..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Hakan Yozcu




1 Ağustos 2018
Binboğa Köyü  
Hakan Yozcu
Dedeme "Gara Meme" derlerdi. Biraz kısa boylu, esmer, yağız bir adamdı. Güçlü kollara sahipti. Pazıları o yaşta bile kaslıydı. Ayağında hep Adana Şalvarı vardı. Ayaklarında, o döneme has, kara lastik ayakkabı bulunurdu. Üzerinde kareli bir gömlek, başında da yünden yapılmış bir takke olurdu. Pek konuşmayı sevmezdi. Ama çok çalışkan biriydi. Evin arkasındaki 1-2 dönüm yeri eker biçerdi.


:AAIJ:

4-5 yaşlarımda Rahmetli Dedemin yanına giderdik. Köyün Doğu tarafında, bir tepeliğin eteğinde çitlerle örülmüş, çamurla sıvanmış 2 oda bir evi vardı. Önünde büyük bir dut ağacı vardı. Tuvaleti arkada, küçük, yine çitlerle örülmüştü. Sanıyorum, bir çukurun üzerine kondurulmuştu. Kapısı da yoktu. Kalın bir örtü, kapı görevini görüyordu. Bir kilim parçası olabilirdi.
Serin bir havası vardı. Özellikle yaz akşamları çok tatlı olurdu burası. O zamanlar bu ev, bana çok büyük görünürdü.
Dedeme "Gara Meme" derlerdi. Biraz kısa boylu, esmer, yağız bir adamdı. Güçlü kollara sahipti. Pazıları o yaşta bile kaslıydı. Ayağında hep Adana Şalvarı vardı. Ayaklarında, o döneme has, kara lastik ayakkabı bulunurdu. Üzerinde kareli bir gömlek, başında da yünden yapılmış bir takke olurdu. Pek konuşmayı sevmezdi. Ama çok çalışkan biriydi. Evin arkasındaki 1-2 dönüm yeri eker biçerdi.
Bir tane inek vardı. Tabi köy yerinde tavuk olmazsa olmazdı. İnek sütü ve yumurta hiç eksik olmazdı. Elif Ninem, çok güzel yoğurt yapardı. Tabii bu yoğurdun ayranı da mükemmel olurdu. Sıcak yaz aylarında buz gibi ayranın tadına doyum olmazdı doğrusu.
Ben, tere yağda, köz üzerinde pişen yumurtayı çok severdim. O zamanlar, yemekler, hep odun ateşinde pişerdi. Evin yanına bir ocak yapılırdı. Ocağa sacayağı konur ve odunlarla ateş yakılırdı. İşte yumurtalar da burada pişerdi. Tadına doyum olmazdı. Yanında bir bardak çay veya süt de oldu mu keyfine doyum olmazdı.
Bizde meşhur bir anlatım vardır. Babam, fırsat buldukça anlatırdı bu olayı. Anlatırken de büyük bir keyif alırdı. Anneme de takılmadan edemezdi: "Elif Nineniz, genelde hep lepe yemeği yapardı. İlk evlendiğimiz yıllarda, annenizle, buraya ziyarete geldik. Dedeniz, tarlada çalışırdı Dolayısıyla ben de ona yardım ederdim. Nineniz, her gün bize yemek yapıp getirirdi. Her geldiğinde de bana: "Memmedim, içi yumuşak yumuşak soğanlı, sıcacık lepe yaptım, afiyetle ye" derdi. Öyle ki 3 gün üst üste lepe getirdi. Her getirdiğinde de aynı sözleri söylerdi: “Memmedim, içi yumuşak yumuşak soğanlı, sıcacık lepe yaptım, afiyetle ye.”
Lepeden başka bir şey yemedik. Artık lepe yemekten gına geldi. O günden sonra bir daha lepeyi ağzıma almadım" derdi.
Lepe, bildiğim veya hatırladığım kadarıyla yöre halkının “İnce setik” dediği, çok ince bulgurdan yapılan bir yemekti. Suyun içine konur, pilav gibi pişirilir, ama pilav kadar kuru olmazdı. Çorba kıvamında az biraz, sulu bir yemek olurdu. İçine yağda kızartılmış soğan, salça ve tuz konurdu. Biraz da ekşi dökünce tadına doyum olmazdı. Lepe özellikle, yufka ekmekle yenirse güzel olurdu.
Binboğa, küçük bir köydü. Yeşillik ve ağaçlar alabildiğince boldu. Su, adeta her yerden fışkırırdı. Dedemin bir atı vardı. Rahmetli Kenan Dayım, o zamanlar genç biriydi. Beni ata bindirip gezdirirdi.
Akşamüzeri tepelerde gezerdik. Gün batımını at üzerinde sadece o yıllarda izledim. Çocuk gözüyle Dünyayı çok farklı görürdüm.
Bir de dikenli incirleri meşhurdu Binboğa'nın. Yol boyunca dikenli incirler vardı. Kenan Dayım, bunlardan toplar, getirir, temizler ve bize yedirirdi. Ama çekirdekli olduğundan ben fazla sevmezdim. Hala da sevmiyorum. Tatlı olmasına tatlıydı ama çekirdekleri de ağzıma sert geliyordu. Dişlerim öğütemiyordu onları.
Bol incir ağacı da vardı köyde. Neredeyse her evin arkası incir doluydu. Bol bol incir yerdik. Narlar da çok güzel olurdu yaz mevsiminde. Ekşi narlar vardı. Bunların yanında büyük büyük Okaliptus ağaçları vardı. Halk ağzında bunlara" Gariptos" diyorlardı. Serin gölgeleri olurdu. Bu ağaçlar bataklıkları kurutmak amacıyla ekilmiş yıllar önce. Demek ki buralar da bataklık imiş o zamanlar. Yine birçok evin önünde limon ve portakal ağaçları da vardı.
Gerçekten Binboğa Köyü çok ağaçlı, çok yeşil, güzel bir köydü. Köyün orta yerlerine doğru ise Sarı Dayımın evi vardı. Burası betonarme bir evdi. Köyde yapılan tek betonarme ev idi bu. O zamanlar, betonarme evler neredeyse hiç yoktu. Sadece zenginlerde olurdu. Sarı Dayımın da o zamanın şartlarına göre durumu iyi idi. Tarlaları vardı. Onları eker biçerdi.
"Sarı" Onun lakabı idi. Gerçek adı Osman idi. “Osman Bozdoğan” diye anılırdı. Kısa boylu biri idi. Teni biraz sarıca idi. Belki o nedenle lakabı Sarı idi. Ama çok misafirperver biri idi. Gelen misafirlerini çok iyi ağırlar, mutlaka bir tavuk keser, kuru fasulye pişirtir, pilav hazırlatır, turşu ve soğan eşliğinde, yufka ekmeklerle adeta bir ziyafet çekerdi. Bir defasında tavuk ve pilava ben de denk gelmiştim. O lezzeti hala unutamadım desem yalan olmaz.
Sarı Dayım nur içinde yatsın, sevilen sayılan biriydi. Herkesi evine davet ederdi. Kimi görse "Villama buyurun, villama" derdi. Haksız da değildi. Betonarme evler, o yıllar villa ayarında idi.
Dayım, 8 köşeli şapkasıyla tanınırdı. Sarı denildi mi herkes saygıyla karşılardı. Konuşkan, hoşsohbet bir adamdı. Herkesle iyi geçinir, herkesi memnun etmeye çalışır, gelenleri de mutlu bir vaziyette gönderirdi…
Binboğa Köyü’nün az ilerisinde Alibeyli Köyü vardı. Köye giderken bir tarlanın ortasında Binboğa Köyü'nün İlkokulu vardı. Üstü kiremit çatılı idi. Kırmızı kiremitler uzaktan alev gibi görünürdü. Sanırdınız ki okul yanıyor. Kahverengi sarı boyalı idi duvarları. İki sınıfı vardı yanılmıyorsam. Çünkü uzaktan 2 odalı gibi görünürdü. Dayımın kızları da bu okula giderdi. Melehat, Nebehat ve Kutlay. Sohbet sıralarında okul anılarını hep anlatırlardı bizlere…
Öğrenciler, siyah önlük ve beyaz yakalıklarıyla dışarıda oynarlardı. Öğretmenleri de başlarında olurdu genellikle.
Annem de çocukluğunda bu okulda okumuştu. Her anlattığında "5. sınıfa kadar okudum. sınıfın en çalışkanlarından biriydim. O zamanlar 5. sınıfı bitirenler Öğretmen Okuluna gidip öğretmen oluyordu. Ben de öğretmen olacaktım. Ama babam ölünce, beni okuldan alıp, babanızla evlendirdiler.” derdi ve anlatmaya devam ederdi:
“Bir gün, okuldan geldim. Evin önünde bir at bağlı idi. Eve bir misafir gelmişti. Teyzemin oğluymuş. Bıyıklı, koca bir adam. Ayağında o yılların ağalarının giydiği, dizi bol pantolon ve çizme vardı. Koyun alımı satımı yapıyormuş. “Yosçu” diyorlar. Sonradan öğrendim. Koyun alım satım yapanlara yosçu denirmiş. Ama bunların sattığı koyunlar, kısır, doğurmayan koyunlar. Yani yoz koyunlar imiş. Ticaretle uğraştığından durumu iyi imiş. Anam, bana bakıp: “Bu oğlan, durup dururken niye geldi ki buraya? Var bunda bir iş” dedi.
Bana dönüp: “Teyzenin oğlu acıkmıştır, hadi bir şeyler hazırla,” dedi. Dışarda ateş vardı. Sahanda donmuş yağda yumurta kırdım. Altına da yağ, tekrar donmasın diye, başka bir köz koydum. O zamanlar, yemek soğumasın diye bir tabağın içine köz koyar, üstüne de yemek dolu tabağı koyardık. Böylece yemek soğumazdı. Yufka ekmek suladım. Tabii yanına da birkaç adet yeşil soğan ile bir tas ayran koyup verdim.
İş sonradan anlaşıldı. Babanız, beni görmeye gelmiş. Dayınız, okula gidiyordu. Babanıza: "Teyzemoğlu, biliyorsun babam öldü. Bacım öksüz kaldı. Gel, şunu Allah’ın emriyle sana vereyim. Gözüm arkada kalmasın" demiş. O da "Olur teyzemoğlu" demiş. Sonra bir ay geçmeden beni evlendirdiler. Bir ata bindirip Çankaza Köyü’ne gelin olarak götürdüler.
Babanızı bir defa gördüğüm için yüzünü bile hatırlamıyordum. Yakışıklı bir adamdı. Ancak nasıl bir yüze sahipti unutmuşum. Onu, bir daha düğün gecesi görebildim." diye anlatır hep.
Velhasıl, Binboğa Köyü’nün unutulmaz hatırası vardır bizde. Bu köyü bilmememize ve hiç gitmememize rağmen, evimizde hala anlatılmaktadır.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Adını Sen Koy
Vatan Sağ Olsun
Kadirli'de Bir Gece
Iskadro (Siğil)
Kıbrıs Ada Kışı
Cassandra Hotel Bodrum
Güzel Bir Dünya
Futbol Maçı
Lahmacun
"Kuzucuk Köyü"nde Sabah Kahvesi

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dut Ağacına Asma Aşısı
Ritsa Gölü Efsanesi
Nur - Işık
Güle Güle Omarım
Sevgisiz Sevgi
Gulit
İran’dan Acı Bir Aşk Hikâyesi
Sevginin Adı Başka
Emanet
Aksilikler

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
El Eder [Şiir]
Vakit Gelince [Şiir]
Acı Ektim [Şiir]
Gönlümün Tacısın Yar [Şiir]
Hayallerim [Şiir]
Nerdesin? [Şiir]
Kurban Olurum [Şiir]
Kara Güzel [Şiir]
Yüreğimde İhtilal Var [Şiir]
Hayat Seni Çözemedim [Şiir]


Hakan Yozcu kimdir?

1964 doğumluyum. Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyorum. 1988 Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. 20 yıl çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yaptım. Uzun yıllar Yenivolkan ve Güneş Gazetelerinde köşe yazarlığı yaptım. Şu an Habearkıbrıslı ve Güncelmersin Gazetelerinde yazıyorum. Birçok internet gazete ve sitelerinde yazılarım yayınlanıyor. Şiir, öykü ve tiyatro oyunları yazıyorum. Bu alanlarda çeşitli ödüllerim var. Kendime ait basılmış "Güzel Bir Dünya" ve "Mesela Başka" isimli iki adet öykü kitabım var. 7 tane tiyatro oyunum var. 6 yıl Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevinde bulundum. Halen Başbakan Yardımcılığı Ekonomi, Turizm, Kültür Ve Spor Bakanlığı'na bağlı Müşavirim.

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.