Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Bircan ve Doğan satranç oynamaktadırlar. Satranç tahtası, ayaklarından biri kırık olan bir sandalyenin üzerindedir. Bircan hamlesini yapmış, Doğan’ a geçmiştir oynama sırası. Çok düşünür Doğan. B – Yusuf bu sandalye ile çok adam düşürdü biliyor musun? D – Onlardan biri de bendim. Sus karıştırma kafamı. Gülmeye başlar Bircan. B - Hadi ama Doğan, çok düşündün. Ver işte veziri. Başka seçeneğin yok. D – Dur oğlum düşünüyorum. B – Neyi düşünüyorsun? Zaten oynayabileceğin tek hamle var. Hangi elimle oynasam diye mi düşünüyorsun? D – Tamam tamam al oynadım. Senin olsun vezir. Bircan veziri alır. Yaslanır arkasına. Oyun neredeyse bitmiştir bu hamleden sonra. B – Çekilebilirsin. Daha yapabileceğin bir şey kalmadı. Aldım bütün iyi oyuncaklarını elinden. D – Sen hile yapıyorsun oğlum. Hep yeniyorsun beni. B – Hadi oradan. Yenmem mi hile oluyor? Yeni öğrendin sen bu oyunu. Elbette yenileceksin. Böyle böyle öğreneceksin yenmeyi. Kalk çaya bak demlenmiştir şimdi. Doğan mutfağa geçer. Masanın üstünde, Bircan’ ın yanında getirdiği ders kitapları vardır. Üsttekini alır, yaprakları aşağıya gelecek şekilde sallamaya başlar. Bu arada Doğan odaya girer. Şaşırır Bircan’ ın bu hareketine. D – Ne yapıyorsun sen öyle? B – Kitap okuyorum görmüyor musun? D – Düz tut o zaman kitabı. Harfler yere dökülürse toplamak vakit alır. Gülerler ikisi de. D – Nasıl gidiyor dostum? B – Hangi bir şeyi soruyorsun? D – Her bir şeyi. Okulu, aileni, her bir şeyi. Sana dair olan her bir şeyi. B – Her bir şey iyi. D – Gerçekten mi? B – Gerçekten. D – Tamam. Öyle diyorsan öyledir belki. B – Ne demek belki. Belkisi yok. İyi her şey. Zayıfları kurtardım. Ailem iyi, konuşuyoruz iki günde bir. İyiler bir sorunları yok. Beni çok özlemişler o kadar. D – Gitsene bu tatilde. Üç gün boşuz. Çık cumadan, dön pazar akşamı. B – Hayır gidemem üç gün için. Yorucu oluyor. Ne kaldı ki bir ay sonra zaten gideceğiz. D – Sen beni dinle. Git gör aileni. Kafanı dinle iki gün. Denize gir. Açılırsın biraz. Kısa bir sessizlik olur. Doğan kalkar mutfağa gider. Çay demlenmiştir. İçinde iki bardak ve şeker olan küçük bir tepsiyle girer odaya. Sehpaya bırakır tepsiyi, gider bu kez demlikleri alır gelir. D – Tepsiyle demlikleri bir seferde getiremiyorum biliyor musun? İkisini de devirecekmişim gibi bir korku giriyor içime. Çok saçma ama yapamıyorum işte. Önce birini getiriyorum sonra diğerini. B – Sen çarşıda bizi gördün değil mi? Sessizlik olur. Doğan çayları dolduruncaya kadar bozulmaz bu sessizlik. D – Evet gördük. Herkes gördü. Arkanız dönüktü bize. Sen bir ara “Konuş benimle, yalvarırım konuş benimle. Duvar olma karşımda” dedin. Biz bunu duyduk sadece. Hemen uzaklaştık oradan. Bizi görmeniz daha da kötüleştirmesin durumu dedik. Kimse birbiriyle konuşamadı dönene dek. B – Yok bir şey Doğan. Yolunda her şey. Sağ olun sizler bulunmaz dostlarsınız. Ama üzülecek bir şey yok. D – Kandırma kendini. Yolunda giden hiçbir şey yoktur eğer sevgililerden biri, diğerine duvar oluyorsa. Ben bilirim bunu. Anlatmak istersen dinlerim. Bu gibi durumlar çok yorar insanı. Sakın özel hayatına müdahale ediyormuşuz gibi algılama kırarım kemiklerini. Ben daha iriyim biliyorsun. Üzüldük sana. Git denize gir, kendine gel biraz. B – Gidip de ne yapacağım söyler misin Doğan? Oturup konuşur, çözeriz bu sorunu. Ben çözeceğimizi biliyorum. D – Neden tartıştınız anlat bana. B – Tamam Doğan. Kapatalım bu konuyu. Her ilişkide olduğu gibi bizimkinde de bazı sorunlar olmaya başladı. Biz çözeceğiz bunu. Sen merak etme. Susarlar. Sessizlik olur yine. Doğan Bircan’ın biten çayını doldurur. D – Yavaş iç be dostum ben daha bir fırt almadım. Yanmıyor mu dilin senin? Kapı çalınır. Doğan açar kapıyı. Gelen Doğan’ ın sevgilisi Canan’ dır. D – Hoş geldin hayatım. Nasıl geçti? C – İyi geçti. Çok iyi geçti tatlım. Verdim sayıyorum. Kim var? D – Bircan burada. C – Bircan mı? D – Evet. İçerde. Bardak al kendine. Çay yaptım. İçeri girer Canan. C – Merhaba Bircan. Hoş geldin. Nasılsın? B – İyiyim Canan. Sen nasılsın? C – Ben de iyiyim. Sınavdan çıktım. Geçtim galiba. Zorlamadı beni bu kez. Yalnız mısın? Ayfer buraya gelecek mi? Canan kendine çay doldurmak üzere demliklere uzanır. Doğan radyosunu kurcalamakta, Bircan, henüz bozmadıkları satranç tahtasındaki taşların konumlarını incelemektedir. Beyaz veziri eline almıştır. B – Hayır. Dersten sonra kütüphanede etüt yapacaklarmış kızlarla. C – Ne etüdü? Ayfer okulda değil ki. Birden ikisi de Canan’a dönmüştür. B – Ne demek okulda değil. C – Yok okulda. Ben ilk dersi kaçırdım sabah. İkinci ders için sınıfa çıkarken alt kapıda karşılaştık. Gidiyordu. Girmeyecekmiş derslere bugün. “Otogara gidiyorum” dedi, gitti. Hafta sonu için bilet almaya gidiyor sandım. Haberin yok muydu? Odada duyulan tek ses, Doğan’ın elindeki frekans bulamayan radyonun hışırtısıdır şimdi. Kalakalmışlardır öylece. Canan çayına biraz daha şeker atar. Şimdi, kaşığın çıkardığı ses eşlik etmektedir radyoya. Bircan arkasına yaslanır, elindeki vezire bakmaya başlar. Sessizliği Canan bozar. C – Bircan beni dinler misin bilmem ama, sende git bence. Kafanı dinlersin biraz. Boğuluyorsun görüyorum. Dolaşırsın, denize girersin. Dinlenir dönersin, iyi gelir sana. Bircan elindeki veziri satranç tahtasının üstüne fırlatır. Devrilir tahta üzerindeki taşlar. Odanın içinde, birbirine çarpan taşların gürültüsü dolaşır birkaç saniye. Bircan ayağa kalkar, kitaplarını alır. B – Boşuna frekans arama Doğan. Siz zaten aynı frekanstasınız. Okula gidiyorum. Yusuf’la pinpon oynamak istiyorum akşama kadar. Dikkat edin kendinize. Görüşürüz. Doğan kapatır elindeki hışırtılar çıkaran radyoyu .Yolcularlar Bircan’ı. On saat öncesi.. Gündüz vakti olmasına rağmen, bütün perdeleri çekik bir öğrenci evi. İki sevgili gürültü yapmamak için, salon ile mutfak arasında dolaşmakta ve fısıldar gibi konuşmaktadırlar aralarında. Kahvaltılarını yapmışlar ve toplamaya uğraşıyorlardır sofrayı. Bir yandan da, artık iyice ilerlemiş olan ilişkilerinin verdiği güvenle, önceki sevgilileri hakkında konuşmaktadırlar. Ayfer (A) eski sevgilisini anlatmış, sıra Bircan’ a (B) gelmiştir. A, hadi der gibi B ye bakmaktadır. Ama kendi yaptığı gibi çabuk olamayacaktır bu. Kısa bir sessizlikten sonra; B – Peki orada her buluştuğunuzda hep sobadan mı bahsediyordunuz? A – Evet. Her seferinde sobadaki ateşin ne kadar güzel bir yeşil ortaya çıkardığından bahsediyorduk. Kimse anlamıyordu tabi bizim hangi yeşili konuştuğumuzu. B – Millet ateşin içinde yeşil bir şeyler arıyordu yani. A – Aynen öyle.. Sıra sende. Bekliyorum. Yok mu seninde ateşten çıkardığın yeşil bir şeyler? Gülmeye başlarlar bu soruyla. B, A’ nın elinden tutup salona, sabahladıkları ve daha toplamadıkları yatağa götürür. B uzanır. A oturur yatağa. Yine kısa bir sessizlik olur. A – Ben anlattım ama. B – Dinle tamam anlatıyorum. Boğazını temizliyormuş gibi öksürür B, yine gülüşürler. A – Şuna bak sanki meclis oturumu açıyor beyefendi. Hadi meraklandırdın beni. Anlat anlatacaksan. Biz beklettik mi seni? B – Lisedeyken platonik bir aşkım vardı. İlk sevdam. Bu kadar. Bitti.! A – Yok ya. Bitmişmiş. Siz erkeklerin platonik aşklarını deşmek lazım. Neler çıkar içinden bir bilsen. B – Kaç platonik takılmış erkek tanıdın sen bakayım. Kendinden emin politikacılar gibi konuştun yine. A – Hadi anlat uzun etme. Bekliyoruz herhalde. Daha çarşıya gideceğiz. B – Bir sene boyunca, belki milyon kere denedim söylemeyi ama yapamadım. Berbat bir üçgenin köşeleriydik. Ben, o ve bir önceki sene çıktığı çocuk. A – Aynı sınıftaydık deme bana şimdi.. B – Evet. Aynı sınıftaydık. A – Yuuuh... Yine gülüşürler B – Yuh evet. Tam yuhluk bir durum. Çıktılar bir süre. Sonra okul kapandı. Son sınıfa geçtik hepimiz. Okulun açıldığı ilk hafta, ders yok tabi, dolaşıyoruz iki kız iki erkek. Konuşa konuşa gidiyoruz. Arkada kaldı diğerleri. Ama ben onu o dakikaya kadar sadece sınıf arkadaşım olarak görüyorum. Yani tamam güzel kız ama, gönül konmamış daha ona. A – Kafiyeli konuşmaya başladın yine. B – Tamam ciddileşiyorum. Ona ilişkilerinin nasıl gittiğini sordum. “Biz ayrıldık” dedi. İki kelime. “Biz ayrıldık.” Yere bakıyordu. Biz dedi durdu, yüzüne baktım, yüzüme çevirdi yüzünü, gözüme baktı, “ayrıldık” dedi. Belki iki saniye bile sürmedi bu. Birbirine bitişik söyleseydi bu iki kelimeyi ve bakmasaydı yüzüme, sadece üzülürdüm, geçerdi. Ama gözlerime bakıp “ayrıldık” dedi. O an sevdim onu. Sonra sonra, onu ne zaman sevmeye başladım diye kendime çok sordum. Ve o andı işte. Benim sobam o an yanmaya başladı. Gülüşürler tekrar. A – Yeşil oldu mu ? B – Oha. Ben ne anlatıyorum, sen ne soruyorsun. Platonikti dedim dinlemiyorsun ki. Hem bir dakika, sen o yüzden mi başkasına verdin sana aldığım çamaşırları? Hiç giymeden üstelik. A - Hangi çamaşırları? B – Hangi çamaşırlar oldu şimdi değil mi? Yeşil çamaşırları? A – Nereden geldi aklına şimdi bu? Küçük geldi ondan verdim. Boş ver sen, devam et hadi. Araya laf sokma. B – Devam edeyim, işine gelmedi değil mi? A – Devam et tabi, daha yuhluk kısmını dinlemedik. Neden söyleyemedin ki? Ayrılmışlar işte. Korktun mu reddedilmekten.? B – Belki de, kimbilir. O bana sevmenin ne demek olduğunu öğreten ilk kızdı. İlk sevdiğim kız. Bunu asla benim ağzımdan duyamadı. Bekledi ama duyamadı. Önceleri kendime güvenim tamdı. Daha erken, daha erken dedim, erteledim hep söylemeyi. Bir de o çocuk vardı doğal olarak. Aynı sınıftaydık. Çocuk sürekli onunla ilgili espriler yapıp duruyordu. Bazen çok komik olurdu espri. Bütün sınıf gülerdik. Yüzü kızarırdı onun. Daha doğrusu burnu kızarırdı. Çoğu zaman da tacize girerdi yaptığı. Kızardı o buna. Çok kızardı. Yine kızarırdı burnu. Ama ağzını açıp da ona kırıcı bir söz söylediğine şahit olanımız yoktu. Esprilerin ve sözlü tacizin birbirini kovalamasının tek sebebi onun bu sessizliğiydi. Bir yıl sürdü bu. A – Zor bir durum. Nasıl dayandın. Kavga etmedin mi çocukla? B – İçim içimi yedi uzun süre. Kavga edemezdim ki. Çocuk onu seviyordu. Ağzından çıkanlara bir tepki vermiyordu benimki. A yavaşça bir tokat atar B’nin yanağına. A – Seninki? Nasıl da sahipleniyor şuna bak. B – Dur kız, kesme sözümü. Beni engelleyen işte onun bu sessizliğiydi belkide. Karşı durmuyorsa çocuğun bu yaptıklarına, hala içinde bir şeyleri bitirmemiştir diye düşündüm uzun süre. Bir yarı yıl böyle geçti. Gizledim herkesten. Renk vermedim kimseye. Fırlamanın tekiydim ama durgunlaşıyordum hızla. Dikkatim dağılıyordu. Arkadaşlarım beni severlerdi. Kız olsun erkek olsun, severlerdi beni. İtici değildim yani. Farkına vardılar ister istemez. Herkesle konuşurdum sınıfta. Sessizleştikçe üstüme gelmeye başladılar tabi. Anlamaya başladılar bende gönül yarası olduğunu. Herkesle konuşan ben, onunla bazen günde sadece iki kelime konuşabiliyordum; günaydın, iyi akşamlar. Bütün kelimeler terk ederdi beni. Bir gün tuvaletteydik Cenk’le. Saçlarını hep ıslatırdı sıcak havalarda. Bir yandan saçıyla oynayıp, aynada kendisini seyrederken birdenbire “Oğlum herkes biliyor senin aşık olduğunu. Tahmin ediyorlar aslında. Beni görevlendirdiler. Söylesen söylesen bir bana söylermişsin ki doğru yani. Hadi uzun etme söyle bana kim bu şansız kız.” dedi. Kısacık bir an düşündüm. Artık içimde iyice ağırlaştığının farkına vardım o an. Beni daha fazla ezmesini istemedim bu sevdanın. “Cenk söylerim ama sadece sana. Bunu ona söylemenizi istemiyorum. Bu benim yapmam gereken bir şey. Onu sevdiğimi benden duymalı ki doğru olsun. Anla beni. Söylemezsiniz değil mi?” dedim. “Hayır söylemeyeceğiz. Sadece bilmek istedik” dedi yine aynada kendini seyrederken. Ve ben en büyük hatamı yaptım, söyledim adını. A – Hepinizde var bu salaklık galiba. İlk sevdasına bunu söyleyemeyen erkekler. Hem hayatları zehir oluyor hem de daha sonra hayatlarına giren kadına zehir ediyorlar yaşamı. Sevmiyorlar karılarını. B – Büyük ve yanlış bir genelleme. Hepimiz öyle değiliz. A – İstisnalarınız var tabiki. Peki sevemiyorlar diyelim. Devam et hadi. Ne oldu sonra.? B – Bir şey olmadı. Söylemediler. Ama her fırsatta söyleyeyim diye açık açık, hatta onun yanında bile kaş göz işareti yapmaya başladılar. A – Söylemişlerdir. Kızlar söylemiştir. B - Neyse. Yine söyleyemedim. Gittikçe içime kapandım tabi. Beni ne engelliyordu bilmiyorum ama yapamıyordum. Haziran yaklaşıyordu, lise bitiyordu, bende bitiyordum. Gezilere gidiyorduk. Millet, biz yalnız kalalım diye çırpınıyordu. Artık seziyordum bildiğini. Benden bir söz bekler gibiydi. Ben yine tıkanıyordum. A – Oha beceriksiz. Sen bana nasıl sulandın ulan ? Tedavi mi ettirdin tıkanıklığını? Kahkahalar atmaya başlarlar bu soruya. B uzanıp dudaklarından öper A’yı. A – Devam et. Neler oldu sonra ? B – Okulun son günü Dalyana gidecektik. Günler öncesinin planıydı oraya gidişimiz. Bir iki kişi gidip yiyecek içecek falan aldık, döndük okula. Herkes hazırdı gitmeye. Birden onun olmadığı anlaşıldı. Birisi onu sınıfa girerken görmüş. Çıktım bizim sınıfın bulunduğu kata. Sınıfa yöneldim. Durur B. Kısa bir sessizlik olur. A – İstersen anlatma. Anlıyorum. Aklı başında herkes tekrar yaşar o anları, aklına geldikçe. Anlatmak istemezsen anlarım gerçekten. B – Evet o anı tekrar yaşıyorum sanki ama anlatacağım. Başladım bir kere. Sonra soramayacaksın bana “Ne oldu sınıfta, ne konuştunuz” falan diye. İçinde kalacak, merak edip duracaksın. Bu merak yiyecek içini sonra. A – Yok ya? Hiç de değil. B – Öyledir öyledir. İyisi mi devam edeyim ben. Sınıfın kapısına yaklaştım, içerden bir ses geldi önce anlamadım ne olduğunu. Kapı açıktı. Tam kapının önüne geldim ve içerde, karşıdaki pencerenin önünde onu gördüm. Burnunu çeke çeke ağlıyordu. Yanında o çocuk vardı. İkisi yalnızlardı sınıfta. Onun yüzü pencereye dönüktü, çocuğunki bana. Kapının önünde donup kaldım öylece. Çocuk bana bakınca o da döndü, baktı ki benim, şöyle yüzünü biraz havaya kaldırdı. Ve ben o an, bir damla yaş aktığını gördüm sol gözünden. Hiç ağladığını görmemiştim o ana kadar. Çocuğa bakamadım. Gözlerim hep onun yanağından akan yaştaydı. Ona da bakamadım. Bu manzara içimi allak bullak etti. Aynı anda hem çok rahatladığımı, hem de çok daha ağırlaştığımı hissettim. Kısacık birkaç saniye. Belki beş saniye bile değil. İkisi de bana bakıyordu, ben onlara bakacak cesareti göremiyordum kendimde. Aklım onun ağlayışına, gözyaşına ve o göz yaşının sebebine takılmıştı. “Seni bekliyoruz” dedim, “İniyorum hemen” dedi. Tekrar pencereye döndü. Bende döndüm arkamı, merdivenlere yöneldim. Nasıl indiğimi hatırlamıyorum. Kendimi diğerlerinin arasında buldum. Durur bir an. Kısa bir sessizlik olur. A – Kaç sene geçti bütün bunların üzerinden.? B – Kaç sene geçti? Sekiz mi? Evet evet sekiz sene. A – Neden ağlamış peki? Öğrenebildin mi bunu? B – Evet öğrendim. Kendisine sordum neden ağladığını. A – Bak sen!. Cesaret hapımı aldın da sordun.? B – Dalga geç sen. Öyle bir an geldi. Sordum işte. Yola çıktık, Dalyana doğru kumsaldan yürümeye başladık. Herkes bir şeyler kucaklamış, yiyecek içecek falan. Bir ara ben en arkada kaldım. Aklım hep sınıftaki manzaradaydı. Demek hala aralarında bir şeyler var ki, ağlayabiliyor. Demek ki onun sözlerine, sataşmalarına sessiz kalışının sebebi buymuş, bitirmemiş içinde bir şeyleri. Hep bunları düşünüyordum. Kendime aferin bile dedim, söylememekle iyi ettiğimi düşündüm bir an. Az daha araya giren biri olacaktım diye düşündüm. Önden gidenlerin arasıda onu arıyordu gözlerim ama göremiyordum. Birden, arkamdan birisinin yaklaştığını duyar gibi oldum, dönüp baktım, o geliyordu. Aramızda birkaç metre vardı. Bir iki saniye içinde aklımdan, acaba benimle konuşacak mı, konuşursa ne der, ben ne söz bulacağım da konuşacağım gibi cevapsız kalan sorular geçti. Derken geldi yanıma. Ayakları bileğine kadar suyun içindeydi. “Üşümeni istemem, soğuk değil mi su?” dedim. “ Hayır üşütecek kadar soğuk değil” dedi. “ Neden ağlıyordun sınıfta, rahatsız mı etti seni?” diye sordum. Hemen cevaplamadı .O an düşünmedim bunu sorup sormamayı. Öyle pat diye sorduktan sonra, keşke sormamış olsaydım dedim kendi kendime. “ Yok rahatsız etmedi. Lise bitiyor, arkadaşlardan ayrılıyorum diye ağladım” dedi. Yalandı. Hissettim bunu. Gerçeği bilmiyordum ama bu cevap yalandı. “ Haklısın, çok çabuk bitti, şimdi herkes bambaşka yollara gidecek” dedim. Önce “ Evet doğru, hepimizin birbirinden çok farklı birer yaşamı olacak” dedi sustu. Sonra “ Kimimiz iyi yaşayacağız, kimimiz de daha iyi” dedi. Güldüğümü hatırlıyorum bu söze. O da güldü ben gülünce. “Yalan mı?” diye sordu gülerek. “Hayır değil tabiiki. Sen daha iyi yaşayanlardan olacaksın” dedim. Tüm benliğimle istedim o an, bunun gerçekten olmasını. İçimizde en iyi şartlarda yaşayacak birileri çıkacaksa, o da onlardan olmalıydı. Seviyordum onu. Ve artık bitmişti zaman. Olmayacaktı hiçbir şey. Yapmam gereken tek şey, mutlu olmasını dilemekti. “ Kimbilir belki dediğin gibi olur” dedi sustu. Gülmüyordu. Sonra gözlerime bakarak bana öyle bir şey söyledi ki, kendime lanet ettim. Tek kelimeyle lanet ettim kendime. Kumsaldaki bütün kumların üzerimi örtmesini istedim o an. Terledim, üşüdüm, yükseklerden düşüyormuş gibi oldum, fırtına koptu tüm vücudumda. Donup kaldım öylece. “ Biliyorum, beni bırakmak istemiyorsun ama, ben gidiyorum.” dedi ve koşarak yetişti öndeki gruba, kayboldu aralarında. İyice ağırlaştığımı anımsıyorum. Öyle söyledi ve gitti. Fırtına dindi içimde. Herkesin her şeyi bildiği ve içten içe, benimle dalgasını geçtiğini düşündüm. Ezip geçmişti beni, onu galip ilan edense bendim.. Sonra döndük piknikten. Okulda yıllıklar hazırlanmıştı. Herkes imzaladı birbirinin yıllığını. Son kez birbirimize mutluklar diledik ve dağıldı herkes. Bir daha da görmedim onu. Uzun süren bir kırgınlık yaşadım kendimle. Kolay olmadı kendime gelişim. A sarılır B’ ye. B saçlarını okşar A’nın. Sonra A doğrulur ve sorar B’ ye. A – Daha da iyi yaşıyor şimdi değil mi? B – Kendisini bırakmak istemeyen ve bırakmayan biriyle evlendi sonra. Çok çok sonraları haberini aldık evlendiğinin. Güldüler ikiside. A – Salak bırakmasaydın ya kumsalda onu. Söyleseydin ya her şeyi o an. Ne kaybederdin ki.? Kocası olurdun şu an belkide. Kız baktı ki sende iş yok gitti, tabi. Hem biliyormuş da her şeyi. Belki de çocuklarınız bile olmuştu şimdi. B – Çocukları oldu zaten. Duyduk. A – Kıskandın o şanslı adamı değil mi? B – İnanmayacaksın ama kıskanmadım. Diyorum ya çok sonraları duydum evlendiğini. İçimde kıskanmamı gerektirecek bir duygu kalmamıştı artık. Kurtarmıştım kendimi o yaradan. Bırak kıskanmayı sevinmiştim aslında. Ara sıra aklıma geliyordu, neler yapıyor, acaba nasıl diye düşünüyordum. Sevinmiştim gerçekten. Rahatlamıştım. A – O çocukla mı evlendi peki.? B – Yok hayır. Başka biri. O yüzden rahatlamıştım ya. Tanımıyorduk kocasını. O olsaydı, kesin hayatını harcadı derdim ama tanımadığımız biri olunca rahatladım. A – Ne biliyorsun, belki bu adamla evlenince harcamıştır hayatını. Hele birde görücü usulü falansa. Kıskandım ben o kızı. Çok kıskandım hem de. B – Çok saçma. Herkesin hayatında, çok isteyip de yaşayamadığı en az bir tane gizli sevdası olmuştur. Ben bunu iddia ediyorum. Herkesin olmuştur. E ben de normal bir insan olduğum için, benim de oldu tabii. Anlatalım dedik ve anlattık. Hepsi bu kadar işte. Ateşten çıkaracak yeşil bir şeyler var mı yok mu bilmem ama benim anlatacaklarım bu kadar işte. Kıskanacak bir şey yok, ben seni kıskandım mı.? Üstelik yenir yutulur şeyler değildi anlattıkların değil mi.? Kızdırma beni şimdi. A – Tamam tamam demedim bir şey. Başlamayalım yine. Sessizlik olur. A kalkar yataktan, masa üzerindeki tabakta iki tane mandalina vardır, birini alır. İstiyor musun der gibi B’ye bakar. B – Hayır istemiyorum. Hadi gidelim çarşıya, dolaşırız, para çekeriz makineden, mandalina alır döneriz. Tamam der gibi başını sallar A, sırtını B’ye dönmüştür. B’de kalkar yataktan ve gömleğini giymeye başlar. A – Güzel miydi? B bu soruyu cevaplamaz. Yanına gelir A’nın, ve ona sarılır. B – Takıldın sen bu hikayeye. Yeter artık ama. Hadi hazırlan, hava harika. Ben sıkılmaya başladım bu konuları konuşmaktan. A – Tamam kapatacağız ama sorumu cevaplarsan kapatacağız. Evet yada hayır. Çok mu güzeldi? B – Yeter dedim sana. A – Demek çok güzeldi. Allah bilir, şimdi özgür biri olarak karşına çıksa, “hadi gel” dese, gidersin ona değil mi? Cevaplamadın sorumu çok güzeldi değil mi?. Donmuş gibi durmaktadır B. A iyice sinirlenmiştir soruları cevaplanmayınca. Sessizlik olur bir süre. Yeni bir soru sormak üzeredir A. A – Onu Unu.. Ama sorusu yarım kalır. B – O öldü.! Bağırarak söylemiştir B bu iki kelimeyi. Öfkesi yüzünden okunmaktadır. Yatağa yönelir ve oturur. A donup kalmıştır. Sessizlik olur bir süre. A sandalyeye oturur. Tabakta kalan son mandalina elindedir. Çabuk sakinleşmiştir B. Sakin sakin konuşmaya başlar. B - Hayattayken güzeldi. Yani onu her gün görebildiğim günlerde güzeldi. Ama şu an sanırım kalmamıştır güzelliği. Ortak bir arkadaşımız vardı oturdukları köyden. Aynı kursa gidip geliyorlarmış çocuğun motoruyla. Bir akşam dönüşte köpek çıkmış karşılarına. Devrilmiş motor. Sürüklenmişler elli metre. Sürat de varmış. Çocuğun sol eli kopmuş, komada kalmış uzun süre. O hemen orada ölmüş. Gövdesini yol kenarında, başını yirmi metre ötede bulmuşlar. Gazetede gördüm resimlerini. Üzerine gazete kağıdı... Motor devrilene kadar güzeldi... Susar Bircan. Ayfer yanına gelir, sarılır boynuna, saçlarını okşar. A – Özür dilerim bebeğim. Çok özür dilerim. Kendimi kaybettim yine. Tamam. Sakiniz değil mi? Özür dilerim. Her zamanki gibi aptallaştım yine. Kıskançlığım tuttu. Affet beni aşkım. Ne olur affet beni. B – Yok bir şeyim tamam. İyiyim ben. Kızdırdın beni yine. Anlat dedin anlattım. Senden gizlim saklım olmadı hiç. Kıskanman boşuna. Diyorum ya hiç kimse, içini yaralayan yüzleri unutamaz. Belki uzun zaman aklına gelmez, anımsamaz, yaşadığı zaman dilimi, aklın o yüzleri hafızadan geri çağırmasını gerektirmez. Unutuldular sanılır. Ama şıllığın biri çıkar, hadi anlatalım onları der, anlatır, anlattırır, hatırlar eskiyi ve hatırlatır, sonrada kalkar kıskanır anlatılanları. Kapatalım bu konuları sıkıldım ben. Hadi hazırlan yavrum. Çıkıp dolaşalım. Para çekelim, bir şeyler alalım. Ne kadar paramız var? A – Elli bin lira. B – Okadarcık mı? Ya makine bozuksa? Pazartesiye kadar ekmek yeriz sadece. A – Bozuk değildir. Hemen kötü düşünme. B – Bugün Cuma kızım. Akşam oluyor. Millet çekmiştir paraları, boşalmıştır makine. Burası küçük bir kent. Saat beş dedi mi insanlar kapanıyorlar evlerine. A – Hiç mandalina kalmadı. Bütün parayla alalım aşağıdan, yiye yiye gideriz çarşıya. Paramızı çekip mandalda alalım. Hep kayboldu mandallarım. B – Aşağıya düşüyor gidip almıyorsun değil mi? Üşengeç. Sonra da mandal alalım diye tuttur. Beş dakikanı almaz inmen. Bir merdiven ineceksin kızım. Alt kattaki kadın da hiç para vermiyor mandala. Mandal yağdıran bir komşusu var çünkü. A – Aman be aman be! Beni eleştirmekten zevk alıyorsun değil mi? Ne alakası var aşağıya düşürmekle. Bozuk oluyorlar, plastikleri kırılıyor. Geçen gün senin de elinde dağılmadı mı? Düşürüyorum tamam ama bozuk olanlar daha fazla. Azaldı işte, alırız aşağıdan uzun etme. B – Tamam tamam hadi patladım evde. Birileri gelmeden çıkalım. Mandal da alırız mandalina da. Paramızı çekelimde hele. Kartını almayı unutma. A – Ben şimdi mandalina alacağım o parayla bakkaldan. Yiye yiye gideriz çarşıya. Canım çok istedi. B – Güzelim para çekelim makineden, sonra alırız. Yirmi dakika sonra ye ne var yani? Zaten beş dakika olmadı biteli. Sen yedin hepsini. A – Ne demek “sen yedin hepsini”. Sen yemedin mi sanki. Ben anlamam. Alacağım şimdi. Ben yiye yiye gitmek istiyorum çarşıya. B – Aşkım bugün Cuma. Para kalmamış olabilir. Elimizdeki ancak ekmeye yetiyor. Sabret, ben sana beş kilo alırım. Yanında bir kilo da mandal hediye sana. Sabret lütfen. A hiç umursamaz bir tavır takınmıştır. Elleri belinde meydan okumaktadır B’ye. A – Hayır dedim. Şimdi alıp yiye yiye gideceğiz çarşıya. B – Almıyoruz. Hadi bakalım. Paramızı çekmeden mandalina yok. Sendeki inatsa bendeki de inat. Elleri belinden düşer A’ nın. Döner arkasını, masanın üzerindeki tarağı alır, kapının yanında yere dayadıkları boy aynasına doğru yürür. Saçlarını taramaya başlar. B kitaplarının arasını karıştırmakta, kitapları sayfaları aşağıya gelecek şekilde sallamaktadır. Masa üzerindeki bütün kitapları karıştırır bu şekilde. Geçen süre içinde hiç konuşmazlar. Saçlarını tararken dalmıştır A. Kitapları karıştırırken bir aralık fark eder bunu B. B – Allah kahretsin. Kitapların arasına da para koymamışım hiç. Unutmuşum bunu yapmayı. Arasına koyuyorum, sonra günün birinde karşıma çıkınca hem sevindirik oluyorum hem de işime yarıyor. Bunları söylerken aynadan A’ya bakar. Yüzünü buruşturup küçümsercesine güler A. A – Vicdan azabı mı çektin? mandalina için kırdın beni. Sonra da para aradın kitapların arasında. B – Çok bencilsin biliyor musun? Yapılan yada yapılacak her şeyin kendine yönelik olmasını beklemek gibi bir zaafın var senin. Hafta sonu parasız kalma ihtimalimiz var, sen elimizdeki son parayla mandalina almayı kafana koy, külhan beyi gibi tavır takın. Bende vicdan azabı çekeyim hayır dedim diye. Yok ya Çok bencilsin. Bizi bu kadar düşündüğün için gururlandım seninle. Para aradım çünkü süzme gelmiş bakkala. Seviyorsun çayla beraber yemeyi. Para çekemezsek idare ederdi bizi pazartesiye kadar. Onun için aradım parayı. B “Çok bencilsin” dediği anda ona dönmüştür yönünü A. B masanın üzerine bırakır elindeki kitabı. Bir şeyler söylemesini beklemektedir. Bir özür beklemektedir aslında. Ama A hiç bir şey söylemeden tekrar aynaya döner yüzünü. B – Ben çok bunaldım. Hazırsan çıkalım. Gidelim şu lanet makineye. Çıkarlar evden. İkinci bölüm Ayfer kahvaltı yapmaktadır. Kapı çalınır. Gelen Canandır. A – Hoş geldin canım. C – Hoş bulduk Ayfer. Nasılsın? A – İyi sayılır. Kahvaltı yapıyorum. Sende yemek ister misin bir şeyler? C – İstemez olur muyum? Sabahta yemedim. Midem sırtıma yapıştı. Ayfer mutfağa geçer, elinde bardak ve çatalla geri gelir. C – Bu ne bu? A – Süzme. Baksana tadına, seveceksin biliyorum. Ben onsuz yapmıyorum kahvaltımı. Canan bir tadımlık alır. Ve çok hoşuna gider süzme. C – Ulan bu harika bir şey. Nereden buldunuz bunu? Nerede satılıyor söyle alayım hemen. A – Sadece baklavacının yanındaki bakkalda var. Sahibi genç bir adam. Annesiyle beraber duruyorlar. Teyze yapıyor bunu, bazen de, başka bir şehirdeki kız kardeşine yaptırıp, göndertiyor oradan. Bizim teyzecik nazlandı bu kez yapmakta. Yalvar yakar oldum getirtene kadar. Neyse ki getirtti de kurtuldum. Zıkkım çok güzel. C – Gerçekten çok güzel ama. Sizin oraların işi galiba. Peşinden bu kadar koştuğuna göre. A – Bizim değil Bircan’ ların oralarda yapıyorlarmış. O getirmişti bir gün eve. Pil almak için o bakkala girmiş. Peynirlerin arasında süzmeyi görmüş. Anlatmadım ben sana neler yaptığını değil mi? C – Hayır, anlatmadın. A - Bilirsin onu, şaşırınca ağzından çıkan ilk söz şaşırtır herkesi. C – Bilmez miyiz o deliyi, ne yapmış peki çatlatma adamı anlat hadi. A – Eğilmiş vitrine doğru, eliyle süzmeyi gösterip “ aaaa ulan sen ne arıyor burada be?” demiş. Teyze telaşlanmış, hem dolaba doğru koşmuş hem de “Ne var evladım faremi var içinde” diye sormuş garibim. Gülmeye başlarlar ikisi de. C – Deli çocuk A – “Yok teyze ne faresi, bu süzme değil mi? Ona sordum ne arıyorsun diye.” Teyzem anlamamış önce. Bu ne diyor diye yüzüne bakakalmış. Hem anlattı hem güldü saatlerce teyzenin o yüz ifadesine. Artık kadın nasıl bakmışsa? Hala güler aklına her geldiğinde. C – Teyze iyi ki kovalamamış, zırdelinin biri dükkana girdi diye. A – Yok kız. Sonra gittik beraber. Kadın bana anlattı nasıl korktuğunu. “O öyle deyiverince ben peynirlerin içinde fare var sandıydım. Ödüm patladıydı. Ne bileydim süzmeye deyiverdiğini” o gün bugün alırız oradan bu zıkkımı. Bazen gideriz var, bazen de rica minnet getirtiriz işte. İlk yediğimde bende senin gibi çığlık atmıştım. “Bu pil bitmeseydi ben de bunu bu şehirde bulamazdım” diye saklıyor hala o bitmiş pili biliyor musun? C – Ciddi misin sen kız.? A – Vallahi bak. Saklar hala. Zırdeli işte. Sessizlik olur. Canan çantasının hala omzunda olduğunu fark eder. C – Kız bu hala omzumda ya. Söylemiyorsun da çıkar diye. A – Ben de fark etmedim ki güzelim. Hem ne bileyim belki içinde Doğan’a özel şeyler vardır da ondan çıkarmıyorsundur. Kokulu güzel şeyler. Kahkaha atarlar bu espriye. Canan Ayfer’ in omzuna vurur C – Manyak kız. Nereden geliyor böyle şeyler aklına. Bircan’dan aşağı kalır yanın yok hani seninde. A – Tencere kapak misali mi demek istiyorsun. C – Evet. Evet öyle demek istiyorum ama .. Susar Canan. Sessizlik olur bir süre. Bakışırlar. Gözlerini birbirlerinden ayırmadan bakışırlar. Sessizliği Ayfer bozar. A – Aması ne? Devam et neden yarım bıraktın cümleni? C – Galiba su çok kaynadı şu sıralar. Tencere kapağı atmaya çalışıyor öfkeden, kapak da çırpınıp duruyor tencereden kopmayayım diye. Öyle mi? A – Öyle mi? C – Öyle A – Hangimiz tencere hangimiz kapak peki? Madem bizi izliyorsunuz, madem her şeyimiz ortada, söyle bakalım kim tencere kim kapak? Sesi sertleşmiştir Ayfer in. Elindeki çay kaşığını atar masanın üzerine. C – Bak hayatım hiçbir şeyiniz ortada değil. Sizleri de izliyor değiliz. Dün çarşıda gördük sizi. Sen Bircan’ a sırtını dönmüş oturuyordun. “Konuş benimle “ diye yalvarıyordu sana. Bizi görmediniz. Sizinle ilgili bu kadarcık bir görüntü bile yetti suyun kaynadığını düşündürmeye anladın mı? A – Neden? Ayfer’le Bircan tartışamazlar mı? Ayfer’le Bircan tartıştılar diye yeryüzündeki bütün aşklar bitmeye mi yüz tuttu? Bunları barıştıralım da bizimki de bozulmasın diye mi düşünüyor Canan’la Doğan acaba? C – Ne kadar da zor biri olmuşsun sen böyle. A – Sanırım ikinizin gözünde tencere ben oluyorum öyle mi? C – Hayır. A – Onurlandırdın beni. C – Kapak da değilsin henüz. A – Susuyorum tamam. C – Hayır susma. Susmanız her şeyi daha da içinden çıkılmaz yapıyor. O da bir şey anlatmıyor sende. Ne oldu size? Neden yan yana değilsiniz? Neden sen burada pinekliyorsun, o okulda kavga ediyor ev arkadaşlarıyla? Paylaşırdık kızım seninle her şeyimizi. Her şeyimizi paylaşırdık hatırlıyor musun? Güzel kokulu bir yakışıklı yanımızdan geçse, ıslanırdık ve bunu bile utanmadan paylaşırdık. Daha başka şeyleri de hatırlatayım mı? Deli etme beni. Anlat ki çözüm bulmaya çalışalım. Bitmesin istiyoruz ilişkiniz anladın mı. Nasıl başladığını biliyoruz çünkü. Böyle başlayan bir aşk salak saçma bir şekilde bitmemeli tamam mı? A – Biten bir şey yok Canan. İnan bana biten bir şey yok. Nasıl başladığını hatırlattığın için de sağol. Sessizlik olur. Canan kalkar, sırtını dönmüş olan Ayfer’in omuzlarına koyar iki elini. C - Özür dilerim güzelim gerçekten özür dilerim. Her şeyimizi paylaştık seninle. Gizlimiz saklımız olmadı hiç. Bircan’ ın sana yalvardığını görünce deli oldum. O bunu hak etmiyor dedim kendi kendime. A – Bu dediğin ben miyim? C – Hayır. Yalvarışını kastediyorum. Yalvarmayı hak etmiyor dedim kendi kendime. Çok kızdım sana. Seninle bunu da paylaşmak istedim Ayfer. Sakın kızma bana. Birbirimizin geçmişini bildiğimiz için kızdım sana. Ben böyle bir şey yapsaydım, sen de bana çok kızardın. A – Ve seni tencere olarak görürdüm. C – Aynen öyle işte. Sarılırlar birbirlerine. Sesleri yumuşamış, kızgınlıkları geçmiştir. A – Ne kavgası? Sen kavgadan bahsettin biraz önce. C – Bircan Doğan’a gelmişti sabah. Konuşturmayı denemiş Doğan ama, konuşmamış seninki. Git dinlen dedik. Git bu kısa tatilde, dinlenirsin, denize girersin, açılırsın falan dedik. Hayır dedi. Gitmeye yanaşmadı. Senin otogara gittiğini öğrenince de rengi attı. Elindeki veziri fırlattı koltuğa. “Gidip Yusuf ile pingpong oynayacağım” dedi çıktı. A – Bir dakika, ne otogarı? C – Alt kapıda karşılaştık da “otogara gidiyorum” dedin ya bana. A – Hay Allah kahretsin. Sen ona otogara gittiğimi mi söyledin? C – Evet. Çıktı gitti. Bizde az sonra peşimden çıktık. Okula geldiğimizde Onu, Yusuf’u ve Özgür ’ü ayırmaya çalışıyorlardı. A – Yani Canan bravo. Vallahi bravo. Neden söyledin ki? Ayfer elleriyle yüzünü kapatır. Kötü bir şeylerin olacağını sezmiştir Canan. Ayfer’i sakinleştirmeye çalışır. C – Ne oldu güzelim? Ayfer ne oldu hayatım ? Tamam gideceğini senden duymalıydı haklısın ama söyleyiverdim işte özür dilerim. Okulda ders çalıştığını sanıyordu. Allah kahretsin. Ayfer çok çok özür dilerim. Zaten yüzüme şaşkın şaşkın bakınca anladım yaptığım eşekliği ama oldu bir kere. Ayfer ellerini sımsıkı bastırmıştır yüzüne. Canan hem özür diliyor hem yüzünü açmaya çalışıyordur Ayfer’ in ama başaramaz. Bırakır Ayfer’ i oturur sandalyeye. Kısa bir süre sonra Ayfer çeker ellerini yüzünden. Ağlıyordur. A – Haklısın Canan. Su çok ısınmıştı. Ben soğutmaya uğraşıyordum ama gücüm yetmez artık. Şimdi çoktan kaynamıştır. Sen otogara gittiğimi söylediğin an kaynamıştır su. Sanırım bittik. O bunu affetmez. Hiç affetmez. İkisi de susmuşlardır artık. Ayağa kalkmadan, gözlerini siler Ayfer. Saçlarını toplar. Canan ağlamaklı bir sesle konuşmaya başlar. C – Eğer kötü bir şey olursa asla affetmem kendimi. Ve bir daha bakamam yüzünüze. Yapmam gereken bir şey varsa ne olur söyle. Lütfen. Gider özür dilerim Bircan’ dan. Senin bana ‘otogara gidiyorum Bircan’ ı görürsen söyleme” dediğini ama benim bunu unutup söylediğimi söylerim. Bunu ona zaten söyleyeceğini, benin düşüncesizce davranıp söylediğimi anlatırım. Özür dilerim ondan Ayfer. Belki anlar beni, kızmaz sana o zaman. Ne dersin? Gidip konuşayım mı? Ayfer bakışlarını diker Canan’ nın üzerine. Anlamsız gözlerle bakmaktadır Canan’a. Canan dayanamaz bu bakışlara ve çevirir yüzünü, başını ellerinin arasına alır. C – Anladım Ayfer. Anladım. A – Canan sen sevdin mi süzmeyi ? Canan masanın üzerinde duran, içi süzme dolu tabağa bakar. C – Baklavacının yanındaki bakkal dedin değil mi? A – Evet. O bakkal. Ayfer çantasını alır yatağın üzerinden. Elinden tutup kaldırır hala sandalyede bitkin oturan Canan’ı. A – Hadi çıkalım. Bircan’ ı bulmam lazım. Çıkarlar evden. Bir saat sonrası Yusuf ve Bircan, her biri odanın bir köşesine çekilmiş, ders çalışmaktadırlar. Bircan aynı zamanda walkman dinlemektedir. Yusuf birden elindeki kitabı bırakır, yaslanır arkasına ve ellerini başının arkasına alıp, gözlerini kapatır. Bir süre sonra dönüp Bircan’ ı seyretmeye başlar. Y – Ulan ne kadar canımı sıktı bu it biliyor musun? Kendimi veremiyorum derse. Neden vurmadım ki ben ona. Rahatlardım ne güzel. Yusuf susar. Bircan duymamıştır söylediklerini. Yusuf Bircan’ın görebilmesi için el sallar. Bircan çıkarır kulaklığı kulağından. “ Ne oldu? ” der gibi başını sallar.. Y – Ne biçim ders çalışmak ulan o ? Anlıyor musun ki okuduklarını? B – Elbette anlıyorum oğlum. Senin gibi yaşlı değilim ki benim bütün duyu organlarım birlikte çalışabiliyorlar. Ne konuşuyordun kendi kendine? Y – Bu it canımı sıktı dedim. Olmayacak bir şey. Durup dururken yaşadığımız huzursuzluğa bak. Köpek. Bir de hıyar ev arkadaşımız. Yüzüne bakılacak adam değil, bakmasan da olmaz işte. B – Bırak şimdi hadi. Unut gitsin. Olur böyle şeyler. Gerçi benim de çok canımı sıktı. Yaptığı bir hareket vardı, sen görmedin. Zor tuttum orda kendimi. Çıkacaktım üzerine ama nasıl oldu da durdum şaşıyorum hala. Unut ama hadi. Onun hatası, herkes biliyor, herkesin bunu bildiğini kendisi de biliyor. Bu utanç o ite yeter. Sen sıkma kendini, çalış dersine hadi son sınavın. Veremezsen, baban kovalayacak seni biliyorsun. Y – O anamı kovalasın boş ver sen. Ne yaptı sana.? Bircan bu soru karşısında, çocuğuna öğüt veren anneler gibi dudaklarını büzüştürür. B – Hadi yavrum, hadi evladım, sen çalış dersine ki geçesin sınıfını bebeğim. Y – Söylesene Bircan. Ne yaptı o it sana? Vurdu mu? B – Tamam oğlum yok bir şey. Ben kapattım bu konuyu. Sus artık. Ders çalışmamız lazım. Yusuf öfkelenmiş, ayağa kalkmıştır. Y – Ulan ben bunu öğrenmez miyim? O an iki tane vurup da rahatlatmadım kendimi, şimdi dört tane vurup da keyif sigarası yakmaz mıyım ulan? B – Yusuf bak, sen ona iki tane vuramazsın hiç boşuna yorma kafanı, dersine çalış. Y – Nasıl vuramam ulan? O kim ki vuramazmışım. Allah’ın belası yırtık olan her yerden fırlayan bir tip. Eve almamız hata zaten o salağı. Aklıma sıçayım. Birde ben ön ayak oldum gelsin diye. Nasıl vuramazmışım ben ona ? B – Vuramazsın tabiki. İlk vuruşunda ölür çünkü. İkinciyi hücre duvarlarına mı vuracaksın?. İki tane vuramazsın işte. Bir an durur Yusuf, sonra gülmeye başlar. Anlamıştır Bircan’ın ne demek istediğini. Oturur yerine, tekrar ellerini başının arkasına alır ve kapatır gözlerini. Bir süre sessizlik olur. Y – Evet evet ölür ulan o it. Ölür de bu genç yaşımda belaya sokar başımı. Gülmeye başlar Bircan. B – Pek de gençmiş arkadaş. Yusuf da güler Bircan’ ın bu sözüne. Bircan tekrar ders notlarıyla ilgilenmeye başlar. Elleri başının arkasında, öylece Bircan’ı seyretmektedir Yusuf. Y – Çocuk sana bir şey sormak istiyorum. Bircan Yusuf’a çevirir yüzünü, yaslanır arkasına. Yusuf sakin sakin, sesinin tonunu hiç bozmadan konuşmaya başlar. Y – Sizi görmüşler çarşıda... Bircan, ben inanamadım anlatılanlara.. Senin böyle bir şey yapmış olmana inanamadım. Bircan kalkar sandalyeden, pencereye doğru yürür ve yaslanır pervaza, dışarıyı seyretmeye başlar. Yusuf bir an susar. Bircan konuşmayınca tekrar başlar konuşmaya. Y – Bunu seninle konuşmak istiyordum. Aklım yerinde değil, hiçbir yere koyamıyorum, seni düşünüyorum ve seninle ilgili hiçbir kavrama uyduramıyorum bana anlatılanları. Allak bullak oldum.. Anlat bana dostum. Anlat neler oldu? B – Ne oldu biliyor musun? Bugün okula çıktım seninle pinpon oynamak için. Önce yemek haneye uğradım. Yemek yedim. Bitti yemeğim, tepsiyi bırakmak için kalktım, sonra birden, Ahmet hoca koluma yapıştı, elimdeki tepsiyi gösterip gülmeye başladı. Y – Ne o yine mi tertemiz ettin tepsiyi ? B – Hayır. Ahmet hoca koluma girdiğinde merdivenlerdeydim. Elimde boş tepsi, merdivenlerin ortasında buldum kendimi. “Pinpon masasında mı yiyonuz ulan yemeği ” dedi gülerek. Kendime inanamadım Yusuf. Tepsi elimde, öylece kalakaldım. Cevap da veremedim hocaya. Ben .. Susar Bircan. Başını cama yaslar. Yusuf da kalkar, pencereye gelir ve o da yaslar başını cama. B – Ben hiç yorulmadığım kadar yoruldum bu sefer. Kafam kazan gibi. Olanları tekrar tekrar süzüyorum. Söylenen sözler, alınan tavırlar, benim istediğim türden bir ilişkiyle hiç alakası olmayan şeyler. Bu işin içinden çıkamıyorum Yusuf. Y – Anlat bana dostum. Neden bu hale geldiniz ? Bak bu minik şehirde, birbirine bağlanmış üç beş kişiyiz. Birimizin canı sıkılsa, kalanlarda bunalıma giriyor. Gecenin üçünde polisle başımız neden derde girdi ? Canan “galiba grip olacağım” dedi diye, gece yarıları eczane aramadık mı seninle. Polis iyi niyetli olmayabilirdi, “Buraların gecesi, geldiğiniz kentinkine benzemez. Bir daha rastlarsam kendinizi gözaltında bilin” demeyebilirdi. Nezarette gecelerdik . Neden peki Bircan? Yollara niye düştük gece yarısı? B – Anladım Yusuf anladım. Sizleri üzdüğümüzü biliyorum. Yusuf uzaklaşır pencereden. Gidip oturur yerine ve tekrar ellerini başının arkasına alır. Kısa bir sessizlikten sonra Y – Evet ama size değil, sadece sana üzülüyoruz.. Bircan döner pencereden, şaşkın şaşkın Yusuf’a bakmaktadır. Y – Şaşırma sakın. Doğru söylüyorum. Diğerlerini bilmiyorum aslında, bu benim kendi düşüncem ama eminim, farklı düşünmüyorlardır.. Sadece sana üzülüyoruz. Bircan tekrar pencereye döner. Yaslar başını cama. Yusuf bu sırada önündeki kitabı karıştırmaya başlamıştır. Y – Anlat hadi. Yediğin içtiğin senin olsun, bana yalvarışının sebebini anlat. B – Hiçbirinizin inanamadığı şey de bu işte. Ona yalvarmış olmam. Beni yalvarttı. Ben onu hiç yalvartmadım Yusuf, yapamam da zaten. Ama o beni salakça bir inat için yalvarttı. Y – Güzel. Çok güzel. B – İğrenç bir şey bu. O an hiç düşünmedim ama sonradan koydu. Artık ilişkimizin güzel olmayan yanları daha fazla. Giriş, gelişme ve sonuç. Bizim kompozisyonumuz bitmek üzere Yusuf. Galiba son paragrafın ilk cümlesiydi bu yaptığı. Y – Neden peki? Bana bunu anlatmanı istiyorum. Anlat da rahatla. Ne oldu? Millet sizi neden öyle gördü? Neden bir anda kaçmaya başladınız birbirinizden.? İki gündür sizi yan yana gören yok. Belki yapabileceğimiz bir şeyler vardır, olmalı da zaten. Anlat bunları bana dostum. Anlat hadi. Yusuf ortamı biraz olsun yumuşatmak için, dizlerinin üzerine çöküp,ellerini birleştirir. Y – Anlatınız bana efendimiz. Ne olur anlatınız bana. Gülmeye başlar Bircan. B – Kalkınız ulan köle bey.. Yusuf tekrar yerine oturur. Ellerini tekrar başının arkasına alarak beklemeye başlar. B –Cebimizde sadece ekmek almaya yetecek kadar paramız kalmıştı. O mandalina almak istedi bütün parayla. Ben önce çarşıya gidip para çekelim, sonra alırız dedim. İnat etti.. Küstü.. Sonra da beni yalvarırken gördünüz işte. Sessizlik. Y – Bir çeşit saldırı. Huzur bozmaya yönelik bir saldırı. Hiç değişmemiş. Geliştirmemiş kendini. Hala bencilik surlarının içindeki kalesinde yaşıyor bu kız. Ve sen yalvarıyorsun ona. B – Haklısın. Çok haklısın. Kimseyi o kaleden içeri sokmaya niyetinin olmadığını anladım o günden sonra. Cafe’ de çalışırken de böyleydi değil mi? Sen çözmüştün onu aslında. İlk sana anlattım ben onunla ilgili düşüncelerimi. Bir kere de değil, defalarca anlattım hem de. Her seferinde gülmüştün bana. Y – Şu an suçlandığımı düşünüyorum. B – Hayır. Yok öyle bir şey de, bana güldüğün an neler düşünüyordun? Y – Enteresan şeyler.. Seni kaybetmemeyi mesela.. Sana onun hakkında bir şeyler anlatsaydım, beni yanlış anlayacaktın. Yanımızda çalışıyordu, bizlerden birisinin yada benim onunla ilgilendiğimi falan düşünecektin. Ben seni de çözmüştüm dostum. Eğer anlatsaydım, Bircan bu kız şöyledir, böyle davranır deseydim, inanmış gözükecektin, birimizin onda gönlü olduğunu sanıp, ondan vazgeçecektin. Ve tabi ki bizden de. İşte bunu düşündüm. Sen defalarca anlattın, ben defalarca bunu düşündüm. B – Öyle yapardım evet. Aynen düşündüğün gibi davranırdım. Gelmezdim bir daha oraya.Beni çözdüğünü nasıl anladın. Sadece Ayfer’den bahsedip duruyordum. Bu yetti deme sakın. Y – Sen kendini açığa çıkardın bir keresinde. Ben buyum dedin kendin bile farkında olmadan. Kalabalıktık. Hemen herkes bir aradaydık. Birisinin doğum günüydü ama kimindi hatırlamıyorum, Sezen Aksu çalmaya başladı radyoda. Daha ilk tınılarını duyar duymaz, kalkıp radyonun başına gittin. Kimse fark etmedi bunu benden başka. Şarkı bitene kadar da, havalandırmanın üzerindeki minik pencereden gökyüzünü seyrettin. Sezen “seni kimler aldı, kimler öpüyor seni, dudağında dilinde ellerin izi var...” dediğinde senin gülümsediğini gördüm.. İşte hepsi bu. Kimse senin ne yaptığını görmedi. Ayfer bile. O senin aramızda nasıl bir yürekle dolaştığını hiçbir zaman anlayamadı sanırım. Seni, o masada geyik muhabbetine dalmışlardan daha iyi tanıdığımı anladım. Herkes tebessüm edemez o sözlere. Karşımda böyle biri vardı, benim gibi, her şeyi yaşayarak öğreneceğimizi bilen biri. Senin yaralı yüreğin o radyonun başında açığa çıkmıştı. Ve belki, bizim bencil kız sarar yaralarını diye, zayıf da olsa bir umut doğdu içimde. Sen onu kaleden kurtarırsın, o da yaralarını sarar belki dedim. Susarlar. Bircan gider Yusuf’un yanına oturur. Yusuf hala, elleri başının arkasında öylece oturmaktadır. B – Gücüm yetmedi onu kurtarmaya. Teşekkür ederim dostum. Gerçekten teşekkür ederim. Asla suçlamadım seni. Y – Teşekkür etme bana. Senden istediğim iki şey var Bircan. Birincisi, bir daha hiçbir kadına yalvarma, ikincisi, belki şimdi bana kızacaksın ama umurumda değil, bırak onu da birileri alsın. Sen geniş bir insansın. Sana acı verir bu kız. Gücün yetmedi değil, o istemedi onu kurtarmanı biliyorum.Kendi genişlemez seni daraltır acılarla. Bırak, onun gibi dar biri alsın onu. Düşüncelerim şimdi böyle. İster kız ister kızma, ben söyleyeceklerimi söyledim. Artık kapatalım bu konuyu. Kısa bir sessizlik olur. Bircan kalkar, masaya yönelir. Masanın üzerindeki sürahiden su doldurur bardağa ve içer. Tekrar doldurur bardağı, alır Yusuf’ a götürür. Yusuf suyu içerken Bircan yine yanına oturur. B - Bu söylediklerin için de kızmadım sana. Ben geniş bir adamsam seninde aşağı kalır bir yanın yok. İnan ki kızmadım. Y – Biliyorum. Ben rahatım. Ne zaman döneceksin? B – Pazartesi akşamı buradayım. Salıya kadar dersim yok. Y – O ? B – Onu bilmiyorum. Görüşmüyoruz iki gündür. Bu akşam o da gider de ne zaman döner bilmem. Kapı çalınır. Yusuf kalkar açar kapıyı. Doğan gelmişdir. Y – Buyurun beyefendi buyurun. Sonunda bir eviniz olduğu aklınıza geldi demek. Yoksa Canan’larda tuvalet doluydu da ondan mı geldiniz? D – Evet Yusuf hazretleri. Canan’lardan geldiğim doğru da evde kimse yoktu. Sonra dedim, benim bir evim olacaktı, yolu bulursam oraya gideyim. Ne kadar değişmiş bu sokak. Tek katlı değil miydi bizim ev. Üste dört kat daha çıkmışlar haberiniz var mı? Y – Karnın açsa sadece yumurta var. Şimdiden söylüyorum, seninkiler eksik olabilir ben almadım. D – Aç değilim. Nerde diğerleri. Altı kişi değil miydik bu evde? O hıyar geliyor mu eve? Y – Gelmese iyi olur. Parçalarım onu, elimden alamazlar bu defa. D – Gelmez bir iki gün merak etme. İki gün sonra da siniriniz geçer. Nasılsın Bircan? B – İyiyim dostum sen nasılsın bakalım. Frekansını kaybetmiş gibi bir halin var. D – Sorma. Evde yoklar. Bir planı da yoktu ama nerede olduğunu bilmiyorum. Y – Demek sonradan plan yaptı. Anla işte artık, seni dahil etmek istemiyor planlarına. Sevmiyor artık seni oğlum. Aha buraya yazıyorum sevmiyor seni. D – Kıskanç herif. Dünya gözüyle senin yanında bir dişi insan göremeyecek miyiz ulan biz? Y – Sen önce dünyayı gör de, benim yanımdakini görürsün o zaman. D – Gene koydun lafı hadi. Ne diyebilirim ki şimdi. Akşam otogardayız galiba? Kaçta kalkıyor Bircan aynı saat mi? B – Evet sekizde. Gelmenize gerek yok. Ben yolu biliyorum. D – Yok yok biz gelelim. Adettendir, yolcu yolculanır bizde. Kapı çalınır tekrar. Yusuf açar kapıyı, gelenler Canan ve Ayfer’dir. Y - Hoş geldiniz. Geçin içeri bakalım. C – Hoş bulduk Yusuf. Bircan burada mı, yoksa gelmeyelim. Onu arıyoruz. Y – Gelin gelin. Bircan da burada Doğan da. Bir taşta iki kuş vurdunuz yani. Geçin içeri. Hep beraber içeri geçerler. C – Merhaba biz geldik. B – Hoş geldiniz. D – Hayatım neredeydin? Geldim evde yoktun. Bir şey mi oldu? C – Yok bir şey ben iyiyim sen iyi misin? Al, sana gazete getirdim. D – İyiyiyim. Sen nasılsın Ayfer? A – İyiyim sağol. Bize gelmişti sonra beraber çıktık. Merak edecek bir şey yok. Y – Kızlar karnınız aç mı? Açsa Doğan’ ın yumurtaları var sadece. Yapabilirim. A – Yok biz aç değiliz Yusuf. Nasılsın Bircan? Bu soru üzerine evde derin bir sessizlik oldu. Bu soru soruluncaya kadar hepsi ayakta durmaktaydılar. Diğer üçü, az önce Yusuf’un ellerini başının arkasına alıp oturduğu koltuğa oturdular. Ve Bircan’ ın ağzından çıkacak cevabı beklemeye başladılar. B – İyiyim Bircan başka bir şey söylemedi. Ayfer’ in gözü, masanın ayağının dibindeki valize takıldı. Başını iki yana sallamaya başladı Ayfer. A – Aynı saatte mi kalkıyor otobüs? B – Evet senin otobüsle aynı saatte. Ayfer güler bu söze. Canan oturduğu yerden, kısık ve ağlamaklı bir sesle konuşur. C – Bircan ben patavatsızlık ettim. O sana zaten söyleyecekmiş gideceğini. Kusuruma bakma ona haksızlık etim. B – Canan üzme kendini canım. Bir şekilde duyacaktım zaten. Artık sorun değil. Sen üzme kendini. Canan ağlamaya başlamıştır. B – Doğan hadi sen al onu biraz çıkın dolaşın. Gereksiz yere üzmüş kendini. Y – Evet evet hadi çıkalım biz. Canan kalk güzelim. Biraz dolaşalım. Doğan kalkar yerinden,elinde tuttuğu gazeteyi koltuğun üzerine fırlatır, ağlamaya devam eden Canan’ ı kaldırır. Kapıya yönelirler. Canan Ayfer’e döner. C - Çok özür dilerim Ayfer. İkinizden de özür dilerim. B – Canancığım özür dileyecek bir şey yapmadın sen. Üzülmen de yersiz. Sıkma canını. D – Bircan haklı hayatım. Üzülmeni gerektiren bir şey yok. Hadi çıkıp dolaşalım biraz. Doğan ve Canan çıkarlar odadan. Yusuf kalır. Yaklaşır Bircan’ la Ayfer’ e kısık bir sesle.. Y – Akşama görüşürüz arkadaşlar. Dikkat edin kendinize. Tamam mı Ayfer? Ayfer cevap vermez bu soruya. B – Tamam Dostum sizde dikkat edin Canan’ a. Çok üzülmüş. Doğan sinirlendi. Yanlarından ayrılma bir süre oldu mu? Bana pil alın bizim teyzeden unutmayın. Y – Tamam merak etme. Alırız gönlünü Canan’ ın. Ve bir şey söyleyeyim, benim sorum cevapsız kaldı ama bari aranızdaki soruların hiçbirini cevapsız bırakmayın oldu mu? Bu lafın kendisine olduğunu anlayan Ayfer Yusuf ’a döner. A – Sağol Yusuf. Dikkat ederiz kendimize, sen de kendine dikkat et olur mu.? Y – Rahatladım şimdi. Olurum tabiki. Hoşça kalın. Yusuf da çıkar odadan. Kapanan kapının sesini duyulur. Ayfer koltuğa oturur, Doğan’ ın attığı gazeteyi eline alır. Bircan’ ı izlemektedir. Bircan, masanın üzerinde duran walkmen’in içinden pilleri çıkarır ve çantaya koyar. Yere eğilmiştir ve sırtı Ayfer’ e dönüktür. B – Canan’ la kavga etmediniz değil mi? A – Hayır etmedik. Yanlış davrandığını anladı hepsi bu. Geçer merak etme. B – Doğan’ ı bilirim. Canan ağladı mı kötü olur. Bize çok kızmıştır şimdi. A – Umurumda değil. B – Bunu da biliyorum. A – Öyle mi? B – Öyle. A – Ben ağlayınca sen de kötü oluyor musun? Bircan çantayı kapatıp, ayağa kalkar ve Ayfer’ e döner. B – Sesini benden esirgediğinde kötü oluyordum. A – Ben böyleyim. Bilmiyor musun? Susarım bazen ve konuşmam gerektiğine karar verene kadar da konuşmam. B – Biliyorum. Bunu da biliyorum. Nedense hep haksız olduğun zamanlarda susuyorsun. Eleştirildiğinde susuyorsun. Gene de özür bekliyorsun. Özür dilendiyse konuşma kararı alıyorsun. İşte sen böylesin. A – Öyle mi? B – Öyle. Ve her ne olursa olsun, onu sevdiğimi bilen bir kadın benden sesini esirgememeli. Hele sen hiç A – Ne demek “hele sen hiç”.? B – Şu demek. Seni kadınım bildim. Beni erkek yapan ilk kadınsın biliyorsun. İlk sana dokundum ben. Bütün yaralarımı sen sardın. Sana bütün sırlarımı verdim. Bilmediğin bir şeyim yok. Yani bütün dünyamın senden ibaret olduğu ortada. Bütün bunları biliyorsun. Ama benim karşımda susuyorsun. Konuşman için yalvarıyorum. Herhangi bir şey için, bana yalvardığını hatırlıyor musun? Ben cevaplayayım, hayır. İşte bu yüzden benden sesini esirgeyemezsin. Bircan gider Ayfer’ in yanına oturur. B – İşte bu yüzden, gideceğini senden duymalıydım. Bence, bir ilişkide taraflardan biri, tek başına karar almaya başlamışsa, büyü bozulmuş demektir. Diğeri de böyle davranmakta fazla gecikmez. Bence böyle. Bence biz bozduk büyüyü. A – Sadece bu mu? Sadece benim otogara gitmem mi bozdu büyüyü? B – Evet ama sadece bu değil. Senin susma kararın bozdu. Yalvarışım bozdu. Aslında daha da önemlisi, ellerini beline koyup bana meydan okuman bozdu. Ben günlerdir bunu düşünüyorum. Galiba bütün benliğimi sana verdim, sen de, “bu bensiz yaşayamaz” a inandırdın kendini. Senin bu inancın bozdu işte büyüyü. A - Öyle mi? B - Öyle. Senin söyleyecek bir şeyin yok mu? Deminden beri öyle mi öyle mi deyip duruyorsun. Gidiyorsun. Canan söylemese, haberim olmayacak. Yoksa buraya da o mu kolundan tutup getirdi? Yoksa gene mi susma kararı aldın? A – Bir kere ondan böyle bir şey duyman yanlış oldu. Farkındayım. Sana bunu anlatmaya gelmiştim ama şu çantayı görünce geç kaldığımı anladım. Kararını vermişsin. B – Duyunca, ben de gitme kararı aldım. A – Ne zaman döneceksin? Bircan Ayfer’ döner. Kısa bir sessizlik olur. Ayfer anlamış gibi başını sallar. B – Pazartesi akşamı döneceğim bu şehre. Okul bitsin diye döneceğim artık. A – Bitti mi her şey, bunu mu söylemek istiyorsun? B – Evet Ayfer. A – Çok gururluymuşsun. Sırf yalvarmış olduğun için bitiriyorsun. Anladım bunu. Gerisi laf kalabalığı. Kendine yakıştıramadın yalvarmayı. Can dostların da görmüşler üstelik bana yalvardığını. Senden önce birkaç kişinin koynuna girmiş birine sen nasıl yalvarırsın diye yıkadılar değil mi beynini? Seni onlar doldurdu biliyorum. B – Çok saçma. Senin geçmişin hiç umurumda olmadı biliyorsun bunu. A – Öyle mi? B – Öyle. Sen bana kendin anlattın yaşadıklarını. Başkasından duymadım. Bütün o şeyleri bildiğim halde gelip sana uzattım ellerimi. Hiç tereddüt etmeden hem de. Ve elimi tuttuğun süre boyunca hiç aklıma bile gelmedi senin yaşadıkların. Beni kimse doldurmadı anla artık bunu. Göz ardı ettin sen benim bu yaptığımı. Önemli olan benimle olmandı. Onlar geçmişti ve gerçek olan, şimdi olan bendim, gelecekte de ben olacağım diye düşünüyordum anlıyor musun? Ben böyle düşünürken sen yalvarttın beni. Hiç sebepsiz bir inat için. Bu doldurdu beni. Susarlar. Bircan gazeteyi Ayfer’in elinden alır. Terlemiştir ve yelpaze gibi sallar birkaç kere gazeteyi. B – İlk aşkını unutabilir misin Ayfer? Hayır. Sen o gün bana, ilk aşkımı unutamadığım için kızdın. Susman bundandı. Kıskandın. Çok kıskandın. O kadar ki, gözün görmez oldu ilişkimizin boyutunu. Oysa sen ondan daha güzelsin. Bu bir gerçek.. A – O şimdi ölü olduğu için mi? Güler bu soruya Bircan. B – Gördün mü yine yaptın işte. Hala oradasın. En canlı olduğu zamanlardaki halinden bile daha güzelsin sen. Ama yine de onu unutamadığım için yalvarttın beni. Ayfer kızgınlıkla ayağa kalkar bağırmaktadır. A – Evet yalvarttım seni. Kızgındım, kıskanmıştım. Hoşuma gitmemişti bana anlattıkların. Hep beni eleştiriyordun acaba ona da yapar mıydın bunu? Hayır.Ondan daha yüksekte olduğum halde, beni onun kadar sevmediğin için yalvartmak istedim seni. Susarsam delireceğini biliyordum. Onu unut diye yaptım. Susar Ayfer. Yine yerine oturur. Gazeteyi alır Bircan’ ın elinden. Şimdi o yelpaze yapıyordur gazeteyi. A – Aptalcaydı her şey. Seni kaybettim. B – Biz birbirimizi kaybettik. A – Bunu geç anladım. Şu çanta geç kaldığımı vurdu yüzüme. Gitsem iyi olur. Ayfer kalkar. Hala oturmakta olan Bircan’ elini uzatır. Bircan tutar elini ve kalkar. Sarılırlar. Ayfer ağlamaya başlamıştır. B – Ağlama desem de faydası olmayacak sanırım. A – Olmayacak..Çok mu kötü oldun? B – Çok.. Hoşça kal. Bak ben dost.. A – Sus. Elbette dostuz. Artık hep dostuz.. Çıkmak üzere kapıya yönelir Ayfer. Sonra birden durur döner Bircan’ a. A – Unutur onlar. Sen uğra teyzeye, hem pil alırsın hem de özlemiş seni. Sordu dün. Unutur onlar pil almayı tamam mı? B – Tamam. Sağlığına dikkat edeceksin anlaştık mı? A – Evet anlaştık. Hoşça kal. İyi yolculuklar. B – Sana da. Elleriyle gözlerinden süzülen yaşları siler Ayfer. Tebessümle karşılık verir Bircan’ a. A – Hoşça kal bebeğim. Senin yolculuğun iyi olsun da.. Hoşça kal. Döner arkasını ve çıkar evden. Saat sekiz Bircan ve Yusuf otogardadırlar. Y – Verdin mi çantayı bagaja B – Evet. Y – Yok bir sorun değil mi? Sanırım bitirdiniz.. B – Sorun yok, bitti. Y – Böylesi daha iyi oldu dostum. İnan bana daha iyi oldu. Kendine biraz zaman ver, bu akşamı da atlatalım, git dinlen, göreceksin dönünce daha da rahatlayacaksın. Onun arabası da geldi işte. Birazdan o da gelir. B – Beni sizlerin doldurduğuna inanıyor. Y – Aklıma gelmişti böyle düşüneceği. Varsın öyle düşünsün. Biz doğru olanı biliyoruz sen boş ver. Herkes doğru olanı bulur sonunda. Bir yetkili Bircan’ ı yanına çağırır. Bircan gider az sonra döner. Y – Ne oldu? B – Bütün yolcular tamammış. Hemen kalkıyor araba. Y – Daha on beş dakika var. Doğanlar gelmedi daha. B – Ne yapalım dostum? Kalkıyor araba. Selam söyle anlat arabanın erken kalktığını. Ayfer’ i görseydim iyi olurdu ama neyse artık.. Hoşça kal. Y – Belki de göremediğin daha iyi olmuştur. İyi yolculuklar. Dinlen güzelce tamam mı? B – Tamam. Görüşürüz. Bircan biner otobüse ve hareket eder otobüs. Çıkar gardan. Yusuf peronun önündeki bankta oturmaktadır. Doğan’ ın koşarak geldiğini görür. Telaş vardır yüzünde. Y – Ne oldu? Ne bu telaş Doğan? Canan Nerede.? D – O giden araba mıydı? Erken mi kalktılar? Y – Evet. Yolcuların hepsi gelince beklemediler kalkış saatini. Ne oldu? Bir şey mi var? D – Var dostum var. Bu Ayfer’ in bineceği araba mı? Y – Evet. Anlatsana oğlum ne oldu? D – Ayfer bir yere gitmiyor Yusuf. Bir yere gitmiyor. Y – Nasıl gitmekten mi caydı? D – Hayır. Gitme kararı almamış ki caysın. Otogara bir emanet almak için gelmiş. Sen pil alın dedin ya, bir bakkal teyze tarif ettin ya hani? Y – Evet. D – O bakkal teyze, başka bir şehirden süzme getirtmiş ama kendi alamamış, Ayfer’e git al demiş. O da buraya süzmeyi almaya gelmiş. Canan “bizim arkadaşlar buradan süzme alıyorlar galiba” dedi. Teyzenin aklına geldi söyledi. Buraya o yüzden gelmiş. “Barıştılar mı” diye sordu teyze. Ayfer Bircan’ ı biraz kırdığından bahsetmiş. “Bununla gönlünü alacağım” demiş teyzeye. Canan yıkıldı kaldı teyze bunları anlatınca. Çok kötü oldu. Yoksa çoktan gelirdik. Hala orada. Teyze de kötü oldu. Ben yetişeyim dedim, anlatayım durumu dedim ama.. Lanet olsun Susar Doğan. Ayfer’ in bineceğini sandıkları otobüs, korna çalar ve ayrılır gardan. Birbirlerine bakmaktadırlar şimdi. Y – Gerçek mi bütün bu anlattıkların? D – ... Gerçek...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Deniz Ayvaz, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |