Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Yolda yaşlı bir adam. Adeta önüme fırladı. Yolumu kesip “Dur” diye bağırıyordu. Geçip gidecektim. Arkadaşlar bekliyordu. Oysa az önce Cuma Namazından çıkmıştım. Hayırlı bir gündü. Ve bu hayrı heba edemezdim. Cuma Namazı için Veyselliler Camii’ne gitmiştim. İmam, Cuma hutbesinde Yaşlılık konusunu anlatıyordu: “Yaşlılara yardımcı olunuz. Onlara saygı gösteriniz. Arada sırada ziyaretlerine gidiniz. Unutmayınız ki gün gelecek sizler de yaşlanacaksınız.” diyordu. Bu konuşmalar, tam o anda yüreğimde tekrar canlandı. Sanki de imam gözümün önüne geldi ve bana “Yaşlılara yardım etmek sevaptır.” diyordu. Sol lambaları yakarak arabayı sol tarafa çekip durdum. Yaşlı amca kapıyı açıp sordu: - Yeğenum, nereye cidursun? - Mağusa’ya gidiyorum amca. - Ha penu Hastane tarafına götürür müsün? - O tarafa gitmiyorum amca. Bana uymaz. İstersen seni çembere kadar götüreyim. - Yok evladum. Hastaneye bırak penu. - Amca, o tarafa gitmiyorum. Ancak çembere kadar götürebilirim. Oradan döneceğim. - Eyu da ordan sonra nasul gideceğum? - Başka bir araba durdurur gidersin, dedim. Yaşlı amca, arabaya bindi. Koltuğa oturdu: -Evladum, hastayım. Ha penu hastanaye kadar götürüver. İmam, hala gözlerimin önünde: “Yaşlılara yardımcı olunuz. Onlara saygı gösteriniz. Arada sırada ziyaretlerine gidiniz. Unutmayınız ki gün gelecek sizler de yaşlanacaksınız.” diyor sanki. İkileme düşüyorum. İçimdeki ses baskın geliyor: -Tamam amca. Buyur götüreyim. -Para isteyecek musun? -Yok amca. Ne parası? Allah rızası için, dedim. -Sağol evladum. Allah senden razı olsun, dedi. -Senden de amca, diyerek sürdüm arabayı. Çok gitmeden bana: -Şuradan dön. Bir markete uğrayacağım, dedi. Arabayı Larnaka Yolu’na sürmemi istedi. Ben de o tarafa döndüm. Amcanın konuşmalarından Karadenizli olduğunu anlamıştım. Sordum: -Amca nerelisin? -Ben, aslen Samsunluyum, dedi. Burada Kuzucuk Köyü’nde oturuyorum. -Maraş’ta ne işin vardı? -Kizum var burada. Onun yanına geldim. Torunlarimu sevdum. Niye soruyisin? Dedi. -Yok, sadece merak ettim. Konuşmalarından Karadenizli olduğunu anladım, dedim. Baktım amca kemerini bağlamamış. İkaz ettim: -Amca kemerini bağlamamışsın. Polis görünce yazmasın. Kemerini bağlarsan memnun olurum, dedim. -Benum oğlum da polistir. Bir şey olmaz merak etmeyesun, dedi. -Olmaz amca. Sağlık önce gelir. Ne olur, ne olmaz. Lütfen bağlar mısın kemerini, deyince ister istemez kemeri bağlamaya çalıştı. Önce takma yerini bulamadı. Ben göstermek zorunda kaldım. Biraz uğraştan sonra kemerini bağlayabilmişti. Konuşarak Larnaka yoluna girmiştik. İlarma Market’in önüne gelince de: -Burada dur. Şu marketten bir şeyler alayım, dedi. Tabii benim acelem olduğundan bu durum pek hoşuma gitmemişti: - Amca, şimdi markete bir girersen saatlerce çıkmazsın, dedim. O ise gayet sakin ve endişesiz bir şekilde: - Yok evladum. On dakika içinde puradayum. Uzun sürmez, dedi. - Tamam amca. Burada bekliyorum seni, dedim. Yaşlı amca, markete girdi. Ben de arabada radyoyu açıp müzik dinlemeye başladım. Kendi kendime gülüyordum. “Aldın mı başına belayı?” diyordum. On dakikadan biraz fazla zaman geçmişti. Yaşlı amca hala görünürde yoktu. Kendi kendime “Söz verdin, çaresiz bekleyeceksin” diyordum. Biraz sonra amca elinde bir poşetle göründü. Sağa sola bakıp duruyordu. Anlaşılan beni görememişti. Kornaya basarak uyardım onu. Sesi duyunca bana yöneldi ve arabayı gördü. Sevinçle geldi: - Arabayı bulamadım. Diğer kapidan çıkmişum. Ben de seni kaçup gitti sandım. - Olur mu amca. Sana söz verdim. Allah rızası için götüreceğim dedim. - Sağol evladum, dedi. Arabayı Ayluka Yoluna sürdüm. City Mall önünden Eski Lefkoşa Yoluna yöneldim. Çok geçmeden Mağusa girişindeki çemberdeydim. Çemberi geçip DAÜ Yolu’na girdim. Bu arada amca elindeki poşetten mandalina çıkarıp soymaya başladı. Kabuklarını camdan dışarı atacaktı: - Aman amca ne yapıyorsun? - Kabukları dışaru atayrum. - İstersen atma amca? - Niye? -Çevreyi kirletmeyelim. Gören olur, şikâyet eder. Cezası az değil. Lütfen kabukları poşetin içine at dedim. -Olur, dedi. Kabukları elindeki poşete attı. Ben, arabayı sürmeye devam ettim. Amcadan şapur, şupur sesler gelmeye başladı. Şöyle göz ucuyla baktım, mandalinaları ağzına götürüp iştahla yiyordu. Canım da çekmedi değil doğrusu. Amca, camdan dışarı bakıyor ve mandalinaları götürüyordu: İçimden: “Amcaya bak. Biz onun için bu kadar zahmete katlanalım, O, bize mandalinadan teklif dahi etmiyor.” diye geçirdim. Trafik yoğun olmadığından kısa bir süre sonra Hastahane Yoluna girdim. Beş dakika sonra Hastanenin önüne geldim. Çemberden Hastaneye dönecektim. Amca bağırarak: - Yanlış yere gideyusun. Şurdan Karpaz Yoluna çık, dedi. Ben şaşkın: - Ya amca sen hastaneye gitmiyor muydun? - Yok. Ben köye gideceğum. Ben, kızmıştım: - Ya ne köyü? Beni hastaneye götür demedin mi? - Yok evladum. Sen yanlış anladun. Ben, hastane tarafına gideyrum dedum. - Allah’ım Ya Rabbim! Amca, ne dediğini ben çok iyi biliyorum, dedimse de amca, hiç oralı olmadı. Çaresiz Karpaz Yoluna sürdüm arabayı. - Beni kandırdın amca, dedim. - Yok yeğenum. Seni kandırmadum. Alla içun ben sana, hastane tarafına götür penu dedum. Sen yanlış anlamişsun. - Tamam amca tamam. Öyle olsun. Geldik de geldik. Oradan da döner Mağusa’ya geri giderum. - Ha babana rahmet. Benu aslanlı pinanun önünde bırak, dedi. Oradan bir araba bulursam giderum, dedi. - Amca Allahını seversen orada da beni köye kadar götür deme. - Yok evladum. Onu demem. Söz vereyrum demem. Ayıp olur. Bu kadar eyuluk yaptun. Onu isteyemem, dedi. Araba ile Aslanlı yer dediği “The Lions Garden”ın önüne geldik. Yolun kenarında durdum. Amcayı indirdim: -Kusura bakma amca. Arkadaşlarım bekliyor. Seni köyüne kadar götüremezdim. Çok geç kalırım. Burada indirmek zorundayım, dedim. Amca halinden memnun: -Sağol evladum, sen yapacağunu fazlasıyla yaptun. Allah senden razı olsun. Sen çok eyi bir insansun. Ben, aha puradan başka bir arabayla ciderum dedi. Ben, Mağusa Yoluna dönüp arkadaşlarla buluşma yerine döndüm. Yolda kendi kendime gülüyordum. Hep içimden şu soru geçiyordu: “Şimdi bu amca mı gözü açık; yoksa ben mi enayi çıktım?” “Üstelik mandalinayı da tek başına götürdü. Bize teklif dahi etmedi.” diye düşünerek, arkadaşlarla buluşma yerine geldim. Park yerine girdim. Yerimi alarak arabayı durdurdum. Elim vites koluna gitti. Vitesi park durumuna getirmem gerekiyordu. Yoksa arabanın anahtarı çıkmazdı. Elimi uzattığımda elime bir şey çarptı. “Bu da nedir?” diye baktığımda ne göreyim, vites kolunun yanında iki tane mandalina duruyor. Gelene kadar, “Bana mandalina teklif etmedi” diye kızdığım amcam, meğer benim için iki tane mandalina bırakmış. Amca hakkında düşündüğüm tüm olumsuzluklar için kendimden utandım: "Özür dilerim amca ya! Beni mahcup ettin." demekten kendimi alamadım…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |