Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke |
|
||||||||||
|
İLK GÜN Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü 1984-1988 Öğretim Yılı Mezunları olarak 4. Buluşmamızı 17 Mayıs 2014 Cumartesi gecesi KKTC’de Girne Beta Nova Restaurant’ta gerçekleştirdik. Yine ilk günkü gibi büyük heyecan, büyük bir sevgi ve anlatılamaz duygular yaşadık. Geçen yıl Nevşehir’de yapılan toplantıda alınan kararla Kıbrıs buluşması hayat buldu. Tarih olarak da tatile denk geldiği için 16-20 Mayıs günleri belirlendi. Çünkü bu tarih herkese uyan bir tarihti. Bazı arkadaşlar, 15 Mayıs Perşembe gününden itibaren adaya gelmeye başladılar. İlk gelen Baki Demir ve eşi oldu. Baki Demir, bizden bir üst sınıfta olan bir arkadaşımızdı. Ama dört yıl boyuncca birçok dersini bizimle ortak aldı. O nedenle hepimiz onu bizim sınıfın ayrılmaz bir parçası olarak kabul ederiz. Şen, şakrak, hep gülen bir kişilik. Bu haliyle de Kıbrıs’ta buluşmamıza ayrı bir renk kattı. İlk defa toplantılarımıza katılmasına rağmen çok büyük bir uyum sağladı. Neşesiyle herkese olumlu enerji verdi. Yusuf Önlü, sınıfımızın abilerinden biri. O’na hep İhtiyar deriz. Hiç bir buluşmamızı aksatmadı. Hepsine katıldı. Kıbrıs Buluşmasına da en erken gelenler arasında yer aldı. Bu sene bir ilk olarak bizim sınıftan olmayan ve fakat Erzurum’da bizim dönemde okumuş, bir çok ortak arkadaşımız olan Hülya Arifoğlu, Sevinç Karataş, Berna Yıldırım, Nevin Yavan da Kıbrıs buluşmamıza katıldılar. Misafirler, Girne Öğretmenevi’nde yerleşmeye ve Kıbrıs’ın tadını çıkarmaya başladılar. Hocalarımızdan Sayın Prof Dr Hüseyin Ayan ve değerli eşleri Prof Dr Gönül Ayan Hanımlar da ilk defa olarak buluşmamıza katıldılar. Onları havaalanından alıp Girne’ye götürmek benim için unutulmaz bir mutluluk oldu. Çünkü Sayın Hocamı 26 yıl sonra ilk defa görmüştüm. Kapıdan çıkar çıkmaz tanıdım Hocayı. Hiç değişmemişti. Aynı duruyordu. Yıllar öncesindeki aynı fizik, aynı yüz, aynı yürüyüş... Heyecanla ellerinden öptüm hocamın. Duygulanmıştık... Ne de olsa bunca yıldır görüşmemiştik. Hep beraber arabaya geçip Girne’ye hareket ettik. Refik Albayrak ve Eşi de Perşembe gecesi geldi. Ama onların bir yakınları olduğu için Öğretmenevi’nde kalmadılar. Yalnız bütün etkinliklere katılıp bizimle beraber oldular. Kıbrıs’ın tüm güzelliklerini bizlerle birlikte yaşadılar. İKİNCİ GÜN 16 Mayıs Cuma günü büyük bir trafik yoğunluğu yaşadık. Çünkü misafirlerin büyük bir kısmı bu gün gelecekti. Hocalarımızdan Prof Dr Efrasiyap Gemalmaz, Saygıdeğer Eşi Prof. İnci Hanım, Prof Dr Turgut Karabey Bey ve Eşi, çocuklarıyla kızkardeşi, sınıf arkadaşlarımızdan Müzeyyen Özcan ve kızı, Nilgün Sönmezoğlu, Eşi ve çocukları, Fatma Kırbaş, Eşi ve çocukları, Neslihan Bayar, İhsan Tevfik Kırca, Eşi ve çocuğu, Doç Dr Filiz Kırbaşoğlu, Serpil Sak, Semra Sap, Gönül Gümüş Yüksel ve kızı, Nafiye Kömürcü, Keziban Coskun, Eşi ve çocukları, Murat Arıcı, Eşi ve oğlu bu gün adaya geldiler. Geliş saatleri farklı olduğu için ayrı ayrı almak zorunda kaldık. Bazılarını da bulmada zorluk çektik. Ulaşımda Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları personellerinden İdris Yorgun ve Yalçın Arıcı arkadaşlarımız gönüllü olarak görev aldılar. Girne ve Havaalanı arasında adeta mekik dokudular. Bir ara Nesihan havaalanında kayboldu. Yalçın, “Hocam, böyle biri uçaktan inmedi” dedi. Sonra Neslihan’ın Kıbhas şirketiyle Girne’ye geçtiğini öğrendik. Bunu öğrenince yüreğimize su serpildi. Rahatladık. Aynı sorun İhsan Tevfik’te yaşandı. İhsan arkadaşımız da beni göremeyince doğru otobüs ofisine gidip biletlerini almış. Yalçın ofiste bağırarak bulmuş onları. Diğer arkadaşlara aynı sorunu yaşamamak için telefonla haber verdik. Kapıda alınacaksınız diye. Biraz sonra hepimiz öğremenevinin lobisinde hasret gideriyorduk. Öğretmenevi bakımdaydı. Bazı bölümleri yarı inşaat halindeydi. Yüzme havuzu da mevsimi gelmediği için henüz hazırlanmamıştı. Ama kimsenin bunlara bakacak ve bunları görecek durumu yoktu. Herkes için önemli olan birlikte olmaktı. Bu anı, bu tadı en güzel biçimde yaşamaktı. O nedenle hiç kimse ufak tefek sorunlara bakmıyor, aldırış etmiyordu. Arkadaşların bu anlayışlı ve hoşgörülü davranışı beni fazlasıyla memnun etmişti doğrusu. Çünkü üstesinden gelip gelemeyeceğim hakkında çok şüphelerim vardı. Akşam yemeğini hep beraber Girne Öğretmenevi’nde yedik. Herkes eski anılarını konuşuyordu. Geçmiş, halde yaşanıyordu sanki... Özellikle Efrasiyap Hocamızın o her zamanki gülüşü ve neşeli hali bizleri kahkahaya boğuyordu. Ne kadar da özlemişiz hocalarımızı ve birbirimizi... HAVAALANINDA BEKLEYİŞ Gece yarısına doğru havaalına gitmek üzere izin aldım. Gönül Gümüş arkadaşımız 12.05’te inecak. Onu alıp geleceğiz. İhsan Tevfik Kırca arkadaşım da bana yarenlik etmek için eşlik etti. Sohbet ederek dağyolundan havaalanına hareket ettik. Geçmişi ve okul yıllarını yad ettik... Saat geldiğinde kapıda beklemeye başladık. İnen olmadı. Hemen arkadan ikinci bir uçak geldi. Bunda olacak umuduyla tekrar kapıya yöneldik. Fakat Gönül yoktu. Bütün yolcuların çıkmasını bekledik. Son yolcu da çıkınca umudumuz bitti. Başka Ankara uçağı da yoktu. Biraz daha bekleyip etrafı kolaçan ettikten sonra çaresiz geri döndük. İhsan Tevfik arkadaşımı öğretmenevine bıraktım. Eve, ancak sabahın dördünde varabildim. Gönül’den belki bir mesaj gelmiştir diye bilgisayarımı açıp baktım. Yanılmamıştım. Gönül, uçağı kaçırdığını ve sabah saat 08’de ineceğini yazıyor. Üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Bilgisayarı kapattım ve kendimi yatağa bırakıverdim. Uyumamla kalkmam bir oldu. Saat yedide tekrar ayaktaydım. Osman Bölükbaşı Dara arkadaşım da bu aatte gelecekti. Hatta o gelmiş, telefon açmış ama ben duyamamıştım. Osman Bölükbaşı abimiz Kıbhas Otobüslerine binerek Girne’nin yolunu çoktan tutmuştu. Ben de Gönül’ü alıp Girne’ye gittim. BAKANLARIMIZI ZİYARET KKTC Gezi programımız bu gün resmen başladı. Programda önce Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılacak ziyaret vardı. Son güne kadar programda adımız vardı. Fakat Uluslararası görüşmelerin başlaması nedeniyle Cumartesi günü yapılacak olan tüm randevuların iptal edildiğini öğrendik. Tabii bu tüm arkadaşlarımızda bir hayalkırıklığı ve bir üzüntü yarattı. Çünkü hepsi de o anı, Sayın Cumhurbaşkanımızı görmek, kendilerinin elini sıkabilmek ve kendileriyle sohbet etmek düşüncesini taşıyorlardı. Bu, tek hayalleriydi. Olmadı. “Nasip değilmiş” dedik ve saygıyla karşıladık... Grup, önce Girne Kalesi gezisiyle başladı programa. Sonra Milli Eğitim Bakanımız Sayın Dr Mustafa Arabacıoğlu’nu ziyaret ettik. Sayın Bakan, bizleri güleryüzüyle ve içtenlikle kabul etti. Böyle bir ziyaretten dolayı duyduğu mutluluğu dile getirdi. Bu günün anısına karşılıklı hediyeler verildi. Grup sözcüsü olarak en kıdemli hocamız Prof Dr Hüseyin Ayan belirlendi. Hüseyin Ayan Hocamız çok duygusal ve samimi söylemlerde bulundu. Kıbrıs Türk Halkına güvendiklerini, her zaman yanında olduklarını, aldıkları her kararı onayladıklarını ve desteklediklerini söyledi. “Elinizi güçlendirmek için buradayız” dedi. Saat 11.30 sıralarında Başbakan Yardımcısı, Ekonomi, Turizm, Kültür Ve Spor Bakanımız Sayın Serdar Denktaş Bey’i ziyaret ettik. Sayın Bakan, çok samimi ve duygusal konuşmalar yaptı. “Çok anlamlı bir günde geldiniz. Kıbrıs görüşmeleri başladı. İnsan hakları mahkemesi Türkiye’ye ceza verdi. Siz savaş suçlusunuz demek istedi. Bu karar, görüşme masasına atılan bir dinamittir. Bu şartlarda görüşmeler nasıl devam edebilir? Uluslararası görüşmelerde bir tarafın masadan çekilmesi de yasal bir haktır.” dedi. Sayın Bakan Serdar Denktaş, şöyle devam etti: “İşin doğrusu, biz masada AB ile konuşuyoruz. Rum tarafı temsili olarak orada ve ısrarla AB normları üzerinde duruyoruz. Bu durumda iki kesimli, iki toplumlu çözüm modeli mümkün olmayacak.” ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ziyaretine de değinen Bakan Denktaş, “Kara gözümüze, kara kaşımıza gelmiyorlar. ‘Güven Artırıcı Önlemler’ adı altında yapılan bu ziyaret, içinde bulunduğumuz durumla çelişki gösteriyor” dedi. Sayın Bakan, Kıbrıslı Türklerin hiçbir platformda varlık göstermeyerek ambargolar altında eziliyor oluşunu eleştirdi. Hocalarımız Sayın Hüseyin Ayan ve Efrasiyap Gemalmaz da günün anısına Sayın Bakana plaket ve hediyeler sundu. Sayın Bakan da gelen gruba hediyeler verdi. SURİÇİ VE ZORLU TANK GEZİSİ Görüşmelerden sonra Lefkoşa Surlariçi’ne yemek yemeğe gittik. Özellikle Kıbrıs Mutfağını yakından tanımaları ve görmeleri için Büyük Han’ın arka kısmında bulunan Spondo Restaurant’ı koydum programa. Çünkü burası hep Kıbrıs yemekleri veriyordu müşterilerine. Menüde, molihiya, kabak çiçeği dolması, köfte, pilav, çips ve tavuk vardı. Arkadaşlara en ilginç gelen yemek de şüphesiz molihiya oldu. Çünkü bu yemeği ilk defa görüyorlar ve tadıyorlardı. Hemen hemen hepsi de beğendiğini söyledi... Yemekten sonra Büyük Han, Arasta, Lokmacı Kapısı, Selimiye Camii, Derviş Paşa Konağı ve Arapahmet Mahallesi gezildi. Ledra Palas Oteli ve ara bölge görüldü. Resimler çekildi. Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ın mezarı ziyaret edildi. Dualar okundu.ve yolumuz Girne’ye doğru çevrildi. İstikamette St Hilarion Klaesi’nin ilerisinde bulunan ve halk arasında efsaneleşen Tank vardı. Bilindiği gibi bu tank, 2 Ağustos 1974 günü Lapta Savaşları’nda düşmanı yan ve geriden vurmak için harekete geçn özel kuvvetlere ait bir tanktı. St Hilarion Bölgesi, dar ve müsait olmayan yollara sahipti. Bu tank, gecenin karanlığında saat 21.15 sıralarında bu yollardan ilerlemiş, fakat düşmanın yola döşediği tahrip gücü yüksek bir mayına basarak tahrip olmuş. Arkasından gelen başka bir tank, yolu kapatmaması için onu iterek yol kenarına sürüklemiş ve yol açılarak göreve devam edilmişti... İşte bu olay, halk arasında zamanla efsaneleşerek tankın buraya nasıl çıktığı, hangi şartlarda geldiği hep merak konusu olmuş ve halk arasında çeşitli söylentilere neden olmuştu. Tankı süren kişiye “bu tankı buradan indirebilir misin?” diye sorulduğunda “O anı tekrar yaşamam gerek” diye cevap verdiği halk arasında yayılmıştır. Buraya akşam saat17.00’den sonra izin verilmiyor. Biz de o saatlere yakın bir zamanda geldik. Nöbetçi asker, “İzin saati dolmak üzere, nöbetçi komutandan izin almanız gerek” deyince komutanla görüşüp gerekli izni aldık. Tekrar aynı yoldan dönmek şartıyla geçebileceğimiz söylendi. Biz de tamam diyerek yola çıktık. Selvili Tepe’ye doğru ilerlemeye başladık. Burası KKTC’nin en yüksek kısmıydı. Yollar dardı. Ağaç dalları ile bütünleşiyordu. Aşağısı uçurumdu. Fakat dağın etekleri ve özellikle yeşillikler arasında kalan Girne, deniz ile büyük bir uyum içindeydi. Deniz ile yeşilliğin bir arada olduğu müthiş bir manzara vardı. Kendimizi cenneti izliyor gibi hissediyorduk. Belki cennet de ancak bu kadar güzel olabilirdi... Hayranlıkla Girne’nin tüm güzelliğini izlerken bir yandan da içimize korku ve ürperti düşüyordu. Yol, dar olduğu için karşıdan bir araç gelirse zor durumda kalacaktık. Ve iki sefer de bu durum gerçekleşti. İki araç aralıklarla geldi. Biraz biz, biraz da karşı araç kenarlara çekildi. Çok yavaş hareketlerle ilerlendi. En küçük bir yanlış kaza demekti. Ve burada yapılan bir kaza da kesinlikle felaket olurdu. Şükürler olsun bunlar olmadı. Tanka bir türlü erişemiyorduk. Yol, sanki inat ediyordu. Bir türlü tankı bize vermiyordu. Araçta “Geri dönelim” diyenler oldu. Biraz sonra öndeki aracı kullanan Şoför İdris durdu. Bana geldi. “Hocam nerede bu tank? Ne bitmez yolmuş. Git git bitmiyor” dedi. “Sür” dedim. “Artık bu namus meselesi haline geldi. Görmeden gitmek yok” dedim. Yola devam ettik. Biraz sonra bir dönemeci döndüğümüzde bir levha ile karşılaştık.”Tanka az kaldı” Yazıyı okuyanlar gülmeye başladı. Otobüste şaka konusu oldu bu olay. Efrasiyap Hoca “Ya falanca yerde restaurantı geçince, restaurant 100 metre geride kaldı” levhasına rastlamıştım da az kaldı yazısnı ilk defa burada görüyorum” deyince herkes güldü. Bir arkadaşımız “Hocam, demek ki onlar da aynı sıkıntıyı yaşamışlar.” deyince hoca “Ya savaşmak için neden bu dağları seçmişler? Şu düz ovalarda savaşsalardı olmuyor muydu?” espirisine gülmeyen kalmamıştı. Ve nihayet tanka ulaştık. Vuslata erişemeyip de yıllar sonra karşılaşan iki sevgili gibiydik. Yolun hemen kenarındaydı tank. Tabii aşağısı uçurumdu. Paletleri hemen yanında yolun kenarındaydı. Bu tank, Türk askerinin cesaretini, kararlılığını ve korkmaz olduğunu ispatlıyordu. Artık efsaneleşmiş ve burada sembolleşmişti. Resimler çekildi. Manzara son demine kadar yudum yudum içildi. Böyle bir güzellik hepimizin bütün yorgunluğunu attı ve korkusunu yendi. Artık yüzler gülüyordu. Kafamızdaki soru işaretleri ve tüm endişeler gitmişti. Akşam oluyordu. “Hava kararmadan inelim” dedik. Ve dönüş için otobüslere dolduk.Neşe içerisinde Girne Öğretmenevi’nin yolunu tuttuk. Programda Yavuz Çıkartma Plajı vardı. Ama geç olduğundan burayı iptal etmek zorunda kaldık. Çünkü saat 20.30’da Beta Nova Restaurant’ta 4. Türkoloji Buluşması gerçekleşecekti. Güzel bir gece bizi bekliyordu... BETA NOVA’DA BULUŞMA 4. Türkoloji Buluşması, Girne’de Öğretmenevi’nin karşı sokağının sonunda bulunan Ulus Yeşilada’nın işletmeciliğini yaptığı Beta Nova Restaurant’ta yapıldı. Sayın Ulus Yeşilada, KKTC’nin yetiştirdiği mümtaz udilerinden birisi. Bizlere o gece unutulmaz bir gece yaşattı. Sanatçı Akın ile birlikte müthiş bir fasıl yaptılar. Ulus Yeşilada’nın büyülü udisi ve Sanatçı Akın’ın yanık sesi birleşince ortaya enfes bir gösteri çıktı. Akın, çok beyefendi bir sanatçı. Duruşuyla, edasıyla, giyimiyle ve tavırlarıyla saygın bir sanatçı. Gerçekten muazzam bir program sundular bize. Misafirler eğlenmekten de öte çok mutlu oldular. Müzeyyen Özcan arkadaşımız, tatlı üslubuyla gecenin sunuculuğunu yaptı her zamanki gibi. Özellikle “Bize Biraz Erzurum Getir” şiirini okuması hepimizi duygulandırdı ve bizleri Erzurum’a, öğrencilik yıllarımıza geri götürdü. Gecede konuşmalar yapıldı. Anılar anlatıldı ve hediyeler verildi. Her anlatılan anıda kahkahalar tüm salonu sardı. Dans, müzik ve eğlence en üst dereceye çıktı. Gecenin sonunda herkes mutluydu. Herkesin gözünün içi gülüyordu. İlk defa toplantıya katılanlar memnuniyetlerini dile getiriyorlardı. Bundan sonra mümkün olduğunca her toplantıya geleceklerini söylüyorlardı. Dolu dolu bir gün yaşanmıştı. Her anı ayrı bir güzellik, ayrı bir mutluluk, ayrı bir zevkle dolu bir gün... Gecenin sonunda gruplar halinde öğretmenevine gidildi. Orada da kısa bir sohbetten sonra günün yorgunluğunu çıkarmak için herkes odasına çekildi. Ertesi gün Gazimağusa Gezisi vardı. GAZİMAĞUSA GEZİSİ Pazar günü, sabah kahvaltıdan sonra otobüslerle Gazimağusa’ya hareket edildi. Ben evde bekledim. Eşim önceden hazırlık yapmıştı. Hellim, zeytinli, çörek, peksemet gibi Kıbrıs’a has yiyecek ürünlerinden hazırladı. Çay demleyerek eve gelen misafirlere ikram etti. Bütün arkadaşlar evin bahçesindeydi. Çardağın altında oturup çay içtik. Çörekler ve zeytinliler yendi. Kıbrıs’a has olan bu ürünler çok beğenildi. Bu arada kızım Ayça, kemanıyla misafirlere minik bir konser verdi. Kemanıyla Kıbrıs Şarkıları sundu. Büyük alkışlar eşliğinde bitirdi konserini... Biraz sonra Gazimağusa Zafer Anıtı’na gittik hep beraber. Burada resimler çekildi. Mağusa Kalesi, bütün ihtişamıyla bizi karşıladı. Bizlere selama durdu. Maraş Bölgesi’nde bir tur attık. Palm Beach Oteli tarafına gidildi. Burada sınıf arkadaşlarımızdan olan siyasetçi, milletvekilimiz Nazım Çavuşoğlu da bizlere katıldı. Hep beraber Namık Kemal Meydanı’na gittik. Burası da arkadaşların oldukça ilgisini çekti. Her taraf Namık Kemal idi burada. Meydanın adı Namık Kemal, Lisenin adı Namık Kemal, bir çok kişinin adı Namık veya Kemal’di burada. Mağusa halkı için iki Kemal önemliydi. Biri Vatan Şairi Namık Kemal, diğeri TC kurucusu Mustafa Kemal. Mağusa insanı Namık Kemal’den vatan sevgisini almış, Mustafa Kemal’den de özgürlük düşüncesini beyinlerine, ruhlarına nakşetmişlerdi. Bu iki önemli kişilikten aldıkları ilhamlarla Rum baskısı altında Türklüklerini, kimliklerini, benliklerini, dillerini, dinlerini kaybetmemişler ve bunun sonucu olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adı altında Akdenizin ortasında bağımsız bir devlet kurmuşlardı. Esaretin ne anlama geldiğini ve özgürlüğün ne kadar büyük bir nimet olduğunu çok iyi biliyorlardı. Lala Mustafa Paşa Camii ve hemen önünde bulunan Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuyla yaşıt olan, 1299 yılında dikilen Cümbez ağacı da arkadaşların büyük dikkatlerini çekti. Devasa Camii karşısında durmadan pozlar verildi, resimler çekildi. Özellikle cümbez ağacı hakkında bir çok sorular sordular. Gezi sonrası Temel Reis’de öğle yemeği yedik. Burada özel yemekler söylenildi. Ve arkadaşlar bu yemekleri çok beğendiklerini söylediler. Çayları da içip dinlendikten sonra St Barnabas Manastırı’na doğru hareket ettik. Burada St Barnabas İncili hakkında bilgiler alındı. İkonlar ve hemen yan binada bulunan çeşitli kalıntılar görüldü. Buradan çıkınca Salamis Harabalari’ne gittik. Burası da KKTC’nin en önemli ören yerlerinden biriydi. Burayı mutlaka görmeleri gerekliydi. Çünkü burayı görmeden Mağusa’ya gittik denemezdi. Büyük br hayranlıkla gezdi arkadaşlar Harabeleri. Ben, burayı çok iyi bildiğim için bilgiler verdim. Rehberlik yaptım. Özellikle Sütunlar ve antik tuvaletler arkadaşların dikkatini çekti. Burada toplu olarak tuvalet ihtiyacının yapıldığını ve o sırada sohbetler edildiğini duyunca hepsi çok şaşırdı ve gülüştüler... Antik tiyatroda ise ayrı bir güzellik yaşadık. Ortada bulunan sunakta oturarak orası hakkında bilgiler verdim. Akostiğin mükemmel olduğunu hepsi gördü. Beni çok rahat duyabiliyorlardı. Biraz onra benden bir şiir okunmam istendi. Kıramadım. “Haydı Abbas” şiirini okudum. Benden sonra Baki arkadaşımız, Erzurum türküleri okudu. Şen şakrak türkülere herkes eşlik etti. Eşi ile birlikte Erzurum’da çok ünlü olan “Deli Kız” Türküsünü taklit yaparak okudular. Çok eğlenceliydi. Orada bulunan turistler kameralara alıyor ve bu güzel görüntüleri filmlere kayıt ediyorlardı. Sevinç Karataş arkadaşımız da bir Erzurum uzun havası okudu o güzel sesiyle. Doğrusu neşemiz tavan yapmıştı... Günün son gezi yeri Muratağa idi. Burada şehitlerimize dualar okuduk. Duygulu anlar yaşadık. Filiz arkadaşımız, gördüğü manzara karşısında gözyaşlarına hakim olamadı, ağlamaya başladı. Muratağa Müzesinde bulunan Merhum Kemal Karaderi’nin yaptığı, Rumlar tarafından diri diri toprağa atılıp gömülerek katledilen anne ile kızlarının birbirlerine sarılı olarak yer altından çıkarılmasını anlatan heykelin karşısında gözyaşı seline boğulmuştu. Kıbrıs Türkünün çektiği o acılı günler bu arkadaşlar tarafından yerinde ve daha anlaşılır bir vaziyette görüldü. Hepsi duygulandı. Birçoğu ağlayarak duygularını dışa vurdu... Ve gün batımı yaklaştı. Artık dinlenme vaktiydi. Bunun için de İskele Boğaz’da Balıkçı Limanını tercih ettik. Orada bulunan aile çay bahçesine oturduk. Çaylar ve kahveler içtik. Günün yorgunluğunu sohbet ederek atmaya çalıştık. Gerçekten iki günümüz de dolu dolu geçmişti. Zamanın nasıl gelip geçtiğinin farkında dahi olmamıştık. Bir de baktık ki buluşmanın son anlarına gelmişiz. Ertesi gün arkadaşlarımızın büyük bir çoğunluğu dönecekti. Akşam yemeği için balık tercih edildi. Bu iş için de en uygun yer olarak Kemal’in Yeri uygun bulundu. Orada canlı müzik eşliğinde unutulmaz bir akşam yemeği yenildi. Yemek esnasında sohbetler ile zevkin, mutluluğun doruğuna ulaşıldı. Vakit hayli ilerlemişti. Girne uzaktı. Bu nedenle bu güzel geceye nokta koymak zorundaydık. Biraz sonra da tüm arkadaşlar Girne’ye dönmek üzere otobüse doldular. Ben de eşimle ve Murat arkadaşımla birlikte Gazimağusa’ya doğru hareket ettim. VE DÖNÜŞ Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, 4. Türkoloji Buluşmasının da sonu vardı. Ve bu son da gelip çatmıştı. Ertesi gün sabah vakti Osman abi ayrıldı. Zaten Yusuf Önlü işleri nedeniyle bir gün önce ayrılmak zorunda kalmıştı. O gün arkadaşları son kez ziyaret etmek ve vedalaşmak için Girne’ye gittim. Bahçede bazıları oturmuş çay kahve içiyorlardı. Hüzünlü saatler başlamıştı. Heres ayrılığın acısını şimdiden duymaya başlamıştı. Serpil, Semra, Nafiye ve Kezban ayrılık için valizlerini hazırlamışlardı. Onları alıp götürmek için hazırlandık. Diğer arkadaşlarla da vedalaştık... İşte en zor anları yaşıyorduk. Ayrılık anı... Gözler dolmuş, buğulanmış, herkes buruk... üzüntülü... Tokalaşıyoruz... Sarılıyoruz birbirimize... Ağlayanlar oluyor... Gözyaşları artık hiç durmuyor... Orada olamayanları göremedik maalesef. Bazı arkadaşlar alış verişe ve gezmeye gitmişler. Onlara da selam bıraktık. Geldikleri için teşekkürler ettik... Hüzünlü bir şekilde arabaya binip yavaş yavaş uzaklaşıyoruz... Aldığımız kararla seneye Trabzon’da buluşmak üzere vedalaşıyoruz... Ve 4. Kıbrıs Buluşması da bir üya gibi kısa bir süre içerisinde gelip geçiverdi. Ertesi gün belleklerimizde tatlı bir anı olarak kalacak... Başta Saygıdeğer hocalarıma, aramızda olup da uyum içerisinde hareket eden tüm arkadaşlarıma, bazı nedenlerden dolayı aramızda olamayan ve fakat gönülleri ile bizlerle olan, mesaj atıp iyi dileklerini sunan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum... Mutlu bir sonla geziyi nktalamanın mutluluğunu yaşıyorum. Bu mutluluğu tattırdığınız için hepinize sonsuz teşekkürler ediyorum... Trabzon’da buluşmak üzere... Refik arkadaşımıza ve Karadenizli arkadaşlarımıza şimdiden kolay gelsin diyorum..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |