"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
PARK’A gelerek, oturacak yer aramaya başladım. Güzel günün tadını çıkarmak isteyenler, yorgunluklarını gidermek için tüm bankları işgal etmişlerdi. Ben de, yeşil alanın çevresini belirleyen taşlardan birine oturmaya karar verdim. Bir ağacın gölgesine sığınmam yetiyordu. Şansım varmış ki, fazla dolanmadım. Koca bir ağacın gölgesinin düştüğü uygun bir yer buldum. Oturduğum yerin on metrelik yarı çapı içersinde oturan kimseler de yoktu. (Bu detaya dikkat etmem, yılların alışkanlığından kaynaklanıyordu: böylesi yerlerde, yalnızken daha rahat olmak.) Kot giydiğim için, oturacağım yere üfleme gereği de duymadım. Bilirsiniz; sanki oturduğumuz yere üflediğimizde, yer temizlenecek de, pantolonumuz kirlenmeyecek.. bu gereksiz teferruatı uygulamayı ihmal etmeyiz. RAHAT olduğuma emin olduktan sonra, ilk sigaramı yakıp, dumanını Boğaza doğru savurarak, beklemeye başladım. Onca kalabalığa rağmen, kursaklarını doldurmak için parkta yiyecek arayan kuşları izlemek daha çok ilgimi çekti. Önce yusufçuklar geldi. Onları izledim. Bakıra çalan tüylerini.. siyah incilerin dizildiği gerdanlarını.. gülümser gibi bakışlarını... Sonra serçeler doluştu! Birkaçı birden üstelik. Dişili erkekli. (çocukken az ilgilenmedim(!) onlarla. Az girmedim yuvalarına! Az öldürmedim havalı tüfeklerle! Ta ki, kabusum olup, korkuyla uykudan sıçrattıkları âna kadar. O kabusu bir mesaj olarak algıladım ve sonrasında hiç dokunmadım serçelere...) BİRİ vardı ki, içlerinde.. bir erkek.. hani boynunda siyah benek olandan. Tüm serçeliğinin verdiği yetenekle, öyle güzel ötüyordu ki, hiç gitmesin, burda kalıp ötsün istedim. Ötüşüne bir de duruş katmıştı ki, kanatlar o küçük gövdeden hafif ayrık, kanat uçları kuyruğun altından yere sürtüyor ve kuyruk hafif dikik. Küçük tepeleri kendi yaratmış gibi... sekerken bile değişmiyor duruşu... havasından geçilmiyor anlayacağınız... AMA tüm bunların sebebi var: bir dişi!.. vurulmuş, damdan düşer gibi aşık olmuş anlaşılan. Nasıl da havalara girip, en güzel ötüşleriyle etrafında fır dönüyor! Kafasına koymuş besbelli; tavlayacak! Tüm silahlarını bilemiş: ötüşse, ötüş; cakaysa, caka. Elindeki tüm kozlarını dökmüş. Dişi bir serçe, bir erkek serçeden başka ne ister? FAKAT bu dişi, biraz dişli(!) anlaşılan. Erkeğin kendini parelemesi umurunda bile değil! Hiiiç, tınlamıyor bile. O, yiyecek bulmayla meşgul. Dönüp etrafında feryat-figan olan ‘pervaneye’ baktığı bile yok. DİŞİNİN bu meşguliyetini fırsat bilen erkek, arasıra hududu aşıp, yakın markaja geçiyor; sokulabildiği kadar yakınına sokuluyor dişinin. Dişi, oralı olmuyor gibi görünüyor ama, erkek biraz fazla sokulduğunda, hemen birkaç sekişle saldırıya geçiyor. Tam gagalayacakken, erkek ani bir manevrayla, gerisin geri kaçıyor. Kaçarken, toz da kondurmuyor erkekliğine; ne duruşundan, ne de ötüşünden taviz vermiyor. ZATEN, dişinin ciddi bir kovalaması yok. Bir, iki gaga gösterip, tekrar yiyecek aramaya dalıyor. Belli ki hoşuna gitmiş, beğenilmek. O da, onun nazı! ERKEK de, bu sinyali almış gibi. Ya da, kendinden emin. Pes edecek gibi değil. Dedim ya, görebildiğim kadarıyla, tavlamaya kararlı. Dişi, yiyecek telaşına düşünce, erkek yine yanaşıyor. Yine aynı duruş, yine en güzel ötüşler, yine hudut işgali ve yine dişi gösteriyor gagasını. Bu sahne birkaç defa tekrarlanıyor. Erkek cesaretini toplayıp, tekrar yanaşıyor ama dişi, “ı-ıhh” diyor. Yani, “ı-ıhh” demiyor tabii de, o anlamda gaga gösteriyor. FAZLA uzaklara gitmediklerinden, aynı parkta dolandıklarından, uzun süre izledim onları. Grup halinde dolanıyorlar ve hepsi yiyecek bulma telaşındayken, aşık erkek yemeden içmeden kesilmiş, parkı ötüşe boğuyor. Tek derdi, dişiyi tavlamak. AZMİN elinden hiçbirşey kurtulmaz. Görebildiğim kadarıyla, gagalardan yılmayan, mücadeleyi devam ettiren erkek, -bu girişime ne zaman başlamıştı bilmiyorum- bir süre sonra, hududu çiğnediği halde, tepki görmedi. Ve yiyecek bulmaya zaman ayırıyordu. Demek ki, zafere ulaşmıştı! Eh, bu minik öykünün kahramanı erkek serçeden bir ders çıkartırsınız erkekler...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © A.Latif İRVEN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |