Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Yüksek binaların arasında etrafı naylon ve branda beziyle çevrilmiş; içi küçük, yaşadıkları büyük bir sığınaktı burası. Etraf dağınık değildi çünkü dağılacak bir şey yoktu zaten. Üç- dört parça çanak-tabak, bir çift ayakkabı, bir el arabası, ortada bir hasır ve köşedeki somyada battaniyesine bürünmüş uzanan Süleyman Baba… Biraz sonra yaşlı gözler aralandı. Güneşin tatlı ışığı naylon duvardan süzülüp yüzünü yakmaya başlamıştı bile. Eline baş ucuna attı. Şapkasını buldu el yordamıyla, başına geçirdi. Üzerinde kıvrım kıvrım olmuş battaniyeyi kenara itti. Doğruldu belini doğrultabildiğince. Güneş doğmuştu çoktan. Biraz sonra çöpçüler gelir, toplarlardı her şeyi. Biran evvel gitmeliydi. Pabuçlarını, arkalarına basarak ayağına geçirdi. El arabasını aldı. Yürüdü günün ilk ışıklarının üstüne. Bu sokaklar… Ömrünün büyük çoğunu buralarda harcamıştı. Bazen kaldırımlarında uyumuş kalmış, bazen sokak lambasının ışığında yemişti akşam yemeğini. Ağlamayı unuttuğu günden beri sadece yağmurlu gecelerde ıslanmıştı alaca sakalı. - Hayırlı işler Nusret. - Ooo.. Hayırlı sabahlar Süleyman Baba. Gel çay hazır. Düşündü. Bir ocakta fokurdayan demliğe baktı, bir de az ileride ağzına kadar dolu bekleyen çöp tenekesine. ‘Altı üstü bir bardak çay değil mi?’ dedi içinden el arabasını özenle park ettikten sonra oturdu kaldırımdaki tahta iskemlelerden birine. - Nasıl gidiyor işler Nusret. - İyidir be Süleyman Baba, ne olsun hayat telaşı işte. Nusret önündeki sehpaya bırakıverir kenarları işlemeli çay tabağındaki tavşan kanı çayını… - Ee, sen dün hastaneye gittin mi baba? - Gittim. Şu canına yandığım dünyada bir rahat edemedik be Nusret. İlaç yazdı. Bunları bitene kadar kullan, dedi. - E paran var mı ilaçlara yetecek ? - Nerde… Bugün yarın biraz toparlarız herhalde. Zor bu işler Nusret, çok zor… - Bak eğer çok sıkıntın olursa… Hani bizde de yok ama buluruz bir yerlerden inşallah… Nusret’in son dediğini duymamıştı bile Süleyman Baba. Gözleri ileriye dikilmiş, öylece bakıyordu. Bakıyordu çünkü az önce ağzına kadar dolu iken gördüğü çöp tenekesinin yanına koca bir çöp arabası gelmiş ve belki de ilaç parasının yarısını götürmüştü. Yerinden fırladı yirmilik delikanlılar gibi. Belki yetişirdi arabaya. Bir iki parça işe yarar bir şey kurtarabilirdi belki. Nusret, öylece şaşkın kalakalmıştı yanındaki iskemlede. Adımlar birbirini olabildiğince hızlı izlemeye çalışıyordu. Ancak nefesi tıkanıyordu. Dayanamadı. Ellerini dizlerini atıp soluklandı. Gözleri hala çöp arabasındaydı. İşlerini bitirmişti görevliler artık. Süleyman Baba’dan habersiz bindiler araçlarına ve onun umutlarını, ilaç parasını da yanlarına alarak uzaklaştırlar… Yorulmuştu. Birkaç dakika öylece bekledi. “Ah Süleyman ah… Al sana sabah keyfi, al sana çay…” Yavaş yavaş vardı çöp tenekesine. Elinde Nusret’in boş çay bardağı vardı. Sabah keyfi yani… İlaç parası yani… Son defa eğildi çöp tenekesine, şöyle bir baktı; bomboştu. “Ah Süleyman ah… Al sana sabah keyfi, al sana çay…” Yaşar Çetinkaya 18 Ağustos 2011
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yaşar ÇETİNKAYA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |