Günümüz toplumunda, "cahiliye" terimi genellikle bilgiden yoksunluğu, kültürel ve manevi boşluğu ifade etmek için kullanılır. Bu terim, bazen geçmişteki cahiliye dönemine atıfta bulunsa da, günümüzde de modern toplumun bazı kesimlerinde benzer bir "cahiliye yaşamı" ve anlayışı gözlemlenebilmektedir. Bu yazıda, "Cahiliye Kadını" ve "Cahiliye Erkeği" üzerinden, toplumsal eleştirilerin ve bireysel yetersizliklerin nasıl şekillendiğine dair bir analiz yapılacaktır. Cahiliye kadını, toplumda var olma amacını çoğunlukla günlük, sıradan işlerde bulmuş bir figürdür. Sabahları televizyon izleyerek başlayan bir yaşam tarzı, onun düşünsel ve ruhsal anlamda ne denli boş bir dünyaya hapsolduğunun göstergesidir. Sabah kahvaltısını yaparken, magazin programlarını izlemekle vakit geçiren bu kadın, kendini uyuşturarak hayata başlar. Günlük rutini, ev işleri, yemek yapma ve temizlikle şekillenir. Bir ideali, bir davası yoktur. Kitap okumaz, düşünsel derinlikten uzak bir yaşam sürer. Sosyal hayatında ise dedikodu ve kahve falı gibi yüzeysel aktivitelerle zaman geçirmeyi tercih eder. Cahiliye kadınının hayatındaki temel eksiklik, kendi benliğini ve potansiyelini keşfetmek yerine, dış dünyadan gelen her türlü etkiye kendini teslim etmesidir. Televizyon dizileri gibi kitle iletişim araçları, ona düşünmeden izlenecek bir dünya sunar. Bu şekilde, düşünsel ve manevi bir boşluk içinde hayatta yalnızca günlük yaşamın ihtiyaçları etrafında dönerek varlık gösterir. Bununla birlikte, toplumun birçok farklı kesiminden gelen "ideal" kadın imgeleriyle şekillenen bu yaşam tarzı, kadının entelektüel ve manevi dünyasını ne yazık ki daraltır. Cahiliye erkeği de benzer şekilde, toplumun kendisine dayattığı normlar ve değerlerle şekillenen bir yaşam sürer. Gününü kahvede maç izleyerek geçirirken, tuttuğu takımın oyuncularının her birinin adını ezbere bilmesine rağmen, dini ve manevi sorumluluklarına kayıtsızdır. Kuran’ın anlamını anlamaktan çok, sosyal çevresinin belirlediği normlara uymayı daha önemli görür. Namaz kılmaz, ama cuma namazını kaçırmaz; farzları yerine getirmez, ama teravih namazı ve bayram namazlarını aksatmaz. Hâl böyleyken, evlenene kadar yaşadığı cinsel hayatı, kadınlardan beklentileriyle çelişir. Zina yapar ama evlendiğinde bakire ve namuslu bir kadın ister. Cahiliye erkeği, toplumun dayattığı rollerin etkisi altında, bir "Polat Alemdar" figürüne bürünür. Toplumun ona biçtiği erkeklik ideali, onu yalnızca fiziksel ve yüzeysel başarılarla tanımlar. Birçok erkek, emekli olduktan sonra dini görevlerini yerine getirmeye başlar, ancak bu, bir tür "yapılacak işler" listesinin tamamlanması gibi görülür. Modern dünyada, onun bu davranışları bazen laik, bazen de dini olabiliyor; ama her halükarda, özgür düşünce ve sorgulama eksikliğiyle şekillenir. Erkeklerin günlük yaşamlarındaki bu çelişkili tavırları, toplumsal baskılardan bağımsız olarak kendi kimliklerini bulmalarına engel olur. Cahiliye kadını ve erkeği arasında belirgin bir fark olsa da, her ikisi de toplumsal yapının ve kültürel normların etkisi altında, anlamlı bir yaşamdan uzaklaşmaktadır. Her ikisi de, günlerini yaşamak için fiziksel ve maddi sorumlulukları yerine getirirken, entelektüel ve manevi anlamda derinleşmeyi reddederler. Bu durum, bireysel özgürlüğün ve toplumsal sorumlulukların gerisinde kalmış bir toplumun yansımasıdır. Günümüz toplumunda, bireylerin daha özgür, bilinçli ve sorgulayan bireyler olarak yetiştirilmesi önemlidir. Her iki figürün hayatı da, kültürel bir eleştirinin ve toplumsal yapının nasıl insanları şekillendirdiğini gösterir. "Cahiliye" terimi, yalnızca geçmişe ait bir kavram olmanın ötesinde, günümüz toplumunun içindeki bir boşluk ve eksiklik olarak da okunabilir. Bu eksiklik, insanın kendi kimliğini ve değerini keşfetmeye yönelmesiyle aşılabilir. Sonuç olarak, cahiliye kadını ve erkeği üzerinden yapılan bu eleştiri, toplumsal yapıların bireyleri nasıl biçimlendirdiğini ve bireysel gelişimin nasıl engellendiğini ortaya koymaktadır. Kişisel gelişim, toplumsal sorumluluk ve manevi değerlerin ön plana çıkması, bu yaşam biçimlerinden sıyrılmanın temel yollarıdır.