..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Kendinden daha uyanýk insanlarý iþe aldýðýn zaman, senin onlardan daha uyanýk olduðunu kanýtlamýþ oluyorsun. -R. H. Grant
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Deneme > Doða ve Dünya > Þevket Baþýbüyük




23 Ocak 2009
Tarihe Yoculuk  
Þevket Baþýbüyük
“Seyahat ediniz sýhhat bulunuz”… Peygamber Efendimiz(sav)’in bu tavsiyesinin günümüzde daha çok ihtiyaç duyulmaktadýr. Zira, þehirlerin yaþam þartlarý teknolojik geliþmeler ve modernizmin getirdikleri insanýmýzý stres denilen çaðýn hastalýðý ile tehdit etmektedir. Bu hastalýktan kurtulmanýn en önemli ilacý da seyahat olmalýdýr, diye düþünüyorum Nemrut’a gitmeyi dað yolu üzerinde tercih ettik...


:DFHE:

TARÝHE YOCULUK /GEZÝ NOTLARIM

BEYDAÐI’NDAN COMMEGANE’YE

ÞEVKET BAÞIBÜYÜK


“Yeryüzünde gezin, dolaþýn da yalancýlarýn sonunun nasýl olduðunu bir görün.” (Kuraný Kerim)

Tarihin, toplumun, insanýn, evrenin anlamýný kavramanýz için yeryüzünü gezin, dolaþýn, bir bakýn öncekilerin akýbeti nasýl olmuþ. ...

“Seyahat ediniz sýhhat bulunuz”

“Seyahat ediniz sýhhat bulunuz”… Peygamber Efendimiz(sav)’in bu tavsiyesinin günümüzde daha çok ihtiyaç duyulmaktadýr. Zira, þehirlerin yaþam þartlarý teknolojik geliþmeler ve modernizmin getirdikleri insanýmýzý stres denilen çaðýn hastalýðý ile tehdit etmektedir. Bu hastalýktan kurtulmanýn en önemli ilacý da seyahat olmalýdýr, diye düþünüyorum
Kimbilir, seyahat rehberimiz. Av. Abdulkadir Artan, da bunlarý düþünmüþ olacak ki; Nemrut’a gitmeyi dað yolu üzerinde tercih etti.
Sabah erken saatlerinde, iki minibüsle Malatya’dan start alan seyahatimiz iki gün sürecek…

Henüz Ýnönü Üniversitesindeyiz ki, benim bulunduðum minibüste tarih dersi baþlýyor. Heyet baþkanýmýz, bilge tarihçi Abdulkadir Artan, Ýnönü Üniversitesinin bu günkü bulunduðu yerin tâ Osmanlý döneminden beri medrese için ayrýlmýþ bir mekan olduðunu söyleyerek konu hakkýnda kýsaca bilgi veriyor…

Araçlarýmýz Beydaðý’na týrmanýrken, “naldöken” in artýk nal dökmediðini, hatta teker bile patlatmadýðýný, yollarýn bir hayli iyileþtirilip geniþletildiðini görüyoruz.

Ege’dan baþlayarak tâ Iran sýnýrlarýna kadar özgürce uzanan Toros Daðlarý’nýn bir parçasý olan Beydaðý üzerinden Adýyaman Kâhta’ya geçmek istiyoruz…

BALLIK DERE

Benim bulunduðum birinci minibüste, seyahat organizasyonu yapan heyet baþkaný Av. Abdulkadir Artan var. Ýyi ki, ayný minibüse denk gelmiþiz; kültür turizmden bir demet iki günlük bu seyahatte, bilge tarihçi Avukat Abdulkadir Artan’dan çok farký bilgiler aldým.

Mesela, burnumuzun dibinde olan “Ballýk Dere”yi bu güne kadar, “Balýk Dere” olarak biliyordum. Beydað’ýna týrmanýrken, üniversiteye bakan bu köyde hiç balýk olmadýðý halde nasýl olur da, “Balýk Dere” ismini veririler diyerek hep merak ederdim.

Meseleyi, Sayýn Artan’dan dinledikten sonra anladým ki, “Balýk Dere” deðil “Ballýk Dere” imiþ bunun asýl ismi. Yani bu köyde balýk deðil bal yetiþtirilmiþ…

BEYPINARI

Merkez Uluköy Köyü Ahudere Mezrasý yolu üzerinde; Beydaðý’ný aþtýktan sonra, sað kol üzeri, 20-30 metre ilerde, köyün giriþinde bulunan bir pýnarýn ismi.

Kar suyunun Beydaðý’dan damýtýlmasý sonu çýkan bir su, soðuk bir pýnar. Malatya'ya 58 km uzaklýkta, deniz seviyesinden yüksekliði 1290 metre ...

Heyetimizin ilk molasý Beypýnar’da oluyor, ilk dað suyumuzu Beypýnar’ýndan içiyoruz..

AVISIPÝ/AKSU

“Avýsýpi”, Kürtçe bir kelime olup Türkçe manasý “Aksu” demektir. Aksu, Adýyaman Sincik sýnýrlarýnda bulunup, Türkdaðý ve Çayisýpi/Akdað eteklerinden çýkan bir su… Boz taþlarýn oluðundan dýþarý çýkan bu su, karpuz çatlatacak soðukluktadýr.

Kahvaltý molamýzý Avýsipi’de veriyoruz.

Kimi savcý, kimi avukat, kimi öðretmen, kaptanlarýmýzla beraber toplam 20 kiþilik bir heyet.. Ýçlerinde bir tek vasýfsýz benim, diyeceðim ama “Gazeteci-Yazar” sýfatýmý imdada çaðýrarak durumu kotarýyorum.

Avýsipi’de, böyle bir heyetle kahvaltý yapmak gerçekten doyumsuz bir haz veriyor insana.

Eski savcýlardan ve Malatya’nýn tanýnmýþ siyaset adamý Av. Necati Karabay, beraberinde getirmeyi ihmal etmediði çay termosuyla; Avýsipi’de, çay içmenin keyfini yaþýyoruz.

Kahvaltýdan hemen sonra, bilge tarihçi Avukat Abdulkadir Artan, yanýnda getirdiði dosyadan çýkarttýðý dokümanlarla bulunduðumuz ve gideceðimiz yol güzergâhý üzerinde bulunan yöre hakkýnda bilgi veriyor. Arþiv amaçlý, beraberinde getirilen, fotoðraf makine ve kameralarýnýn çalýþtýrýlmasýyla, ortalýk bir andan, Kültür ve Turizm Bakanýn konuþmasýný kayýt alan basýn mensuplarýnýn görüntüsünü çaðrýþtýrýyor. Av. Necati Karabay’ýn manzara karþýsýnda, beklenilmedik bir hareketle ayaða kalkýp, el- kol hareketleriyle saðýr ve dilsizler için, önemli toplantýlardaki konuþmayý aktaran muhabir taklidini yapmasýyla, koru þeklinde bir kahkaha parlatýlýveriyor.

Espriler, gülmeler sýnýr tanýmýyor burada. Burasý, Adliye Sarayý deðil Avýsipi’dir. Avýsipi’de, ilk kez bu kadar hukukçu bir arada ve özgürce gülebiliyoruz…

KANNÝYE PÝNCU

Yukarýdaki baþlýðý kullanmak mecburiyetinden kaldýðým için, önce deðerli dostum Dr. Ali Yalçýn’dan sonra da siz okuyucularýmdan özür dilerim.

“Kanniye Pincu” Kürtçe bir terim olup, komþum, Hacý Abuzer Yalçýn’a (Dr. Ali Yalçýn’ýn babasý) verilen bir lakaptýr ve argo olduðu için açýlýmýný yapmayacaðým. Kendi cümlelerimle ifade edecek olursam, Hacý Abuzer Amca’nýn Pýnarýnda, ikinci molamýzý veriyoruz.

Hacý Abuzer Amca’nýn Pýnarý, o yol üzerinde bulunan tek pýnar olduðu gibi o yolda giden herkes mutlaka orada bir mola vererek o pýnarýn suyundan içmiþtir. Bu arada, parantez içinde ifade ederek, deðerli dostum Dr. Ali Yalçýn’dan, pýnarýn etrafýný yeniden düzenlemesini istirham ediyoruz. Gerçi, Sayýn Yalçýn, pýnara plastik borular taktýrarak, bir de havuz yaptýrmak þartýyla bir emek vermiþtir ama biz buradan, daha düzenli bir þeyler yapmasýný talep ediyoruz.

YOL ÇALIÞMALARI

Yol kývrýla kývrýla gidiyor. Dað üzerinde yolculuk yapmak gerçekten meþakkatli oluyor ama minibüste kah fýkra anlatarak kah tarih dersi dinleyerek yolculuk yapmak yormuyordu insaný. Oysa bir hafta önce ayný güzergâh üzeri yolculuk yaptýðýmda için dýþýma gelmiþ yorgunluktan iki gün kendime gelememiþtim.

Bir hafta önce ayný yolda geçtiðimde de bu iþ makineleri çalýþýyordu. Yol çalýþmasý hâlâ devam ediyordu. Yollarýn gitmediði yerlere, insan da gidemiyor, medeniyet de. Yeni açýlan bu yollar, týpký bir insanýn kalp damarlarýndaki týkanan damalarýn açýlmasý gibi hayat veriyordu bu ýsýsýz daðlara. Yol boyu zaman zaman karþýlaþtýðýmýz evlere hayretle bakýyorlardý, dað hayatýný görmemiþ arkadaþlar.

Bu daðlarý terk etmeyerek, tüm zorluklara raðmen buralarda ev yapan insanlarýn devlet tarafýndan ödüllendirilmesi gerektiðini söylüyordu, yol arkadaþlarýmýzdan birisi…

SÝNCÝK
Sincik, Adýyaman ilinin bir ilçesidir.
Ýlçenin nüfusu 2000 genel nüfus sayýmýna göre 21828'dir. Bunun 5274'si ilçe merkezinde, 16554'i ise kasaba ve köylerde yaþamaktadýrlar.
Benim doðduðum köy þimdi Sincik’e baðlýdýr ama nüfuz cüzdanýmda hâlâ Kâhta yazýyor.

Sincik’te üçüncü molamýzý veriyoruz. Seyahat rehberimiz Abdulkadir Artan, Sincik hakkýnda bil verirken, ismini, iðde aðacýnýn bir küçüðü olan ve bir dað çalýsý olarak bilen “sýncýk/sincýk” ten aldýðýný söylüyor. Tarihçimiz Abdulkadir Artan konuþmasýna devam ededursun, benim kafam, çocukken isminden çokça bahsedilen “sýncýk” dediðimiz o basit aðaca kilitleniyor. Etrafýma bakýyorum, ismiyle müsemma bir yer, diyorum kendi kendime. Sonra içimde öfke karýþýk kopan gizli bir çýðlýkla; “Sincik!” diyorum… Memleketim benim, karýn doyurmayan memleketim!... Ben bir serçe bile olsam yine gölgende gölgelenmem. Zira sen öyle bir çalýsýn ki, bir serçeye bile gölge yapamayacak kadar basit bir aðaçsýn. Aðaç bile deðilsin; çalýsýn, dikensin, hiçsin, sen bir hiçsin biliyor musun Sinciiiiiiiik?!...


ESKÝ KÂHTA KELESÝ’NDEN NEMRUT’A

“Yeryüzünde gezin, dolaþýn da yalancýlarýn sonunun nasýl olduðunu bir görün.” mealindeki ayetleri daha iyi anlayabilmek için, uzman bir tarihçinin nezaretinden, hayatý boyunca insanlara zulmederek, zulüm üzerine tahtlar kurarak sefalar süren krallarýn mekânlarýný Commagene’yi /Kommagene’yi ziyaret etmek gerekiyormuþ..

Biz de aynýsýný yaptýk; uzman bir tarihçi olmasý ötesinde, bilge tarihçi Av. Abdulkadir Artan refakatinde geziyoruz…

Seyahat rehberimiz Sayýn Artan, yol boyu geçtiðimiz muhit hakkýnda bilgi verirken, çok sýk kullandýðý bir kelime kafama takýldý.. “Commagene” diyordu sýk sýk. Sonunda dayanamayarak; “Hocam,‘Commagene’ nedir?” diye soruyorum.

Abdulkadir Hoca her soruya hazýr cevaplýdýr,; otomatik tüfek gibi seriye geçerek anlatmaya baþladý: “Yunanca “Genler Topluluðu” anlamýna gelen Kommagene, ismiyle baðdaþýrcasýna, Grek ve Pers Uygarlýklarýnýn inanç, kültür ve geleneklerinin bütünleþtiði güçlü bir krallýktýr.”



ESKÝ KÂHTA KALESÝ

Sincik’ten sonra ilk göze çarpan tarihi mekân “Cendere Köprüsü” oluyor. “Cendere Köprüsünü dönüþte ziyaret etmek üzere teðet geçerek Eski Kâhta Kalesine gidiyoruz. Seyahat rehberimiz Av. Abdulkadir Artan, eliyle iþaret ederek bilgi veriyor: “Deðerli arkadaþlar, þu karþýda gördüðünüz yerler Eski Kâhta’nýn bulunduðu yerlerdir. Yani, þimdiki Kâhta’nýn 20 km. kuzeyinde, Arsemia’nýn hemen karþýsýnda Hisar Köyü/Eski Kâhta bulunuyordu…”

Derken, kalenin önünde buluveriyoruz kendimizi. Bizden baþka gelenler de var. Kalenin önü, otopark gibi araba dolu..

Türkçe ve Ýngilizce olmak üzere iki dilde kalenin özgeçmiþini yazan bir levha var giriþte. Her geçen önce o levhadaki yazýyý okuyor…

Týrmanýyoruz hep beraber kaleye doðru. Seyahat rehberimiz; “Kalenin kesin yapým tarihi bilinmemekle birlikte M. Ö 2 yy da Hititlerden kaldýðý. Rivayet edilmektedir.” diyor.

Kalenin üzerine çýktýðýmýzda hava esmeye baþlýyor veya burasý hep böyle esiyor… Ýleride, en uç noktalardan bir yerde “zindan” olduðu söyleniliyor. Ancak gidemiyoruz oraya. Rüzgâr öylesine esiyor ki, -Allah muhafaza- en ufak bir dikkatsizlik yüzünden veya rüzgârýn biraz daha kuvvetli vurmasýyla uçurumdan yuvarlanýp düþme ihtimali ve olasýlýðý çok yüksek. Dolayýsýyla karþýdan bakabiliyoruz Nemrutlarýn zindanýna

Kaleyi gezdikten sonra bilge tarihçimiz ve seyahat rehberimiz Artan, konu hakkýnda bizleri bilgilendirmek için arkadaþlarý etrafýna toplatýp saf aldýrýyor. Rehberimiz, ayný zamanda öðretmen olduðu için, beraberinde getirdiði dosyadaki notlarýna bakarak Eski Kâhta Kalesi. Kýsaca anlatýyor: “Deðerli arkadaþlar, ziyaret ettiðim kale, Kahta Çayýna hâkim kayalýk bir tepe üzerinde bulunmaktadýr. Hititlerden kalma bir kale olup, MÖ.IX.yüzyýlda yapýlmýþtýr. Eski Hitit metinlerinde bu kalenin ismi geçmektedir. Yavuz Sultan Selim zamanýnda 1516’da ele geçirilmiþ, Sultan I.Mahmut tarafýndan da onarýlmýþtýr. Bugünkü kale meydanýnda bu kaleden arta kalan bir cami kalýntýsý, hamam, iki su sarnýcý, kral sarayý ve diðer bina kalýntýlarý bulunmaktadýr. Kaleden Kahta Çayýna inen 400 m.uzunluðunda kayalar oyularak yapýlmýþ merdivenli bir yol vardýr. Bu yolun yapýlýþ amacý kalenin kuþatýldýðý sýrada su gereksiniminin bu yolla saðlanmasýdýr.”


NEMRUT DAÐI VE TÜMÜLÜS

Eski Kâhta Kalesinden ayrýlarak Nemrut Daðýna doðru yol almaya baþlýyoruz. Beydaðý üzerinde devam eden yolculuðumuz bir hayli yorgun býrakmýþtýr bizi. Peþ peþe birbirini takip ederek yol alan araçlarýmýzýn tekerleði hýzla Nemrut Daðý’na doðru istikamet almýþ götürüyor bizi..

Hava yine bozuyor. Hafifte yaðmur var. Yol kenarýnda bulunan bir dinlenme tesisinde kýsa bir mola veriyoruz. Tesisin sahibi, “Þimdi çýkamazsýnýz daða. Daðda yaðmur/fýrtýna var.” diyor. Yalnýz olsaydým hemen inanýr bekler otururdum orada. Ama rehberimiz, karþý tarafýn samimi olmadýðýný, burada bizleri bekleterek bir þeyler sattýrmak maksadýyla böyle konuþtuðunu anlamýþ olacak ki, “yolcu yolundan gerek kardeþim” diyerek yolumuza devam ediyoruz.

“‘Buraya/Nemrut’a hiç gelmeyen ahmaktýr, iki kez gelen ahmak oðlu akmaktýr’ demiþler.” diyor rehberimiz. Yanýmdaki koltuk arkadaþýma/Fuat Karakuþ’a; “Senin ilk geliþin mi?” diyorum. Parmaðýyla “sus” iþareti yaparak, “kimseler duymasýn ama benim ikinci geliþim” diyor. “Maalesef, bu benim de ikinci geliþim.” diyorum. Gülüyoruz… Abdulkadir Hoca’ya dönerek; “Hocam, bizim ikinci geliþimiz ancak biz ilk geliþimizde Malatya üzerinden gelen yolda gelmiþtik, Adýyaman üzeri ilk kez geliyoruz, muaf olabilir miyiz o söylediðin þeyden?” Abdulkadir Hoca; tabii ki, tabii ki..” diyor. Yine hep beraber gülüþüyoruz…

Nemrut Daðý’na týrmanýrken bir arkadaþ arýyor beni. Koca yollarý aþtýk ilk kez telefonum çalýyor. Anlaþýlan medeniyetin beþiðine gelmiþiz… (Medeniyetin deðil ama gerçekten tarihin beþiðidir Adýyaman.) Yol boyunca onca dere tepe aþtýk hiç telefonum çalmadý, meðer çekmiyormuþ oralarda. Aslýnda, bu telefonlar da çok yoruyor insaný biliyor musunuz? Cep telefonunun yaygýn olmadý dönemlerde ne kadar rahattýk…

Hava bir açýp bir kapanýyor. Ama o adamýn söylediði kadar fýrtýna falan da yok. Bilakis daða týrmandýkça hava açýlýyordu. Lakin þiddeti bir baþ aðrýsý tutmuþtu beni. Sanýrým yol yorgunlu olacak. Abdulkadir Hoca’nýn az önce söylediði söz ne kadar yerinde söylenilmiþ bir sözmüþ. Ýnsan bir kez gelebilir, herkes geliyor, hatta tüm dünya geliyor ama üst üste buralara gelmenin bir anlamý yok ki? Ne faydasý olacak ki Nemrut’un. Faydasý olsaydý, kendisine olurdu, bunca saltanattan sonra, onca zulümden sonra ölmedi mi? Öldü ama yine kurtulamadýk bu zalimin zulmünden. Her gün binlerce insaný bu daðlara týrmandýran o deðil mi? Hayýr görmesin inþallah. Saðlýðýnda insanlara kan kusturduðu yetmemiþ gibi öldükten sonra da insanlar çekiyor be..

Ýlk geldiðimizde, Yerel Gündem 21’in organizasyonu ile dört yarým otobüsle gelmiþtik Malatya yolu üzerinde. Yolda, þoförlerimizden biri kalp krizi geçirerek vefat etmiþti. O günleri buruk bir dalgýnlýkla canlandýrdým hafýzamda. Hava bu günden çok sýcaktý. Önce Pütürge’ye uðramýþ orada bir etkinlik yapmýþtýk. Malatya Yerel Gündem 21 Kültür Sanat ve Tarih Grubu üyeleriyle beraberdik. Komisyonumuzun baþkaný yine Av. Abdulkadir Artan beyefendiydi ama o gün kendisi gelememiþti. Pütürge’de, þairlerimizin okuduðu þiirlerle, Yakup Fýrat’ýn kendine has sesi ve besteleriyle inanýlmaz zevkli anlar yaþamýþtýk.

Telefondaki ses; “Hani bir daha gitmeyecektin daða? Senin için o dað, bir anlam ifade etmiyordu hani?..” ne diyebilirdim ki… Mukadderat mý demem gerekiyordu acaba?!..

NOT: Deðerli okurlarým yazý dizimizin en önemli ve çarpýcý bölümleri, asýl bundan sonra devam edecektir.. Konuyla ilgili görüþ ve önerilerinizi, sbasibuyuk@hotmail.com adresine gönderiniz lütfen!.. Gönderilen eleþtiriler, okuyucularýyla paylaþtýrýlacaktýr.

ÝÞTE NEMRUT DAÐINDAYIZ

NEMRUT DAÐI VE TÜMÜLÜS

Nemrut’a, Malatya Pütürge üzeri gidildiðinde en üste tepeye kadar çýkýlabiliyor araçlar ama yollarý çok bakýmsýz ve sahipsiz… Adýyaman tarafýndan gelen yol, kilit taþý/parke taþý ile döþeli olup tarihi bir görünüm arz ediyor ancak o güzergâh üzeri gelen araçlar tümülüse biraz uzaktan kalýyor.

Araçlarýmýzý park ettikten sonra, iri taþlarla geliþigüzel döþenmiþ yoldan çýkýyoruz daða. Taþlarýn bu þekil dizilmiþ olmasý bile bir doðallýk kazandýrmýþ buraya.

Hava yine bozdu, hafifte yaðmur çiseliyor. Kimi kep, kimi þapka kimi panço þeklinde yaðmurluk takarak, esen rüzgârdan, yaðan yaðmurdan kendini korumaya çalýþýyor…

Ben de yanýmda getirdiðim kepimi taktým. Esen rüzgârý adeta içime çekiyorum. Hafif yaðmurla birlikte esen rüzgâr, tatlý tatlý busecikler konduruyor yanaklarýma. Rüzgâr estikçe içim açýlýyor. Az önce aðrýyan baþýmýn aðrýsý bile geçiyor, hasýlý rahatlýyorum..

Tarihçimiz Av. Abdulkadir Artan, bilgi veriyor Nemrut Daðý ve Tümülüs hakkýnda:

“Deðerli arkadaþlar, Nemrut Daðý ve Kommagene Kralý Antiochos'a ait Tümülüs ve kutsal alanlar… Þu gördüðünüz þey; Antiochos'un tümülüsü ve heykelleri… Gördüðünüz gibi; Tümülüs, 2150 metre yüksekliðindir. Yine gördüðünüz gibi, bu tepe, bu muhitin en hâkim yerde yer alýyor. Ýþte þu gördüðünüz þu konik þeklindeki þey de, kýrma taþlardan oluþturulmuþ, kralýn kemiklerinin ya da küllerinin anakayaya oyulmuþ odaya konulduðu ve 50 metre yüksekliðinde ve 150 metre çapýndaki tümülüs ile örtüldüðü yerdir…”

Daðýn, doðu terasýndayýz þimdi. Bir, batý terasý, bir de doðu terasý vardýr buranýn. Her iki terasta da aslan ve kartal heykelleri arasýnda yüksekliði 7 metreye ulaþan oturur vaziyette dev heykeller var. Tarihçimizin söylediðine göre, bunlar yazýtlarý ve kabartmalarý olan ortostad (dik olarak konulan büyük taþ bloklar)'la çevrilmiþtir. Eski Kahta Köyü yakýnýnda Kommagene'nýn baþþehri Arsameia yer alýr. Burada, Mithridates'in kutsal alaný bulunmaktaymýþ..

Bizim gibi bir sürü ziyaretçi gelmiþ. Çoðu dýþardan gelen insanlar. Dünyanýn dört bir tarafýndan akýn akýn gelen bu insanlar, hatýra fotoðraflarý çektiriyor, kameralarýyla görüntüler alýyordu.

Doðu terasýndan batý terasýna geçiyoruz. “Antiochos’u mu tavaf ediyor þimdi?” diyor bir arkadaþ. Espri de olsa, bana da öyle geliyordu sanki. Ama önemli olan niyetlerdir. Ameller niyetlere göredir. Lakin istemesek de, halk arasýnda Nemrut olarak bilen Antiochos’un tümülüsünün/mezarýnýn etrafýna bir tur atýyoruz. Biz yalnýz deðil buraya gelen herkes ayný þeyi yapmak zorundadýr çünkü batý ve doðu teraslarý bu þekilde gezilmiþ ve görülmüþ olur.

Batý terasýndan, doðu terasýna giden bir çift dikkatimi çekiyor. Nemrut onlarýn umurunda deðil. Yan yana yürüyorlar. Ýkisi de genç görünüyor. Bayanýn gözleri koyu yeþil, erkeðinse siyah.. -Evet erinmedim, göz renklerine kadar baktým- Ürkek iki ceylan gibiydiler.. Yan yana yürürken, arada bir, bayan erkeðin elini kavramaya/tutmaya çalýþýyor. Erkek, bayandan da ürkek davranarak elini kaçýrýyor, elini kaçýrýyor ama yeþil gözlerinin derinliklerine bakmadan da edemiyordu…

Of be!.. Bana ne bunlardan!....

Batý terasýna dönüyorum tekrar. Arkadaþlar hep oradalar. Nemrut’un çaðrýþým yaptýðý kadar kaba bir bekçi var, heykellere kimseyi yaklaþtýrmýyor. Avukat Emin Cömert, Kürtçe konuþuyor kendisiyle.. Benim de ilgimi çekiyor bu konuþmalar. Kaba bekçimiz, heykellere isim vermiþ. Kimine Fatma, kimine Ahmet diyor. Sarýþýn bir turist bayan, bekçinin “Fatma” dediði heykelin önünde fotoðraf çektiriyor. Bizimkisi, ona fazla sesini yükseltmiyor. Onun yabancý bir turist olduðunu bildiði için daha fazla tolerans tanýyor. Gayrý ihtiyarý; “Ya þu kim” diyorum. Bekçi bir bana, bir sarýþýn turiste bakýyor, sonra; “o da Fatma” diyor.. (Gülüyoruz, ama Av. Emin Cömert daha fazla gülüyor/kahkaha patlatýyor.)

Tarihçimiz, teraslar hakkýnda bilgi veriyor: “Doðu Teras: Kommagene ülkesinde güneþin doðuþunu ilk gören yer olan doðu terasýna sert kayalardan oyulmuþ merdivenli yollardan çýkýlýr. Doðu terasý; tanrýlar galerisi, atalar galerisi ve sunaktan oluþur. Tanrýlar galerisindeki devasa tanrý heykelleri anýt mezara sýrtýný dönmüþ biçimde sýralanmýþtýr. Tanrýlar galerisinin beþ heykelinden biri olan Antiochos, güney uçta ilk sýrada yer almaktadýr. Kendisini tanrýlarla ayný kategoride gören Antiochos heykelini bu sýralamaya dâhil etmiþtir. 2. Heykel Kommagene-Fortuna Latince'de þans, uður, bereket anlamýndadýr. Heykeller arasýnda en uzun olan 3. Heykel Zeus-Oromasdes, Tanrýlar tanrýsý Kronos'un oðlu, baþ tanrý ve gökler hâkimidir. 4. Heykel Apollon-Mithras, Anadolu mitolojisinde baþ tanrý Zeus'un oðlu olup ýþýk ve güneþ tanrýsýdýr. Kuvvet ve kudretin sembolü olan Herakles Anadolu'da Herkül adýyla anýlýr. Kuzey Teras: Batý ve doðu teraslarýný birbirine baðlayan 100 metre uzunluðunda bir tören yoludur. 80 metre uzunluðunda tamamlanmamýþ stel kaideleri bulunur. Batý Teras: Muhteþem bir gün batýmýnýn izlenebildiði, Doðu terasýna benzer þekilde yapýlmýþ batý terasýnda, tanrýlar galerisindeki heykel sýralamasý ve heykellerin arkasýndaki kült yazýsý bazý detaylar hariç aynýdýr. Doðu terasýndan farklý olarak, tanrýlar galerisinin kuzey ucunda, dördünde Kral Antiochos'un tanrýlarla selamlaþmasý, diðerinde aslan figürü bulunan, kumtaþýndan yapýlmýþ beþ kabartma (rölyef) bulunmaktadýr. Aslan horoskop olarak bilinen kabartma, 25.000 yýlda bir meydana gelen astrolojik bir olayýn sembolize edilmiþ halidir. Doðu ve Batý terasýn her ikisinde de tanrý heykellerinin tahtlarýný oluþturan taþ bloklarýn arkasýnda Grek harfleriyle yazýlmýþ 237 satýrlýk uzun bir kült yazýtý Nomos bulunmaktadýr…”

Bu bilgileri aldýktan sonra hýzla ayrýlýyoruz oradan çünkü yüklü bir yaðmur bulutu yaklaþýyordu. Araçlarýmýza kavuþur kavuþmaz, bardaktan boþanýrcasýna yaðmur yaðmaya baþladý.

Þimdi istikamet, Kommagane krallýðýnýn yazlýk baþkenti olan Arsemia…

Nemrut’a giden bir sürü araçla karþýlaþýyoruz iniþte. Muhtemelen, birkaç saat sonra batacak olan güneþi izlemek için çýkýyor bu kadar insanlar. Akþam gün batýmý ile sabah gün doðumu Nemrut’un ziyaret saatleridir. Zira güneþin batýþý ve doðuþu, en iyi burada izlenilebiliniyormuþ… Ýlk ziyaretimde, ben de batýþýný izlemiþtim güneþin. Kim bilir bir gün de, güneþin doðuþunu izleme bahtiyarlýðýna da kavuþurum…

Güneþiniz hep iyi günlerde üzerinize doðsun efendim…

“Arsemia” dayýz
“Arsemia'da bir yaz terletiyordu güneþle kucaklaþmýþ tüm anlarý. Yeni krallar yetiþtiriyordu zaman ve yeni tanrýlar doðuruyordu tabiatýn her bir cismi.”

Seyahat rehberimiz Av. Abdulkadir Artan’ýn dilinden düþmeyen “Arsemia” yý, baþta ben olmak üzere, birinci minibüsteki arkadaþlarýn hepsi ezberlemiþti, daha doðrusu ezberletmiþti rehberimiz bize “Arsemia” yý…
Ýþte “Arsemia” dayýz… Kommagene Krallýðýnýn yazlýk baþkenti/yönetim merkezi olan Arsameia, Adýyaman’a 63 km uzaklýkta bir mesafedeymiþ. Kâhta çayýnýn doðusunda kalan bu mekân, yýkýk olmasýna raðmen hâlâ var olan iki tüneliyle dikkat çekiyordu.
Nedense buradan daha fazla etkilenmiþtim. “Arsameia” yý gezdikten sonra, dünyanýn bir kez daha; geçici olduðunu, bir oyun ve eðlenceden ibaret olduðunu anlamýþtým…
“Arsemia'dan Kahta'ya poyraz eserdi.”
Seyahat rehberimiz, bilge tarihçi Av. Abdulkadir Artan, önce bize, Karakuþ Tümülüsüne bakmakta olan taþtan bir heykeli gösteriyor. “Karakuþ, yolunu gözlüyormuþ “diyor.
“Bitmedi.” diyerek tepeye doðru çýkýyoruz.
“Gelin, gelin en ilginci yukarda” diyerek görme arzumuzu daha da kabartýyor. “Yukarýda ne var, nasýl bir þey?” gibi sorularla, “Merak etmeyiniz, görürsünüz birazdan. Büyük bir merakla yukarý çýkýyoruz!.. “Aman Allahým.” Ne görsek iyi, çýplak bir heykel.Tiksintiyle bakýyorum. Ama bir taraftan da bunu görmek için ne yollar aþýp gelmiþiz deðil mi?.. Yalnýz biz deðil, dünyanýn her yerinden grup grup insanlar geliyor. “Bir de gördüðümüz þeye bak,” diyorum kendi kendime…
Kitabenin önündeyiz. Rehberimiz, kaldýðý yerden anlatmaya devam ediyor: “Þu gördüðünüz kitabe; Anadolu'nun bilinen en büyük Grekçe Kitabesidir. ..”
Sonra maðara kapýsý gibi görünen yeri tarif ediyor: “Gördüðünüz gibi, þu basamaklardan aþaðý iniliyor. Rivayete göre150 basamakla aþaðý inen kutsal iþlevli dehliz…158 m. derine inen bir tünel… ”
Tepenin üst kýsmýnda saray kalýntýlarý bulunmaktadýr. Birkaç günlük konaklanýp terkedilmiþ gibiydi buralar. Dünya hayatýnýn hepsi birkaç günlük deðil midir sizce de?
Birkaç saat önce ziyaret ettiðimiz Eski Kâhta Kalesi, þimdi karþý taraftan daha iyi görünüyordu. Ýkisi arasýnda Kâhta Çayý geçiyordu…
Seyahat rehberimiz, cep telefonuyla genel bir görüntü alarak adeta bir yoklama çekiyor: “Þu an Kommagene Krallýðýnýn yazlýk baþkenti olan Arsameia’dayýz. Bendeniz Av. Abdulkadir Artan, ve Malatya Barosunun deðerli avukat arkadaþlarýnda; Namýk Gören, Eyüp Kurtulbay, Selcuk Cýcýk, Reha Hotar, Muhammed Emin Yalçýnkaya, Taner Özkan, Emin Cömert, Haþim Cengil, Fuat Karakuþ, Ali Bakan ve eski savcýlarýmýzdan Necati Karabay, ünlü icracýmýz Vahap Unutur, muallimlerimizden, Murat Arpa ve Hakan Ural, Gazeteci -Yazar Þevket Baþýbüyük ve diðer arkadaþlarýmýz…
Seyahat rehberimiz, þimdi de, “Arsameia” hakkýnda genel bir bilgi veriyor: “Deðerli arkadaþlar, az önce, biraz aþaðýda; Mitras’ýn kabartma steli, ayin platformu üzerinde Antiochos-Herakles tokalaþma steli ve bunun önünde Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazýtý’ný görmüþtük.” –“Antiochos-Herakles tokalaþma steli” dediði þey o malum iðrenç çýplak heykeldi..- Bu alan Antiochos’un babasýnýn yeridir. Buradaki eserler müzelere gönderilmiþtir…”
“Ne tanrýlar görünürdü yazlýkta ne de Arsemia eski yazlýktý. Ne Semisat hala payitahttý ne de Semisat vardý eski cazibesiyle…”
“Her þey yoktu. Bir "var" vardý. Poyraz, geleceðe akardý. Ýçinde bir tarih saklar ve gelecek nesillere yollardý Arsemia'yý, Semisat'ý, tanrýlarý, tanrýçalarý..”
CENDERE KÖPRÜSÜ
Hani baþtan söylemiþtim ya. Cendere Köprüsü’nü teðet geçtiðimizi, dönüþte uðrayacaðýmýzý…
Eski Kahta Kalesi, Nemrut ve Tümülüsü ile Arsemia’dan sonra Cendere Köprüsüne dönüyoruz.
Seyahat rehberimiz köprü hakkýnda bilgi veriyor: “ Arkadaþlar, Cendere Köprüsü, gördüðünüz gibi taþlarýn birbirlerine sýkýþtýrýlmasýyla yapýlmýþ dünyanýn en büyük mimarý deðeri olan tarihi bir köprüdür. Köprü ismini sýkýþtýrýlmýþ taþlardan alarak “Cendere” denilmiþtir. “Cendere” demek, sýkýþtýrýlmýþ demektir. Kâhta’ya 20 Km uzaklýkta, Nemrut ve Arsemia yolunun üzerinde olan bu tarihi köprü Bulam suyunun dar bir geçidi üzerinde kurulmuþtur, gördüðünüz gibi. Su yüzeyinden 18 metre yükseklikte,35 metre uzunluðunda olan köprü 92 adet büyük blok taþtan inþa edilmiþtir.”
Deðerli okurlarým, Kâhta-Sincik yolunda, Cendere Çayý üzerinde inþa edilen bu köprü, çocukluk dünyamýn masalýmsý kahramanlarýndan birisidir. Zira benim doðduðum köyün çayý bu köprünün altýndan akar. Bu köprünün altýndan akan çayda, çocukken az çimmedim. Onun için teðet geçmeyeceðim, sayfamýz yetmese bile yarýn devam edeceðim kaldýðým yerden…
Not: Yarýn “Cendere Köprüsü”ndeyiz. Bilge tarihçi Av. Abdulkadir Artan’ýn anlattýklarý bilgilerin yaný sýra, sizinle paylaþacaðým baþka bilgiler-hikâyeler de var bu köprü hakkýnda… Ama þimdi deðil, yarýn anlatacaðým, bekleyiniz, ben de bekliyorum…
CENDERE KÖPRÜSÜ VE KARAKUÞ TEPESÝ TÜMÜLÜSÜ
Dünkü yazýmda “Cendere Köprüsü”nden kýsmen bahsetmiþ, çocukluk dünyamýn masalýmsý kahramanlarýndan birisi olan bu köprüyü teðet geçmeyeceðimi ifade etmiþtim.
Malatya Hukukçular Derneði’nin organize ettiði “Tarihe Yolculuk” Gezi notlarýmýn 5.’sini yazýyorum bu gün. Okuyucularýmýz tarafýndan raðbet görmeseydi bu dizi yazýyý burada noktalar býrakýrdým. Ama her gün onlarca telefon, mail ve bizatihi gelip benimle görüþen okuyucularýmýn tavsiyesi üzerine kaldýðýmýz yerden devam ediyorum…
Deðerli okuyucu, þimdi, Cendere Köprüsü’ndeyiz.Bu köprünün altýndan geçen çay, benim doðduðum köyün önünden geçer. Çocukken, bu köprü hakkýnda, -þimdi hayal-meyal hatýrlayabildim- çok hikâyeler dinlemiþtim. Masal tarzýnda anlatýlan bu hikâyeler aþký terennüm ediyordu ama nedense, her hikâyenin sonunda da, âþýk maþukuna kavuþamadan getirilir bu köprü üzerinden hayatýna son verdirilirdi…
Yol arkadaþlarýmýzdan Avukat Emin Cömert de buralýdýr. Bu köprüye yakýn bir mesafede bulunan, “Çat Köyü”nde doðmuþtur. Avukat Muhammed Emin Yalçýnkaya’da bu yörede doðmuþ. Hem de bu köprüye en yakýn köylerden birisi olan –þimdiki ismiyle- Teðmenli Köyü. Teðmenli Köyü, bu yörede misafirperverliði ile ün yapmýþ bir köydür…
Ayný zamanda okul arkadaþým olan Av. Emin Cömert, Cendere Köprüsü hakkýnda, büyüklerinde dinlediði hikâyeyi þöyle anlatýyor: “Üç delikanlý kardeþ, kralýn güzel kýzýna âþýk olmuþlar.. Kral, kýzýný vermemek için her bir delikanlýya zor þartlar öne sürmüþ Delikanlýlarýn en büyüðüne; Nemrut Tümülüsünü yapma görevi vermiþ, Ortancasýndan; Cendere Köprüsünü, en küçüðünden de Karakuþ Tümülüsünü yapmalarýný istemiþ.…Delikanlýlar, kralýn güzel kýzý aþkýna, canla baþla çalýþmýþlar… Ancak bir Cadý Kadýn varmýþ ki, her üç kardeþi de þiddetle kýskanmaktaymýþ. Cadý Kadýn, önce Nemrut Tümülüsünü yapan büyük delikanlýnýn yanýna gitmiþ. Bir de ne görsün, Kralýn verdiði görevi eksiksiz yerine getirmemiþ midir?. Ýçinden; “Evin yýkýla ha oðlan” demiþ ve eklemiþ, “Kralýn güzel kýzýný sana yar edersem bana da “Cadý” demesinler” demiþ ve ocak söndüren yalanýný söylemiþ -Tabii ki, hafiften aðlamaklý bir sesle- “Oðul oðul, bileði güçlü, bahtý kara oðul! Kralýn kýzýný almak için o kadar taþlarý çektin sýrtýnla ama kralýn kýzýný, Cendere Köprüsünü yapan kardeþin aldý biliyor musun?!” Delikanlý, Cadýya inandýðý için, hemen kendini o daðdan atarak hayatýna son vermiþ. Cadý, görevini baþarýyla bitirmenin sevinciyle oynaya oynaya Horik Tepesi üzerinden Cendere Köprüsünü yapan ortanca delikanlýnýn yanýna inmiþ.. Ortanca delikanlý, Cendere Köprüsü’nü yapmýþ baþ taraflarýna da üç sütun dikmiþtir dördüncüsünü de dikmekle meþgulken Cadý; “Hey yiðidim, kolay gelsin!” demiþ. “Çok yorulmuþa benziyorsun, gel hele dinlen þöyle bir!..” ve bir öncekine benzer bir yalan da ona anlatmýþ. Ortanca kardeþ de, büyük kardeþinin yaptýðýnýn aynýsýný yaparak hayatýna son vermiþ... Sonra Karakuþ’a gitmiþ, yani küçük kardeþin yanýna. O da, tümülüsün bir bölümüne taþ çekmiþ ancak henüz bitirememiþtir. Cadý, bildik yalanlardan aynýsýný ona da söylemiþ, o da hayatýna son vermiþ ve böylece kralýn kýzýný kimseye yar etmemiþ...”
Deðerli okuyucular, bu tür hikâyeler o yörede, çok sýk anlatýlýr. Kim bilir belki de, bu önemli tarihi mekânlarýn ismini efsaneleþtirmek gayesiyle uydurulmuþ hikâyelerdir…
Ama biz, bir de olayý, bilge tarihçimiz seyahat rehberimiz Av. Abdulkadir Artan’dan dinleyelim: “Kahta-Sincik yolunda, Cendere Çayý üzerinde inþa edilen köprü, Roma Ýmparatoru Septimus Severus (M.S. 193 - 211) zamanýnda XVI. Lejyon tarafýndan yaptýrýlmýþtýr. Köprünün baþlangýçta dört sütunlu olduðu, sütunlarýn Septimius Severius, karýsý Julia Donna, oðullarý Caracalla ve, Getta'ya adandýðý ancak Getta’nýn sütununun kardeþi Caracalla tarafýndan öldürülmesinden sonra kaldýrýldýðý bilinmektedir. Baþka bir ifadeyle, köprünün üstündeki Latince bir yazýttan anlaþýldýðýna göre Roma Ýmparatoru Septimius Severus (193-211), karýsý ve oðullarý adýna yaptýrýlmýþtýr. Orijinalinde 4 korint sütun bulunduðu Kâhta tarafýndaki ikisinin Septimius Severus ve eþine, Sincik tarafýndaki ikisinin ise oðullarýna adandýðý biliniyor. Ancak oðullardan Geta’ya ait olan sütun, onu öldüren ve kardeþine ait her þeyi yok etmek isteyen Caracalla adlý kardeþ tarafýndan yýktýrýlmýþ. Daha baþka bir ifadeyle; Romalýlar`da köprü uçlarýna sütun diktirmek adetmiþ ve bu sütunlar birisine/bir tanrýya atfen dikilirmiþ. Gördüðünüz gibi, köprünün Karakuþ tarafýndan gelirken görülen ucunda iki sütun var; biri Julia Domna adýna, yani askerlerin anasý olarak adlandýrýlan tanrýça adýna, diðeriyse Septumuþ Severus adýna o seferin baþýndaki komutan adýna dikilmiþ. Öteki uçta bir sütun var ayakta; ikincisi eksik. Bu iki sütun köprü daha sonra bir tadilat geçirirken o devrin Roma Ýmparatoru Karakalla ve kýz kardeþi Geta adýna dikilmiþ. Ancak Karakalla , kýz kardeþini çok kýskandýðý için Geta`nýn adýna yapýlmýþ ne var ne yoksa yýktýrmýþ sonra. Cendere Köprüsünün Geta sütunu da cezalandýrýlmýþ bu arada ne yazýk ki!..”
Cendere Köprüsü 1997’de bakýmdan geçmiþ ve üzerinden 5 ton aðýrlýða kadar olan taþýtlarýn geçmesine izin veriliyordu. Ancak Bugün 500 metre doðusuna yeni bir köprü/Cumhuriyet Köprüsü yapýlmýþ olup araç trafiðine kapatýlmýþtýr.
Tarihçimizin anlattýðýna göre, köprünün üzerinde bulunan yazýlý belgelerden; “ M.S. 192 – 211 Tarihleri arasýnda yaptýrýldýðý..” anlaþýlmýþtýr. Cendere Köprüsü bugün bile aðýr tonajlý vasýtalara geçit verebilecek kapasitede olan tek tarihi köprüdür.


KARAKUÞ TEPESÝ /GRÝ KÂRKUÞ ve TÜMÜLÜSÜ
Çocukluðumda en çok duyduðum isimlerden birisi de, “Gýre Kârkuþ” yani “Karakuþ Tepesi”dir. Aslýnda “Gýre Kârkuþ” demekle tam telaffuz edemiyorum. Zira Kürtçe söylenilen bir ifade ama ben Kürtçe gramerini bilmediðim için “Gri Kârkuþ” þeklinde yazabiliyorum. Bizim muhitteki insanlarýn çoðu bu tepe üzerine yemin ederlerdi. Malumunuz, bir Müslüman ancak Allah’ýn adýyla yemin edebilir. Oysa bizim muhitteki insanlarýn çoðu, Müslüman olduklarý halde, Ýslâm’ý iyi bilmediklerinden dolayý, bazý art niyetlilerin etkisinde de kalarak bu tepe üzerine yemin ederlerdi. Ýþte Karakuþ Tepesi, o muhitin insanýnýn ismine yemin ettirecek kadar kutsal sayýlan bir tepedir.
Karakuþ Tepesi’ne ilk gidiþimdir benim. Karakuþ’ta ilk göze çarpan þey; uzunca bir sütunun uç noktasýndaki kartal heykeli oluyor. Tarihçimizin söylediðine göre, bu tümülüse/mezara ismini veren bu kuþ heykelidir.
Giriþte, kurulmuþ siyah bir kýl çadýrý ile karþýlaþýyoruz. Nostaljik bir görünüm arz eden çadýrda, turistlerin dikkatini çekmek için yine nostaljik kilim, halý ve yastýklardan oluþan bir þark köþesi açmýþlar..
Hava yine bozuyor, yaðmur yüklü bulutlar hýzla Karakuþ Tepesine yaklaþýyor. Rehberimiz bizleri Karakuþ Tepesinin etrafýndan gezdirirken, ben, hâlâ neden bu tepenin üzerine yemin eder ve ettirirlerdi, sorusunun cevabýný arýyorum. “Bilseydim” diyorum kendi kendime, “Bilseydim hiç yemin eder miydim bu adi tepenin ismine!..”
Karakuþ Tepesi’nin etrafýndaki turumuzu tamamladýktan sonra, tarihimizi dinliyoruz: “Deðerli arkadaþlar, ‘kadýnlar anýt mezarý’ olarak da bilinen ve Nemrut Daðý milli parkýnýn güneybatýsýnda Adýyaman-Kâhta giriþinde, yani burada yer alan Karakuþ Tepesi ev Tümülüsü, Kommagene kralý, Mithridates tarafýndan annesi Ýsas adýna yaptýrýlan bir anýt mezardýr. Þu gördüðünüz, sütun üzerindeki kartaldan dolayý karakuþ tümülüsü olarak anýlmaktadýr. Doðu, batý ve güney yönlerinde dörder sütun varken, günümüze doðuda iki, batýda ve güneyde birer sütun kalmýþtýr. Doðudaki sütunun üstünde aslan ve kartal heykel kalýntýlarý, batýdaki sütunun üstünde tokalaþma steli, yerde aslan heykel parçasý vardýr. Nemrut Daðý giriþ noktasý olarak belirlenen Karakuþ Tümülüsü milli park koruma alaný içersindedir.”

KÂHTA/ADIYAMAN VE ÝNSANI

“Anadolu, beþikler vermiþim Nuh’a, /Salýncaklar hamaklar /Havva anan dünkü çocuk sayýlýr/ Anadoluyum ben tanýyor musun? /Utanýrým utanýrým fukaralýktan /Ele güne karþý çýplak /Üþür fidelerim harmaným kesat kardeþliðin çalýþmanýn beraberliðin atom güllerinin katmer açtýðý þairlerin bilginlerin dünyalarýnda kalmýþým bir baþýma /Bir baþýma ve uzak biliyor musun?”

Þairin de dizelerinde ifade etmeye çalýþtýðý gibi, insanlýðýn beþiði sayýlan ve birden çok medeniyetin beþiði olmuþ Adýyaman/Kâhta, yani Anadolu yani Mezopotamya ve insanýný ancak bu kadar güzel anlatýlabilir….

Evet, fukaradýr ama gururludur Kâhta insaný,. Duygusaldýr/kýrýlgandýr ama çalýþkandýr, metindir, ikram sahibidir Adýyaman insaný…

Kâhta’da bir lokantaya gidiyoruz. (Bazýlarý kýzacak ama, bizim Malatya’da öyle ferah, öyle naif bir lokanta yok iþte..) Lokantada çok sýcakkanlý ve samimi bir hava ile karþýladýlar bizi.

Kâhta’da verdiðimiz yemek molasýndan sonra, yolumuza devam ediyoruz. Benim bulunduðum arabada en çok tarih konuþuluyordu çünkü seyahat rehberimiz Av. Abdulkadir Artan vardý aramýzda. Keþke, hepimiz bir arada olabilseydik de diðer arkadaþlar da tarih derslerinden istifade edebilselerdi. Veya biz onlarýn anlattýklarý fýkralardan faydalanabilseydik. Evet, tahmin ettiðiniz gibi, ikinci arabada en çok fýkra, siyaset ve magazin konularýna aðýrlýk verilmiþ. Hani fýkrasýz da onca yol gidilmiyor yani..

PEYGAMBERLER ÞEHRÝ URFA

Kentin "Peygamberler Þehri" olarak tanýnmasý, inanç turizm açýsýndan büyük önem taþýmaktadýr. Musevi, Hýristiyan ve Müslümanlar tarafýndan tanýnan Hz. Ýbrahim'in Urfa'da doðup yaþadýðýna inanýlmýþ olmasý bu kentin her üç dine mensup topluluklarca kutsal olarak tanýnmasýna neden olmuþtur.

Urfa sýnýrýna girince Urfa ile ilgili fýkralar anlatmýþlar diðer arabadaki arkadaþlar ama hiç kimse Avukat Ali Bakan kadar güzel fýkra anlatamamýþtýr.. Doðrusu ben de bilmiyordum Sayýn Bakan’ýn bu kadar enfes fýkralar anlatabildiðini ama anlatmýþ iþte; Urfa’nýn biberinden, isotundan ve çiðköftesinden…

Bir biber fýkrasýný da; seyahat rehberimiz Av. Abdulkadir Artan’dan dinleyelim: “Fransýzlar Urfa’ya girmiþ!.. Ahali toplanýp aðanýn kapýsýna giderek; ‘Aða, kurbanýn olayým, Fransýz, topraklarýmýza girdi, ne yapalým?” Aða; “Doðri söylersýnýz emme, bu topraklarýn devleti var, bekçisi var, býz ne yapabilýrýz ki; mukadderattýr bu..” demiþ. Aradan bir kaç gün sonra, yine toplanmýþlar aðanýn evinin önünde; “Aða” demiþler, “Fransýzlar, þehre kadar ilerledi!” Aða, yine ayný þekilde; “Doðri söylersýnýz emme, bu topraklarýn devleti var, bekçisi var, býz ne yapabilýrýz ki; mukadderattýr bu..” demiþ. Birkaç gün aradan sonra, bir grup vatanseverler, yine aðanýn kapýsýný çalarak, demiþler ki; “Aða, haberin olsun, Fransýzlar isot tarlasýna kadar girdiler!” Aða, yattýðý, yerden hýzla kalkarak; “Ne dediniz?! Ýsot tarlasýna mý girdiler?”, “Evet aðam” demiþler. Aða bu kez avazýnýn çýktýðý kadar baðýrarak; “Hey ahali, duyduk duymadýk demeyiniz!... Cihat tüm ümmeti Muhammedi üzerine farz olmuþtur, hucuuuum!...”


« Ey ateþ ! Ýbrahim için serinlik ve esenlik ol»
Þanlýurfa'da otellerimize yerleþtikten sonra ayaðýmýzýn tozuyla Balýklýgöl ve Hz. Ýbrahim Makamý veya Halil-Ür Rahman ve Aynzeliha gölleri, hatta “Dergâh” olarak da bilinen mekâna gidiyoruz. Tarihçimiz, Balýklýgöl’ü hakkýnda kýsaca bilgi veriyor: “Burasý, Hz. Ýbrahim'in doðduðu maðara, ateþe atýldýðýnda düþtüðü yer olarak bilinir. Kýsaca; Halil-Ür Rahman ve Aynzeliha gölleri veya Balýklýgöl ve Hz. Ýbrahim Makamý olarak adlandýrýlýr. Þimdilik deðil, inþallah yarýn yine gelerek gölün çevrelerindeki “kutsal” bilinen mekânlarý göreceðiz.”
Bu benim ikinci geliþimdi bu mekâna. Ama sanki ilk kez geliyormuþum gibi heyecan duyuyordum. Zira bu makan/Balýklýgöl ve Hz. Ýbrahim Makamý, Halil Ýbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarý Nemrut ve puta tabanlarla mücadeleyi bana hatýrlatýyor. Putlarý kýrýp parçalayarak insaný Allah’a inanmaya çaðýran bir peygamberin mücadelesinin yapýldýðý mekân insaný heyecanlandýrmaz mý? Ýbrahim’i kýyam ve putperestlere kafa tutmak!.. Nemrut’a ve Nemrutlara karþý baþkaldýrmak!...
Tarih kitaplarýnda okuduðumuz bilgilere göre; Ýbrahim Aleyhisselamýn nesebi Nuh aleyhisselamýn oðlu Sam'a dayanýr. Hz. Nuh'un vefatý ile Hz. Ýbrahim arasýnda iki peygamber (Hz.Hud & Hz. Sâlih) vardýr. Bu rivayete göre, 1143 senedir. Hz. Hud ile Hz. Ýbrahim arasýnda da 630 yýllýk bir fasýla olduðu bildirilmiþtir. Doðum yeri Bâbil kentidir .
Rivayetlere göre Ýbrahim aleyhisselamýn babasý, Âzer ayrýca put yapardý ve Nemrut’un yakýnýnda bulunurdu. Onun bir dediðini, iki etmezdi.
Bir gün Nemrut bir rüya gördü. Bir rivayete göre, rüyasýnda gökyüzünde bir nurun parladýðýný, güneþin, ayýn ve yýldýzlarýn bu nurun ýþýðýnda kaybolduðunu gördü. Diðer bir rivayete göre ise, rüyasýnda bir kimsenin gelip tahtýndan kaldýrýp kendini yere vurduðunu gördü. Müneccimlere gördüðü rüyayý anlatýp tabir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatýný temelinden yýkacak! Ona göre tedbir almalýsýn" diye tabir ettiler. Nemrut bu isin tedbiri kolaydýr deyip, " Bundan sonra kimse çocuk sahibi olmayacak. Hanýmlardan uzak durulacak. Doðan çocuklar, erkekse öldürülecek, kýzsa býrakýlacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 masum bebeði öldürüldüðü nakledilmiþtir.

Bu sýrada Hz. Ýbrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildiði için, onu doðuma yaklaþýnca kendisinden uzaklaþtýrdý ve gizlice bir maðaraya gitti ve orda Hz. Ýbrahim'i dünyaya getirdi. Doðduktan sonra annesi onu emzirdi ve maðarayý kapatýp geri þehre döndü. Âzer'e ," Çocuk çok zayýf doðdu ve hemen öldü" dedi. Bundan sonra maðaraya - gizlice -gelip Ýbrahim aleyhisselamý emzirip geri eve dönerdi. Rivayetlere göre, Hz. Ýbrahim maðarada 7, 13, 16 veya 17 yaþýna kadar kaldý.

Buraya kadar, meselenin hikâyesi ve rivayetleridir. Beni, asýl heyecanlandýran; Ýbrahim aleyhisselam hakkýnda Allahü Teâlâ’nýn « Halil'im » demiþ olmasýdýr.
Yine rivayete göre; Babil halký Allah'ýn yolundan saptýðý için her sene putlar için âyin düzenlermiþ. Bu âyinde bir yere toplanýr bayram yapar ve sonra puthaneye gider, putlara secde eder, sonra da evlerine dönerlermiþ.. Böyle bir bayram günü, Ýbrahim aleyhisselam put haneye girip, bir balta ile bütün küçük putlarý kýrdý. Baltayý da, en büyük putun boynuna aþdý ve oradan uzaklaþtý. Keldâniler puthâneye girince bütün putlarýn kýrýldýðýný gördüler ve bunu yapaný yakalayarak cezalandýrmak istediler. Hz. Ýbrahim'i getirip, bu iþi sen mi yaptýn dediler. Ýbrahim aleyhisselam « Kendisi dururken küçük putlara tapýnýlmasý istemediði için, boynunda asýlý olan büyük put yapmýþtýr. Ýnanmazsanýz kendisine sorunuz » buyurdu. Onlar 'Putlar konuþamaz ki, sen onlara sor diyorsun' dediler. Bunun üzerine Ýbrahim aleyhisselam « O halde konuþamayan ve kendilerini kýrýlmaktan kurtaramayan putlara neden ibadet edersiniz ? Size ve taptýðýnýz putlara yazýklar olsun » dedi , ama bu hiç bir fayda vermedi, çünkü onlar : «Dediler ki. Biz, babalarýmýzý bunlara tapar kimseler bulduk ».

Ýbrahim aleyhisselam putlarý kýrýnca putperestler bu iþin onun yaptýðýný anladýlar ve ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu Nemrut’a bildirdiler.

Rivayete göre Nemrut Hz. Ýbrahim'in yaptýðýný duyunca onu yanýna çaðýrdý. O zaman insanlar Nemrut'a secde ederlerdi. Ýbrahim aleyhisselam secde etmeyince Nemrut " Niçin secde etmedin" diye sordu. Hz. Ýbrahim de: « Ben beni yaratan Allahü Teâla'dan ziyade secde etmem » buyurdu. Nemrud " Seni yaratan kim ? " diye sorunca, Ýbrahim aleyhisselam: « Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah'dýr » diye cevap verdi. Nemrut, " ben de diriltirim" diyerek zindandan iki kiþi getirtti. Birini serbest býrakýp, birini öldürdü. Güya böylece diriltmiþ ve öldürmüþ oldu. Hz. Ýbrahim bunun karþýsýnda : « Benim Rabbim güneþi doðudan getirir, doðurtur. Eðer gücün yetiyorsa sen de batý'dan doðdur » buyurunca Nemrut þaþýrýp, âciz kaldý. Bu husus Bakara suresinin 258. âyetinde bildirilmiþtir. Bu münazaranýn vukuu bulduðu zaman hakkýnda iki rivayet vardýr. Birincisi, Ýbrahim aleyhisselam putlarý kýrýnca onu yakalayýp hapsettiler. Sonra ateþe atmak için hapisten çýkarýp, Nemrut'un yanýna götürdüklerinde gerçekleþmiþtir. Diðer rivayete göre insanlar arasýnda büyük bir kýtlýk çýkmýþtý. Bundan dolayý insanlar yiyecek almak için Nemrut'a giderlerdi. Nemrut her gelene, "Senin Rabbin kim ? " diye sorar ve "Benim Rabbim sensin" diyenlere gýda maddeleri verirdi. Hz. Ýbrahim yiyecek almaya gelip Nemrut ona bu soruyu sorunca Ýbrahim aleyhisselam : « Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir » dedi ve böylece bu münazara vukuu buldu . Bu olaydan sonra Keldâniler Halilallah'ý ceza vermek istediler ve onu ilk önce hapse attýlar. Sonra Nemrut onu ateþe atmaya karar verdi. Rivayete göre bu fikri Nemrut'un aklýna Hênun adýnda biri getirdi ve Allah onu sonra yerin dibine batýrdý.
Ateþ'in Halilallah'ý yakmamasý
Ýbrahim aleyhisselam'ýn ateþe atýlmasý kararlaþtýrýldýktan sonra odun toplanýyor ve kocaman bir ateþ yakýlýyor. Problem Halilallah'ý ateþe atmakta. Rivayete göre Ýblis insan þekline girip Nemrud'a mancýnýk kullanmasýný tavsiye ediyor . Kur'an'da : « Onun (Ýbrahim) için bir bina yapýn ve derhal onu ateþe atýn ! dediler » buyurulmuþtur. Bir bina (mancýnýk) yapýlýp oradan Ýbrahim aleyhisselam ateþe atýlýnca, ateþ bir gül bahçesi oluyor. Diðer bir rivayete göre içi balýk dolu bir havuz oluyor ateþ. Ve böylece ateþ Halilürrahman'ý yakmýyor.
Deðerli okuyucular, bunlar deðiþik kitaplarad anlatýlan hikayelerdi ama bizim için önemli olan, Kur'an-ý Kerim'in Enbiya suresinde; : « Ey ateþ ! Ýbrahim için serinlik ve esenlik ol» demesidir…
Ýþte bu gün böyle mübarek bir kýyam merkezindeyim, belki de onun için heyecanlýyým…

Urfa þehri ve insan manzaralarý..

Ezan sesiyle uyanýyorum. Kafam, davul gibi þiþ, dinlenememiþim, yol yorgunluðunu atlatamamýþým. Uðuldayan kafamýn içinde, tarihçimiz Av. Abdulkadir Artan’ýn Kommagene'nýn baþþehri Arsameia ve Nemrut Daðý gibi tarihi mekânlarda anlattýklarý tanrý ve tanrýçalar cirit atýyor sanki. Bir sürü lüzumsuz bilgi birikmiþ kafamda.. Patlayacak gibi kafam…

Kaldýðýmýz yer acayip bir otel, sabaha kadar gürültü-patýrtý ve yaðsýz-bakýmsýz kapý sesleriyle uyutmadýlar beni. Sanýrým sabaha doðru uyuyabilmiþim ancak bir- kaç dakikalýðýna…

O uyku sersemliðiyle saatime bakýyorum. Saat, 04:00. Akþam arkadaþlarla saat:06:00 da kalkmayý kararlaþtýrmýþtýk. Öyle ise ben niye kalktým? Tekrar bakýyorum saatime, saat, 04:00. Hay Allah’ým az önce de “Saat, 04:00.” demiþtim.. Ha anladým namaz kýlmak için kalkmýþtým. Sabah ezanýyla uyanmýþtým ya… Hem az önce ezan sesiyle kalkmamýþ mýydým ve hâlâ ezan okunmuyor mu?..

Akþam sormayý unutmuþum, sahi kýble hangi tarafta? Ezan hâlâ okunmaktadýr. Sanýrým merkezi sisteme baðlý deðil burasý, deðiþik yerlerden deðiþik zamanlarda baþlayan ezan sesleri geliyor. Camiye mi gitsem? Kýbleyi arayacaðýma camiye gitsem daha iyi. Abdest almadan çýkýyorum odadan. Aþaðýda, bir sandalyede uyuklayan otel görevlisi, benim çýktýðýmý görünce korkuyla uyanýp ardýmdan koþuyor. Camiye gideceðimi, sabah namazýmý kýlacaðýmý söylüyorum. Vukuat olmadýðýna sevinir gibi derin bir nefes alýyor.

Geliþigüzel, ilk önüme gelen sokaða sapýyorum. Aceleden, en yakýn camiinin nereden olduðunu sormayý unutmuþum. Sokakta ölü bir sessizlik hâkim. Sokak lambalarý da olmasa, bu vakitte bu sokakta yürünmez. Aha þuradan camiyi bulayým, aha þuradan derken epey yürümüþüm. Arkamda bir polis otosu, devriye çýkmýþlar.. En yakýn camiinin nerede olduðunu söyleyeceðim, o zaman da yabancý olduðumu ele vermiþ oluyorum. Sormuyorum, hýzlý adýmlarla cami aramaya devam ediyorum…

Meðer kaç cami atlatmýþým… Kaldýðým otelin hemen yaný baþýnda bile camii varmýþ. Dönüp dolaþýp yine otele en yakýn camiye gelmiþim. Camii imamý henüz çocuk denilecek kadar genç bir delikanlý. Kýraati çok düzgün, Arapça þivesiyle okuyor. Huþuyla sabah namazýmý kýlýyorum. Namazdan sonra sanki biraz dinlenmiþ gibi hafifliyorum..

Otele döndüðümde elektriklerin kesik olduðunu görüyorum...Elektrik kesilmeden önce de karanlýktaydýk, gece lambasý arýzalý olup yanmadýðý için sabaha kadar zindaný çaðrýþtýran bu odada uyku da tutmamýþtý..

Tekrar yatmaya çalýþýyorum yine uyku tutmuyor. Ayný odada kaldýðýmýz Avukat Fuat Karakuþ da uyanýyor. Sabahýn bu erken saatlerinde Urfa þehrini bir turluyoruz Fuat Karakuþ’la beraber.

Tarihle yoðrulmuþ bu kenti gezerken en çok kesme taþlardan yapýlmýþ tarihi binalar dikkatimi çekiyor. Bir de insan manzaralarý.. Sabahýn erken saatlerinde, bir insan kalabalýðýyla karþýlaþýyoruz. Ýþe gitmek için toplanan bu insanlarý görünce bizim Malatya’da ki, Söðütlü Camii civarý aklýma geliyor. Þimdi bilmiyorum ama daha önce bizim Malatya’da da iþçiler böyle toplanýr iþ beklerlerdi. Yeni Camii civarý ve Söðütlü Camii çevresinde, erken saatlerinde iþçiler toplanýr o günkü çýkacak rýzkýný beklerlerdi. Söylemek ayýp gibi olmasýn, bu fakir de az o insan mazatlarýnda (iþçilerin toplandýðý mekanlarýnda demek istiyorum) beklemedi hani.. Ýnsan mazatýnda iþ bekleyen insanlar beni efkârlandýrmýþtý... Yanýmdaki arkadaþa, ben de bir zamanlar böyle iþ bekledim, diyeceðim, avukat adam, iþçilikten ve iþçilerin ruh dünyasýndan ne bilsin..

Urfalý Þair Nabi

Urfalý, “Þair Nabi Kültür Merkezi” önünden geçiyoruz. Sonradan edindiðim bilgilere göre, Þair Nabi Kültür Merkezi, Urfa’da birçok önemli kültürel etkinliklerin yapýldý bir mekanmýþ..

Otele döndüðümüzde arkadaþlarýn bizi beklediðini görüyoruz. Sabah sabah Urfa sokaklarýný turladýðýmýzý söylerken, Þair Nabi’den de bahsediyoruz. Tarihçimiz Av. Abdulkadir Artan, Urfalý Þair Nabi’den fýkralar anlatmaya baþlýyor… (Diyeceksiniz ki, sizin tarihçinizin bilmediði bir þey yokmuþ. Aynen öyle, hem ben de boþuna bilge tarihçi demiyorum kendisine..)

“Ünlü Divan þairi Nabi aslen Urfalýdýr, Ýstanbul’a gidip tahsil-terbiye görmesinden, iyi bir þair olup ününü duyurduktan sonra, Urfa’dan kardeþi kendisini ziyarete gitmiþ. Kardeþi, Nabi’nin saraya gidip- geldiðini, Padiþah’ýn dostluðunu kazandýðýný duyunca, bir keresinde de kendisini saraya götürmesini ve Padiþahla tanýþtýrmasýný istemiþ. Nabi, kardeþinin söz ve davranýþlarýna dikkat etmesi ve kendisini mahcup etmemesi þartýyla alýp götürmüþ. Saraya girip huzura aldýklarýnda, Padiþah, Nabi ile birlikte misafirine de itibar göstermiþ. Bu arada, Nabi’nin kardeþinin saf hareketleri Padiþah’ýn hoþuna gitmiþ, gülmüþ eðlenmiþ ve buna mukabil bir kese altýn hediye etmiþ. Nabi’nin kardeþi; “Vay Allah Peyðamber razi olsun ha..” diyerek keseyi cebine atmýþ. Oradan ayrýldýktan sonra, Nabi; “Bak, demiþ, bizi mahcup ettiniz, koskoca bir padiþah sana altýn kese veriyor, sen buna karþý, elini öpmeden cebine atýyorsun, bundan böyle Padiþah bir þey verdiði zaman, öpüp alnýna koyacaksýn, Padiþah’ýn da elini öperek teþekkür edeceksin..” demiþ. Bizimkisi kafaya koymuþ bu sözü, ikinci gidiþde Padiþah bunlara tatlý ikram etmiþ. Nabi’nin kardeþi tatlýyý alýp alnýna koyarak öpmüþ sonra tatlýnýn bulaþýðý ile kirlenen elleriyle Padiþah’ýn elini de tutup öpmüþ. Nabi, kardeþinin bu tutumundan son derece mahcup olmuþ Bu olay üzerine þu beyti söylemiþ: “Nabi’yi Nabi yapan Hüsn-i nazar/Urfa’nýn köylüsünde nezaket ne gezer!”

Bu gün yine ilk ziyaretimiz tarihi Urfa Kalesi'nin alt kýsýmlarýnda kurulu, efsaneleriyle ünlü Balýklý Göl'e geliyoruz. Akþam gelmiþtik ama gündüz gözüyle, bu mekânlarý gezmek/görmek bir baþka oluyor. Belki binlerce, belki milyonlarca balýk o tertemiz suda cirit atýyor.

Hz. Ýbrahim hikâyesini dün anlattýðým için bu gün tekrar girmeyeceðim. Balýklý Göl ve çevresinde birçok cami, medrese, tekke, zaviye, hamam gibi anýtsal yapýlar yapýlmýþ. Çok bakýmlý, güller içindeki bahçede Rýzvaniye Camii ve medresesi, Halil - ür Rahman Camii ve külliyesi, Hasan Paþa Camisi ve Halil Ýbrahim'in doðduðu (doðduðu söylenilen) maðarayý ve arka tepede ki hendeði geziyoruz… Camilerdeki süsler dikkatimi çekiyor. Cami duvarlarýnda renk renk tabaklarla dolu. Urfa sivil mimarisinde Mezopotamya ve doðudan gelen Selçuklu - Ýran kültürlerinin birleþiminin izlerini taþýyan kalýn duvarlý, avlulu, küçük pencereli tarihi evler arasýnda geziniyoruz. Hepsi küçük bir saray büyüklüðündeki evlerin insana ve doðaya saygý duyularak yapýldýðýný görüyoruz…


Eyyüp Peygamber’in türbesi

Eyyüp peygamber, denilince akla sabýr gelir. Ýþte o sabýr timsali Peygamberin makamýndayýz. Lakin, ben burada; “Allah, Eyyüb peygamberin kendisine baðlýlýðýný göstermek için önce mallarýný ve çocuk1arýný elinden aldý ve daha sonra kendisine aðýr bir hastalýk verdi. Hasta yattýðý maðarada bütün vücudunu kurtlar kapladý. Eyyüb peygamber bütün bunlara raðmen Allah’a isyan etmedi. Allah’a ibadetten geri kalmadý, sabýr ve þükür gösterdi.” gibi saçmalamalarda bulunmayacaðým. Hücre gibi türbesinin baþýna üþüþen insanlar arasýna ben de dalýyorum ancak onlar gibi dua etmiyorum. Ben, ellerimi, Âlemlerin Rabbý olan Allah’tan baþkasýna açmam ve ellerimi Allah’a açýyorum. Mesela Camii meydanýnda bulunan sýcak suyu, þifa niyetiyle soðuk suya tercih etmedim bazý ziyaretçilerin yaptýðý gibi. Þifa niyetiyle musluk suyunu, -bazý ziyaretçilerin yaptýðý gibi-, yüzüme, gözüme atmadým, vücudumu o su ile mesh etmedim ve içmedim..Onun yerine, bir hayrat sahibinin yaptýðý dolaplý soðuk sudan içtim ve bence bu daha þifalýdýr, diyerek de sesli düþündüm..

Harran

Hz. Eyyüb’ün makamýndan ayrýlarak Harran’a gidiyoruz.

Þimdi, Mezopotamya’nýn yüreðinden geçiyoruz. Saða bakýyorum ufuk yok, sola bakýyorum ufuk görünmüyor, uçsuz bucaksýz bir ova, Haran Ovasý..

Yýllardýr susuz yaþamaya alýþkýn bu topraklar þimdi su altýnda kalmýþ. GAP’ýn hizmete girmesiyle kocaman ova suya kavuþmuþ ancak bu kez bünyesi, bu kadar su kaldýramadýðýndan dolayý, biraz kuvvetli bir yaðmurun yaðmasýyla, -toprak suya doyduðu için/su emmediði için- her yer sele gidiyormuþ. Suyun gelmesiyle topraklarýn daha verimli olmasý beklenilirken, Haran Ovasý ve bölgedeki topraðýn % 60 çoraklaþmýþ yani tuz oraný artmýþ ve verimsiz düþmüþ…
Þanlýurfa'nýn, 44 kilometre Güneydoðusunda kalan Harran’ý ilk kez göreceðim. Tarihçimizin söylediðine göre; her yýl binlerce yerli ve yabancý turist tarafýndan ziyaret edilen tarihi bir mekânmýþ Harran. Harran, “Harran Kenti”, adýyla anýlan Harran Ovasý merkezinde kurulmuþ. “Tevrat'ta Hârân olarak geçen yerin burasý olduðu” söyleniliyormuþ. Ýslam tarihçileri, kentin kuruluþunu, “Nuh Peygamber'in torunlarýndan Kaynan'a veya Ýbrahim Peygamber'in kardeþi Aran'a (Haran)” baðlarlarmýþ. 13.yüzyýl tarihçilerinden Ýbn Þeddad, Hz. Ýbrahim'in Filistin'e gitmeden önce bu þehirde oturduðunu yazmýþ. Bu nedenle Harran'a Hz. Ýbrahim'in kenti de denildiðini, Harran'da Ýbrahim Peygamberin evinin, adýný taþýyan bir mescidin, onun otururken yaslandýðý bir taþýn var olduðu söyleniliyormuþ…
Harran’a gitmek üzere, sol kol üzeri ayrýlan yola girdiðimizde, tarihçimiz, “Suriye sýnýrýndayýz.” diyor. “Hava puslu olmasaydý, Suriye evlerini çok iyi görecektik” diyor. Karþýdaki levhaya bakýyorum, “Suriye 20 Km.” yazýyor…
Tarihçimiz; “Dünyanýn ilk üniversite kalýntýlarýnýn Harran’da olduðunu biliyor musunuz ?” diye soruyor ve yolumuza devam ediyoruz…
Þanlýurfa’dan güneye, Suriye sýnýrýna doðru ilerledikçe tüm coðrafya deðiþiyor. Adeta çöle dönüþüyor. Ýlklim de farklýlaþýyor ve yakýcý bir hava ile tozu topraðý savuran kavurucu sert rüzgârlar beliriyor. O gün karabasanlar gibi bizimle dolaþan bir bulut, arada bir yaðmur atýþtýrýyor. Bu doðal deðiþime koþut olarak, yöredeki insan yapýsý ve kültürü de farklýlaþýyor. Yerleþim birimleri küçük ve kendi içine kapanmýþ köylere dönüþüyor. Yapýlar tek katlý, çoðu düz çatýlý ve iki göz odalý olarak bildiðimiz sýradan köy evleri. Bu alýþýlmýþ görüntünün arasýnda ise, kendilerini yüksekçe ve konik kubbeleriyle belli eden, yörenin özgün mimarisi, konik evler kolayca fark ediliyor. En çok dikkatimi, uzaktan bir yabani arý kovanýný çaðrýþtýran bu evler oluyor. ..
“Ýþ Kale” denilen Tarihi Kale’nin önündeyiz þimdi. Günlerce az kalmýþ ve sahibinin yolunu beklemiþ aç kediler gibi, bir grup çocukla karþýlaþýyoruz. Adeta elimize ayaðýmýza dolanýyorlar. Kimisi elindeki “özellik otu” denilen þeyi sattýrmaya çalýþýrken kimisi de açýktan para istiyor. Henüz 09-10 yaþlarýnda bir erkek çocuk bize rehberlik yapmaya kalkýþýyor ve yapýyor da…”Ýç Kale” yi gezdirirken, çok bilmiþ bir tavýrla öðrendiklerini þakýr þakýr anlatýyor...
Hititler döneminde iki katlý olan kalenin ikinci katý Ay Tapýnaðý olarak kullanýlmýþ. M.S. 150 - 200 yýllarýnda Romalý'larýn geliþiyle ikinci kat kiliseye dönüþtürülmüþ. Harran'ýn çevresi de yüksekliði 90 metre, uzunluðu 4 km. olan surlarla çevrilmiþ. Ayrýca Halep, Rakka, Baðdat, Musul, Anadolu kapýlarý, beþ de gözetleme kulesi yapýlmýþ. M.S. 744 - 750 yýllarýnda bölgeye gelen Emeviler kiliseyi camiye çevirip, kervansaray olarak kullanýlmak üzere kaleye üçüncü bir kat daha ilave etmiþ… Þeklinde bilgi veriyor çocuk rehber.
Tarihçimizin söylediðine göre, baþta devrin en büyük matematikçi ve tabiplerinden, Yunan filozoflarýnýn eserlerini Arapça'ya çeviren Sabit bin Kurra, dünyadan aya uzaklýðý doðru hesaplamayý baþaran Battani, atomun mucidi sayýlan Cabir bin Hayyan olmak üzere birçok ünlü âlim, Harran'daki okullardan yetiþmiþ. Bu bilgiler, bu mekânlara bir baþka anlam veriyor ruh katýyor.
Dünyanýn ilk Ýslami Üniversitesi
Þimdi en heyecanlý mekâna yaklaþýyoruz. Dünyanýn ilk Ýslami Üniversitesi olan Harran Üniversitesi'nin kalýntýlarýnýn bulunduðu yerdeyiz. Etrafý tel örgü ile çevrili. Daha yeni savaþta çýkmýþ gibi.. Tarihçimiz; “Dünyanýn ilk üniversitesi olarak kabul edilen Harran Ýslam üniversitesinin kalýntýlarý buradadýr.” diyor. “Bu üniversite Urfa ile Akçakale arasýnda dýr. Akçakale’ye 66 km’ lik bir mesafe vardýr. Akçakale ise Suriye sýnýr kapýsý olan bir yerdir. Harran kelime anlamý yol manasýna geliyor. Tarihte ilk astronomi çalýþmalarýnýn baþladýðý yer olduðu sanýlan Harran da kazý çalýþmalarý 1952 de Ýngiliz Arkeolog S. Rýce baþlatmýþtýr. Bu kazýlarda Babil kralý Nabonidin mezar taþý bulunmuþ, Þanlýurfa müzesine alýnmýþtýr. Ayrýca külah biçiminde kerpiç yapýnýn dünyada sadece bu bölgede bulunduðu sanýlmaktadýr. Harran elips þeklinde beþ metre yükseklikte ve dört kilometre uzunluðunda bir duvarla çevrilidir. Altý da kapýsý vardýr. Selçuklularýn kurduðu, Moðollarýn yýktýðý üniversiteyi Yavuz Sultan Selim han yeniden inþa ettirmiþtir. Deðerli arkadaþlar, iþte gördüðünüz þu manzara Cengiz Han tarafýndan yapýlmýþtýr.”
Deðerli okuyucular, isteseydim bu dizi yazýyý birkaç gün daha sürdürebilirdim ancak bazý samimi okuyucularýmýn ýsrarý üzerine, gezi notlarýmý bu gün burada, -Atatürk Barajý’ný anlatmadan- sonlandýrdým.. Yarýndan itibaren, kýlýç elde/pardon kalem elde siyaset meydanýna iniyoruz..En güzel günler, sizinle olsun…





Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn doða ve dünya kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Malatya
Çýnar
Zulme Sessiz Kalanlar Zulme Uðradýlar…
Malatya Asimile mi Oluyor
Nevruz Ateþi
Orduzu Ýlçe Olur Mu?
Malatya"da Yeþil Kuþak Projesinin Off The Record Hikâyesi
"Maranki" mi Dediniz…

Yazarýn deneme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Bir "Þiþirme Duasý" Hikâyesi
Kýnýfýr Bed Renk Olursa…
"Þiþirme Duasý"
Kitap Okumak Eðlenceli Bir Eylem…
Saðýr Kaplumbaða
Dicle Kýyýsýnda Bir Maðara Kent
Tasalanma Ey Reis!..
Piyerloti
Akabe
Baþbakanýn Malatya Mitingi

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Cennet Gülleri [Þiir]
Tüm Türkiye Üþüdü Koca Reis [Þiir]
Tüm Türkiye Üþüdü Koca Reis [Þiir]
Çocukluðum [Þiir]
Duvardaki Saat [Þiir]
Olma Geveze [Þiir]
Özgürlük [Þiir]
[Þiir]
Bizim Kadir de Ehliyeli Olunca… [Öykü]
Vay Sözüm Vay… [Öykü]


Þevket Baþýbüyük kimdir?

Edebiyatýn karýn doyurmadýðýný bile bile aç kalma pahasýna yazmaktan imtina etmeyen, hayal gücünden çok izlenim ve gözlemlerini yazmaktan büyük keyif alan, yazarken adeta orgazým olan sýradýþý bir yazar

Etkilendiði Yazarlar:
Roman, Hikaye, Þiir, Biyografi, Gezi


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Þevket Baþýbüyük, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.