..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Anılar > Hakan Yozcu




21 Kasım 2016
İstanbul Notları  
Hakan Yozcu
Adile Sultan Kasr,ı tarihi bir mekân. En büyük özelliği de bütün “Hababam Sınıfı” filmlerinin orada çevrilmiş olması. Beyaz ve büyük bir yapı. Çok geniş bir bahçesi var. Burası aile çay bahçesi olarak düzenlenmiş. Hem burada kalan öğretmenlere, hem de dışarıdan gelen herkese hizmet veriyor.


:AFJE:
     

Emre, ağabeyimin ikinci oğlu. 35 yaşında bir avukat. Birkaç yıl Adana’da çalıştı. İstanbul Barosuna girip orada da çalıştıktan sonra kararını Adana’da kıldı ve buraya kesin dönüş yaptı.
     Emre de benim gibi geç evlenmeyi başaranlardan biri oldu. Ben de ancak 35 yaşına kadar dayanabilmiş ve sonra pes etmiştim.
     Emre, düğününü İstanbul’da yaptı. Pendik’te bulunan Divan Otel’in en üst katında. Mütevazi bir düğün oldu. Davetli sayısı 50 kişi ile sınırlıydı. Gelenler de çok yakın aileler, oğlanın ve kızın yakın arkadaşları idi.
     Yemekli bir düğündü. Bizim geleneklerimizden oldukça farklıydı. Misafirler, yuvarlak bir masaya yerleştirilmişti. Önce şahitler huzurunda nikâh kıyıldı. Sonra damat ve gelin masa masa dolaşarak gelen misafirlere “Hoş geldiniz” diyerek teşekkür ettiler. Arkalarında da genç bir bayan. Bu bayanın elinde küçük bir torba. Misafirler, gelin ve damadı tebrik ettikten sonra takılarını veya bir zarf içine koydukları paraları bu torbaya atıyorlar sonra beraber resim çekiyorlardı.
     Gelin Hanım, ilk defa yanıma oturdu “Hoş geldiniz amcacığım. Kıbrıs’tan gelmekle bizi çok mutlu ettiniz.” dedi. Zaten, o güler yüzü ister istemez insanı kendine bağlıyordu. Eminim ki yıllarca evliliğe meydan okuyan yeğenim Emre de bu güler yüze ve içtenliğe teslim olmuştur. Kendilerine ömür boyu mutluluklar diliyorum…
     Uzun zamandır göremediğimiz yakınlarımızı da bu düğün vesilesiyle görmüş olduk. Ağabeyim Naci Bey’i, Yengem Sevgi Hanım’ı, büyük oğulları yeğenim Burak ve sevgili eşi Özen Hanım’ı gördüm. Tabii onlarla birlikte şeker, bal gibi çocuklarını…
     Ben, kız kardeşim Hediye ile tüm Yozcu ailesini temsilen gitmiştim. Düğün evinin kalabalık olacağını düşünerek günlerce önceden Çamlıca’daki Adile Sultan Kasrı Öğretmenevi’nden yer ayırtmıştım. Bizi samimiyetle karşılayan büyük gelinimiz Özen Hanım, “Amca, biz dururken Öğretmen evine yerleşmek olur mu? Evimiz, sizin eviniz. Biz, sizi bekliyorduk” dedi. “Düğün halleri belli olmaz. O nedenle biz sizi rahatsız etmeyelim” dedim. “Ama olmadı bu. Bir dahaki sefere kesinlikle bırakmam” dedi. Teşekkür ettim ben de kendisine…
     Adile Sultan Kasr,ı tarihi bir mekân. En büyük özelliği de bütün “Hababam Sınıfı” filmlerinin orada çevrilmiş olması. Beyaz ve büyük bir yapı. Çok geniş bir bahçesi var. Burası aile çay bahçesi olarak düzenlenmiş. Hem burada kalan öğretmenlere, hem de dışarıdan gelen herkese hizmet veriyor.
     Otel kısmı, bu bina değil. Birkaç metre aşağıda A ve B Blok olarak yapılmış ek binalar var. Bunlar, otel olarak hizmet veriyor. Modernce düzenlenmiş. Çağdaş bir otel biçiminde. Her şey var.
     Ana bina, yani Hababam Sınıfı filmlerinin çekildiği mekân müze olarak hayata geçirilmiş. Hababam Sınıfı ruhunu aynen yaşıyorsunuz.
     İç kısmı lüks bir restoran olarak hizmet veriyor. Akşam yemeğini burada yiyoruz. Sanki biraz sonra İnek Şaban ile Güdük Necmi yanımıza gelecekmiş gibi hissediyoruz. Veya Adile Naşit’in hemen arkamızda ikinci kattan aşağıya doğru dolanarak gelen merdivenlerden zil çalarak koşuyor vaziyette geleceğini düşünüyoruz.
     Öğretmenler odasının bulunduğu mekânda akşam yemeği yiyoruz. Ön kısımda ise Şener Şen’in Beden Eğitimi dersleri verdiği mekânda resimler çekiyoruz. Mahmut Hoca, yukarıdaki pencereden bize bakıyor gibi sanki… Bahçeye oturup çay ve kahve içiyoruz.
     Unutamayacağımız anlar yaşayarak düğün yerine gidiyoruz. Yengemin yeğeni olan Bera, bizi alıp otele götürüyor. Bu, Bera’yı benim ikinci görmem. Daha önce de İstanbul Havaalanı’ndan bizi alıp eve götürmüştü.
     Bera, çok saygılı, efendi ve yardım etmeyi çok seven bir genç. Ama O’nun da yaşı artık evlenme çağına gelmiş ki, arabada bulunan halası Gül Hanım ona takılıyor: “Artık seni de baş göz edelim” diyor. “Vakti geldi de geçiyor” diyor. Burada ben dayanamayıp araya giriyorum. “Bera, akıllı adamsın. Kal böyle. Evlenip de ağrımaz başını ağrıtma” diyorum. Gülüşüyoruz. Eniştesi Attila Bey: “Her şeyin güzel bir yanı vardır. Sen de güzel yanlarına bakarsın” diyor…
     Düğün yerinde Haluk Bey’i görüyoruz. Yengemin kardeşi. Sessiz, sakin, Güleryüz ve içtenlikle bize “Merhaba, Ben Haluk. Hoş geldiniz” diyor. Ayaküstü sohbet edip hal hatır soruyoruz. Burak, yanımıza geliyor ve derin bir hoşsohbete başlıyoruz.
     Gelinimiz Özen Hanım’ın babasından söz etmeden yapamayacağım. Kendileri tam bir İzmir Beyefendisi. Emekli matematik öğretmeni. Çok hoş sohbeti olan biri. Her konuda sohbet etmeniz mümkün. Oldukça kültürlü bir insan. Ara ara bir araya gelip siyaset konuştuk…
     Gecenin sonunda otelimize dönüp kendimizi yatağa atarak günün yorgunluğunu çıkardık.
     Ertesi gün Üniversiteden Okul arkadaşım Osman Bölükbaşıdara ile buluşacağız. Onun hasreti ile hemen uykuya dalmışım…

Osman Bölükbaşıdara İle Samatya’da
     Osman Bölükbaşıdara, üniversiteden sınıf arkadaşım. Aslen, Kırşehir’in Mucur İlçesi’nden. Usta saz şairimiz, Türkü adamımız ve bestekarımız Neşet Ertaş’ın diyarından…
     İstanbul’da olduğumu sosyal medyadan öğrenince hemen beni aramıştı. Ertesi akşam buluşmak üzere anlaştık.
     1984 yılında Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü’ne kayıt yaptırınca Osman Bölükbaşıdara ile tanıştık. Kendisi daha önce üniversiteyi kazanmış, okula kayıt yaptırmış ve fakat çeşitli nedenlerle eğitimi yarıda bırakmak zorunda kalmıştı.
     Gümrük Dairesi’nde memurluğa başlamış, evlenmiş, çocuk sahibi olmuştu. Yıllar sonra çıkan aftan da yararlanarak öğrenciliğe tekrar dönmüştü. Bu nedenle yaşça bizden büyüktü. Hem çalışıyor, hem de okuyordu. Osman Bölükbaşı gibi 3 kişi daha vardı aynı durumda olan. Tabii ister istemez bunlar sınıfımızın büyükleri olduğundan hepimizin ağabeyleri durumundaydı. Birçoğumuz da onlara sınıfın “Üst Konsey Üyeleri” diyorduk.
     Osman Bölükbaşıdara, tüm sınıfa gerçekten ağabeylik yapmıştı. Herkesin derdine merhem olur, herkese yardım eder ve herkesi severdi. Tabii herkes de onu severdi.
     Sınıfımızın futbol takımının kalecisiydi aynı zamanda. Türkoloji maçları kıran kırana geçerdi. Her yıl Türkoloji şampiyonası düzenlenirdi Bölüm Başkanlığı tarafından. İkinci yıl, şampiyon bile olmuştuk. Ben de oyunculardan biri olarak o zevkli anı beraber yaşamıştık.
     Osman Ağabey, ders notlarını büyük titizlikle tutar, evde temize çeker, daktilo eder ve fotokopi ederek isteyen herkese dağıtırdı. O zamanlar bilgisayar denen olay henüz yoktu. Böylece ders eksiği olanlar Osman Ağabeyimizin sınıfa sunduğu amme hizmetiyle eksiklerini giderirdi.
     Osman Ağabey ile Eminönü’nde buluştuk. Akşamüzeriydi. Kendisi şu an İstanbul’da Gümrük Müdürlüğü görevinde bulunuyor. Edebiyatta oluğu gibi mesleğinde de kendini sevdirmiş ve ilerlemişti. “Samatya’ya Balık yemeye gidelim. Orası çok güzel” dedi.
     Samatya, aynı zamanda Şener Şen ile Türkan Şoray’ın yıllar önce oynadığı “İkinci Bahar” adlı dizi filminin çekildiği mekân. Bu filmde, bir restaurantta Ali Haydar Usta’nın başından geçen ilginç olaylar anlatılıyordu. Tabii ister istemez burası da ünlü oldu ve ziyaretçileri arttı.
Farklı ve güzel bir mekân. Osman Ağabey’in her zaman geldiği, özel misafirlerini getirdiği mekâna oturup balık yedik. Lezzetli ve güzel bir balıktı doğrusu. Mütevazı bir yerdi. Sade döşenmiş, gösterişe kaçmayan, temiz, hoş ve küçük bir yerdi…
Yemekler yenirken geçmişi yâd ettik Osman Ağabey ile. Üniversite yıllarını konuştuk. Çektiğimiz çileleri ama bir o kadar da güzel olan dostluklarımızı konuştuk. Unutamadığımız anıları tekrar yaşadık. Dostlarımızı yâd ettik…
Tabii iki edebiyatçı bir araya gelir de şiirden söz edilmez mi? Biz, yine şiirle başladık muhabbete…
“Haydi Abbas vakit tamam,
Akşam diyordun işte oldu akşam
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.”
     Birbirimize şiir okurken, söz, Usta Âşıklarımızdan Hilmi Şahballı’ya geldi. Osman Ağabey, O’nun İstanbul’da yaşadığını, tanıştıklarını ve dost olduklarını söyledi. Şahballı’nın şiirlerinden örnekler verdi.
     Şahballı’nın kendisi için yazdığı şiir çok hoşuma gitti:
     “Bu günkü konumuz Mucur Kırşehir,
     Kavuşmalı nazlı yara dediler,
     Hiç kimseye küsme, eyleme kahır,
     Sevdiğin Dostları ara dediler.

     Ozanların diyarına varırsan
     Kültürünün mihengini sorarsan
Kırşehir’de Şair, yazar ararsan,
Osman Bölükbaşıdara dediler…”
Hilmi Şahballı 1953 yılında Kahramanmaraş’ın Türkoğlu kazasında dünyaya gelmiş bir sanatçımız. İlk ve orta öğrenimini Kahramanmaraş'ta tamamlamış. Şiir yazmaya 1972 yılında başlamış. 1973 yılında Dengin Plak Şirketi’nin düzenlemiş olduğu Âşıklar Yarışması'nda 1. seçilerek kendisine "ŞAH" unvanı verilmiş ve o günden sonra "Hilmi Şahballı" adını kullanmış. Sonra da Mahkeme kararı ile soyadını "Şahballı" olarak değiştirmiş.
Şahballı, yıllarca birçok ülkeyi gezmiş ve türkülerimizi okuyarak Türk Kültürünü dünyada tanıtmış. 750'nin üzerinde şiiri bulunmaktadır. Bu şiirlerin 300 ünü bestelemiştir.
Osman Bölükbaşıdara, geçtiğimiz yıl Mübarek Hac görevini yerine getirdi. Sayın Hilmi Şahballı’dan helallik istemesi üzerine “Benden de o mübareklere selam ilet” demesi üzerine Osman Ağabeyimiz kutsal topraklara ayak bastığında, mübarek yerlere yüz sürdüğünde üzerindeki bu yükün kalkması için şu şiiri okumuş:
“Beytü’l Haremdeki aşkın seline,
“Lebbeyk Lebbeyk” diyen gönül teline,
Çeşm-i Cihan içre Kâbe Evi’ne
Üstat Şahballı’dn selam getirdim.

İbrahim, İsmail, Hacer Anne’ye,
Hacerü’l-Esvet’e, Safa Merve’ye,
İlahi Şifamız Ab-ı zemzeme,
Mihman Şahballı’dan selam getirdim.

Arafat Namında seçkin beldeye,
Beşer günahının bittiği yere
Ardından Mukaddes Müzdelife’ye,
Sultan Şahballı’dan selam getirdim.

Cebel-i Nur’daki Hıra Dağı’na,
Cennet-i Baki’de ervah çağına,
Uhut Dergahı’na, şehit bağına,
Ozan Şahballı’dan selam getirdim.

Nebinin sıddıkı Ebu Bekir’e
Adalet timsali olan Ömer’e
Osman’a, Hamza’ya, Yiğit Ali’ye
Aşık Şahballı’dan selam getirdim.
     Nebi-yi Kibriya, Habibullah’a,
Sebeb-i Kainat Rahmetullah’a
Miraçta “Ümmetim” diyen O Şah’a
Hilmi Şahballı’dan selam getirdim.
     Yemekten sonra Osman Ağabey “Bir Boğaz turu yapalım. İstanbul’un güzelliğini bir de gece gör.” dedi. Arabaya atlayıp güzel bir gece yolculuğuna çıktık.
     İstanbul’un gece yüzü daha başka bir güzeldi. Her taraf ışıl ışıldı. Adeta ışıktan yaratılmış bir dünyada geziyorduk. Beşiktaş, Ortaköy, Bebek, Emirgan, Sarıyer, Tarabya derken Rumeli Feneri’ne kadar gittik. Gece olduğundan yol, İstanbul’un o bildik yoğun trafiğine göre sakindi…
     İstanbul Boğaz Köprüsü rengârenkti. Bambaşka bir güzel görünüyordu. Bu güzelliği teneffüs ederek ilerledik. Tabii okul yıllarımıza geri dönmüştük. O yılları, tekrar halde yaşadık… Ne güzel günlerdi o günler… Ne unutulmazdı. Sımsıcak bir sevgi, bitmek tükenmek bilmeyen bir dostluk ve ömür boyu sürecek bir kardeşlik…
     Gece o kadar ilerlemişti ki artık yorgunluğumuz kendini hissettirmeye başlamıştı. Ben, Asya Yakası’nda Çamlıca’da Öğretmen Evi’nde kalıyordum. Osman Ağabey, Avrupa Yakası’ndaydı. “Ben bırakırım seni.” dedi. “Bizim Bilge Hatun, yolu gösteriyor merak etme” dedi…
     Bilge Hatun dediği Neafigation denilen, yol bulmaya yarayan bir bilgisayar programı. Telefona yüklenen bu program, internet aracılığı ile size yol rotasını belirleyip gideceğiniz yola kadar tarif ediyor ve sizi oraya götürüyor.
     Gerçi bizim Bilge Hatun, gece yolu biraz şaşırdı ama biz, yine bildik yöntemlerle yolumuzu bulduk. Otele geldiğimizde benim yorgunluktan tükenmişliğim hissediliyordu. Vedalaşıp ayrıldık Osman Ağabey ile…
     Unutulmaz bir gece yaşamıştık eski ve kadim bir dostla… Kim bilir bir daha ne zaman bir araya gelecektik?
     Her şey için sana teşekkür ediyorum Osman Ağabey… İyi ki varsın… İyi ki gerçek bir dost, gerçek bir ağabeysin…





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
izmir Günleri
Güvercinlik Köyü Mezarlığı
Mahmut Bal'ı Ağırlıyorum
Adana Kültür Gezisi
Mağusa’da İkram Çadırı
Siz Hala Sigara mı İçiyorsunuz?
Nevşehir Buluşması
Ağabeyim Geldi
Beyaz Melekler

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir "Mavi Köşk" Yazısı
Kıbrıs'ın İlk Yerli Komedi Filmi
Kadın Olmak Zordur
Öyle Bir Dünyada Yaşıyoruz Ki!
Girne’de Kahve İçimi
Ben Olsam
Meyhi Keyf
Nerede O Eski Ramazanlar?
güvercinlik’te Hafta Sonu
Muhtarlarımızın İstekleri

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Vakit Gelince [Şiir]
Kara Güzel [Şiir]
Hayallerim [Şiir]
Gönlümün Tacısın Yar [Şiir]
Kurban Olurum [Şiir]
Acı Ektim [Şiir]
Nerdesin? [Şiir]
Yüreğimde İhtilal Var [Şiir]
Hayat Seni Çözemedim [Şiir]
Helallik İstiyorum [Şiir]


Hakan Yozcu kimdir?

1964 doğumluyum. Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyorum. 1988 Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. 20 yıl çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yaptım. Uzun yıllar Yenivolkan ve Güneş Gazetelerinde köşe yazarlığı yaptım. Şu an Habearkıbrıslı ve Güncelmersin Gazetelerinde yazıyorum. Birçok internet gazete ve sitelerinde yazılarım yayınlanıyor. Şiir, öykü ve tiyatro oyunları yazıyorum. Bu alanlarda çeşitli ödüllerim var. Kendime ait basılmış "Güzel Bir Dünya" ve "Mesela Başka" isimli iki adet öykü kitabım var. 7 tane tiyatro oyunum var. 6 yıl Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevinde bulundum. Halen Başbakan Yardımcılığı Ekonomi, Turizm, Kültür Ve Spor Bakanlığı'na bağlı Müşavirim.

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.