En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
Geçen haftalarda, felsefe bölümünde staj yapan Baldan hoca bize “mektup kardeşi “ edinmeyi önerdi. Bu fikir benim çok hoşuma gitti. Türkiye’nin bir ucunda olan Kars, Mardin, Ağrı gibi illerde yaşayan bizden küçük bir kardeşe sahip olacaktık. Onlarla mektuplaşacak, onlara minik, ihtiyaçları olan hediyeler yollayacaktık. Çoğu kişi bu projeyi önemsemedi. Fakat ben sanki yıllardır böyle bir projeye atılmak istiyormuşçasına sevindim ve bu işi gerçekleştirmek için sabırsızlanmaya başladım. Www.kardesinisec.com adresine girdim. Bu sitedeki öğrencilerin isimlerini ve kimlik bilgilerini öğretmenler giriyor. Seçilen çocuk bir daha seçilemiyormuş. Yani ablası abisi onunla yazışmayı bırakırsa o çocuğun bütün haklarını elinden almış oluyordu. Sitede saatlerce çocukların isimlerine baktım durdum. En sonunda kapadım gözümü, tıkladım bir çocuğun isminin üzerine. Ağrı Hamur’dan Oktay Sarı isimli tam da kardeşimin yaşında bir oğlan çocuğu çıktı. Hemen öğretmenini aradım, haber verdim. Çok sevindi, “Oktay çok çalışkan bir öğrencimdir, onun ablası olmaya karar verdiğin için sana çok teşekkür ederim” dedi. O öğretmenin yaşadığı sevinç ve teşekkürü beni inanılmaz derecede mutlu etti. İşte o zaman bu tür küçük olayların aslında bizim hiç fark edemediğimiz gerçek mutluluğun ta kendisi olduğunu anladım. Ta uzaklardaki bir kişiyi mutlu edebilmenin, elli liradan az olan hediyeleri beğenmeyen basit ve sahte bir arkadaşa yaranmak ve mutlu etmeye çalışmaktan çok daha güzel ve önemli olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Öğretmene, çocuğun bir adresi olmadığını sadece bir köy ismi yazlı olduğunu söylediğim zaman adam gülmeye başladı. Meğer köylerde cadde, sokak ve kapı numaraları olmazmış, hatta postacı bile yokmuş oralarda. Postaneden birisi mektupları almaya gider, sonra’da kahveye getirirmiş. Köyde zaten herkes birbirini tanıdığı için de mektuplar pek kaybolmazmış. Büyük bir hevesle mektubumu yazdım ve yolladım. Zarfın içine bir, iki kalem ve defter koymayı da ihmal etmedim. Ağrı Türkiye’nin ta diğer ucunda olduğu için mektubu taahhütlü yolladım. Tam bir hafta sonra mektubun alındı belgesi geldi. Tabi ben bir sevindim bir sevindim. Hemen Baldan hocaya gidip olanları anlattım. Baldan hoca keşke zarfta koyup yollasaydın mektubun içine orada zarf bulmak çok zor oluyormuş dedi. Üç gün sonra beni birisi aramış. Okulda olduğum için telefonum kapalıydı. Aradığını gördüğüm zaman saat çok geç olduğu için yarın ararım dedim. Ertesi gün o numara ben okuldayken tekrar aramış beni ama bu sefer telefonu hemen serviste açtığım için onu geri aramak için zaman bulabildim. Meğer arayan Oktay’ın babasıymış. Telefonu Oktay’a verdi bende Oktay’la sanki yıllardan beri tanışıklığımız varmışçasına konuşmaya başladım. Mektubum ve hediyeler için çok teşekkür etti, orada hiç zarf bulunmadığı için bana mektup yollayamadığını söyledi. Doğu şivesiyle konuştuğu için onu anlamakta biraz güçlük çektim. Ona buradan ne istiyorsa gönderebileceğimi söyledim. Bana verdiği cevap aynen şu oldu : “ Buralarda soru bankası hiç bulunmuyor, bana kitap yollaya bilir misin abla?” Benim yaşadığım şehirde çocuklar kitabı hediyeden saymazken, bu çocuğun o yokluk içerisinde benden sadece kitap istemesi beni gerçekten çok duygulandırdı. Eve gider gitmez kardeşimin çözmediği bütün soru bankalarını topladım, okuyup okumadığı kitapları ayıkladım, ona bir sürü boya kalemleri, defterler aldım ve bir koliye yerleştirdim. Annemde bu konuya ilgisiz kalmayıp bana elinden geldiğince yardım etti. Hatta kardeşim Can bile onun o kıyamayıp yapmadığı hayvan çıkartmalı kitaplarından birisini ona hediye etti. Ertesi gün koliyi göndermeleri için babaannemlere götürdüm Babaannemlerde beni hem çok üzen hem de çok sinirlendiren bir olay oldu. Babaannemlere gider gitmez büyük bir heyecanla koliyi kime ve niye göndereceğimi anlatmaya başladım. Onlarında sevineceğini, mutlu olacaklarını ve benimle gurur duyacaklarını düşünüyordum. Yanılmışım! Dedem böyle işlerle boşuna uğraşmamam gerektiğini hem kolinin bir sürü kargo parası tutacağını söyledi. İşte o zaman deyim yerindeyse kan beynime sıçradı. Ben onlara yardım ederek onların, yani sayısı her gün artan bilinçsiz bir şekilde sürekli üreyen kişilerden birine yardım ediyormuşum. Ben, hayat koşullarından dolayı Ağrı’lı o çocukla yaşadığımız aynı sınırlar içerisindeki toprak parçasının aynı olmasına rağmen sanki farklı dünyaların birer elemanıymışız gibi olduğumuzu zannediyorken, aslında aynı koşullar altında olduğum birisiyle de farklı dünyalarda var olduğumuzu fark etmiş oldum, o akşam babaannemlerde. İnsanlara yardım etmek, ufacık bir çocuğu mutlu etmek bu kadar kolayken neden onlara daha önce yardım etmediğimi sorarken kendi kendime; bir insanın bol parası ve zamanı varken küçük bir çocuğa ”bir kitap” yollamaktan aciz kalan bir yetişkine anlam veremedim bir türlü. Aynı dünyada farklı yaşamak böyle bir şey olsa gerek…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Duygu Seyman, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |