Mutlu köle çoktur. -Darwin |
|
||||||||||
|
Gazimağusa Namık Kemal Lisesi’nde bir Cuma günü, son ders saati idi. Zilin çalması ile birlikte dersi bitirmiş, bayrak törenini yaparak haftayı da kapatmıştık. Arkadaşlara “İyi tatiller” diledikten sonra Belediye Otobüs Terminali’nin yolunu tutmuştum. Doğruca Hacı’nın Kebap Evi’ne yürüdüm. Hayli de acıkmıştım. “Bugün her halde çift porsiyon yerim” diye düşünüyordum. Gerçi ayın sonlarına doğru idi. Cepte fazla para da yoktu. Ama ne de olsa burada kredimiz sonsuzdu. Aybaşında anında ödeme. İşte bu, esnaf ile karşılıklı güven demekti. Yolda yürürken, birkaç tanıdık dost ve bazı öğrencilerimle karşılaştım. Ayaküstü merhaba ve hoşsohbetten sonra yola devam ettim. Derken, işte terminaldeyim. Gideceğim kebap evi terminalin arka tarafına düşüyordu. Kapıdan içeri girdim. Ocak başında her zamanki gibi Mehmetali vardı. Şişleri mangala atmış, kan ter içinde kalmıştı. Öğle üzeri olduğu için müşteri yoğundu. Mehmetai beni görünce: - Oooo hocam! Hoş geldin. Buyur, dedi. Sonra yanındaki çalışana - Oğlum, hocama bir buçuk Adana getir, diye bağırdı. - Vallahi birader açlıktan ölüyorum, dedim. Kendimi buraya zor attım. Sıcaklar da kendini iyiden iyiye gösterdi. Çatladım doğrusu. - Öyledir hocam, buyur sen otur. Kebabın şimdi pişer, dedi. Oturdum. Biraz sonra kebabım pişmiş, önüme gelmişti. Tam yemeye başlamıştım ki Hacı, kapıdan içeri girdi. Arkasından da Çiğiloğlu. Belli ki köyden geliyorlardı. Hacı: - Demedi mi ben sana, hoca, şimdi gelmiştir, yemek yemeye başlamıştır diye. Yakaladık birader. Hoca şimdi bizim kebapları da söyler, afiyetle yeriz. - Selamünaleyküm, diyerek yanıma oturdu. Çiğiloğlu: - Hocam, afiyet olsun. Hiç şansın yok. Çünkü çok fena acıktık. Ta köyden buraya senin için geldik, dedi. Bu arada Mehmetali ocaktan atılarak: - Hocam, bugün halin harap. Az önce de Burhan aradı. İzindeymiş. Hoca gelirse beni beklesin dedi. Mecburen bir kebap da ona ısmarlarsın. - Etme gözünü seveyim. Onu Allah doyuramıyor ki ben doyurayım. Adam, insan değil, mübarek ayı. Doymak nedir bilmiyor ki, dedim. Tam bu sırada dışardan uzun bir korna sesi duyduk. Bir araba tam ön tarafımızda durdu. Gelen Burhan’dı: - Hocaaaaa! Diye bağırdı. Mehmetali: - İşte geldi seninki hocam, dedi. Bu arada kebapları da atmıştı mangala. Burhan da benim gibi eni boyu bir olan ve yemesini çok seven biriydi. O da, ben de çok şişmandık. Bizi gören kardeş zannediyordu. - Kardeş misiniz? diye soruyorlardı. Ben: - Etme arkadaş, ben, bunun kadar çirkin miyim? diye cevap veriyordum. Burhan: - Selamünaleyküm arkadaşlar, diyerek içeri girdi. Afiyet olsun. Her halde kebaplar hocadan. Hemen benim kebabımı da atıver Mehmetali. Bir buçuk olsun, zira kurtlar gibi açım, dedi Mehmetali: - Birader, sen bir buçukla doymazsın. Bak hocama, iki kişilik yiyor, dedi. Burhan: - Ben, hocadan ne zaman geri kaldım? Hemen bana da iki kişilik at, dedi. Ben: - Çüüüüş, ayı! Bir porsiyon nerene yetmiyor? Doymam diye mi korkuyorsun? Burhan: - Ben anlamam arkadaş, açım. Üstelik misafir sayılırım, dedi. Çiğiloğlu: - Hocam, ceza yemene az kaldı. Ağzını bir daha açarsan üç porsiyon yer, dedi. Burhan: - Valla yerim, dedi iştahı kabarık bir şekilde. Hep beraber gülüşmüştük. Derin bir sohbete daldık. Dostluğumuz o kadar derin ve eskiydi ki birbirimize asla darılmıyor, kızmıyor ve küsmüyorduk. Kebaplarımızı afiyetle yedik. O gün Cuma olduğu için terminalde Pazar yeri de kurulmuştu. Gazimağusa Belediyesi’nin yenilerde başlattığı iyi hizmetlerden biriydi bu. Terminal, her zaman olduğu gibi bu hafta sonu da kalabalıktı. Gelen giden, bağıran çağıran haddinden fazla idi. Bütün Mağusalılar, sanki buraya akın etmişti. Alıcılar, satıcılar, geziciler, öylesine dolaşanlar, kadın, erkek, genç, ihtiyar… Herkes buradaydı. Bu arada omuzlarında halı yüklenmiş seyyar satıcılar da bir aşağı, bir yukarı alıcı arıyorlardı. Bu kişiler, Türkiye’den gelmişler, kendilerine üç beş kuruş ekmek parası kazanmaya çalışıyorlardı. Eğer alıcı bulurlarsa belki de hemen bu akşam geri döneceklerdi. Dönerken de buradan çeşitli eşya alacaklar onları valizlerine doldurup memleketlerine götürerek satacaklardı. Biz, kendi aramızda gülüp eğlenirken, bu satıcılardan biri içeri girdi. Orta yaşlı, biraz göbekli, suratı biraz asık, esmer ve çirkin biriydi. Bize: - Abiler, hakiki Antep halılarım var. Kelepire bırakacağım. Acil bir işim çıktı. Hemen bu akşam Türkiye’ye dönmem gerekiyor. Bir bakmak ister misiniz? Dedi. Ben, halıcıya dönerek: - Aman gardaşım, dur gözünü seveyim. Ayın şu son günlerinde memurda para mı olur? Halı deyip de bizim başımızı ağrıtma, dedim. Burhan: - Gel arkadaş gel. Seni Allah gönderdi. Hele bir bakalım şu halılara. Benim halıya ihtiyacım vardı zaten, dedi. Halıcı: - Abi, isterseniz dışarı çıkalım, daha rahat bakarsınız diyerek dışarı çıktı. Burhan’a döndüm: - Allah’ını seversen bırak şunu ya. Almayacağın yere bizi boşa uğraşma, dedim. Burhan: - Yok oğlum, alacağım. Hanım ne zamandan beri halı deyip duruyor hem. Adam, halıları açtı. Topu topu iki tane halıydı. Alıcı gözlerle halıları şöyle bir inceledik. Çin ipeği, Hint kumaşı olsa ne yazar? Hangi birimiz anlıyoruz halıdan? Hangisi iyi, hangisi kötü? Hangisi kaliteli, hangisi kalitesiz? Hiçbirimiz bilmiyoruz, anlamıyoruz… Burhan: - Evet dayı, bu halılara ne sayıyorsun? dedi. Adam: - Vallahi abi, bu halılar hakiki Antep halısı. İnanmazsanız bakın. Elle dokuma, çift dikiş. Asıl fiyatı 28 milyon. Ben, size 25 milyona bırakayım, dedi. Hep beraber uzun bir: - Oooooo! Çekmiştik. Hacı: - Kelepir dediğin de buysa, gerisi ne kadardır kim bilir? Dedi. Adamın söylediği fiyat, gerçekten de çok yüksekti. Ben: - Topla gardaş, topla. Kandıracak başka adam bul. Biz, halı falan istemiyoruz, dedim. Adam, Burhan’a dönerek: - Abi, bir fiyat ver, dedi. Burhan: - Ne bileyim gardaş, Çok istedin. Adam, elini uzatıp toka yaparak: - Abi ver bir fiyat. Ne dersen kabul. Burhan: - Söylediğinin yarısı. Adam: - Yapma abi, çok ucuz dedin. Zarar ederim. - Valla kusura bakma. Kabul edersen yarısı. - Abi, sana yeminle diyorum, acil işim olmazsa asla kabul etmem. Burhan: - Gardaş yeme bizi. Adam: - Tamam abi, kabul. Ver elini. - Ustam, bırak şimdi onu. Halının asıl fiyatı nedir, onu söyle. - Dedim ya abi. Asıl fiyatı 25 milyon. Ama sana 15 milyon. - Yok, pahalı. Düş biraz. - 10 milyon abi. Son fiyat. Adam, bin bir yemin ederek aynı sözleri söyleyip durdu. - Abi, işim acil olmasa, size bu fiyata kesinlikle vermem. Sizleri de sevdim. Mert insanlara benziyorsunuz. Ben de mertçe size doğruyu söylüyorum. - Yapma dayı. Bize resmen ayak yapıyorsun. Şu fiyatı biraz daha indir de alalım halıları. - Al abi, sen söyle. İstediğin fiyata halı senin olsun. Mal, artık benim değil senin. Çiğiloğlu: - Usta, senin bu fiyata verdiğin halıları biz, yolluk yapıyoruz. Buna halı demeye bin şahit ister. Hadi biraz daha düş de anlaşalım, dedi. Satıcı: - Tamam abi. Bir şey demedim. Ne verirseniz verin. Artık bu halıyı buradan kesinlikle kaldırmam. Bunlar, sizin malınız oldu, dedi. Çiğiloğlu: - Benden 8 milyon arkadaş. Satıcı: - Buyur abi, sattım gitti. Hayırlı olsun. Ver elini, dedi. Çiğiloğlu gülerek: - Yok gardaş, yine de çok para. Allah, işini gücünü rast getirsin. Nasibini git başka yerlerde ara. Sana kolay gelsin, dedi. Satıcı: - Yok abi, yemin ettim. Halıları buradan kesinlikle kaldırmam. Bunlar sizin oldu. Burhan, beni kenara çekti: - Ya hocam, 28 milyondan 10 milyona düştü. Sonra 8 milyona razı oldu. Biraz daha sıkıştırırsak 7 milyona da düşer. Gel, şu halıyı sana alalım, dedi. Ben Kızgınlıkla karşı çıktım: - Deli misin oğlum sen? Bende o kadar para ne gezer? Ay sonundayız. Burhan, adama dönerek: - Bak dayı, sana bir fiyat daha vereceğim, kabul edersen aldık gitti. - Tamam abi. Senin canın sağ olsun. Ne dersen o. - Gönlümden 7 milyon geçti. Tamam mı?, - Çok ucuz dedin be abi. - Başka fiyat yok. - Hiç kar vermedin abi. - Hadi hadi, kabul et. Senin de işin olsun, bizim de… - 7 buçuk olsun bari. - Başka fiyat yok. 7. - Tamam abi. Sizden de kar almayayım. Ne yapalım, bu da böyle olsun, dedi. Burhan: - Dur bekle, diyerek beni yanına çekti. Dışarı çıkarttı. Telefona sarılıp hanımını aradı. Olayı özetleyip hanımına sordu. Telefonu kapatıp bana döndü: - Hanım diyor ki, gerçekten Antep halısıysa ve çift dikişse çok ucuz. Tamam hocam, kaçırmayalım. Kelepire geldi. İş bitti, alalım, dedi. Ben yalvarırcasına: - Oğlum, dur. Şunu başıma bela etme. İstemiyorum. Param yok. Anlamıyor musun? - Yapma hocam, kaçırma bu fırsatı. - Ben sana ne söylüyorum, sen bana ne diyorsun. Param yok, param… - Senin canın sağ olsun hocam. Ne demek? Hemen sana bir çek keserim. Sen de aybaşında ödersin. Olmadı ne müsait olduğunda verirsin, olur biter, dedi. Biraz düşündüm. Bu defa ben telefona sarıldım. Kız kardeşime durumu anlattım. O da: - Ucuz, istersen al, dedi. - Peki, dedim. Satıcıya döndük. Burhan: - Tamam dayı, Alıyoruz. İşte çeki yazıyorum. Çek güvenilir. Bankaya telefon açıp sorabilirsin, dedi. Satıcı: - Aman abi, ne demek? Sizler güvenilir birine benziyorsunuz. Ben, insan sarrafıyım. Doğru adamı görür görmez anlarım, dedi. - Oldu, buraya yazıyorum. İtiraz istemem. - Aman abi, yeteri kadar zarar ettim zaten. Ne olur, çok fazla düşürme fiyatı. Fazla zarar etmeyeyim. - 6 buçuk yazıyorum, dedi Ben Yıldırım bir hızla atılarak: - 6 olsun. Düz kalsın. Buçuklarla kim uğraşacak? Satıcı: - Hadi öyle olsun. Seni kırayım abi. Sizin hatırınız için kabul ediyorum, dedi Burhan, çeki yazıp uzattı. Adam, sevinçle çeki alarak oradan hızla uzaklaştı. Kısa zamanda ortalıktan kayboldu. Ben, halıya bakıp incelemeye başladım. Çok ucuza kapattık diye seviniyordum doğrusu. Keyifler yerine gelmişti. Oturup sohbete devam ettik. Kuyruğu doğru olsun diye herkese kahve ısmarladım. Keyifle içtik kahveleri. Biraz sonra içeri halı satan başka bir adam girdi: - Abiler, elimde kalan son iki halı. Akşam memlekete geri döneceğim. Size maliyetine bırakayım. Almak ister misiniz? - Hepimiz, şaşkınlıkla birbirimize baktık. Burhan: Kaç para bunlar? Dedi - Anlaşırız abi - Ne kadar? - 10 milyon. Mehmetali kızgın bir şekilde: - Ulan, şimdi 6 milyona aldık, dedi. Adam: - Sizi kazıklamışlar abi, ben size 5 milyona bırakayım. - İkisini birden mi? - İkisini birden. Mehmetali ayağa kalktı. Çekmeceden 5 milyon getirerek satıcıya verdi. Satıcı parayı alarak mutlu bir şekilde gözden kayboldu. Mehmetali gülerek: - Geçmiş olsun hocam, bir milyon lira kazık yedin, dedi. Ben, sinirlenerek Burhan’a sövüp duruyordum. Biraz sonra hepimiz düştüğümüz tuzağa gülüyorduk. Hacı: - Ya birader, şöyle ucuzundan bulsam bir halı da ben alırdım. Hanıma hediye ederdim, dedi. O anda Yedikonuk otobüs şoförü Ahmet Ağabey içeri girdi: - Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Dedi Ben: - Hiç iyi değiliz, dedim. - Hayırdır hocam, sinirli görünüyorsun, ne oldu? Dedi. Hacı gülerek: - Hocama dokunma ağabey, bir milyon liralık kazık yedi. Onun acısını sindirmeye çalışıyor, dedi. Ahmet: - Ne kazığı yahu? - 6 milyona halı aldı. Mehmetali, aynı halıyı başkasından 5 milyona aldı. Ahmet: - Ne 6’sı, ne 5’i yahu? Az ötede gencin biri 4 milyona satıyordu. Hacı: - Yapma yahu, ciddi misin? - Tabii ciddiyim. İstersen çağırayım çocuğu, hemen gelir. - Hadi çağır bakayım. Ahmet ağabey koşarak gitti. Biraz sonra çocukla çıktı geldi. Çocuğa halının fiyatını sordu. Çocuk: - 4 milyon, dedi. Ben de, Mehmetali de renkten renge girmiştik. Hacı: - Bir güzellik yap hemen alayım gardaş, dedi Çocuk: - 3 buçuk son fiyat abi, dedi. Hacı, cebinden 3 milyon çıkardı: - Bütün param bu. Kabul edersen alıyorum, dedi. - Canın sağ olsun abi. Hayrını gör, dedi. Çocuk parayı alıp uzaklaştı. Hacı, karlı bir iş yapmanın verdiği zevkle: - Vallahi hocam 3 milyonluk kazık yedin. Bunu Burhan’dan çıkarırsın artık, dedi. Bendeki sinir, hat safhaya ulaşmıştı. Ben kızdıkça Burhan gülüyordu. O güldükçe de ben sövüyordum. Burhan: - Canın sağ olsun hocam. 3 milyoncuk dediğin nedir ki? Sana dokunmaz. Beş dakika sonra hepimizi bir gülme tutmuştu. Yediğimiz kazığa, katıla katıla gülüyorduk. Hacı: - Valla hocam, içimizde en akıllı, en gözü açık da benmişim. Maşallah ne kadar ucuza aldım. Kısmet ayağıma geldi, dedi. Ben: - Sağlık olsun Hacı’m. Enayiler olmazsa gözü açıklar nasıl geçinecek dedim. Bütün muhabbet bittikten sonra dükkânı kapatıp halıları arabalara yükledik. Akşam olmak üzereydi. Köyün yolunu tuttuk. Köy, Mağusa Lefkoşa yolu üzerinde, birazcık içerideki Güvercinlik Köyü idi. Mağusa’ya 15 km uzaklıktaydı. Yolda giderken ben: - Arkadaşlar, bari evdekilere söylemeyelim. Canları sıkılmasın, dedim. Burhan: - Canları mı sıkılmasın, yoksa enayiliğin mi ortaya çıkmasın hocam? Dedi. Katıla katıla güldük. Ben, Mehmetali ve Burhan aynı arabada idik. Hacı ile Çiğiloğlu da Hacı’nın arabasındaydı. Arka arkaya köyün yoluna girdik. Derken tam bizim evin önünde durduk. Arabalardan indik. Halıları indirdik. İçeri geçtik. Kız kardeşim halılara baktı. Başladı gülmeye: - Çok ucuz dediğiniz halılar bunlar mı? Ben: - Evet. Hakiki Antep halısı. Çift dikiş, dedim. Hem de 6 milyoncuk. Kız kardeşim, halının altını çevirip baktı: - Yahu bunun neresi çift dikiş? Baksanıza ipince bu. Çift dikiş olan halı daha kalın olur. Bunlar, adi, basit halılar. Sizi kandırmışlar. Bu gün öğleye doğru köyde de satıyorlardı. Aynı halılar. Fiyatları da 1-2 milyon arasındaydı. Vallahi çok fena kazıklamışlar sizi. Afiyet olsun, dedi. Hepimiz birbirimize baktık. Ben, “En akıllınız benim” diyen Hac’ıya döndüm. Onun da rengi atmıştı. Ama yine de “En az kazığı ben yedim” diyordu yüzü. Gülsek mi, üzülsek mi biz de bilemiyorduk.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |