Prensiplerden hoşlanmam. Önyargıları yeğlerim. Daha içtenler. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
bir: gece sallarken ormanın yangın yerlerini insancıl susuşlarıyla, belki de yeni bir mevsimdi, iklim ya da. Kişileştirmişti, olmadı sevmişti bir şeyleri belki de önyaz anlarının karanlık düşlerini. sis nehrinin oyunbozan dehlizlerinde mavisi kıskıvrak bir kraliçe; çırpınıyordu çıkmazlarının iğreti teziyle her gece... -cenin ve tuzlu deriler el basması mukozalar, terazi ülkeleri.. metin olunmasının sentezi ve taştan okullarda okuması bir çocuğun lanetli değişimleri... selvi ağaçlarının boy atmasıyla selvi ağaçlarının boyatmasıyla rengini sesi sıra sıra giden, yankılı düşlerden kopup saflığın ve ihanetin koptuğu yerlere dizildi ümitler zamanın kabul görmez uçlarında. tek yolu ilmiklerine kadar düşün düğümü ve sertliğin çağı olan öykülerde oylum oylum, sarmal sarmal sağır ve dilsiz bir yalıyarın kurutulmuş pervaneli bir rüzgâr gülüne gülüşü kadarlık zamanda ve düşük ihtimalli olasılık sorularında oturdum, düşündüm, sağ kaldım, öldüm, öldürüldüm... -olmadı, hepsini yeniden geniş zamanda yaptım...- çünkü düş’tüm ben, düşmüş bir kadının düşük yapan rahminden çünkü düştüm ben, düşmüş bir kadının düşük yapan rahminden karnımda cenin – küçük, sevimsiz canlı ellerimde, tırnak aralarıyla sperm ve er özü salgılayan çocuklar. sar beni makaranın imtiyazına çamur, okşa ve kan gelene dek burnumdan sık. yoksa kendinden geçip intihar edecek anlamsız, binlerce şık. anlamı yoksa otur! anlamı yoksa otur! sus ve susarak bürün düş ovasının karanlık tılsımına sus ve susarak bürün düş ovasının karanlık tılsımına takvimin orta yerine oturmuştun oysa ki, ses ve gürültü olmaksızın sus ve susarak bürün düş ovasının karanlık tılsımına sen bir kadınsın; garip simgelerle örülen; garip tuğlalarla örülen bir duvar gibi kalınsın tüm vücudumu kaplayan... bir yerlere doğru gideceksin açarak kapıyı ve arınacaksın maskeli dünyadan. ben de orada olacağım... (aç kapıyı, orada sana şefkat ve hayranlıkla bakacaklar, iğneleyecekler, günahlardan günahlara sokacaklar, aç kapıyı, düşlerinden yeni bir fanzin yaratacaklar; ve sonra yeni bir ad koyacaklar düş ovasının karanlık tılsımıyla) -MARKİZ “hoşgeldiniz Markiz; dağınık toprakların üzerine yağdı gelişinizle sıcak yağmurlar. Gidişinizleyse fırtınanın bilirkişiraporuolmaksızın güneşi yakmasına inandı burjuvalar bir çağı kapattınız, yalnızlığın aziz saydıkları için bir diğerini açtınız. Markiz; simlerden ve gölgelerden ve geçmiş ve gelecek masallarından kol kanat gerilecek bir –yar-lar aradınız, buldunuz, çekildiniz; sonra saldırıp rakibinizi imha ettiniz, taktiğiniz her köşesinde yankılandı cihanın. Markiz; yeniden hoşgeldiniz düş ovasının yeni -yar-larına.” sustum, konuştum sonra... arsız ve şımarık bir çocuktum kış imlerinde yenilmek ve yenilenmek ve yeniden yenilenmek gibi şehirle cenin – değişim ve tuzlu deriler ve el basması mukozalar ve terazi devirleri bizim şehrimizde de yankılandı düş ovasından yansıyan çocukların taktığı kraliyet isimleri. nedense Markiz, nedense anlamıyorsunuz değirmeni döndüren çarkların suyla dövüldüğünü. aşkın ve kaplan gibi saldıran deliliklerin, delillerin dilenci diliyle konuşulan savlarını tutuşturdunuz. Markiz; es geçin düşleri eskaza geçit vermez köşelerine uğrayın yalnızlığın. faust: tek tabancalık kabare, iki adam ve bir mevsim kopuk iklimlerini görmek belki... zavallı Moliere! andanté Markiz! görüntünün “slow motion” geçtiği bir film gibi hayat... fanzin: Mozart’ın taş sofrasına taş plaklar olarak inmek değil! jeu taime’den daha anlamsız ne yazık ki kurduğum tüm cümleler. el ele düşüldü cinayet masallarının tabancalı ve kara namlulu uzuvlarından velhasıl yarı baygın bulunur tüm uzuvlarda aşklar; hey, Markiz, uyanın! aklımda yine şehir ve karnımda zavallı cenin... -ikiye geçecek zamanla şair, havaya doğru açık elleri- korkuyorum ben karanlıktan, öldürürken celladım olursanız, vasiyetimdir; kapatmayın gözlerinizle gözlerimi. iki: bir doğa okulundan sıra arkadaşlarım girdiler aramıza: Cenin ama bilmiyorsun; dünyayı, ele avuca sığmaz toprakları hep adınla seviştirdim sevgilim! Markiz, sıkıldım artık saygılı, İkinci çoğul şahıslı cümlelerden. İstiyorum ki artık, İstiyorum ki ben, Size “sen” demek istiyorum yeniden. gezdim, sıcak bir rüzgârın kuyruğunda yine aynı gece... kültür mantarlarından şan dersleri alınırdı, sazlıkların mayasında beklerdim seni. kentin deli dolu vakitleri ve köşelerde o eski aşk filmlerinin unutulmaz sahneleri gibi beklerdim seni sessizce. o ışık parçası gelirdi önce ve sonra bir İtalyan kovboyu olurdum, “Spaghetti Western” karelerde. Markiz, kentin yetim kalan adamları sizi kendilerine çekiyorlar... çan kulesinin çocukları ve sevgilim; limanların güney kıyıları akşamı yansıtırken ve yakamoz delileri yakamoz ararken kent ışıklarında zavallı bir kadının çığlığı gibi duyardım sesini. Nefsim, uykum, çığlığım... ...ve uzaklara doğru tozunu attığım zaman... kaygılarım, soğukluğum, kalkan derim... ...ve gürültü sağır ederken tüm çağların görüntüsünü... ...ve görüntü sağır ederken tüm çanların gürültüsünü... oku atan adamın soluk yüzü gibi, evet yüzü gibi seviyordum seni. Cam, düşler ve geniş zamanlı nesneler süslerken duvarları ben bir mafyaydım Markiz; tek tabanca kestane ağaçlarının gölgesinde görmüştüm fulyalı resmini. Don Carleone; susun! bir karakalem mafyayım ben Markiz; her şeyiyle hâlâ seni seven. oyundu bunlar; kültür mantarları ve karnımdaki ceninin hakim olması bana. oyundu! kapatın ışığı Markiz! parkeler ve demir direkler arasından süzülen bir zavallı çocuktum eskiden ama herkes gibi değiştim ben. kapatın ışığı ve sevişin kendinden geçkin bedenimle. Markiz; sınırındayım yaşamanın, yorgunum ve düşlerim sığmıyorlar asla kupa papazlarına. ölümün tanrısı unuttu beni her nasılsa... anlayın artık Markiz, zavallı oyun ve çılgın kilitlenişlerdeyim, sokak aralarında, gecelerde; düşen adamım ben her saniye ve durmadan. “Spaghetti Western” bir öyküde uyuyorum. Ben, ölümden uzak, zavallı, yalnız bir kovboyum... üç: yeni gün, yeni mavi, yeni yüz; değişen rüzgârlar bir de engerek kıvrımlarıyla, kıpırtısız duran köşede bendim önce, ben ve benim gibi sağlıksız düşünen soy kütüğüm. Markiz, sözcüğün ikinci harfi var yalnızca gerçek isminizde. sonra saflığınız ve arı düşleriniz, düşlerinizdeki tiyatro oyunu var. Anlayamadıklarınız: “kalkan derimin telaşında, bir ayrılık oyunu oynuyorum geri zekâlı bulutların üstünde suareyi gösteriyor vakit pastel bir zamanda, sahne ışıkları ve sen insan olmanın öğelerini arıyorsunuz kuliste yarım akıllı bir Istanbul akşamı... Ermenice alt yazıların içinden ne garip, dikkatimi piç ediyor saçların yarım akıllı her şey: sen ve sahne ne anlıyorsun, ne de anlatılıyorsun...” Yarım seanslık, zekâ özürlü suare bu. Bir yılan gibi kıvrıldınız ömrüme Geçiş iklimiydiniz hayatımın herhangi bir yerinde Başlangıçta sessiz, sonra çatlak Bir vazo ayarında hani, Hani bir yılan gibi... “Sevişiyorduk, geceydi. Rahmindeki bir sıvıda gizliydi tüm siyanür: zehir ve zerdüşt hayallerimi yıkan şey; yılan, yılandın sen! En ağır zehirlerden haz duyan bir yılan... Gösteri bitti, çıktık, uzun bir yürüyüş yaptık Kendi hayatlarımızın yollarından. Zorduk, kolayları sevmezdik, sessizliğin gücüne inanırdık Sadece / sesler ve sözler bir nisan yağmurunun ıslatışıydı insanoğlunu Sırılsıklam. / Sevdiğim her şey gibi gittin sen de bir sabah. Bittin, Olmadın bir daha.” Yarım seanslık, zekâ özürlü suare bu. Kaybedenler, düşlerinden bir şeyleri verecekler, Ruhlarını ve ömürlerini hayata bağlayan Gemici düğümünü... Yarım seanslık, zekâ özürlü suare: Yaşayanlar ve yaşatılanlar üzere Körpe hayatlardan ucube bir iflas... Markiz’in isminden çiçekler: Susayan ve solan Çocuklar ve çelik çomak oynanan yazlardan... ben yazlardan alırım hep mikrobunu aşkın toz duman içinde, ve konu olurum her daim sonbahar cinayetlerine. dört: kol kola engerek yılanı edası taşırken bin derde deva bir akşam postası karanlığında kutupsuz bir yıldız deniz kırılgan gövdelerin haksız çırpınışlarında bir yalnızlık bestesi garip bir öpücük kadar masum bir felaket ufukta şimal yıldızı, yüzünde hayvancıl bir iklim... kayıp bir meteoroloji güdüyor kalbim anavatanı isyan bir köşe kapmaca oyununda. Perdeyi açıyor deri ceketli adam bir ayrılık komedyası... bir Moliere yansıması... dekorda metal uçlu pusulalar kutbu gösteren ince uçlu kalp delen sivri bir aşk... beş: geniş oyalı perdede Fransız aksanlı bir kadın göğüsten dekolte bir pusula üstünde kulisten hoyrat ekim sesleri her yaz akşamının ihtiyacı bir soğuk gömlek... şefkatli bir elle kutuplarını okşuyorsun çağdışı mıknatısların. Mıknatıs: Kuzeyde ben, daha bir şimal aksanlı Leningrad yanlısı... Güneyde bilmem kaçıncı ekvator yakını paralelin Yalnızı... altı: sevişelim diyorum tek kişilik değil elbette oyun... kıskanç yüzlü adımlarla opera kaçkını bir hayalet damlıyor sahneye kaçınılmaz bir dram, bir sanat, iki seanslık bir pusula komedyası... yalnız adamların kanıksanamaz uğrak iş çıkışı lokantası... bitmesin oyun ışıklar kapanıp sevişene kadar... diyorum salakça atlıyorsun: - böyle seanslarda ay, Othello yazınındaki Shakespeare yapıyor beynimi...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |