bir tanesini alıp güneş gözlüklerini de takmayı unutma. Sağa sola bakmadan sokağı geçip karşıdaki binanın ikinci katına çıktıklarında kapıda onları bir kadın karşıladı. = Nasıl yardımcı olabilirim. P kızın ağzını açmasına meydan vermedi. = Hanım bu akşam ilk defa bir gazinoda sahne alacak. Onun için yüzündeki bu çocuksu ifadeyi silmek, o duruma uygun biraz ağırca bir makyaj yaptırmak istiyoruz. Herhalde, bu durumda ne yapılması gerektiğini bizden iyi bilirsiniz. = Hay hay efendim. Siz salonda istirahat buyurun biz gerekeni yaparız. Kız P ye ters ters baktı. Onlar içeri girerlerken kadın ona izahat veriyordu. = Şimdi biliyorsun platin modası var şekerim. Ama dilerseniz saç sorununu peruk ile de halledebiliriz. P dışarıda sigaranın birini yakıp birini söndürerek kızı emniyete aldıktan sonra nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini düşünecek bol bol zaman buldu. O eşkıya ağabeye ulaşabilmenin iki yolu vardı. Ya onun kendisine gelmesini sağlamak, ya da herifi kendi ininde vurmak. Birinci şıkta, karşı taraf çok hazırlıklı olacağı için tek başına başarı şansı biraz düşüktü. Ama üst düzeyde güvenlik tedbirleri aldığı kendi ininde böyle bir saldırıyı hiç beklemeyeceği için en çarpıcı yöntem bu olabilirdi. Ama bunun için kusursuz bir plan yapması gerekirdi. İki sene kadar önce Kilyos'a giderken o yan yana şatoya benzer evler dikkatini çekmişti. Tam o sırada iş yerinin sahibesi yanına geldi. = Hanımefendi ile işimiz tahminimizden de uzun sürecek. Sıkılmamanız için bari televizyonu açayım. Ekranın aydınlanması ile birlikte gene üst katı harabeye dönmüş Kabataş'taki holding binasının görüntüleri geldi. Spiker günün flaş haberine dair bilgi veriyordu. "Şu ana kadar patlamada can verdiği tespit edilenlerin sayısı yedi sayın seyirciler. Yani üst katta bulunanlar tümü ölmüş durumda. Binanın otoparkında bulunup üst kattaki enkazın üzerlerine düştüğü yaralılardan Mehmet Sarı'nın şoförü ve korumasının durumları biraz ağır. Yetkililerin verdiği bilgilere göre ölenler arasında yapılan kimlik araştırmalarına göre, şirketin sahipleri olan Renan Duru, Sulhi Pınar, ile Ünlü babalardan Mehmet Sarı. O katta şirket çalışanlarından sekreter Nalân Koç, muhasebeci Emin Öztürk ve Mümin Meriç ile kat hizmetlisi Selim Maraşlı bulunmaktadır. Biraz önce Mehmet Sarı'nın ağabeyi Ahmet Sarı olay yerinde yaptığı incelemelerde mikrofonumuza şu açıklamayı yapmıştır" Ekranda kır saçlı ve güneş gözlüklü iri kıyım bir adam gözüktü. = Kardeşimin kanının yerde kalmayacağına dair herkese söz veriyorum. Bunu yapanı da çok iyi biliyorum. Emniyet yetkililerine gerekli bilgileri verdim. Onlara kendi imkânlarımla da destekleyeceğime söz verdim. Bu kanaldan o canavar ruhlu insana şimdi bir tavsiyem olacak. Kendi rızası ile adalete teslim olup verilecek cezaya razı olmak tek kurtuluş yolu. Aksi halde onu ben bulursam başına neler geleceğini kendisi çok iyi bilir. Gazetecilerden biri sordu. = Ahmet bey. Sanıyorum şu an kamuoyu iki şeyi çok merak ediyor. Kardeşinizin holding binasındaki işi ve bildiğinizi iddia ettiğiniz failin kimliği. Bir açıklama yapabilir misiniz? = Tahkikatın selameti açısından sorularınızı yanıtlamam mümkün değil. Ama bunu çok yakında öğreneceğinizden emin olabilirsiniz. Kardeşimi hunharca bir suikast sonucu kaybettiğim için şu an üzüntüm çok büyük. Şimdi evime gidip, gelişmeleri orada takip edip durum değerlendirmesi yapacağım. Daha fazla konuşmak istemiyorum, söyleyeceklerimin hepsi bu kadar. P nin gözleri televizyonda düşünmeye başladı. Kimliğinin tespiti için resmi makamlarda işe karıştığına göre zamanı iyice azalmış demekti. Tüm avantajı ortadan kalkıyordu. Bu gece daha erkendi ama yarın sabahtan itibaren tüm kentte çifte koldan büyük bir insan avı başlayacağı kesindi. Bu vaziyete göre ancak sabaha kadar vakti kalmış sayılırdı. Kendisi ile birlikte televizyondaki haberleri izleyen kadın kafasını iki yana salladı. = Hey Allah’ım. Şu vahşete bakın beyefendi. Nedir bu insanların birbirleriyle zoru? P yüzünde donuk bir ifadeyle ayağa kalktı. = Hanımefendinin işi bittiğinde beni burada beklesin. Caddeye çıkmadan etrafı dikkatle inceledikten sonra hızlı adımlarla evine gitti. Hazırlamış olduğu silah çantasının içini bir kere daha kontrol ederek onları arabasının bagajına koydu. Arkasından, yüz metre kadar ileride özel kasasının ve tüm hesabının bulunduğu banka şubesine gidip doğruca müdürün odasına girdi. Onun gören adam saygıyla ayağa kalktı. = Hoş geldiniz beyefendi. Çoktandır sizi göremiyorduk. Bir emriniz mi vardı? = Mümkünse sizden çok acele bir işlem rica ediyorum müdür bey. = Emredin efendim. = Mevcut hesabımın dörtte birini çekip, geri kalan kısmı Zühal Mortaş adına devretmek istiyorum. Aynı şekilde banka kasasının anahtarını da ona devredeceğim. İçindeki her şey o hanıma aittir, bilginiz olsun. Şimdi çok acil olarak gerekli işlemleri yapabilir misiniz? Müdür onun yüzündeki ifadeden hal hatır ve sual sormanın sırası olmadığını anlayıp, gereken emirleri verdi. On beş dakika kadar sonra, bir çantaya konmuş parayı alıp gerekli belgeleri imzaladı. Kızın üzerine düzenlenmiş banka cüzdanını P ye uzatan müdür; = Hanımefendi bir ara uğrayıp imza verirse memnun oluruz dedi. Oradan ayrılan P süratle döndüğünde Zühal'in işi bitmiş salonda onu bekliyordu. Ona iki adım kala olduğu yerde kalarak hayretle kıza baktı. Gerçekten sahneye uygun ağır bir makyaj ve başındaki platin renkli peruğu ile kız sanki bambaşka biri olup çıkmıştı. = Zühal. İnanamıyorum, harika olmuşsun. Sokakta görsem inan ki tanıyamazdım. Ama onun bu durumdan erkek kadar memnun olmadığı yüzünün ifadesinden anlaşılıyordu. = Beğendiğine sevindim derken sesi biraz kuru çıktı. Eserinden gurur duyduğu kasılmasından belli olan patron hanıma P ücretin iki katını ödedikten sonra kızı dosdoğru arabasının yanına götürdü. = Araştırmalar bayağı yoğunlaşacak Zühal. Bu durumda izimizi bulmaları çok sürmez. Hemen buradan gidiyoruz. = Dur Naci, Evdeki eşyalarımı alayım bari. = Şimdi bunun sırası değil canım. Şu caddeden bir an önce uzaklaşalım. Güneş gözlüklerini tak ve sakın çıkarma. Ara sokaklardan geçip çevre yoluna çıktıklarında bir an aklına köprü gişelerinin orada kimlik kontrolü yapılabileceği ihtimali geldi ama korktuğu gibi olmadı. Sadece iki adam açık olan üç gişenin oralarda dolaşıyor ve gelen geçen arabaları süzüyorlardı. Bunlar ya sivil polis ya da Sarı'nın adamlarıydı. Şimdilik ellerindeki tek ipucu olan eski arabası Mustang'ı aradıklarına göre onu elden çıkardığını henüz öğrenmemiş olacaklardı. Sorunsuz bir şekilde oradan geçtiklerinde bir kere daha, sabahtan önce sürek avının başlamalarının zor olduğunu, ama her şeyin bu gece bitmesinin de şart olduğunu düşündü. Yola çıktıklarından beri sessizliğini koruyan genç kız sonunda patladı. = Bana hiçbir şey açıklamadan kendi kendine bir takım kararlar alıp beni oradan oraya sürüklüyorsun Naci. Söyler misin şimdi nereye gidiyoruz? Beni orospu kılığına soktuktan sonra şimdi de bir pavyona satmaya falan mı düşünüyorsan açık açık söyle? Erkek tüm sıkıntılarına rağmen bir kahkaha attı. = İnan ki tam bir as solist gibi olmuşsun Zühal. Onun kendisine kötü kötü baktığını görünce ilave etti. = Lütfen bana güven hayatım, en doğrusunu yapmaya çalışıyorum. Yakın zamanda kimliğim de artık sır olmaktan çıkacağına göre şimdi, hem mafya hem polis ikisi de birden peşimize düşecek. Kız sıkıntıyla = As solistmişim diye söylendi. Ben tek bir şarkı sözü bile bilmem. = Şarkıyı ne yapacaksın sen güzelim. Sahnede hazır ol vaziyetinde dursan bile herkes bıkmadan usanmadan seni saatlerce seyredebilir. Gerçekten o lise talebesi saf genç kız gitmiş, ortaya alımlı bir kadınsı güzellik çıkmıştı. Yay gibi inceltilmiş kaşların ve rimelli uzun kirpiklerin altındaki ela gözler bir kor parçası gibiydi. Kan kırmızı boyalı dudakların sol üst köşesine konan ben daha bir şuh ifade vermişti yüzüne. Ama üstündeki sarı buluz ile ayağındaki kot pantolon tam bir tezat gibiydi. Boğaz yoluna girdiklerinde P telefonundan bir numara çevirdi. = Adnan merhaba, ben P. ......... Teşekkürler dostum. Şimdi benim de sana bir işim düştü. Şu an yoldayım ve sana bir misafir getiriyorum. Yalıdasın değil mi?......... Tamam gelince konuşuruz. Sonra kıza baktı. = Seni bu gecelik çok güvendiğim bir arkadaşıma emanet edeceğim Zühal. Onun da bir kız arkadaşı var. Anlaşacağınıza eminim. Adnan'a güvenim tamdır ama kız sağda solda ağzından bir şey kaçırır mı bilemem. Onun için sen gerçek ismini vermeyip ne kadar az şey söylesen iyi olur. Kendisinin bir teknesi var. Seni deniz yolu ile İstanbul dışına çıkaracak diyerek arka koltuktaki para çantasını alıp ona uzattı. Bunun içinde uzun sure seni idare edecek kadar para var. Üstüne başına dilediğin gibi harcarsın. Kız sinirli bir pozla. = Ben bu kadar parayı ne yapayım. Daha önce verdiklerin kuruşuna dokunmadan öylece duruyor. Ayrıca senin emirlerinden sıkıldım artık Naci. Tanımadığım insanlarla tek başıma bir yerlere gideceğimi sanıyorsan çok aldanıyorsun. = Zühal. Yarından itibaren bırak İstanbul'u belki de tüm yurtta haydudundan polisine kadar herkes benim peşime düşecek. Senin güvende olduğunu bilir de tek başıma hareket edersem ikimizin de kurtulma şansı olabilir. Aksi halde hiçbir ümit kalmaz. Lütfen beni anlamaya çalış ve ikimizin de mahvına neden olma. Bunun tek şartı da sorgusuz sualsiz dediklerimi yapman. Peşinden ben de geleceğim. Unutmadan, her şey durulduktan sonra da, bizim evin oradaki İş bankasına uğrayıp imza ver. Üzerimdeki tüm hesabı sana devrettim diyerek çantanın ön gözündeki banka cüzdanını ona uzattı. = Peki, şimdi buna ne gerek vardı? = Zühalciğim hemen yanlış anlama. Hüviyetim açığa çıkınca tüm banka hesaplarıma el koyabilirler. Aramızda ayrı gayri olmadığına göre, ne sakıncası var? Ayrıca senin evde kasaya koyduklarını da unutma. Onlar bizim teminatımız. Sonra dedi gülümseyerek. Tek mirasçım sensin. = Naci. Saçma sapan konuşup benim asabımı bozma. Vallahi boyuna posuna bakmam indiririm yumruğu. Peki, sormamda bir mahzur yoksa bu arada sen ne yapacaksın? = Ben başımın çaresine bakarım. Beni düşünme, sen kendini kolla canım. Benim ve kendi evinin semtine bile uğrama. Baktın durum iyi değil, o eşkıyaların eline düşmektense hemen polise sığın. Seni tehdit altında yanımda tuttuğumu falan söylersin. Başka zaman olsa keyif alınacak kadar güzel manzarası olan sahil yolundan ilerleyip sonunda Adnan'ın karısının sözüm ona intihar ettiği yalının demir parmaklıklı kapısından içeri girdiler. Bahçeye arabayı park ettiklerinde Adnan ve elinden tuttuğu çok uzun bacaklı sarışın bir kadın koşarak yanlarına geldi. = Hoş geldiniz dostlar. Lütfen evimi eviniz sayın. Aşkım bak, bunlar benim canlarım. Bu sıcak karşılama P ile Zühal’i çok rahatlamıştı. Tanışma faslı bittikten sonra ön taraftaki rıhtımın üzerindeki hasır koltuklara yayılıp soğuk bir şeyler içtiler. P Zühal'i onlara Tülay diye tanıtmış, bir fırsatını bulan kız da P nin kulağına = Bu Tülay'da kim oluyor diye fısıldamıştı. Onun kendini kıskanmasından zevklendiği belli olan erkek Adnan'la kız arkadaşının içki hazırlamalarını fırsat bilerek, = Kimsenin olduğu yok hayatım dedi. İlk aklıma gelen isim oydu. Benim senden başkasını gözüm görüyor mu ki. Adnan'ın uğruna karısını öldürttüğü Melâhat gerçekten çok tatlı ve hoş sohbet bir kadındı. Öteki ucubeyi bilen birisinin adamcağıza hak vermemesi mümkün değildi. Yarım saat içinde Zühal'le ikisi kırk yıllık ahbaplarmış gibi kaynaştılar. Boğazın nefis gece görüntüsünde hafif bir akşam yemeği yediler. Bir ara iki erkek baş başa kalınca Adnan, = Kabataş'taki olayın senin tezgâhın olduğunu daha o saniye tahmin ettim. Bu işlerde gerçek bir profesyonelsin. O kardeşler hakkında sana bilgi verirken unuttuğum bir şey var. Ölen Sarı abisinin yanında süt kuzusu sayılır. O heriften kendini koru dostum. Telaşına bakılırsa o it seninkinin peşinde galiba? = Evet Adnan. Şu kadarını söyleyeyim. Sana emanet edeceğim kişi benim için kendi canımdan bile daha değerli. Aldığım istihbarata göre Ahmet denen çete reisi bana ulaşabilmek onu ele geçirmeyi düşünüyor. Senden istediğim, o hergele ile daha rahat becelleşmek için kızı buralardan uzaklaştırman. Yarın sabahtan itibaren büyük bir ihtimal ile kimliğim öğrenilmiş olacak. Bütün giriş çıkışlar tutulacağı için kurtuluşumuz ancak senin tekne ile olabilir. Senden ricam, gün doğumuna kadar geri dönmezsem onu Ege taraflarına götürüp tehlike geçinceye kadar kalabileceği bir yere yerleştirmen. = Sen işin o tarafını hiç merak etme. Biraz sonra hazırlıklara başlar, gün ışırken yola çıkarız. Zaten Melahat'a şöyle uzun bir tur için söz vermiştim. Peki, anlamadığım, şimdi karşıdan buraya kadar gelebildiğinize göre niye devam edip Anadolu'ya doğru falan uzamadınız. = O herif sağ iken yurt dışına da gitsem de benim peşimi bırakmaz. Kaçıp saklanarak yaşamak bana ters gelir Adnan. İkimizden birinin ortadan kalkması şart. Kadınların yanlarına gelmesi ile muhabbet sona erdi. Saatin onu geçtiğini gören P, artık harekete geçme zamanıdır diye düşünerek onlardan ayrılmak için ayağa kalkıp müsaade istedi. Dördü yürüyerek arabanın yanına geldiklerinde Zühal bir anda kollarını Naci'nin boynuna doladı. Başını onun omzuna gömdü. = Yalvarıyorum bana dön sevgilim diye inledi. Seni çok seviyorum ve de senden başka değer verdiğim hiçbir şey yok P güzel başı okşadı. = Sabaha kadar dönmezsem bensiz yola çıkacaksınız. Adnan'ın seni yerleştireceği yerden cepten beni ararsın. Birkaç gün içinde ben de yanınıza gelirim. Anlaştık mı diyerek kıpkırmızı boyalı gonca güle benzeyen dudaklara küçük bir öpücük kondurdu. Bu duygusal sahneyi izleyen Melahat'ta kendi sevdiğine sarılmış, mahzun bir ifade ile onlara bakıyordu. Arabaya binip marşa basarken hafızasın kazımak istermiş gibi son bir daha Zühal’e baktı. Oradan hareketle hedefi olan Kilyos'daki villaya doğru ilerlerken Zühal'in ona yalvarır gibi söyledikleri ve güzel yüzü hiç aklından çıkmadı. Bu akşam son derece temkinli davranıp ona döneceğine yemin etmişti. Bu hayatının en büyük işi olacaktı. Ama final tamamen kendisinin özel sorunu durumuna gelmişti. Bu gece o itin işini bitiremezse kendi ipini çekmiş olacaktı. En büyük endişesi ise, Ahmet Sarı denilen o acımasız katilin eline canlı olarak düşmeleri idi. Bu durumda kızın başına neler geleceğini düşünmek bile istemiyordu. Dalmış, hem düşünüp hem yol alırken, önce köprü çıkışında, sonra boğaz yolunda iki defa trafik denetimine takıldı. Bagajda çantanın içindeki silahlar ona soğuk terler döktürdü ama rutin ehliyet ruhsat kontrolü yapılınca rahat bir nefes aldı. Ertesi günü bu kadar rahat olması imkânsızlaşacaktı. Kaderi sabaha kadar belli olacaktı zaten. Henüz erken, aceleye gerek yok diyerek normal süratle yola devam etti. Sonunda Kilyos sapağından dönüp sol taraftaki o iki evi gördü. Işıklar içindeki bahçeye ve iki adam boyu yüksek duvarlara göz gezdirince bir an morali bozuldu. Ana yoldan yüz metre kadar içeride, belli aralıklarla duvar üstüne takılmış aydınlatmalarla hiçbir karanlık nokta bırakılmamış adeta bir şatoydu burası. Sur gibi duvarların çevrelediği yüksek demir kapısının önünde bekleyen adamlar haricinde duvar boyunca dolaşan nöbetçiler vardı. Beş yüz metre kadar civarında başka bir yerleşim biriminin olmadığı bu durumda mutlaka her yerde güvenlik kameraları da vardı. Farların ışığında asfalttan eve giden yolun tam ağzında da sigara içen iki kişiyi gördü. Gelen geçen arabaları denetliyor olmalıydılar. İçeride Allah bilir daha kaç kişi vardı. Adam devlet içinde devlet gibiydi. Şoför mahalli camını kapatarak süratle onların yanından geçti. Koruma ordusuna bakılırsa Ahmet Sarı kesinlikle evde olmalıydı. Hafif bir meyille çıktığı tepenin en yüksek noktasında biraz ağırlaşarak kuş bakışı görünen eve baktı. Buradan bahçenin bir kısmı seçiliyordu. Çevreye göz gezdirirken gülümsedi. Bu evin ışıklarının etrafı aydınlatması sayesinde fark edebildiği bu tepeyi inceledi. Bahçenin sağ arka tarafına isabet eden bir taş atımı mesafedeki höyüğe benzer bayağı yüksekçe olan bu tepe, binayı çevreleyen bahçe duvarlarının intizamı için bir yar gibi tıraşlanmıştı. Yaşlı kurt mutlak surette orayı da güvence altına almış olmalıydı. Sırtı aşıp arkada evin görüntüsü kaybolduğunda sol tarafta içeriye doğru uzayan etrafı ağaçlıklı bir dere yatağı gördü. Hiç duraksamadan ışıklarını söndürüp direksiyonu o tarafa kırdı. Kanala benzeyen ve şu an kurumuş çatağın içindeki çalıların arabasını çizmesine falan aldırmayıp, arabayı sürdüğünde bu dört çekerliyi aldığına şükretti. Büyük bir çınar ağacının yerlere kadar eğilmiş dalları altına park etti. Burası saklanmak için ideal bir yerdi. Etrafının durumunu bilmediği için sessizliğe çok önem vererek bagajdan çantayı alıp fermuarını açtı. İlk önce ceketinin ceplerine altı tane el bombası yerleştirdi. Acele etmeden Kanas'ı monte etti. Üzerine kızıl ötesi gece dürbününü takıp namluya bir mermi sürdü. Tüm askerliği boyunca vücudunun bir parçası gibi olan bu uzun menzilli silahı sevgiyle okşadı. Uzi'yi kayışı ile çapraz omzuna asıp hazırlıklarını bir kere daha gözden geçirdi. Tepenin üst noktasına kadar sürünerek ilerledi. Işıklar içinde evi gördüğünde yüzükoyun yere kapanıp elindeki tüfeğin dürbünü ile çevreyi taramaya başladı. Tam etrafta nöbetçi yok galiba diye düşünürken o höyüğe benzer tepenin en yüksek noktasında bir çakmak yanınca iyice yere yapıştı. Askerde komando eğitiminde iken yüzbaşısının nöbette sigara içmeye kalkanlar bunun son keyifleri olduğunu bilmek zorundadır deyişini hatırladı. Gerçekten o parıltıyı görmese idi ağaç gövdesinin kendisini gizlediği nöbetçiyi fark edemeyecekti. Dürbünün netlik ayarını yapıp, sigarasından peş peşe nefesler çeken adamı bir müddet kritik etti. Sonra çevreyi daha da bir dikkatle tekrar tekrar taradı. Adamın bu mesafeden bir mermilik işi vardı ama bu kalibredeki bir tüfeğin sesi bu sessizlikteki tepelerde yaratacağı akustik ile binlerce metre ilerden de duyulabilirdi. Adama elli metre kadar sokulup dürbünle tekrar baktığında kulağından aşağıya inen bir kablo fark etti. Baştan bunu haberleşmede kullanılan bir telsiz aygıtı olduğunu zannettiyse de, sonra boğuk bir melodi duyunca onun bir MP 3 müzik çalar olduğunu anladı. Adam sıkıntıdan müzik dinleyerek vakit geçiriyor olacaktı. Bu durumda zaten kedi gibi sessiz hareket edebilen P yi onun duyması imkânsızdı. Bu durumda kullanamayacağı Uzi ile uzun menzilli tüfeği yavaşça yere bırakıp sürünmeye başladı. Bu durumda ilerleyiş yorucu olduğu için on metre kadar yanına sokulduğunda ter içinde kalmış olarak biraz dinlendi. Gözünü diktiği adam sanki uyukluyormuş gibi hiç kıpırdamadan öylece duruyordu. Her ihtimale karşın tabancasını eline aldı. Namluda daima bir mermi bıraktığı için bu ona birkaç saniye kazandırırdı. Adam biraz önce söndürdüğü sigarasını tazelemek için tekrar çakmağı çaktığı an tam sırasıdır diyerek iki adımda ona ulaşıp tabancanın kabzası ile kafatasına kuvvetli bir darbe indirdi. Adam kütük gibi olduğu yere yığılıp kalmış, kırılan kemik iğrenç bir ses çıkarmıştı. Hala canlı olabilir düşüncesi ile parmağının ucuyla şah damarına dokundu. Vıcık vıcık kan içinde kalan parmağı hiçbir hareket hissetmedi. Bu mesafeden, aşağıdaki evin ışıkları ortalığın gayet rahat seçilmesini sağladığı için başkaları da olabilir düşüncesi ile bir daha gözleri ile etrafı taradı. Adamın kulaklığından arabesk bir parçanın gamlı nağmeleri duyuluyordu. O noktada tek bir kişinin yeterli olduğunu hesaplamış olmalıydılar. Geçmiş tecrübelerinden bunu hata olduğunu düşündü. Askerde gece harekâtlarında konakladıkları an, birbirlerini görebilecek değişik pozisyonlarda daima birden fazla nöbetçi koyarlardı. Geri dönüp bıraktığı silahları alarak ağacın altına yerleşti. Duvarlarla çevrili alanda bir birine tıpatıp benzer iki tane çift katlı ev vardı. Arka tarafta tamamen karanlıklar içinde olanı ölen Mehmet Sarı'ya ait olmalıydı. Bulunduğu pozisyonda bahçe ve evin kapısı ile evin ön ve yan bölümlerini çok iyi görebiliyordu. Silahın kabzasını omzuna iyice yerleştirerek güçlü dürbünü ile detayları kritik etmeye başladı. Evin kapısında bekleyen ve bahçede birbirleri ile muhabbet ederek dolaşan köpek sürüsü kadar adam vardı. İki tane araba duvar dibinde bir tane kocaman Mercedes'de kapının tam önüne park edilmiş halde idiler. Ahmet denen eşkıyanın olması gereken evde, ikinci kat hariç alt katın tüm ışıkları yanıyordu. Çevreyi bu şekilde tararken son anda duvarın üzerine boydan boya gerilmiş iki sıra elektrik hattını fark etti. Bunun ne işe yaradığını anlamak için kâhin olmaya gerek yoktu. Dürbünün ince ayarını yapıp önce binanın elektrik gücünü sağlayan enerji hattını aradı. Yan duvarın hemen yanına dikilmiş elektrik direğinden uzayan hattı takip etti. Ev ile anayol arasındaki şebeke direğinin üzerindeki trafoyu görünce sevinçle sırıttı. Elindeki silahın büyük çaplı mermisi tek bir atışla trafoyu devre dışı bırakabilirdi. Mermini sesi ile trafonun patlaması birbirine karışacağını düşündü. Bu derece korunan bir yerde kimsenin dış bir müdahaleden kuşkulanacağını sanmıyordu. Evin durumunu bir kere daha gözden geçirmek için silahı namlusunu pencerelere çevirdi. Camlardan birinin aralık kalmış perdenin arasından gördüğü manzara ile kalbinin hızla çarptığını hissetti. Televizyonda yüzünü gördüğü adamı hemen tanımıştı. Ama ancak suratının yarısını görebiliyordu. Gençliğinde bayağı yakışıklıymış diye düşündü. Bu mesafeden şakağına bir mermi oturtup kısa yoldan işi bitirebilmesi için kafasının en az dörtte üçünü görmesi gerekirdi. Silahın emniyet mandalını açıp kurulu bir zemberek gibi parmağı ile tetiği okşarken bir saniye diye mırıldandı. Yalnızca tek bir saniye için bana poz ver ki cehenneme gidebilmen için pasaportuna resim çekeyim. O arada adamın karısı olduğunu tahmin ettiği bir kadın elindeki tepsi ile ona doğru eğilince görüntü kayboldu. Kocasına kahve pişirmiş olacaktı. Pencerenin açısından yalnız bacaklarını görebildiği üç kişi karşı duvarın dibinde ayakta duruyorlardı. Ya bir toplantı yapılıyordu, ya da onlar adamın özel korumaları olacaktı. Ama boş kahve tepsisi ile geri dönen kadın, elini uzatıp tek bir hamle ile açık kalan perdeyi de örttüğünde bilmeden o anlık kocasının hayatını kurtarmış oldu. P içinden kadına ana avrat küfretti. Tüm güvenliği karıştırmak için iş dönüp dolaşıp elektriğin kesilmesine kalıyordu. Gece karanlığında heyula gibi görünen yüksek gerilim hattını taşıyan direğe doğru döndü. Tek bir mermi kullanmaya hakkı olduğuna göre, bir metre kare civarında olan trafo kutusunun en can alıcı yeri neresidir diye düşündü. Silahın kabzasını omzuna iyice yerleştirip, nefesini yavaşça bırakırken, en iyisi tam merkezi diye karar vererek tetiğe dokundu. Kulağını çınlatan merminin sesine, trafonun şerareler çıkararak patlayan gürültüsü birbirine karıştı. Duvarların içinde her şey aniden zindan karanlığa döndü. Şaşkınlığın yarattığı bir anlık sessizlikten sonra, her kafadan bir ses çıkıp bağrışmalar başladı. Bu mesafeden konuşmaları rahatlıkla duyabiliyordu. " Çabuk buraya bir fener getirin. Birisi merdiven altındaki lüks lambalarını yaksın." Dürbünün yeşil görüntüsünden manzarayı seyreden P mırıldandı. = Bu kadar ihtişamdan sonra bir jeneratör almayı akıl edemedin mi salak herif? Üç beş yerde çakmaklar yakıldı. Derken, elinde elektrik fenerli birkaç kişi sağa sola doğru koşuştu. Sonunda dört tane bütan gazı lambası çıktı ortaya. İkisini bahçeye, ikisini evin kapısına yerleştirdiler. Bir müddet devam eden kargaşaya sonunda gür bir ses son verdi. Sesin geldiği evin kapısına silahını yönelten P dürbünün netlik ayarını yapınca orada lambanın aydınlığında meşhur Ahmet Sarı'yı gördü. Ama sol tarafındaki kendi ile aynı boyda korumasının açısı dolayısıyla, adam hareket ettikçe ya burnunu ya da kır saçlarını seçebiliyordu. P nin istediği olmuş, eşkıyayı en sonunda ininin dışına çıkabilmişti. Şimdi tek bir saniye onun kellesini görebilse iş bitecekti. Acele ile yatağa bir mermi daha sürüp fırsat kollamaya başladı. = Panik yapmayın ve bağırıp çağırmayı kesin diye bağırdı eşkıya başı. Herkes görev yerlerine. Selim, neler oluyor? = Trafo patladı efendim." = Durup dururken mi yani? = Bilemiyorum. Aşırı yükten olabilir. Ama yaşlı kurt bu tür şeyleri normal karşılamayacak kadar tecrübeliydi. = Elektrikten anlayan biri direğe tırmanıp durumu bir kontrol etsin. Zeynel, sen de şu arabaların farlarını yak. Şoförler, arabaların burunlarını kritik yerlere çevirip farlarını yakınca ortalık iyice aydınlandı. Ama P nin o tarafa hiç baktığı yoktu. Nefes bile almadan parmağı tetikte, sabırla kır saçlı eşkıyanın hareket etmesini ve ona tek bir saniyecik pozisyon vermesini bekliyordu. Ama kapı pervazının bir türlü dışına çıkmamakta inat eden adamın başını öne doğru eğdiğini görünce dürbünü o da aşağıya kaydırdı. O kadar mesafeden bile altın olduğu belli sigara tabakasını çıkarıp içinden bir tane almaya çalıştığını görünce namluyu tekrar yukarı çevirip hafifçe nefesini bıraktı. Yarım saattir görüntüyü kapatan koruma patronun sigarasını yakmak için cebinden çıkardığı çakmağı ona doğru uzatınca aradığı fırsatı o zaman bulmuş oldu. Başını öne doğru eğmiş olan kır saçlı adamın profili şimdi tam karşısında idi. Dürbünün üzerindeki haçı herifi tam şakağına oturtup hassas tetiğe dokundu. Güçlü silah geri teptiği an Ahmet Sarı, sanki bir yumruk yemişçesine kapının öteki kanadına doğru savruldu. O çapta bir merminin kafatasını ne hale getireceği bilmek için kahin olmaya gerek yoktu. Bahçede bulunanların evin kapısına doğru koşuşmaları üzerine P, elindeki tüfeği bırakıp ayağa kalktı. Pimlerini çektiği el bombalarının iki tanesini kolunun tüm gücü ile peş peşe attı. Ama mesafe bir hayli uzak olduğu için her ikisi de bahçe duvarlarının dışına düşmüştü. Saldırının evin arka kısmından geldiğini anlayan adamların büyük bir kısmı ön kapıya hücum edince orada daha fazla durmayı gereksiz gören P bayır yukarı koşmaya başladı. Arkasında şiddetli patlamalar ve belirsiz hedeflere tek tek atılan tabanca seslerine otomatiklerin takırtısı karışıyordu. Arabasını bıraktığı yere ulaştığında nefesi tıkanmış ciğerleri alev alev yanıyordu. Son yirmi gündür aksattığı antrenmanların cezasıydı bu. Uzi'yi yandaki koltuğa atıp motoru çalıştırdı. Farları yakmadan dere yatağında altmış yetmiş metre kadar geri geri giderek asfalta çıkarken araba seçiminden dolayı kendini bir kere daha kutladı. Kilyos'a doğru giderse bilmediği yollarda belki de sıkışacak, sonrada tekrar geri dönmeye mecbur kalacaktı. Ama bu kargaşada aşağıdaki evin oradaki adamları atlatabilirse İstanbul trafiği içinde çok rahat izini kaybettirebilirdi. En mühimi, Zühal'e verdiği söz gereği bir an önce geri dönebilirdi. Saatine bakıp ta 02 ye geldiğini görünce, Adnan'ın hazırlıkları bitmiş ise, gün ağarmasını bile beklemeyip hemen hareket edebileceklerini düşündü. Bulutların arkasına saklanmış ay ışığında ancak seçebildiği asfalt yolda farlarını açmadan burnunu kente verip gaza yüklendi. Ama ileride bir hareket görünce bu defa oradakilerin gözlerini kamaştırma amacıyla spotlar ve sis dâhil tüm uzunlarını yaktı. Bu kadar kısa bir zaman geçmesine rağmen adamların çabucak toparlanmalarına şaşırmıştı. Bombalarının nereden atıldığını hesap ederek, buradan geçeceklerini tahmin etmiş olmalıydılar. Gördüğü kadarı ile ev hizasındaki asfaltı bir araba ile keserek arkasına siper almaya çalışıyorlardı. Üstelik daha bir sürü adam evden buraya doğru koşarak geliyorlardı. Daha fazla tereddüt etmenin manası yoktu. Yan koltuktan Uzi'yi sol eline alıp silahı camdan dışarı çıkardı. Namluyu ayna ile kaporta arasındaki yatağa yerleştirdi. Altındaki arabanın bir özelliği de, patinaj ihtimaline karşı sürati ne olursa olsun istendiği an 4 x 4 durumuna geçebilmesiydi. Emniyet kemerini bağlayıp gaz pedalına dibine kadar bastı. Tampona takviye çelik mahmuzlara güvenerek çarpışmaya hazırlandı. Yirmi metre kala takviyeyi devreye soktu. İlk mermi ön camı sol tarafından deldiğinde Uzinin tüm şarjörünü barikatın arkasındakilerin üzerine boşalttı. Adamlar kendilerini çil yavrusu gibi sağa sola atmalarından bir saniye sonra, süratini kesmeden sağ taraftan önündeki arabanın bagaj kısmına bindirdi. Çarpışma tahmininde üzerinde şiddetli olmuştu. Barikatı aşan P, dikiz aynasından arkaya baktı. Kendi ağır ve yüksek arabasının yolun soluna doğru fırlattığı öteki aracın depo kısmından darbe yediği için hemen alev alıp yanmaya başlamıştı. Bu arada kendi arabasında da açılan ateş sonucu yan ve arka camlar isabet alıp darmadağın olmuşlardı. Hala camdan dışarıda elinde tutmakta olan şarjörü boş Uzi'yi atıp, sürat kazanmak için takviyeyi kesip vitesi beşledi. Ve işte o an, iki kürek kemiğinin arasında bir yanma ile irkilince vurulduğunu anladı. O yaranın acısının zaman geçtikçe artacağını bildiğinden boğaz yoluna ulaşıp da süratini normale düşürünce cep telefonunu çıkarıp Adnan'ın villasını aradı. = Merhaba Adnan, ben P. İşim bitti doğru oraya geliyorum. Senin hazırlıkların tamam ise sabahı beklemeden hemen yola çıksak iyi olur. Kendinizi tehlikeye atmak istemiyorsan siz gelmeyin, biz yalnız gideriz.. Karşı ki tarafta bir sessizlik olunca, = Tekneyi düşünüyorsan onu kullanabileceğimi de biliyorsun. Onu güvenli bir yere yanaştırıp seni haberdar ederim, merak etme. Konuştukça acının boyutları da artmaya başlamıştı. Dişlerini sıktı. = Saçmalama be. Ege adalarından bahsediyorsun. Gece karanlığında önce bu boğazı sonra Marmara'yı sonra Çanakkale boğazını aşabilmeyi sen çocuk oyuncağımı zannediyorsun yani. Teknenin yakıtı falan hazır. Kumanya bile koydum. Ama ben ille de yalnız gideceğim dersen sen bilirsin. = Ben seni ateşe atmak istemiyordum derken P zorlanmaya başladı. Her neyse bunları gelince konuşuruz diyerek telefonu kapattı. İlk defa bir mermi yemediği için olayı küçümsemişti ama bu defa ki göğsündeydi. Yara soğudukça acının şiddeti artmaya başlamıştı. Aşırı terleme, üşüme ve nefes alma zorluğu bunun diğerlerine pek benzemediğini gösteriyordu. Böyle giderse, gittikçe güçten de düşeceği için bırak tekne ile bir taraflara gitmeyi, eve nasıl ulaşacağını düşünmeye başladı. Acı dozunun artmasına meydan vermemek için mümkün mertebe az hareket etmeye karar verdi. Kestirmelerden çevre yoluna çıktı. Gecenin bu ilerlemiş saatinde ortalığın tenha oluşuna dua etti. Yoksa savaştan çıkmış gibi kurşun delikleriyle dolu arabası bayağı dikkat çekerdi. Bakalım gişelerin orada ne halt edeceğim diye düşündü. Polis ve ya çetenin adamları durdurmaya kalkarsa tam gaz geçmeye karar verdi. Ama korktuğu başına gelmedi. Gişelere yaklaştığında ortalıkta kimseler yoktu. Para vermek için elini cebine attığında acı öylesine yükseldi ki, bağırmamak için kendini zor tuttu. Kulübesinde hayretle kendisini süzen adama bakan gözleri gittikçe kayarken bayılmamak için insanüstü bir gayret gösteriyordu. Vitesi üçte bırakıp, kendi kendine telkinde bulundu. "Az kaldı” diye mırıldandı. “Şimdi bayılmanın zamanı değil. Yaşadığın bunca badireden sonra seni boktan bir merminin durdurmasına sakın izin verme. " Boğazın Anadolu yakasında ilerlerken kafası artık düşmeye başlamıştı. Bir ara az daha yoldan çıkıyordu. Yanından süratle onu geçen bir başka araç sarhoş olduğunu sanmış olmalı ki korna çalıp bağırdı. Sağ tarafı hafif hafif uyuşmaya başlamıştı. Göğsüne bir gıcık geldi. Öksürmeye kalktığında az daha kendini kaybediyordu. Zorlayarak gözlerini açık tutmaya çalıştı. Sık kendini, birkaç mil kaldı diye düşündü. Artık kafasını dik tutmaya zorlandığı an kısık göz kapaklarının arasından açık bırakılmış bahçe kapısını zorlukla seçip içeri girdi. Ortadaki daire halindeki çiçek tarhının üzerinden geçip, o sarsıntıyla kendini kaybetmeden önce yaklaşan evin duvarını gördü. Ama frene basacak gücü kalmamıştı. Duvara toslayan arabanın şiddetinden zaten delik deşik olan ön cam dökülürken kayışı olmasa o da dışarı fırlayacaktı. Direksiyonun üzerine kapandığında motor kendiliğinden stop etmiş, arabanın kornası devamlı olarak çalmaya başlamıştı. Gürültüye çıkan ev hizmetlilerinden biri, manzarayı görünce feryat figan tekrar içeri daldı. Az sonra kapıda Adnan kapıda belirdi. = Aman Allah'ım diyerek sapsarı bir yüzle arabanın kapısını açmaya çalıştı ama darbenin etkisi ile ezilen sağ çamurluk buna imkân vermiyordu. Diğer kapıya koşup P yi dışarı çıkarmaya çalışırken, o arada Melahat ve diğerleri de yetişmiş kendisine yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Zühal ise kapı kenarında gözlerini arabaya dikip ellerini göğsüne kavuşturmuş ağır ağır sallanıyordu. Trans halindeydi sanki. Diğerleri P yi sıkıştığı yerden kurtarmaya çalışırlarken o sırtını duvara dayayarak olduğu yere çöktü. = İçime doğmuştu. Biliyordum diye mırıldandı. İki saattir süren sıkıntımdan bunun böyle olacağını tahmin etmiştim. Emniyet kemerini söküp P yi dışarı alabildiklerinde, onun tüm kanı çekilmiş gibi yüzü sararmıştı. Adnan onun çok hafif inip kalkan göğsüne baktı. = Yaşıyor. Hasan, çabuk koş caddenin karşısındaki Doktor Yaşar beye haber ver diye bağırdı. Hemen buraya gelsin. Hizmetlilerden biri yerinden fırlarken, Adnan koltuk altlarından Melahat'la bir hizmetçi ayaklarından tutarak kendinden geçmiş durumdaki P yi eve soktular. Adnan onun darbenin şiddeti ile bayıldığını sanmıştı. Ama dostunu divana yatırıp da doğrulduğunda ellerinin kan içinde kaldığını gördü. Şaşkınlıkla etrafına bakınırken peşlerinden içeri girmiş olan Zühal’le göz göze geldi. Kız sarsak adımlarla gidip P nin başucunda dizleri üzerine çöktü. Ağlamadığı halde gözlerinden iplik gibi akan gözyaşlarını elini tersi ile kurulayıp sevdiği erkeğin kocaman sağ elini avuçları içine aldı. Onun rengi soluk ama bu durumda bile yakışıklı yüzüne uzun uzun baktı. = İçime doğmuştu Naci. Yaptığın hazırlıklardan sonra bu işin sonunun böyle biteceğini tahmin etmiş, inşallah yanılırım diye dua etmiştim. Hani beraberce bizi kimsenin tanımadığı yerlere gidecektik derken artık dayanma gücünün sonuna geldiğinde ilk hıçkırık gırtlağından bir patlama gibi geldi. Melahat onun yanına gidip kızın saçlarını okşadı. = Hemen karamsar olup kendini üzme canım. Doktor birazdan gelecek. Yarası belki o kadar mühim değildir. Kız başını iki yana salladı. Gözyaşları arasında kelimeler ağzından zorlukla çıkıyordu. = Hayır. O ufak tefek şeylerden bu hale düşmezdi. Bu hikâyenin burada biteceğini, onu kaybedeceğimi çok iyi biliyorum. O bu sona o kendini çoktandır hazırlamıştı. O sırada Adnan ile birlikte içeri giren doktor doğruca divanın başına gidince Zühal ayağa kalkıp kenara çekildi. = Adnan Bey. Yarası sırtında demiştiniz değil mi diyerek P nin göz kapaklarını açıp baktı. = Öyle tahmin ediyorum Yaşar bey. Çünkü taşırken ellerim kan içinde kaldı. Doktor P nin tansiyonunu ölçtü. Stetoskopla göğsünü dinleyip sağ omzundan tutarak hafifçe kaldırıp sırtına göz attı. Diğerleri merakla onları izliyordu. Divanın bir kovadan dökülmüş gibi kan içinde olduğunu görünce ayağa kalktı. = Burada yapılacak pek bir şey yok. Hemen bir ambulans çağırılıp hastaneye nakledilmesi gerek. Ama gördüğüm kadarı ile oraya kadar dayanabileceğini sanmıyorum. Vaziyet umutsuz görünüyor. Kendisine acısını azaltacak bir iğne yapmaktan başka elimden bir şey gelmez. Ayrıca, bir kurşun yarası olduğu için durumu yetkililere de bildirmem lazım, üzgünüm. Bunu duyan Zühal sarsak adımlarla gittiği bir koltuğa yığılır gibi çöküp boğulurcasına ağlamaya başladı. Adam P nin kalçasına pantolonunun üzerinden bir iğne yaptıktan sonra salonu terk edince Adnan telefona giderek acilen bir ambulans istedi. Sonra içerdekilerin hepsi put gibi oldukları yerde önlerine bakarak hareketsiz kaldılar. Sessizliği Zühal'in hıçkırıkları bozuyordu. Bu durumda bir iki dakika geçti. P nin inlemesi salondaki rakkaslı saatle aynı ritimde gibiydi. O arada hırıltılı bir sesin = Zühal diye seslendiğini duydular. Herkesin başı aynı noktaya döndü. Kız önce inanamazmış gibi gözlerini açıp sevdiği erkeğe baktı. Sonra bir hamlede onun başucuna koşup yığılır gibi çöktü. = Buradayım bir tanem derken dudaklarını ısırıp ağlamasını engellemeye çalışıyordu. Adamın yüz hatları kasık, iğneye rağmen çektiği acı her halinden belli idi. Aralık göz kapaklarının altından bir müddet kıza baktı. = Sen iyisin değil mi hayatım diye fısıldadı. = Beni bırak şimdi. Senin çok ıstırabın var mı? Bir bardak su vereyim mi? Veya başka bir şey ister misin? Sevdiği, taptığı kadını görmek tüm acılarına son vermiş gibi adamım yüz hatları gevşedi. Başını iki yana salladı. = Hayır aşkım. Yanımda olmandan başka istediğim bir şey yok. Artık korkmana gerek kalmadı. O itin kardeşi de geberdi. = Konuşup kendini yorma canım. Şimdi ambulans gelip seni hastaneye götürecek. = Faydası yok Zühal. Bu iş burada biter. Demin başucumda söylediklerini duydum. Bizim hikâyemizin gerçekten sonu geldi. Mutlu değil ama mantıklı bir son bu. Aslında senin gibi bir çiçek ile benim gibi bir PİÇ'in beraberlikleri saçmalığın ta kendisiydi. Unutma, bankadaki hesap ile evde kasadaki paraların hepsi senin. Bundan sonra kimseye muhtaç olmadan yaşayabilirsin deyince kız artık tutamadığı gözyaşlarını salıverdi. = Benim içim yanıyor sen nelerden bahsediyorsun. Sen olmadıktan sonra her şeyin Allah belasını versin. Seni karşıma çıkaran kadere binlerce kere lanet ediyorum Naci. Bu arada Adnan ve Melahat onları yalnız bırakmak için usulca dışarı çıkmışlardı. Erkek elini zorlukla kaldırıp sus der gibi onun kan kırmızı dudağına dokundu. Gücünün gittikçe tükenmekte olduğu gözlerinin sönen ferinden belli oluyordu. Sesi de zor duyulacak kadar azalmıştı. = Sakın onları kanlı para olarak görme sevgilim. Gördüğün gibi hepsinin diyetini ödemiş oluyorum. Dediğim gibi artık kimseye muhtaç olmadan ne istersen yapabilirsin. Acı o an yükselmiş olmalı ki bir an çeneleri kasıldı. Nefes almakta güçlük çeker gibiydi. Sonra yavaş yavaş gevşedi. = Seni karşıma çıkaran kadere şükrediyorum hayatım. İnan ki, bu sefil hayatımdaki en güzel şeydin sen. Ses o kadar zayıflamıştı ki, kız duyabilmek için yüzünü onunkine yaklaştırdı. = O sayılı günler koca bir ömre bedel oldukları için ben çok şanslı bir erkeğim derken nefes alışları hırıltılı bir hale dönüşmüştü. İnşallah aradığın mutluluğu sonunda bulursun canım. Beni unutma olur mu? Kız onun son sözlerini duyabilmek için kulağını ağzına yaklaştırdı. P, sönmekte olan bir balon gibiydi. Gözlerindeki feri gittikçe solan erkeğin iki yanağından tutup dudaklarını onun etli dudaklarına bastırdı. Gözlerinden akan yaşlar, o yağız ama, şimdi rengi kaçmış yüzde izler bırakarak boynuna doğru akıyordu. Zühal ellerinin arasındaki yüzün son bir defa titrediğini ve dudaklarının arasından boşalan küçük bir hava ile son yaşam kırıntısının da yok olduğunu hissetti. Kendini geri çekip, sevdiği erkeğin muntazam hatlarına ve kendisine dikilmiş gözlerine baktı. Hala öylesine yakışıklıydı ki. Kısa fakat dolu dolu yaşadığı anlar bir sinema şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Parmaklarını ucu ile göz kapaklarını kapatıp onları teker teker öptü. Son günlerde onun ölümle dans ettiğini biliyordu ama o güçlü adamın ölümsüz olduğuna kendini inandırmak istemişti. Dizlerinin üstünde secdeye varmışçasına öyle ne kadar kaldı bilemiyordu. Caddeden gittikçe yaklaşan siren sesini duyduğunda, yavaşça ayağa kalktı. Mıncıklanmaktan paçavraya dönmüş mendili ile gözyaşlarını silip ellerini önünde birleştirdi. = Kendi halimde tek düze yaşayıp gidiyordum ta ki sen karşıma çıkıncaya kadar. Hayatıma girişinle tüm değerlerimle birlikte her şey alt üst oldu. Biliyorum ki benim için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tüm bunlardan sonra da sanki unutulacak biriymişsin gibi söylediğin lafa bak. Bir gününü bir yıl gibi yaşadığın çileli yaşamından sonra sen sonunda aradığın huzura kavuşabilecek misin bilemiyorum. Ama sensiz bir mutluluk benim için artık hiç de kolay değil. Herkesi seninle mukayese edip sükûtu hayale uğrayacağımı çok iyi biliyorum. Peki, ama söyler misin? Tek başıma kaldığım şu koca evrende şimdi ben ne halt edeceğim Naci. Verdiğin onca söze ne oldu. Hani hayatımın sonuna kadar beni koruyup sevecektin. Şimdi ise, diyerek kupkuru gırtlağı ile zorlukla yutkundu. = Lanet olsun sana diye hıçkırdı. Beni tam bir P İ Ç gibi bırakıp gittin bu dünyadan ***
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Çetin İmer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |