..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Bu kitap çok gerekli bir açýðý dolduruyor. -Moses Hadas
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > niyazi bircan




6 Temmuz 2010
Yayla Öyküleri – 2  
niyazi bircan
Bana deli derler. Hikâyelerini burada kesip biçtiðime inanmadýklarýndan… Oysa ruhsuzdurlar, ruhlarý, bedenlerinin kemikleri þu gönyenin ucunda bekler, haberleri yok. Olmamasý da muhtemeldir. Bilenler var ama var hocam var… Siz de bilecekmiþ gibi yapýn, ötesi önemli deðil. Kurmaca aklýnýzda yeni isimler bulun. Buldunuz da. Farkýndayým. Ýnsan denilen þu yaratýklar, þimdi akþamýn farkýna varýp perdelerini kapatacaklar. Beni buradakilere benzetmediniz. Doðrudur. Hikâye biçenlerin, sizin inanmadýklarýnýz yani, oralý deðildir. Onlarý ki mesela beni, bir yere koyamazsýnýz. Hadi düþün hoca! Ne diyor, ne anlatýyor bu adam? Daha sabah, sýkýntýdan patlýyordun, ötemle arana boþluklar koydun, ben de onu anlamadým. ..


:AFFF:
Marangoz

Koridorun yarý saydam karanlýðýnda, Ahmet Efendi’nin getireceði torbalarý bekliyordu. Sýkýlmamak için iki hafta önce aldýðý dergiyi iç cebinden çýkarýp okumaya baþladý. Birinci sayfanýn altýndaki haftanýn yazarlarýný açýklayan, küçük buluta göz gezdirirken, koridorun sonundaki odadan müdür beyin birileriyle konuþtuðunu duydu. Dergiyi kapatýp masaya býraktý. Küçük iskemleye oturdu, boynunu uzatýp konuþulanlara kulak kabarttý. Caný git gide sýkýlýyordu… Beþ sene boyunca iþine yarar dostluklar kurduðu, hayatýný bir þekilde düzene soktuðu yerden atamasý çýkýnca ayrýlmak zorunda kalmýþ; bu, hiç tanýmadýðý küçük kasabaya gelmiþti. Þimdi yeniden baþlayacak baþka bir düzenin zorluðunu, sýrtýna binen bir yükmüþ gibi hissedince de sýkýntýsý daha da artýyordu… Gözleri, koridorun yarý saydam karanlýðýna dalmýþken, Ahmet Efendi ile müdürün odadan çýkmak üzere olduklarýný fark etti. Usulca ayaða kalktý. Seyrek saçlý, yaþýna göre göbeði iyice fýrlamýþ müdür; kulaðýnda telefonu, elinde dosyalarýyla Ahmet Efendi ile birlikte geldiler. Müdür, telefonu kapatýp Ahmet Efendi’nin elindeki torbalarý görünce, dudaklarýný þöyle bir ýsýrýp merakla Arif’in sýkýldýðýný belli etmemeye çalýþan yüzüne baktý.

- Hayrola?

- Evde birkaç küçük iþ kaldý da. Sað olsun, Ahmet Efendi de bir ucundan tutacak.

- Ya! Bizlik bir durum varsa çekinmeyin, lütfen söyleyin…

- Yok efendim. Sað olun siz. Birkaç küçük iþ, ahþaplýk…

- Aman, aman! Yormayýn kendinizi. Gençsiniz daha, lakin bilirim. Düzen tutmak zordur. Hele bir de kurulu düzeni yýkýp gelmiþseniz… Arif’in belli etmek istemediði sýkýntý bir an için kaybolup gitti. Ýnsan yabancý yerde, kendisine el uzatan oldu mu, böyle hissedermiþ diye düþündü. Beraber çýktýlar. Dýþ kapýnýn yanýnda, en yakýn akþama misafirlik için sözleþip ayrýldýlar.

Sakin, sessiz bir havasý vardý kasabanýn. Ara ara sýnýrlarýndan geçtiðimiz baðýn, bostanýn sahiplerini Ahmet Efendi, mýrýldanarak anlatýyordu. Bu adamýn yorgunluðunun yaþý, çalýþmakla geçmiþ hizmet hayatýnýn üzerine tünemiþti, doðrusu içimde aniden beliriveren düzen tutma sýkýntýsýný anlam veremediðim bir þekilde bertaraf da ediyordu. Küçük sokaðýn birine saptýk… Yanýmýzdan geçen genç, yaþlý, evli, çocuklu kasabalýlar da ayný bizim gibi yavaþ ve sakince hareket ediyorlardý. Köþedeki çeþme baþýnýn etrafýný sarmýþ küçük çocuklar az sonra, sayýlarý gittikçe çoðalan meraklýlara dönüþecekti. Beþ sene önce, öðretmenliðimin ilk yýlýnda böyle küçük þenliklerle karþýlaþmýþtým. Köylüsü, kasabalýsý; hocasýný, öðretmenini tutar demiþti biri. Doðru da söylemiþ… Çocuklar bizi görünce, sadece kendi dillerinde var olan oyunlarýný býrakýp merakla kendilerine yaklaþan yabancýlara baktýlar. Ýçlerinden birisi, çeþmenin küçük havuzunu dalgalandýrýyor, diðerleri de aralarýnda fýsýr fýsýr konuþuyordu. Bu kasabanýn, okulun yeni öðretmeni, kahvenin de hoca efendisi ben olacaktým. Ahmet Efendi, kendisini dinlemediðimi görünce sustu. Utandým… Altýnda küçük bir bakkalýn olduðu, beyaz duvarlý, on iki numaralý binanýn önünde durduk. Bakkalýn sahibi, ben yaþlarda, kýrçýl biriydi. Bizi görünce alelacele dýþarýya çýktý. Ahmet Efendi’nin uzaktan akrabasýymýþ. Geldiðimi yeni duymuþ hatta teyzesinin ortanca oðlu da fizik okuyormuþ. Tanýyýp tanýmadýðý sorunca Ahmet Efendi’nin yorgun yüzüne baktým. Ýsmini söyledi. Nedendir bilmem, tanýmadýðým için utanacak gibi oldum. Adam pek de yerinde, oturaklý birine benzemiyordu. Gülerek çaya davet etti. Yaþlý hizmetli, çayýn sýrasý olmadýðýný söyledi, söz alýp verip usulca uzaklaþtýk. Belki de þehirden farký buydu, kasabalarýn. Paranýn ötesinde bir söz alýp verme birliðinin olmasý… Yýllar yýlý hiç bitmeyecek gibi duran, duraðan bir yaþamla ancak böyle baþ edebiliyorlardý demek. Oysa öncesinde çalýþtýðým yer pek de öyle deðildi. Bazýlarý kesif duvarlarýn ardýna gizlenip yaþamlarýný kimseye fark ettirmeden, dünyanýn bir haber olduðu bir köþede, ellerinden geldiði kadarýyla her þeye baðlý yaþýyordu. Bazýlarý da bu kýsmýn tamamen dýþýna çýkýp, her þeyi bilmek, görmek, öðrenmek ve hatta tüketmek adýna olmadýk telaþlarýn içine giriyordu. Emin olduðum þey ise bu içini merak bulamýþ insanlarýn bu kasabada da çok olduðuydu. Diðerleri ise artýk benim için, þans dediðimiz kavramýn da ötesinde bir karþýlaþma umuduyla, uzakta olan kimselerdi. Küçük yokuþu týrmanýp, benden önce yaþlý bir haným öðretmenin oturduðu yeni evime geldik. Sürgülü bekleyen demiri ittirip torbalarý býraktýk. Ahmet Efendi, eve kadar uðrayacaðýný söyleyip beni de davet edince duraksadým. Durumumu anlayýp gülümsedi, yokuþu yavaþ yavaþ inip evine yollandý. Bir saate kadar gelecekti. Etrafýma bakýnýrken saatlerdir sigara içmediðimi hatýrlayýnca, alýþkanlýktan olsa gerek, tahta merdivenleri çýkarken bir tane yakýverdim. Aklýmdan buraya alýþmanýn mide bulandýrýcý hislerini ortaya çýkaracak, bozuk, tatsýz birkaç cümle geçti. Kasabalýlarýn köþkü dediði uzun balkondan önümde uzanan köye baktým. Yaklaþýk bir ay sonra tarladan, ahýrdan, bahçeden, arta kalan çocuklar sýnýflarý dolduracaktý. Bir anda tüm bu düzenin iþleyiþi gözümde büyüdü, sigaram bitti, içimi çekip arkamda uzanan kýrmýzýlý kile baktým. Onda, þu kýrmýzýlý, kimi yerde de kirli bir beyaza çalan, motifin uzanýþýyla benim, yani aniden kile benzeyen yaþamýmýn, çevremdeki hayat ile hiçbir farký olmadýðýný anlamýþtým. Eski arkadaþlar görse ne derlerdi? Birkaçýmýz dýþýnda, genelimizle aramýzda tonla fark vardý. Bu farký, bu yaþayýþý bertaraf edecek hareketlenmeler nelerdi acaba? Düþündüm. Yýllar yýlý aklýmda olan sorularý tekrar tarttým. Ayný hezeyan, ayný heyecan garip bir bütünlükle aklýmdaki yerini alýverdiler. Elbet vakit geçecekti… Tarlalarýn ekilmek için su beklediði, bebeklerin büyüyüp ýrgat ya da doktor ya da iþsiz olmalarý için süt beklediði gerçeði, yaþanmýyor gibi görünen bu aðýr zamanýn içinde gerçekliðine kavuþacaktý. Yine ayný sorularýn dönemecine gireceðimi hissedip korktum. Metanet dediðimiz þey belki de çaresizliðin diðer adýydý. Olsunlar, yapsýnlar, bilsinler gibi fiillerle þimdi odama gidecek, kitaplarýmý, defterlerimi, takým elbiselerimi düzene sokacaktým. Ýneklerin, kuzularýn, onlarý yöneten köpeklerin hep bir aðýzdan çýkardýðý seslerin arasýnda odamdaki karmaþýklýðý izledim. Daðýnýk eþyalarýn arasýnda oturacak bir yer bulup çok eskiden okuduðum kitaplardan birini aldým. Bölüm baþlýklarý, kahramanlar, numaralar gözümde büyüdü. Eþyanýn, düzensizlikten saðladýðý kendi karmaþasýna göz gezdirdim. Yarýn öbürsü gün, yaþlý hizmetlinin tanýdýðý olan, kadýnla kýzý gelecek; dilinden anlamadýklarý eþyalarý, kitaplarý kendilerince bir düzene sokacaklar, belki bilinçsizce, yeni nefeslenmiþ bu karmaþýklýðý yok edeceklerdi, gözlerim büyüdü, garipsedim…

Ahmet Efendi’yi daha ilk görüþümde namuslu bellemiþtim. Yanýlmamýþým. Kim uðraþýr, kim dert edinirdi bunlarý? Eþyalarýn düzeni, taþýnmasý derken sýra ahþaplara gelince gidip Mesut adýnda birini bulmuþtu. Garipsenecek huylar vardý buralarda. Ahmet Efendi’ler, onun tanýdýðý kadýnlar, kadýnlarýn kýzlarý, hiç tanýmadýðým Mesut, bakkal… Yaþam kýlgýsýydý bunlar. Þehirden, mahalleden, kahvehaneden farklý iþleyen ama onlarý oluþturan kýlgýlar… Yoruldum dedim kendime. Þakaklarýmdan hafif bir sýzý geçti, gömleðimin üst düðmesini açýp, gözlerimi kapattým…

- Siz üstünüzü deðiþiverin.

- Ne oldu? Marangozu mu buldun?

- Buldum. Geç kalmasak. Beklemez. Az terstir.

- Ne çabuk buldun? Bana kalsa yarýna artýk derdim.

- Evinin orada boþ beleþ, oturmaktaydý. Çektim, söyledim. Az hýzlý oluverin. Beklemez de giderse çok ararýz.

- Tamam bakalým. Telaþla deðiþtirdim üstümü. Yorgunluðum iyice yapýþmýþtý üzerime. Buna sinirlenip, gittiði yerde durmaz marangoza takýldý kafam. Þaþkýnlýkla çýktýk evden…

- Neymiþ bu kadar bekleyemeyecek Ahmet Efendi?

- Hocam. Siz bakmayýn ona. Ters adamdýr. Ama iþi altýndýr. Kasabalý da pek sevmez onu. Az çok þundan bundan bilmiþliði vardýr, konuþur eder. Saðda solda olur olmaz laflarý, hareketleri vardýr.

- Lâkin iþini iyi yapar, diyorsun.

- Ha iþte Hocam, öyledir. Ok gibi çýkartýr ahþabý. Sataþýrsa uðraþmayýn. Sinirlenir de çenesi açýlýrsa iyice orosbu aðzýna döner iþ ki, iyi de olmaz hani.

- Tamam, Ahmet Efendi. Tamam, iyice düþman ettin adamý.

Kahveye yaklaþtýkça merakým artýyordu. Kimdi bu yersiz marangoz? Hayatýmýn sýnýrlarýna nasýl da hýzlýca girecekti, oturduðu yerden, üstelik hiçbir çaba sarf etmeksizin. Þaþkýnlýðým artsa da merakýmýn baskýn hissiyle kahveden içeriye girdiðimiz anda etrafý kolaçan ettim. Ýþleri güçleri olmayan gençler, köþede kendi halinde bir yaþlý, çay ocaðýnýn yanýnda ocakçý ile hesap tutan birileri vardý. Masanýn etrafýndaki gençlerden biri yüzüme baktý, iyice süzüp selam verdi, usulca salladým kafamý, sinekler dolanýyordu tepelerinde, o gencin karþýsýndaki aðzý sakýzlý genç, gelmeyen taþa okkalý bir küfür savurunca yaþlý adamla ben masaya dikkat kesildik. Ahmet Efendi, bilmez cesareti ile kolumu tutup masaya oturttu. Ocakçýnýn yanýndaki adam bize bakýp ocakçýya bir þeyler söyledi, yanýmýza geldi. Elleri belinde, yüzü sýkýntýlý, uzun boylu, güneþ yanýðý yüzüyle bana baktý. Ellerinin, derisinin, etinin belki de bakýþlarýnýn kabalýðýndan, gözlerinin kýsýklýðýndan anladým. Meþhur marangozumuz… “ Çay getirem mi Ahmet Aða? Dedi ocakçý, ýslak ellerini beyaz havlusuyla kurularken. Marangoz, arkasýndaki gençlere bakýyordu bense ona. “Ýstemez Ýsa. Ýþ var iþ!” deyip hadi dercesine Ahmet Efendi’ye baktý. Çýktýk. Kahvenin karþýsýnda eski bir Anadolu’su vardý. Sýðýþýp evin yoluna koyulduk. Marangozla aramda küçük bir vites boþluðu kadar yer vardý. Anlamadýðým bir çekingenlik üzerimde palazlanmýþtý. Ne yapsam da o boþluðun ötesine geçemiyordum. Ýçime iyice yerleþen sýkýntý midemi bulandýrmaya baþlamýþtý. Ahmet Efendi, marangoz ile eþten, dosttan, baðdan, bahçeden konuþtuklarý küçük bir sohbeti de bitirince, marangoz türkü çýðýrmaya baþladý. Neyse ki geldik. Ývedilikle indim arabadan. Marangoz, metresini, kalemini, kâðýdýný alýp yukarýya çýktý. Ahmet Efendi’de bir süre bekledikten sonra izin isteyip gidince içimdeki sýkýntý iyice arttý. Çaresiz ben de çýktým. Kapýlarýn, tabanýn, pencere pervazlarýn, deðiþecek dolaplarýn ölçüsünü bir bir aldý. Elindeki kâðýda, sað kulaðýnýn arkasýnda beklettiði kalemi alp alýp yazdý, þekiller çizdi. Saatine baktý, dudaklarýný büküp “vaktimiz de bol.” Deyip gülümsedi. Biran, içime dökülen kaynar sularýn rahatlýðýna þaþtým. Bir yabancý, kavramasý zor davranýþlarý olduðu söyleniyor, görüyorum, ansýzýn gerilen yüzü, çatlamýþ elleri, ellisinde mi kýrkýnda mý belli olmayan duruþu, sonra gülüveriyor, rahatlýyorum. Onu yaþam sýnýrlarýma sokuyorum…

Anadolu’nun boðuk egzoz sesiyle, kývrýmlý yollarýn üzerinden geçerek köyün etrafýný dolandýk. O, ara sýra bana gülümsese de ben hâlâ uzak davranýyor, pek fazla konuþmuyordum. Ýlk gördüðümde hissettiðim merak önce boþluk çekingenliðine sonra yüzeysel bir yabancýlýðýn sessizliðine dönüþmüþtü. Atölyesine geldik. Arabanýn içine sinen talaþ tozu genzimi yakmýþtý. Küçük binanýn kenarýndaki çeþmeyi görünce koþup yüzümü yýkadým, buz gibi soðuk su her þeye iyi gelmiþti. Gözlerimi ovuþtururken önüme uzanan havluyu gördüm, þaþýrýp baktým. Gülüyordu… Ne vardý gülecek? Neyim ona basit ya da çocukça geliyordu. Benim düþündüklerimi biliyormuþ gibi, bunlar kuruntu hoca der gibi atölyeye girdi. Ardýndan ben de girdim, etrafý incelemeye baþladým. Beklediðim gibi deðildi. Dýþarýda onlarca biçilmemiþ tomruk varken içeride de her þey birbirine girmiþ, yerdeki talaþlar toprakla bir olmuþtu. Daha önce gördüðüm dükkânlarýn, kesimci – biçimcilerin hiçbiri böyle deðildi. Etrafý böyle kolaçan ederken bana baktýðýný fark ettim.

- Yalnýzlýktan hoca, yalnýzlýktan… Bak, sen bile konuþamýyorsun. Okumuþsun hâlbuki. Kim bilir neler neler söylediler?

- Yok. Þaþýrdým sadece. Diyebildim. Utandým, kabuðuma çekilmek istedim. Niye geldim ki buraya? Çare yok. Gün boyunca çekecektim bu adamý. Ah can sýkýntýsý!

- Ne o hoca? Zamaný mý merak ettin? Korkma.

- Hayýr. Merak etmedim. Düþünüyordum öylece.

- Saat kaç?

- On iki buçuk.

Sustum. Utanmýþtým. Nasýl yaptým bu hatayý? Nasýl düþtüm bu oyunun içine? Saati sordu söyledim. Zamaný merak etmediðimi de söylemiþtim. Zor adammýþ dedim içimden, içim beni doðrulamadý, içim hâlâ kaçak bir ceylan gibi geriye çekiliyor, kaslarýný gerip gerip içimi titretiyordu. Dur dedim kendime. Dur artýk. Bu kadar saçma gelen þey, burasý, bu adam… Bu kadar düþündürücü gelen þey, adýný koyamadýðým, hayýr hayýr… Boynum bükük beklemeye baþladým. Bu iþ derhal bitmeliydi. Boðazýmý sýkan bir belirsizlik, kasabaya geldiðimden beri üzerimden düþmeyen yorgunluk beni bu duruma düþürmüþtü.

- Yine daldýn hoca. Canýn mý sýkýlmakta?

- Düþünüyordum.

- Bu kadar fazla düþünen hocalarýmýz da varmýþ, güzel güzel.

- Ne zamana biter iþ?

- Belli hocam. Belli, canýn sýkýlmýþ senin. Eee… Bizimkisi de böyle iþte.

- Sizinki ne?

- O üstünde yürüdüðün talaþ, baktýðýn turuncu tuðla hocam. Zaman senin bildiðin gibi akmaz buralarda.

- Yok. Ne alakasý var? Yapmam gereken iþler var da.

- Öyle ya. Benim arabaya binerken de öyle düþünüyordun ya. Utanma utanma. Beni anlatmadýlar mý sana? Huysuzdur, delidir demediler mi?

- Hayýr. Kimseden bir þey duymadým.

- Hadi hocam, kandýrma beni. Ahmet’in bile þuursuzluðu üstündeydi. Belli ki konuþmuþ. Bilirim, ruhunun hikâyesini tanýrým onun. Þimdi sen de çattýk deliye diyeceksin ya. O da doðrudur.

- Size deli demiþliðim yok.

Sert sert yüzüme baktý, korktum. Ýyice içime çekilmek istedim. Ona doðru bakmak istemeyip de baþýmý çevireceðim anda yüzüme baktý, kulaðýndaki kalemi masasýna atýp:

- Adým Mesut, hocam. Deli ya da akýllý… Sonuçta isim taktýn mý bana? Kendince anlamlar verdin mi?

- Hayýr. Bakýn, yanlýþ anladýnýz. Size bir þey yaftalamak niyetinde deðilim, üstelik sizi tanýmýyorum bile. Ýnanýn öyle bir þey düþünmedim…

Gülmeye baþladý. Gülerken bile sorgular bakýyordu. Korkutmuþtu beni. Yüzü nasýl da gerilip boþanýyordu. Anlamakta, çözmekte zorlanýyordum onu. Dedikleri kadar varmýþ demek, çok basite kaçardý. Bu adam, dýþarýdaki aðaçlarýn, atölyenin karmaþasýnýn, makinelerin küfünün arasýnda kendini yitirmiþ olmalýydý. Sakin olmalý dedim. Tedbiri elden býrakmamalý, suyuna gidip buradan uzaklaþmaya bakmalý…

- Hocam sen de! Amma korktun yahu.

- Siz…

- Ben mi? Size bakan, nah þu kalemle sizi gözetleyen… Güldüðüme bakma hoca. Ben onlarý haklý çýkarýyorum o kadar.

- Kimleri?

- Seni, hakkýmda konuþanlarý, senin aklýndaki kurtlarý, korkularý…

- Kendinizi deli…

- Ha þunu bileydin. Siz akýllý mýsýnýz hocam?

Sustum. Ýçi boþ, düþüncesi kurumuþ bir tartýþmaya gidecektik belki de. Ama o, o beni hiç umursamýyordu bile. Önündeki aðaç parçalarýný masaya yatýrýp motor keskinin yanýna taþýdý. Ýþaretlediklerini teker teker götürdü, kesmeye baþladý. Makinenin içimi titreten sesinden kurtulmak için dýþarýya kaçtým. Soðuk suyun aktýðý çeþmeden doyasýya su içip elimin tersiyle sildim aðzýmýn ýslaklýðýný. Bu adamdan, býraktýðý etkiden biraz uzak durmak iyi olmuþtu. Sigara yakýp karþýmda uzanan küçük, bodur aðaçlara baktým. Solumun uzaðýnda caminin minaresi beliriyordu. Ýyice dinlediðimde; burada susan, titreyen zaman, orada sakince devam ediyordu. Yukarýmýzda kalan yoldan arada sýrada köylüler traktörleri ile geçmekteydi. Gözlerim kapanacak gibi oldu. Þimdi, zamanýn þimdisi olarak belirlediðim anýn sýkýcýlýðý bitmiþ gibiydi… Þimdi, iki haftadýr üzerimden kalkmayan o yorgun mahlûk beni terk etmiþ gibiydi. Açýk havanýn etkisinden olsa gerek deyip bir ay sonrasýný, ilk dersimi, çocuklarý düþünmeye koyuldum. Marangoz yani gözlerini çatarak bana dediðine göre Mesut, arkamda kalan zamanda tahtalarýn, aðaçlarýn arasýnda toza, tere karýþmýþ çalýþýyordu. Çalýþsýn. Parasýný ben ödeyecektim. Onunla daha fazla tartýþmaya girmemeye karar verecekken içimdeki sesin kýþkýrtýcý sýzlanýþýný duydum. Ben ona bir þey söylememiþtim, herhangi bir konuda, hadi isim verelim þuna da adý bu olsun dememiþtim. Ne diye beni ötekileþtirdin demeye getirdi ki? Hayýr. Dedi, içimdeki o sýzlanýþ. Bu, böyle olduðu gibi kalamaz… Ahmet Efendi’nin de dediði kadar varmýþ hani. Zaten o da hemen kaçýp gitmedi mi? Haklý mý haklý… Adamcaðýz sabahýn köründen beridir peþimde koþturuyor.

- Bi cigara ver de içelim hoca.

Uzattým. Ne diyeceðini merak ediyordum. Gitti yüzünü yýkadý. Sigarasýný yaktý. Pervazlar dedi, taban, merdiven, lambri dedi baþka bir þey demedi. Saati sordu, güldüm. O da güldü. Ýkindiyi henüz geçmiþtik. Kýsa sürede bitirmiþti iþini. Yarýn dedi, artýk yarýn takarýz, yaþarsak tabi, deyip tekrar güldü. Yüzüne bakýyordum. Evde düþündüðüm o, söz alýþ veriþleri aklýma yine geldi, sigarasýna baktým. Acaba þimdi böyle konuþmasýnýn nedeni de verdiðim sigara mýydý? Baþkasýna minnet duyularak verilen akþama bekleriz, balýða çýkarýz, beraber biçeriz… Bu adamda tamamen maddiyat yönünde miydi? Saçma dedim. Saçma çünkü koca köylü bilmez mi bunu? Yüzüme bakýyordu, sað yanaðýnýn üstünü kaþýdý, kýpkýrmýzý olmuþtu kaþýdýðý deri…

- Diðeri yalnýzlýktan, bu da güneþten hoca…

- Ýlacý yok mu?

- Kâr etmez. Tozu var, tutkalý var…

- Zararlý deðil mi?

- Her þey zararlý… Baktýðýn her þey… Toz, tutkal, makine býçaklarý…

- O zaman yapma bu iþi.

- O zaman seni, onlarý nasýl haklý çýkarayým?

- Marangozlukla mý bizi haklý çýkaracaksýn?

- Marangozlukla tabi. Ya?

- Ne bileyim? Muhtar, çaycý, çiftçi…

- Onlar var zaten. Olmasý gerektiði yerdeler.

- Buralý deðilsin galiba?

- Hangimiz oralý ki?

- Anlayamadým. Yani bu köyden deðilsin galiba, demek istedim.

- Tamam hocam. Anladým. Birinin buralý olmasý için buradan kýz almasý, çoluk çocuk yapýp bir iþin ucundan tutmasý gerekir deðil mi?

- Denebilir de.

- Kök saldýðýn yer senindir derler, hocam bilir misin?

- Duymadým hiç.

- Yalan tez duyulur amma. Demek bunun daha doðruluðu varmýþ.

- Senin çoluk çocuðun yok mu?

- Yok. Hiç evlenmedim de. Evim de yok. Nah þu gördüðün araba, þu gördüðün aðaçlýk…

- Þu boydan boya bodurlarýn olduðu yer mi senin?

- Þu arkandakiler…

Dönüp baktým Kesilmiþ aðaçlarý gösteriyordu. Zihnimin iþleyiþine kendi fiilsiz zihni ile saldýrýyordu. Anlamýþtým…

- Sen ne hocasýsýn?

- Ýlkokul öðretmeniyim. Birden beþe kadar…

- Benim de vardý. Birden beþe kadar… Sonra öldü gitti…

- Nasýl?

- Basbayaðý öldü.

- Hasta mýydý?

- Yoo…

- E nasýl öldü o zaman?

- Hikâyesi bitti hocam, hikâyesi…

Anlamýþ gibi yapýp kafamý salladým. Bir an önce gitmek istiyordum. Ama nereye? Aklýma düþen sorulara neden böyle anlarda cevap veremezdim ki? Sýrf bu iþin verdiði bir karar ile buradaydým. Ama gitmeliydim ya da o susmalýydý… Bir süre sustuk da. Boyunlarýmýz yerde öylece düþünüyorduk. Ben ara sýra bana saat soruþunu hatýrlayýp utanýyordum. Baþýmý yukarý kaldýrýp, göz ucuyla ona bakým. Tek bir cümle daha kurmasýna tahammül edemezdim… Ama insan… Bu, iki ayaðýyla dik durunca, doðada kendine isim koyan varlýk, nefret ettiði bir þeyin üzerine, belki de salt haz alacaðýndan dolayý, ne sabýrsýzca saldýrýyordu. Of pof edip atölyeye girdi. Yüzüne bakýnca anlýyordum, buralarýn insaný deðildi, ne konuþmasý, ne de hareketleri köylüyü, kasabalýyý anlatan þeylerdi. Aklýma onun ilkokul öðretmeni geldi. Kadýn kim bilir ne sýkýntýlar çekmiþtir. Eski zor, eski anlamsýz, eski tahammülsüzdü. Hele böyle öðrencilerin varsa… Hayýr, hayýr. Böyle düþünme. Düþündüðün þeyler onu gittikçe ötekileþtirir. Öyleyse okulu, evi, memleketi, eski günleri düþünmeli. Geçen yýl bu günlerde neredeydim? Güneyde bir otelde, arkadaþlarla… Evet, hatýrladým. Gülþah’ýn düðünü için toplanmýþtýk. Ne garip. Þimdi çocuk bekleyecekler. Oysa daha geçen sene, belki de bugün, daha evlenmemiþ, bizle beraber gülüp eðlenmiþti. Þimdi nasýldýr? Düðünden sonra kýþa doðru bir pazartesi, öyleydi galiba. Arayýp selam söylemiþtim, eþine… Artýk herkes daðýldý. Aramýzda evlenen dördüncü kiþi… Bana seslendi. Dönüp baktým. Yine gülümsüyordu, yine alaycý, yine çok kýzgýn gibi. Anlam vermek zor, bu yüzü gördükten sonra þekil biçip deðerlendirmek zor… Ýçeriye götürdü beni. Çay demlemiþ. Küçük odasýnda eski bir taburenin üstüne oturdum. Badanasýz, kýrmýzý tuðlalý duvarda ufak tefek torbalar vardý. Köþeleri örümcekler kuþatmýþ, aðlarýný odanýn tavanýndan aþaðýya sarkýtmýþlardý. Yalnýz yaþamanýn bir baþka yüzü böyleydi demek. Ocaðýn altýný kapatýp yanýma geldi. Tutkalýn henüz kurumadýðýný söyledi. Bir avucunu açýp, neler yaptýðýnýn hayali çizimini gösterdi, haliyle hiçbir þey anlamadým. Sustuk. Saate baktým. Zaman, dolanmýþ, zaman geçmiyor, ama akþamýn, karanlýðýn yakýnlarýnda olduðumuzu biliyordum. Ýkinci bardaðý da içerken, sigara istedi, verdim. Ailemi sordu. Neden kýsa kýsa konuþuyorduk? Ailem öldü dedim. Tek baþýma olduðuma inanmamýþ gibi kafasýný salladý. Aslýnda sigarayý pek sevmezmiþ. Ara sýra, caný isteyince bulur içermiþ. Tüm bunlardan bana ne diyeceðim tuttu, dilimi tuttum. Acýkmýþtým da. Gözlerim karþý duvardaki raflara gitti. Anladý galiba, pantolonunu silkip kalktý, rafýn en üst katýndan siyah bir poþet alýp tekrar oturdu. Poþete baktým, ekmek mi? Açmýyordu. Yüzümü incelediðini fark edince çayýmý yudumlayýp dýþarýyý seyrettim.

- Bunlar ne biliyor musun?

- Hayýr, nedir?

- Ýnanmazsýn, dalga geçersin. Ama olsun, o kadarý da olur.

- Niye dalga geçeyim?

- Niye inanmayayým demediðin için. Ýnsanoðlu, yabancýlýðýný yýkmalý. Al bak, nasýl?

- Nedir bu?

- Kar kuþu. Bir arkadaþýmdan almýþtým. Kýrk yýl önce. Zamanýn zaman gibi akýp geçtiði yýllar. Biraz ezilmiþ. O zaman polyester yok tabi…

Dondurulmuþ kuþu inceledim. Baþýnýn yarýsý yoktu ama ben canlýyým diyecekmiþ gibi de ayaklarý vardý. Kýrk yaþýnda belki de kýrk bir. Geri verdim. Üstünlüðümü kanýtlayayým dedim.

- Al iþte. Sana ne isim taktým, ne de baþka bir þey söyledim. Hem buncaðýz kuþtan insan birine neden böyle davransýn ki zaten, neyse…

- Söyle hoca, çekinme söyle. Daha ne göstereceðim bitti, ne de anlatacaklarým.

- Þey… Ne bileyim? Baþka bir þey göstereceksin sandým.

Kýkýr kýkýr güldü. Kalkýp poþeti rafa koydu. Yukarýda, yolda, traktörün sustuðunu duyduk. Bana otur sen der gibi yapýp dýþarýya çýktý. Kapýda yaþlý bir adam, elleri titreyerek sipariþini anlatýyordu. Bizimkisi hiç konuþmuyor, kaþlarýný çatmýþ yaþlý amcanýn ne anlattýðýna dikkat kesilmiþti. Amca susunca iskele var mý diye sordu. Adam elini dudaklarýna götürüp düþünmeye baþladý, buluruz, camiyi boyecekle, onladan alý geliriz, sen gelive bi… Sustular, bizimkisi bana bakýp güldü. Vaktim olursa dedi, gelmeye çalýþalým. Adamcaðýz söz almadan gitme niyetinde deðildi, üsteledi. Sonra hiç anlamadým, ama çekip gitti. Çok garipsedim, yanýma gelinceye kadar sormak istediðim sorularý aklýmdan geçirmeye çalýþýyordum. Fakat gelmedi, tutkallanmýþ ahþaplarý kontrol etti, makinenin birini çalýþtýrdý. Kenarda, düzensiz yatan büyük aðaçlardan birini sürüyüp demir tezgâhýn üstüne çýkardý. Saate baktým, zaman þaþýrtýcý, hýzlanýp geçmiþ, neyi beklerken oldu bu? Daha yenice zamanýn yavaþlýðýný düþünmedin mi? Eliyle beni iþaret etti, sanki benden baþka kiþiler de var. Kalkýp yanýna gittim, önce sustu. Sonra bir þeyler geveledi…

- Aðaçlar, biz kadar canlýdýr deðil mi hoca?

- Öyledir herhalde.

- Senin kitaplarýnda yazmýyor mu?

- Yazýyor. Onlarý sen de okudun.

- Okudum ya. Unutmuþuz. Ama bilmediðin, görmediðin bir sürü þey var. Ýnsan iþte. Hangisine yetiþir, hangisini elinde tutar… Köþedeki çam kesiði býçkýyý yediðini biliyor mu?

- Bilmem. Bilmiyordur ama.

- Biliyor hocam, biliyor. Diðerleri anlamaz bunu. Elime alýrým, üzerine düþünürüm, kendine en uygun hangi hikâye varsa onu seçtirir, böylece baþlar hikâyesi.

- Aðacýn mý?

- Hayýr.

- Ya neyin?

- Canlýnýn. Ýlahi adaletimiz bu bizim.

- Anlayamadým. Nasýl canlý bu?

- Sen, ben gibi insan iþte…

- Aðaçlar mý insan olan?

- Hayýr. Hikâyeleriniz. Planyamýn üstüne yýðýlan hikâyeleri yontarým ben.

Sustum. Susmam gerekti. Su içeceðimi bahane edip dýþarýya çýktým. Anlamýþtý ama. Bana da getir dedi. Çeþmeye yürüdüm, musluðu çevirdim, su akmadý, eðilip deliðin içine baktým, tekrar çevirdim, azar azar akmaya baþladý. Tahtadan bardaða suyu doldurup içeri girdim. Az önce ikiye böldüðü aðacý þimdi dörderli parçalara ayýrýyordu. Suyu kenara bir yere koymamý söyledi. Kalemini aðzýna alýp ýsýrdý.

- Ben deli deðilim.

- Biliyorum. Daha önce de söylediniz bunu.

- Ha iþte. Öyle bilinmeli. Delirmedim. Akýllýk iþlerin peþinde deðilim o kadar. Sizin inanmadýðýnýz hikâye mesela. Akýlla iþi olmayanýn derdidir. Ha tabi, þimdi yine neyin, kimin diye soracaksýnýz. Oysa anlamamanýzýn nedeni de açýktýr.

- Sizi anlamaya çalýþýyorum.

- Sadece sizden bahsetmiyorum. Çoðul var burada. Farkýnda olmadýklarýnýz.

- Kimseyi göremiyorum.

Etrafýma baktým. Ýnanacak gibiydim sanki. Böyle sözleri daha önce de duymuþtum oysa. Ýçimden: þu adama bak, kesip biçtiði þeylerden hayat çýkaracak. Dedim. Duymuþ gibi yüzüme baktý. Kalýn sesiyle türkü söylemeye baþladý, bir elinde de gönyesi vardý.

-Bana deli derler. Hikâyelerini burada kesip biçtiðime inanmadýklarýndan… Oysa ruhsuzdurlar, ruhlarý, bedenlerinin kemikleri þu gönyenin ucunda bekler, haberleri yok. Olmamasý da muhtemeldir. Bilenler var ama var hocam var… Siz de bilecekmiþ gibi yapýn, ötesi önemli deðil. Kurmaca aklýnýzda yeni isimler bulun. Buldunuz da. Farkýndayým. Ýnsan denilen þu yaratýklar, þimdi akþamýn farkýna varýp perdelerini kapatacaklar. Beni buradakilere benzetmediniz. Doðrudur. Hikâye biçenlerin, sizin inanmadýklarýnýz yani, oralý deðildir. Onlarý ki mesela beni, bir yere koyamazsýnýz. Hadi düþün hoca! Ne diyor, ne anlatýyor bu adam? Daha sabah, sýkýntýdan patlýyordun, ötemle arana boþluklar koydun, ben de onu anlamadým.

- Ýnancýnýz… Kafa karýþtýrýyor, ürkütüyor.

Güldü. Yine anlamsýzlýk vardý. Gözlerini gözlerime dikti.

- Yeni tanýdýðýnýz birinin inancýný merak etmek, ürkmeye delil olmasa gerek. Siz inanmadýðýnýz þeylerin üstüne konuþtuðumuzu sanýyorsunuz. Oysa farkýnda deðilsiniz. Burada, önümde uzanan tahtanýn size ait bir hikâyesi var. Arkanýza bakýn, bakýn dediðimde aðaçlarýn üzerine sinen karanlýðý göreceksiniz, ama niye ýþýklarýn olmadýðýný sorgulamayacaksýnýz. Bu öyle bir hikâye bütünlüðüdür ki önce yapraklarý, gövdeleri, dallarý kitaplara benzetmelisiniz. Kendinizden ayrýksý bir hikâyenin içinde olabilmeniz için, bana inanabilmeniz için. Bu kadarýný duydunuz, onlarca kez hikâye dedim. Ýnanmadýklarýnýz beni size dinletti. Doðrudur da… Öðretilenler böyle deðildi deðil mi?

- Hayýr. Ne yazýyor, ne de öðretiliyor.

- Ýþte. Bu, beni deli diye höykürmelerinin temeli. Onlara dokunursunuz, üzerinde uyursunuz, her gün içinden yemekler yersiniz, nefes alýrsýnýz, yaþadýðýnýzý zannedersiniz?

- Ýyi, pekiyi. Ne yapmalý? Onlarý da mý katmalý?

- Sinirlendin hoca? Ürküyor olamazsýn. Kim söyledi size? Adýna madde dediðiniz þeylerin size, sizin de onlara ait olmadýðýnýzý…

- Ýlk sizden duyuyorum.

- Baþka diye kullandýðýnýz kelimeden duyuyorsunuz. Ben diye bir þey, durum ya da isim yok. Sadece kelimeyim. Kesip biçen, üzerine olaylarý yontan, anlamdan uzak, anlamaya yakýn ve fakat ayrýlmýþ bir kelime. Þu, elimde gördüðün, tahta parçasý… Ýþlenip bitince noktalanacak olan o kadar çok kelime var ki. Sadece okumasýný bilmeli. Çevrenizde sizden habersiz ama sizinle bitip, büyüyen þu koca ormandaki her aðacýn bir kitap, bir sayfa, kimi yerde bir kelime olduðunu bilmeli. Belki iþittikleriniz, kavradýklarýnýz sizi, bunlarýn dýþýna itecek olmazlara sahip edecek. Çok gördüm böylesini. Birçoðunun hikâyesi elimden çýktý. Ýþte þurada parçalandýlar, þurada iþte, deniz tutkalýyla birleþtiler, isim aldýlar, üzerine þekil biçildi de yüze kavuþtular. Pekiyi, ya þimdi? Deli, huysuz diye adlandýrýldýklarý yerden uzaktalar. Dýþarýya bakýn, yerleþtikleri yerin bulanýklýðýný da göreceksiniz.

Merakla dinlediðimi hissettim. Toparlandým. Sigara uzattým içmedi, ben yaktým. Söylediði þeyler beynimin içinde yankýlanýp duruyordu. Kendi hikâyesini de bitirmenin zamaný gelmiþmiþ. Þaþýrdým. Þaþýrma dedi. Elindekileri gösterdi. Bana ait olaný sorunca güldük. Merak ettim, nasýl baþladý diye sordum. Uyuyordum sanki. Gitti ýþýklarý yaktý. Atölyenin içinde, ortada bir yerlerde oturuyordum. Rüya gördüm dedi. Çocukken görmüþ, ormanda kitap okuyormuþ, o kadar… Ýnsan daha fazlasýný bekler dedim. Ýnsan deyip sustu. Gönyesini alýp kestiði tahtalarýn kenarlarýna çizikler attý. Sýkýlganlýðým geçti. Neden sonra onu bir yazara benzetmeye baþladým. Sonra o sarý lambanýn altýnda benzetiþler arttý. Ýnsan dedi, insanoðlu demeye karþýymýþ. Güldüm. Hep bir þeyi, bir kalýbýn içine sokmak ister, bilinmeyeni ancak böyle anlayacaðýný zanneder, dedi. Bunlarý okulda da söylüyorlar deyince kýzdý bana. Korktum. Sonra alçakgönüllü oluverdi. Benim inanmadýðým ve inanmayacaðým bir kelime olduðunu söyledi. Bu yüzdenmiþ hiçbir bilginin tek kelimesi olamayacaðý. Kafam iyice karýþmýþtý. Yoðrulan düþünceler, aðaçlarýn uðultusunu hatýrlattý. Yerde yatan kesilmiþ aðaçlara baktým. Ýþim bitti dedi, güldü. Kelime noktasýna kavuþtu dedi, tekrar güldü. Ayaða kalktým. Iþýklarý kapatýp çýktýk atölyeden. Kapýya zincir vurmadý. Arabanýn kasasýna kesilmiþ ahþaplarý taþýrken yardým ettim. Düþündüm, yine saçma geldi. Hikâyeye ait deðildiler. Olamazlardý. Usta saçmasý iþte, dedi aklým. Bu öbeði nereden buldu bilemiyorum. Arabaya binip köye döndük, kahvenin yanýndan geçerken gençlerden biri ayaða kalktý. Bu, sabah bana selam veren gençti. Ondan uzaklaþýnca camdan kafamý çýkarýp baktým, el sallýyor gibiydi. Sigara istedi, beraber birer tane yaktýk. Ahþaplarý evin biçimsiz bahçesine dizdik. Bir süre dinlendi. Çay içelim dedim. Yetiþmesi gerekmiþ. Arabaya bindi, ýþýklarý yaktý, bana bakýp gitti. Arkasýndan görünmeyene kadar baktým. Yerde yatan parçalarý kenara sürüdüm. Yorulduðumu hissettim. Sabah erkenden Ahmet Efendi gelecekti. Odama çýktým…

Sabah gelmedi Ahmet Efendi. Ben de pervasýzca uyumuþum. Elbiselerim üstümde buruþmuþ, elim kolum uyuþmuþ durumdaydý. Cenaze vardý dedi. Hemen kaldýrýp gömmüþler. Þansým yokmuþ, marangoz Mesut öldü, jandarmalar sabaha yakýn ölmüþ demiþ, öyle söylemiþler kahvedekilere, millet bir olup gitmiþ, musalla taþýnda duasýný okumuþlar, taþýmaya pek yanaþan da olmamýþ, ondan gecikmiþmiþ… Öyle dedi Ahmet Efendi. Adýmýn Arif olduðunu yeni hatýrlýyordum, o bunlarý anlatýrken, gördüðüm rüyada adýmý arýyordum, evet, düþündüðüm þey buydu. Sigara yaktým, yolda sýrtýnda çalý yüklü bir eþeðin yanýnda, ipi tutan bir kadýn gördüm, bize doðru geliyorlardý…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn toplumcu kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Gorki"nin Çocuklarý

Yazarýn öykü ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Yetenekli Kaybediþler Adýna - 1 -
Jointy
Bavul
Yayla Öyküleri
Sokaðýmda
Ölümlüler

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Yaðmur Alýþkanlýklarý [Deneme]
Akþamüstü ve Gölgeler [Deneme]


niyazi bircan kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © niyazi bircan, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.