Şehirlik Rubai
(Mehmet Ulaş ORAL) 9 Mayıs 2009 |
Sürrealizm |
| |
ZAMAN TUTSAK, VURGUN VE SANA AŞIKTI. BİR ŞEHİR PENCERELERDEN USUL ADIM DÜŞERKEN; BİR BALIĞIN SIRTINA TUTUNDU. BALIK, BİR ZAMANDAN BAŞKA BİR ZAMANA UÇUP DURUYORDU. ESKİ VE DİNİ BOZUK BİR ŞİİR, OLMADIK BİR RUBAİ, SİSMİK BİR PATLAMAYI ARAYIP DURUYORDU. PENCERELER BUNU BİLMİYORDU |
|
Neredeyiz?
(Mehmet Ulaş ORAL) 10 Ekim 2007 |
Sanat |
| |
XX. yüzyıl ilk isyanların yüzyılıydı... Ya sonrası?? |
|
Sigara - 2
(Mehmet Ulaş ORAL) 17 Şubat 2007 |
Sürrealizm |
| |
Gülümsüyor. Deli, dolu, oylumlu, düş – gerçek seyrimiz işte yeniden başlıyor. Bu seyrin geçmişi de geleceğini mi yansıtıyor? Yine yollar beni kendine mi çekiyor? Birdenbire hayatımın en olmadık zamanlarında karşıma çıkan bu düşe çok alıştım. O benim düşüm. Kimselerin değil. “Düşün” değil mesela. “Düşü” hiç değil. Bir usul düşünüş ve karşımda düşselansları! Galata köprüsünden Sirkeci’ye seyirtiyoruz. Düşüm, düşmeden ve kuvvetlice sarılıyor koluma. Bir daha düşmemek istiyor belli. Ayarlı ve kendini bilen herşeyi seviyorum. Ayarlı ve kendini bilen bu şeyi ben düşlüyor bile olsam seviyorum. |
|
Sis
(Mehmet Ulaş ORAL) 17 Kasım 2003 |
Modern |
| |
Tüm şehrin çığlıklarını duyamaz sarhoşlar, belki biraz /
/
Belki hiç, belki çoktan seçmeli bir zaman içindeyim, /
/
Bildiğimi sanıyorum, Sis içinde diz çökmüş bir çocuk sobesi /
/
Saklanmış bir kağıt gibi çıkarıldım naftalinlerin arasından /
/ |
|
(Gar)dolap
(Mehmet Ulaş ORAL) 3 Nisan 2003 |
Aşk ve Romantizm |
| |
Kadın da biliyordu adının (gar)dolap değil de gardrob olduğunu ama her yolculuktan önce oraya başvurup eşyalarını toplayarak ilk mecazi otobüse burada atladığı için ona bu adı takmıştı. |
|
Şifreli Konuşkan
(Mehmet Ulaş ORAL) 3 Nisan 2003 |
Gülmece (Mizah) |
| |
aramızda acayip birşeyler var. Ne olduğunu bilmiyorum ama farkındayım. Bir de kafayı takmışlığım hat safhada: Ulan bizim aramızda ne var? |
|
Mavra
(Mehmet Ulaş ORAL) 23 Aralık 2002 |
Bireysel |
| |
Bir ALKOL içtim, yazdım... |
|
Arsenik
(Mehmet Ulaş ORAL) 23 Aralık 2002 |
Bireysel |
| |
Bir zehir içmeliyim bu gece.... susmayı bilmiyor, diyo "beni iç" diye... |
|
Ey
(Mehmet Ulaş ORAL) 23 Aralık 2002 |
Bireysel |
| |
ben hep bu ey'lerin vedasını beklemişim... |
|
Yazma
(Mehmet Ulaş ORAL) 23 Aralık 2002 |
Aşk ve Romantizm |
| |
Çünkü yazanlar kendi ölümlerine hep intihar süsü veriyorlar!!! |
|
|
Yalnız ağaçların yaş halkaları sık olur. Konuştuğunda ya da göz kırptığında bir saniyenin içinden doğru; o saniyeyle birlikte başka saniyeler de adım atmaya başlarlar tarihin içine. Altın arayıcıları, konuşmayanlar, simyagerler peşine düşerler aynı zaman dilimine rağmen daha çok eskimiş olan ağaçların. O ağaçlar, üzerlerindeki dal yükünden arınmadan, dal ve yaprak yüklerinin ağırlığını da kaldırarak yaşamayı bilmişlerdir, işte o yüzden dik ve diri dururlar gövdelerindeki yaş halkalarının yoğunluğuna ve kalın gövdelerine karşın.
Nedir ki bir yalnız ağaç? Kuzey cephesi yosun tutmuş, toprağın dibinde de toprağın dışındakine yakın parça bırakan, sağlam, güçlü, her bahar yaprak açan, her hazan yaprak bırakan bir kalın gövde midir? Yanındaki dost ağacını ya da sevgilisini yitirmiş bir “çöl ortasında tek kalmışlık” mıdır yoksa? Yoksa bütün bunlardan oluşan bir karma hayat mı? Belki de hepsi...
İşte ben, bütün bu karma hayatlardan oluşmuş bir hayatın arzusuyla ilerleyen bir yalnız ağacım. Şehirde beni yaşatmamaya çalışan onca güç, onca değişim, onca farklılığa rağmen dimdik ayaktayım. Birilerine anlatıldığında değeri pek de olmayan yalnızlığımla birlikteyim. Bir kuyumcu vitrininde merak ettiğiniz tüm kuyumlardan değil, yeşilçamın içinde satılan küçük boncuklardan sadece biriyim ben ve benim anlatamadığım yalnızlığım.
Yalnız kalmak ya da yalnız olmak (farklı farklı ama içiçe), bir ağaç kadar kalın gövdeli olmayı gerektirmez. Eniniz ve boyunuz kalınsa kendinizi bir yalnız ağaç gibi görmeniz ahmakça olur. Eğer içinizde durmadan ilerleyen ve kemiren “şey”ler gitgide karın boşluğunuzu dolduruyorsa kalınlaşıyordur yaş halkalarınız.
Peki neden yalnızım? Seçtim mi, seçtirildim mi, kimim ben, neyim, neredeyim? Hepsinin cevabını o kadar iyi biliyorum ama ne kadar zor anlatıyorum. Yalnız bırakılmanın içimde uyandırdığı sevinç ve ilerleyen saatlere doğru bir halka daha kalınlaşan bedenimin içinde durmadan ilerliyorum birileriyle...
Bütün sessiz ve kimliksiz otel odalarını biliyorum, onlarla konuşur oldum, onların sır sakladıklarını, anlatamadıklarını ve dürüst olduklarını biliyorum. Kendime söylediğim yalanları, dışarılara bir türlü söyleyemeyip kendime söylediğim yalanları... Biliyorum, herkes yalan söylemelidir. Yalan, bir ihtiyaçtan doğar. Ama ben bir tek kendime söylüyorum yalanları. Biliyorum, bakılacak gözler, eski yunanın içinden geçerler; inanılırlar, sevilirler, ölümcül görünürler, özlenirler. Onları unutmayı başarıyorum.
İris: Gel artık... Ortalıkta kaldım... Yalnızlık ve aşka dair tiyatrolarda oynadım senin için. Tek değilsin, birisi değilsin, biliyorum ama gel! Düşümde boşuna kapladığın zamana yazık! Gel! Tanımadığım gerçek aşk! Tüm güzelliklerin ortak adı olarak koydum seni sözlüğe... Tüm masum kadınların şifresel adı. Gel, seni bekliyorum, gelmiyorsun.
Mabrahar: Neden çarpışıyorsun hâlâ? Kötülüğün, ucuzluğun, fahişeliğin kodu. Mabrahar! Git! Uzaklaş ve bir daha yanaşma yanıma benim!
İki kuvvetin arasında geçen savaşın ortasında yapayalnızım. Amaç ve gürültülerin arasında bir değer biçiyor yalnızlığıma kuyumcular, altın arayıcıları, gümüşseverler... en sonunda kapatıyorum tüm kapalı anlatımları bir gecelik dolaba, rahatlıkla anlatıyorum yalnızca bir gecelik olmak üzere... Konuşuyorum, susuyorum, yalnız bir ağacım ben, biliyorum, bir halka daha genişliyor vücudum...
|
|