..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > irfan yıldız




4 Şubat 2003
Tehlikeli İlişkiler... (5)  
irfan yıldız
Plajlarda turistler, ellerinde basit birer kova ve kürekle şaşılası derecede şatolar yaparken...


:BCCI:
1 OCAK 2003
Çalıştığım okul şehirlerarası bir yolda. Çevresi, nereye bakarsan bak dümdüz. Gece. Kış. Fena soğuk. Otobüs muavini bavulu uzattığı andan itibaren donmaya başlıyorum. Okul 2 km. uzakta. Gitmek için otostop yapmam gerekiyor. Yol kenarı, bekliyorum. Yağmur ve rüzgar. Şemsiyeyi açıyorum, rüzgar parçalıyor. Kulaklarımı hissetmiyorum. Atkımı başörtü gibi sarıyorum. Daha iyi şimdi. Bekliyorum. Bir jip. Elimi kaldırmıyorum, o da durmuyor. Rüzgar itiyor, sabit duramıyorum. Bir çift ışık daha. Duruyor. Bir pikap. Ön dolu. Ailesi sanırım. „Atla“ diyor. Atladığım yer arabanın arkası. Koyunlar gibi. Tutunduğum demir elime yapışıyor. Çömeliyorum rüzgarı yememek için. Okulun önünde iniyorum ama titrememi engelleyemiyorum.
ALINACAK DERS: Kendine biraz özen göster. Bunları yaşamayı hak etmiyorsun. Para biriktir, bir araba al. Kendini düşün biraz.
KARŞI DERS: Bu bir sınav. Aldanma ona. Rahata alışma, lükse alışma. Bir süre dondun da ne oldu. Ölmedin ya ! Sade yaşamaktan vazgeçme.

2 OCAK 2003
Vapurdayım. Ağır hareketlerle karşıma biri oturdu. Ona baktım ve anında yüzümde bir tebessüm belirdi. Karşımdaki yaşlı adam, kalın gözlük camlarını gözüne " bantlamıştı " ve o an görünüşü komik gelmişti. Ama çok kısa bir süre sonra durumu anladım: Bu ihtiyar, ilginçlik olsun diye değil, bir gözlük çerçevesi alacak parası olmadığı için bu yola başvurmuştu.

3 OCAK 2003
Erkek öğrencilerle kız öğrencilerin kavgalarına tanık oldum. Üstelik danışmanlığını yaptığım benim öğrencilerim, benim dersimde. Erkekler genellikle susmayı tercih ederken kızların saldırgan söz ve davranışları, küfürlerle erkeklerin üzerine yürümeleri karşısında dilim tutuldu. Yabancı ülke görmüş bir arkadaşım, oradaki izlenimlerini de katarak şöyle demişti : " Hocam, günümüzde kadınlar erkek, erkekler kadınsılaştılar. Kadınların tek eksiği fallus’larının olmaması. " Erkekler tarihöncesi çağlardan bu yana beden ve kol işlerini üstlenmişler. Güçleri fiziksel. Kadınlar ise dillerini bileylemişler, her geçen gün konuştukları dili kıvraklaştırmışlar. Erkek her zaman tartışmalarda kadına yenilmiştir. Bu kaçınılmazdır çünkü kadının uzmanlık alanındasındır. Eski Yunan’ın en iyi hatiplerinden Sokrates bile karısıyla dalaşmaktansa evden kaçmayı tercih eder. En iyisi ' Yeni Amazonlar » a bulaşmamak.

4 OCAK 2003
O eda, o albeni, o güzellik, hüzün ve dişilik. Beş arkadaşla birlikte izlediğimiz "Malena" filminin kadın oyuncusu hakkında bu nitelikleri yaptık. Ardından dört ortak karar : "Böyle bir kadının karım olmasını isterdim." Bense farklı düşünmüştüm : Böyle bir kadın olmak isterdim.

5 OCAK 2003
Einstein, "Tanrı zar atmaz, " der. Hawking ise farklı düşünür : " Ya görmediğimiz bir yere attıysa. "
Okulun hizmetiçi seminerinin arasında daha önce görmediğim bir meslektaşla çay içerken buldum kendimi. Gençti ve toy birine benziyordu. Muhabbeti başlatmak amacıyla bölümümü sormuş, son derece soğuk bir karşılık vermiştim. Belki de aynı karşılığı bekliyordu ama sormadım. O da uzaklaşmıştı yanımdan. Fakat bu an kafama takılmış, neden böyle davrandığımı, o kişinin karşıma bilerek çıkartılmış olabileceğini, öğrenebileceklerimi elimin tersiyle ittiğimi düşünmüştüm. Belki de ondan öğreneceğim kibrimin farkına vardırılmak istenmesiydi. Şimdi ayrıldı gerçi ama daha sonraları okulun lojmanında birkaç kez karşılaşmış, selamlaşmıştık. O günü telafi etmek düşüncesi? Olabilir. Geçen Cuma yanına gittim. Sitemin adresi hacklenmişti ve bilgisayar öğretmeni olarak yardımcı olabilirdi. İyiydi, hoştu. Ama sanki o günü hatırlayıp çok da ilgi göstermedi gibi geldi bana. Kızmadım, öğreneceğimi öğrenmiştim. Einstein ile Hawking arasında bir taraf olmam gerekseydi, Einstein derdim. Yani rastlantı diye birşey yoktur. Her olay, her insan bir nedenden dolayı karşımıza çıkıyor. Herşeyin farkında olmak ya da olmamak. Asıl sorun bu.

6 OCAK 2003
Şehirlerarası otobüs. Ara ara ağlayan bir bebek. Yanımda 60’a yakın şık giyimli bir adam. Sıkıcı geçecek bir yolculuk. Elimde incecik bir kitap. Samed Behrengi. Küçük Kara Balık. Bu benim okuduğum ilk kitap. Yine resimli ama bu kez çizgiler çok sevimsiz. Ve macera başlıyor. Yıllar sonra yeniden okuyorum Kara Balığı. Aynı heyecan, aynı merak. Utanmadan kahkahalar atıyorum. Uyumayanlar dönüp bana bakıyor. Yanımdaki allak bullak. "Eşek kadar olmuş herif, çocuk kitabı okuyor" Umrumda mı? Çocukluğum. En güzel günlerim. Yalnız ve çekingen küçük adam. Biri bu masalı bir daha okusa bana. Yüzüm güleç, sızıversem sessizce. Rüyamda Küçük Kara Balık olsam. Uyanmasam.

7 OCAK 2003
Biz “komen” derdik bu oyuna. Gruplara ayrılır, saklanır, oyuncak tabancalarla sözde birbirimizi öldürürdük. Sevdiğimden herhalde oyunu çok ciddiye alırdım. İşte oradayım. Çocukluğumun mahallesi. Herkes saklanmış. Yere, asfalta, boyluboyunca uzanmış, içinde kendini hiç görmediğim yaşlı, yalnız bir kadının oturduğu kagir evin duvar dibinden, kara mantar tabancamı uzatmış, nefes bile almıyorum. Çıkar şimdi biri, ben de komenlerim. Güneş ısıtıyor, tül perdeleri salınan pencerelerden radyo sesleri. Pusudayım. "Oyun mu oynuyor sunuz?" Ne? Kim? Çeviriyorum başımı. Arkamdaki evin penceresinde benden büyük bir kız. Unutamadığım bir gülüş yüzünde. Utangaç ve tedirgin "evet" diyorum. Daha once görmedim. Misafir mutlaka. Konuşkan bir çocuk değilim ki, devam edeyim. Susuyorum. Tabancamın namlusundan nişan alıyorum yeniden, ama o arkamdaki pencerede hala eminim. Gitmesin. Ayrılmasın oradan. Beni izlesin, arada laf atsın. Tüyo versin kim nereye saklanmış. Evden çağırırlarsa duymasın. Çevirdiğimde başımı onu bulayım yine pencerede, eli yüzünde, yüzündeki güleçle... 70’li yıllarda yüzünü hatırlamasam da, gülüşünü, sesini unutamadığım, bir misafir kız, bana ilk seslenen, ilk gülen. Benim „Malena“m.

8 OCAK 2003
Sabahları en alt kata, tüm okulun öğle yemeğinin hazırlandığı yemekhaneye iniyorum. Oldukça geniş salonda tek başıma kahvaltımı yaparken günlük rutin işlerini yapan kadın-erkek ahçıları izliyorum. Sürekli ayaktalar, bütünün parçası küçük işleriyle meşguller ve yanlarına girip çıkanlarla ilgililer. En çok şaştığım şey: Burada hiç durmadan konuşuluyor. Aklımı oynatacağım: Bu kişiler hergün birlikteler ve konuşacak konuları hiç bitmiyor. Arada tiz kahkahalarını işitiyorum. Anlayamıyorum ne konuşuyorlar, ne anlatıyorlar birbirlerine, kahkahalarla güldükleri konu ne? Bense o koca salonda tek başıma, yüzüm asık, önümde kahvaltım, onları izliyorum. İmrenmek bir yana kıskançlık artık bu. Onlar gibi olamamanın verdiği acı. Acıyı bal eylemek için reçelin dibini sıyırsam ne fayda.

10 OCAK 2003
Öğle yemeğindeki ıspanak beni nerelere götürdü… Tabelacının yanında çırakım. Öğle saatinde usta, kalfa ve ben lokantaya gidiyoruz. Ispanak istiyorum, "yoğurtlu mu olsun" deyince aşçı, "hayır" diyorum. Neden ? Çünkü yoğurdun da parayla olduğunu sanıyorum. O yaşta ustanın cebini düşünüyorum. Çırak olmak zor, aptal çırak olmak daha da zor.
- Hocam, yoğurt ister misin?
- Doldur!

13 OCAK 2003
Keyfim nedense iyi. İçimde bir coşkunluk. Kent merkezindeyim. Banklardan birine oturuyorum. Yanımda 30 yaşlarında bir adam. "Buralı mısın?" deyip giriyorum söze. Anahtar uyuyor, kapı açılıyor. Başlıyor anlatmaya: İnsanlar, geçim derdi, işsizlik, borçlar, politikacılar, gelecek kaygısı… Bitecek gibi değil. Sona doğru:
- Ben normal değilim.
- Nasıl yani?
- Hastayım.
- Bunu sen nereden bileceksin ki.
- Doktor diyor.
- Ne diyor?
- Geç kalmışım.
- Neye?
- Daha önce gelmeliydin, diyor. İlaçsız çıkamıyorum.
- Neyin varmış.
- Çizmişim. Ben deliymişim.
O kadar kişi arasında bulduğum bu. Ben de normal sayılmam. Antisosyal biri olmadığımı kendime kanıtlamak istercesine, önüme ilk çıkan kişiyle muhabbete dalmak pek de normal sayılmaz.

15 OCAK 2003
İstanbul’da bir yakınıma, ne zamandır aradığım, pahalı olduğu için buradan alamadığım bir "mont"un peşine düşmesini istemiştim. Hem aynısını hem de daha uygun fiyata bulduğunu ve bana gönderdiğini söyledi. Heyecanla şimdi onu bekliyorum. Ama aslında farkettim ki, uzun zamandır bu duyguyu, "heyecan duygusu"nu yaşamıyorum. Heyecan illa aşkı mı çağrıştırmalı. Düşünüyorum en son beni heyecanlandıran neydi. Hatırlamıyorum. Neler oluyor. Yeter, şu hayatım bir düzene girsin artık derken, bunu kasdetmemiştim. Bu derece heyecansız hayat hata olmalı.

18 OCAK 2003
Alp’e…
Plajlarda turistler, ellerinde basit birer kova ve kürekle şaşılası derecede şatolar yaparken, bizler, o plaj kumunu köpekler gibi kazarak oyuklar açmaktan nasıl bir zevk alırız anlamam.

22 OCAK 2003
Bana küçükken kimse masal okumadı. Ben de kütüphanede kendi kendime okudum. Hayatımın en tatsız anları.

25 OCAK 2003
Nedir bu kadınlarla yaşadığım tekrar? Onca kişi arasında seçiyoruz birbirimizi, yakınlık, paylaşım artıyor ve olanlar oluyor: Benden bir şey duymak istiyorlar. Söylüyorum. Söylediğimle onun varlığını, farklılığını onaylıyorum ve sonra pırrr... O artık yok. Büyü bozuluyor. Duymak istediklerini aldığı gibi kayboluyor. Hep böyle. Tekrar yaşanacak bu biliyorum. Ama bu kez söylemeyeceğim (kadın değil mi, bu kez de beklentisini boşa çıkaracağım için kaçacak). Onları düşünmek bile yoruyor beni.

28 OCAK 2002
Önüm arkam sağım solum veli. Çoğu yalnız gelmiş. Babalar en fazla. Çocuklarına uygulanan anket sonuçları dağıtılıyor. Onları izliyorum. Yüzlerindeki değişimlerin peşindeyim. Kiminin kızı, kiminin oğlu. Sayfalar çevriliyor. Göz kenarları kırışıyor. Tebessümler... Benim bir oğlum yok. Minik bir kızım da. Benden kopan bir küçük dünyam. Kalem tutuşlarını göremeyeceğim. Dünyalarına sığdırdıklarına tanık olamayacağım. Şikayetleri, istekleri ne, beklentilerini öğrenemeyeceğim. Hayal kuramayacağız. Oğlumun haytalıklarını, kızımın beni bir delikanlıyla aldatışını göremeyeceğim. Onu kucaklayamayacağım. Saçları olmayacak, kaprisleri, anlam veremediğim uykusuzlukları olmayacak. Sorunlarımın en büyüğünü yaşayamayacağım. "Baba neyin var," diyecek solukları olmayacak onların. Korkutamayacağım onları. Huysuzluk çıkartıp somurtamayacağım bir kenarda. Küçük Kara Balık’ı okuyamayacağım geceleri. Hınzırca gülemeyeceğim önümdeki şu baba gibi... Biraz sonra boşalacak salon. Belki arkalarından gidip kapıya kadar geçirebilirim onları. Eğer ayaklarımdaki karıncalanma geçerse ağzıma bir de sakız atar, becerebildiğim bütün hayvan taklitlerini sıraya dizebilirim. Bilmiyorum, gülmek istersem gülerim de. Belki...

31 OCAK 2002
Bir şey bekliyorum. Bir mesaj, bir telefon, bir haber.Önümde on beş günlük tatil var. Ne yapmalı, neyere gitmeli ya da gitmeli mi? „Geliyorum,“ diyen ben olmak istemiyorum. Güzergahı ben çizmek istemiyorum. Çizilmiş yolu hissetmek ve oraya gitmek istiyorum (Yoksa bunun altında, özlenmiş miyim beklentisi mi var?). Kılımı kıprdatmayacağım. Ya gelmezse. Gitmem. O halde arayacağım şey burada demektir. Bekliyorum.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yaşam kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ocak 2020
Rüyada Uçmak
Tehlikeli İlişkiler... (4)
Tehlikeli İlişkiler... (1)
Pardon, Saatiniz Kaç?
Tehlikeli İlişkiler... (2)
Tehlikeli İlişkiler... (3)
Metin Abi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Tamamlanmamış Sözcükler [Öykü]
Kırmızı araba [Öykü]
Hayatın Gizemi [Öykü]
Bir Ayrılık Valsi [Öykü]


irfan yıldız kimdir?

Kırmızı bir ayakkabı görüyorum Sonra pencere önünde uçuşan tül perde Hiç unutmam bir piyanoydu eminim Bir fincan kahve yanıbaşımda Uzun sürmüyor, çeviriyorum başımı

Etkilendiği Yazarlar:
Elbette bir kısmı...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © irfan yıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.