Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Bir yudum daha çekip birasından, bir sigara daha yaktı. Gözleri engin maviliğe tutsak kalırken. Ilık ılık esen meltem ısıttı içini, bahar güneşi yeni yeşillenen yaprakların rengini ortaya çıkarırken. Hayatın tüm olumsuzluklarını sahile taşımak istedi, belki bu yaraları dalgalar temizlerdi geçmişin acılarını. Sigarasından derin bir nefes çekip yavaşça üfledi. Dumana takıldı gözleri, savruluşuna. Yalnızlığı düştü aklına; sevmeyi unutmuş yüreği. Bomboş bir evde aşk üzerine yazdığı onca kitapla beraber yaşıyordu hayatı. Aşkı ararken yaşadıkları düştü aklına, utandı kendisinden. Anlık etkilenmelerin ardından alınan alkolün gölgesinde yaşanan çıplak günahları düşünüp lanet okudu. Yazdıkları ve yaşadıkları arasındaki uçurumu düşündü. Yazdıkları insanların hayalini süsleyen aşklardı ama ya özlediği sevdalar ya yaşadıkları. Dünyasını dolduran bir küfür salladı yavaşça doğruldu ve bir bira daha almak için mutfağa yöneldi. Dönüş yolunda bir türküyle doldurdu dünyasını müzik setinden yayılan ince sazla. Birasını masanın üzerine koydu ve daktilosunun üzerini açtı. Yazacaktı; yazarken dünya ile tüm köprülerini koparıyordu o yüzden ihtiyacı olan her şey yanında olmalıydı. Tekrar mutfağa yönelip bir kovanın içini buzla doldurup biraları içine koydu. Rafın üzerinde duran sigara kartonundan üç paket sigara alıp içeriye geçti. Telefonunu tam kapayacaktı ki annesini aradı. Merak ederdi kadıncağız. Kısa ve öz bir konuşma yapıp telefonu kapadı. Koltuğuna oturup yavaşça gerindi, parmaklarını kıtlatıp bir sigara yaktı ve bir yudum bira daha aldı. Gözleri o engin maviliğe takılmış, dalgalarla yelkenlinin boğuşması ve dalgaların sahille kavuşmasını izliyordu. Pencereden içeri dolan ılık meltem denizin kokusunu savuruyordu odaya. Derin bir nefes alıp bir sigara daha yaktı. Yazdığı aşk öykülerinin gölgesinde kalan biri gibi hissetti kendini. Bu sefer farklı bir şeyler yazmak istiyordu. Çok farklı olmalıydı. Savruk bir yaşamının arkasına sakanmış, sahte dostların varlığıyla kısırlaşan bir hayatın ortasında buldu kendini. Bir yelkenlinin, dalgaları ezmesiyle başlayan varlık kavgası onu yaşadığı hayatla yüzleştiriyordu. Engin maviliğin gökyüzüyle birleştiği noktaya ilişti gözleri. “Ne kadar ince bir çizgi” dedi. İşte şimdi o ince çizgideydi. Daktilonun tuşlarından yükselen senle beyaz kağıt ayrı bir yüze bürünmeye başlamıştı. “ Sevdaları düşlüyorum, bir yanda masun dalgalar, bir yanda eşiz mavilik ve ufukta ince bir var oluş. Bir yanda durağan bir hayat öte yanda denizin gökyüzüyle buluşmasını izlerken heyecandan deliye dönmüş sevda yüklü bir yürek….” Bir yudum bira içip bir sigara daha yaktı. Gözleri, sahille buluşan dalgalardaydı, yanı başında dalgaları ezen kova gövdeli yelkenliye kinle baktı. O ise hala sevda diyordu. “ sevdasına tüküreyim” diye haykırdı. Daktiloyu hızla itti masadan. Daktilo tüm savruluşları, kırılmış dökülmüşlükleri ona gösterircesine paramparça olup kala kaldı odanın ortasında. Yerinden kalkıp odanın ortasında duran daktiloya yöneldi. Sanki bu güne kadar yaşadığı tüm hayatın öcünü almak istercesine yerden alıp tekrar savurdu odanın başka köşesine. Tüm suçu o daktiloya yüklemiş kendini arındırmaya çalışıyordu. Geçmişe döndü usulca. Sızladı yüreği. Titrek bir mum alevinin aydınlığında çelik uçlu mızrabıyla yazdığı yazılar düştü aklına. Çelik uçlu mızrap, yürekle kağıt arasında bir köprü oluyordu. Emek kokuyordu her satır, her harfin kıvrımı yürekten gelen duyguları taşıyordu. Titriyordu kelimeler. Masaya yöneldi bitkin adımlarla koltuğa bıraktı kendini ve çekmeceden sadece imza günlerinde eline aldığı o gösterişli kalemini çıkartıp bir kağıdın üzerine bıraktı. Bir sigara daha yaktı ve sıkıca kavradı bira şişesini. Gözleri engin maviliklerde kayboldu, masum dalgaların çığlıkları martıların kanatlarında savruldu. Bir yudum çekerek birasında kalemini kavradı sıkıca ve usulca savruldu kalem bembeyaz kağıdın üzerinde onurluca…. “Yaşamın gölgesinde kalan benliğim, düzenin kirine bulaşan yüreğim ve kaybolan umutlarımla bir hiç gibi kalakalmıştım. Tükenişlerin izi kalmıştı yüreğimde. Onursuzlukla kirlenen bedenim Anadolu’mun sevdalarını özlerken ben saray dalkavuklarını cezbeden aşkları anlatıyordum, daktilomun sesinde oynayan çengilerle. Kendi umutlarımı dalgalarla paylaşırken, satırlarda yelkenlilere yüklüyordum umutları. Ezilenlerin yanında olup onların acılarını, yokluklarını paylaşmak dururken onurluca ben dalkavukların gecelik çıplak var oluşlarını paylaştım utanmadan iğrenççe. O şerefsizlerin ceplerinin kabarıklığı cezp etmişti beni ve her akşam şatolarında düzenledikleri ihtişamlı sahte gülücüklü balolarına katıldım ve işçinin kopan kolundan akan kanla dolu kadehlerde aradım sarhoşluğu adice ve utanmadan. İçimdeki onuru hiçe sayarak. Yüzleşme vakti gelmişti işte. Şimdi bir köylünün alnından toprağa dalayan terle boğuluyordum. Bir işçinin makineye kaptırdığı kol oluyordum paramparça acılar içinde. Bir boyacı çocuğun elindeki boya kiri kadar bile değerim yok yada bir mendilci kızın yırtık ayakkabısı kadar işe yaramıyordum. Çevremdeki ikiyüzlü saray züppeleri bana, bir temizlik işçisinin süpürgesine sarıldığı sarılmıyorlar. Ne bileyim bir simitçi çocuğun bir simit sattığında gözlerinde beliren umut ışığını arıyor gözlerim. Ben satılık onursuz bir köpek olmuşum bu halden anlamaz mikrop sürüsü içinde.” Elerini kafasını götürüp delice kaşıdı saçlarını sigarasına uzanıp bir sigara yatlı. Bir yudum daha çekti birasından ve kovadaki soğuk biradan alıp bir tane daha açtı. Derin bir nefes çekti sigarasından ciğerlerini acıtırcasına ve bira şişesini ağzına götürüp yudum yudum içti birasından gözlerinden yaş gelene kadar ve gırtlağı yana kadar. Neler yazıyordu. Resmen kendini ve içinde bulunduğu hayatı lanetliyordu. Tutamıyordu kendini kalem yürekle birleşip yılarlın birikmişliğini kusuyordu. Gözleri derin mavilikte kayboldu. Sigarasının dumanı eşliğinde savurdu kalemini… “Nefretimi kusuyorum. Kendimle yüzleşirken o kan emicilerin maskelerini düşüyorum teker teker. İçimde büyüyen sızı yerini acı bir coşkuya bırakıyordu, bir buğday tanesinin toprağı parçalayarak güneşe merhaba demesinin direncini taşıyarak. Gözlerim derin maviliğin enginlerine takılmış ve dalgaların gökyüzüne değdiği noktadaki ince çizgideyim şimdi. Esen meltem yönünü değiştirirken sanki hayatım değişiyor. Hayatımın derinliklerinden gelen esintilerle dalgalar şahlanıyor. Ezilen sınıfların onurlu kavgaları düşüyor beynimim ortasına. Bu saray dalkavuklarının makinede kopan kollardan akan kanın içinde boğuluşlarını izliyorum. Hele onların kalın enseli koca göbekli kodaman patronlarının o büyük var oluş karşısında nasıl kaybettiklerini düşlüyordum. Savruk bir tebessüm belirirken yüzümde bu güne kadar var olduğum siteme küfürler yağdırıyordum derinden. Dünyanın anasını avradını üç büyük parasına satıp, tüm gerçek dostlarımı tarihinden çıkarıp ağırlama arzusu oluştu beynimde. Kendime geliyorum.” Derin bir nefes çekip yündeki tebessümün masumiyetinde onuru yaşamaya başlamıştı. Sandalyesinde gerindi geriye doğru. Elleriyle odaya yayılan müziğe eşlik etmeye başladı. Sonrada uzun zamandır unuttuğu melodileri yüreğinde hissetti. Bir sigara daha yaktı içindeki tüm onursuzluk zehirleninceye kadar çekti ciğerlerine ve bir soğuk bira daha açarak temizledi içindeki satılmışlıkları. Gözleri kabaran dalgalardaydı. Sahiller bayram yerini andırıyordu. Rüzgâr kuzeye dönmüş ve havada gri bir ton çatık kaşlarıyla bekliyordu. El ele vermişti doğa. Ve bu sefer temizlenecekti yeryüzü bu çirkeflikten, hissediyordu. Derin bir sigara çekip kalemle buluştu yüreği. “ Öldürdükçe içimdeki satılmışlığın varlığını, kanamaya başlıyor yüreğimdeki yaralar ve ben kendimle yüzleşiyorum. Üzerine yapışan bu düzenin kahpe kokusu o anlık heyecanlardan bedenime yapışmış parfüm kokuları geliyor burnuma iğrenirken bedenimden ve varlığımdan sadece masum çocuksu bir aşk sarıyor bedenimi. Hiç tatmadığım bu çocuksu sevdayı özlüyorum. Kültürümüzün kaybolmuşluğu içinde bu burhandan sıyırmanın gururunu yaşıyordu, anlındaki kara leke yavaş yavaş akıyordu geleceğin aydınlığı karşısında. Damarlarında akan kanın hızı bile değişmişti. Anadolu’ mu özlüyordum… o saf kültürü o 1923 ten bu güne gelen bağımsızlık mücadelesini. Taşıyla sopasıyla, İtalyan kurşunu karşısında gövdesini siper eden o insanları düşlüyordum. Karayılan olmak için, Sütçü imam olmak için, Hasan Tahsin olup ilk kurşunu sıkmak için ama her şeyden önemlisi Mustafa Kemal olmak için doğruluyordum. Sıyrılıyordum çevremdeki ölü düşlerden. Ve Satılmış kalemlerin, burjuva uşaklarının yada okyanus ötesinden emir alan eşbaşkanların bana yakıştıracakları döneklik kavramından uzak onlar karşısında bir nefer oluyordum. Nazım’ı hissediyordu bedenim, birde bakıyordum Rıfat ILGAZ oluyor aydın mıyım diyordum kendime? Birde bakıyordum taş duvarlar demir parmaklıklar arasında Silivri’ye uzanıyordu bedenim, Yurtsever aydınların bağımsızlık aşkıyla yanıyordu bedenim. Ben!........ lanet olası ben ne yaptım? Ben neden bu denli aciz oldum diyerek gözlerimden akan yaşlarla yıkanıyordu vücudumun kiri ve grileşen havada gözlerimdeki ışığı yansıtırcasına çakan şimşeklerin ardından yağmurda üzerine düşen görevi yapıyordu layıkıyla. Göz yaşlarımın yetersiz kaldığına inanarak, savurdum bedenimi yağmur tanelerinin saflığına ve yüzümü gök yüzüne çevirip temizlensin istedim bu anlımın karası!....” Yüzüne çarpan yağmur taneleri arasında gözyaşları belirsizleşiyordu. Ağzından dökülen tek bir kelime vardı!...... “ Ne yaptım ben!.....” tüm vücudu tepeden tırnağa ıslanıncaya kadar durdu yağan yağmurun altında. Esen poyraz kemiklerine kadar işlemişti… titriyordu bedeni, o ise kendini cezalandırıyordu, utancını temizleme telaşına kaptırmıştı kendini. Yıllar öne ona anlatılan bir hikaye düştü aklına ve tekrarlamaya başladı hikayeyi….. “MALATYA'NIN EN CANLI SOKAKLARINDAN BİRİ DE, GENELEV SOKAĞIDIR...GÜNDÜZ CUMHURİYET BAYRAMI KUTLANMIŞTI... GECE SAAT 12'YE YAKLAŞTIĞI SIRADA İÇERİYE AĞIZLARINDA PİPO, SARI SAÇLI, UZUN BOYLU İKİ KİŞİ İLE BERABER ŞIK GİYİNMİŞ ŞİŞMAN BİR ADAM GİRDİ. BU İKİ YABANCI, 'UZMAN' SIFATIYLA BİR DOST MEMLEKETTEN GETİRİLMİŞLERDİ... BİR YILDIR YAKINDAKİ 15.000 NÜFUSLU BİR ANADOLU KASABASINDAYDILAR....... GENÇ KAYMAKAMIN YÜZÜ BİRDEN KARIŞMIŞTI... BÖYLE BİR ŞEY OLAMAYACAĞINI, ARZU EDERLERSE FALANCA YERDEKİ 'TÜRK BARI'NA GİTMELERİNİ TAVSİYE ETMİŞTİ... BUNUN ÜZERİNE İKİ GENÇ, TERCÜMANLARINI DA YANLARINA ALARAK ÖNCE MALATYA'YA, SONRA DA FAYTONCUNUN REHBERLİĞİNDE BURAYA GELMİŞLERDİ... YANİ MALATYA GENELEVİNE!... İLK DAKİKALARDA YADIRGADIKLARI BU YER, GİT GİDE HOŞLARINA GİTMİŞTİ. AKŞAMDAN BERİ 25 MÜŞTERİ SAVMIŞ OLAN KEZBAN, GRAMOFONA OYNAK BİR PLÂK KOYMUŞ, KIRMIZI MAYOSUNUN İÇİNDE DÖNÜP DURUYORDU... YABANCILAR KEZBAN'I SEYRETMEYE BAŞLADILAR. SONUNDA KEZBAN'I İŞARET EDEREK, TERCÜMANLARINA BİR ŞEYLER DEDİLER.. .TERCÜMAN ÇAÇA KADINA: -'MÖSYÖLER BAYANI İSTİYOR..' TERCÜMANI DUYAN KEZBAN ADAMLARA ŞÖYLE BİR BAKTI... SONRA: -'MÜTHİŞ YORGUNUM ANNE. MAZUR GÖRSÜNLER,' CEVAP TERCÜME EDİLİNCE, YABANCILARDAN UZUN BOYLUSU SERTLEŞEN SESİ İLE, NE DEMEK??? BÖYLE YERLERDE MÜŞTERİ REDDEDİLMEZ!' DİYE DİKLENDİ... KEZBAN HİDDETLENEREK: -'YORGUNUM EFENDİM!.. LÂFTAN ANLAMAZ MISINIZ SİZ?' TERCÜMAN: -'BU MÖSYÖLERİN KİM OLDUĞUNU BİLMİYORSUN GALİBA!.. HEM BİR OROSPU MÜŞTERİSİNİN ARZUSUNU YERİNE GETİRMEYE MECBURDUR.' KEZBAN: -'BEN OROSPUYUM AMA, BU MÖSYÖLER KİM OLURSA OLSUNLAR, ARZULARINI YERİNE GETİRMEYECEĞİM.' DİĞER KADINLAR ŞAŞKIN ŞAŞKIN ONA BAKMAKTAYDILAR... KEZBAN'I O GÜNE KADAR HEP PARA CANLISI OLARAK DÜŞÜNMÜŞLERDİ!... TERCÜMAN YEDİĞİ HAKARETİ HAZMEDEMEMİŞTİ: -'SENİN GİBİLERİNİN HAKKINDAN POLİS GELİR!' -'BUYRUN EFENDİM, POLİS İKİ ADIMLIK YERDE.' ŞİŞMAN TERCÜMAN DIŞARI ÇIKTI. BİRAZ SONRA YAŞLICA BİR POLİSLE İÇERİ GİRDİ... ECNEBİLERE KARŞI DAİMA NAZİK OLMAYI, ONLARA KOLAYLIK GÖSTERMEYİ VAZİFESİNİN MÜHİM BİR DÜSTURU SAYAN POLİS, KEZBAN'A: -'MÖSYÖLER SENİ ÇİFTETELLİ OYNARKEN BULMUŞLAR... DEMEK Kİ YORGUNLUK BAHANE... ŞU HALDE SEBEP NE KEZBAN?' -'SADECE İSTEMİYORUM.' -'FAKAT VAZİFENİ UNUTUYORSUN. SONRA SENİN İÇİN FENA OLUR!' GENELEVİN DİLBERİ KEZBAN, ÂDETA DELİYE DÖNDÜ: -'BANA HİÇ BİR ŞEY OLMAZ, POLİS BEY!.. ' 'BEN GAVURLARA OROSPULUK YAPMAM POLİS BEY!.. BENİ NİHAYET BURADAN BAŞKA BİR YERE SÜREBİLİRSİNİZ...''FAKAT SÜRÜLECEĞİM YER GENE TÜRK MEMLEKETİ DEĞİL MI?' HERKES SUSUYOR, İKİ YABANCI ALIK ALIK BAKIYORDU... KEZBAN İSE YUMRUKLARINI SALLAYARAK SÖYLENİYORDU: -'BEN GAVUR OROSPUSU DEĞİLİM, POLİS BEY!... BEN TÜRK OROSPUSUYUM!..' DİĞER KADINLAR BAŞLARINI ÖNLERİNE EĞMİŞLERDİ... YAŞLI POLİS İSE GÖZLERİNDEKİ ISLAKLIĞI GÖSTERMEMEK İÇİN, AĞIR AĞIR BAHÇEYE ÇIKARKEN KEZBAN HÂLÂ BAĞIRIYORDU: -'BEN GAVURUN ALTINA YATMAM, POLİS BEY!.. BEN TÜRKLERİN OROSPUSUYUM!.. GAVURUN DEĞİL!' Ben bir Türk Orospusu kadar bile namuslu olamadım. O etini satmadı o emperyalistlere ama ben tüm benliğimi sattım… Ben bilmem kaç kitap bastırıp yazdıklarıyla ün yapmış ben… Namussuz sahtekar ikiyüzlü, yalancı ve adi olan ben… Şimdi karşınızdayım geçte olsa ve elimde sizin o kafa patlatan daktilolarınızla değil gerektiğinde kırılıp kelle koparan çelik uçlu mızrabımla. Bekleyin geliyorum, yaşanılası ve gerçekten bağımsız bir Türkiye’ye sahip olana kadar bende varım.” Islak vücuduna aldırmadan son noktayı koydu yazısına. Ve bir istifa dilekçesini ekleyerek çalıştığı gazeteye faksladı yazısını. Artık içi rahattı. Ve gözleri sahilde yorgun düşmüş yelkenliyi izliyordu. Dalgalar kazanmıştı bu mücadeleyi ve dilerini sıkarak “ bizde kazanacağız bu iş birlikçiler karşısında” dedi. Son yazısından sonra çalıştığı yayın evi, gazete onunla tüm bağlarını kesmiş ve art arda açılan hakaret davalarına maruz kalmıştı. Ama o basının karşısında kendinden emin bir gülümsemeyle şunu diyordu. “Satılmışlıklara gebe kalan hayatıma artık onurlu bir başlangıç yapmaya karar verdim. Hey sizler satılımış kalemler…. Benden geçti mi diyorsunuz! Açın iki kolunuzu iki yana korkuluk olun!.... belki onurluca bunu başarırsınız….” http://www.hamzaekiz.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |