..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Kent > Hira Selma Kalkan




25 Ekim 2003
Yakınma  
İstanbul’da sayıları hızla artan aynı kalıptan çıkmış gibi, mimarların dokunamadığı müteahhit

Hira Selma Kalkan


Doğayla çatışma,doğaya yabancılaşma


:BEGI:
 
        İstanbul’da sayıları hızla artan aynı kalıptan çıkmış gibi, mimarların dokunamadığı müteahhit yapımı çirkin apartmanlardan biri, biraz daha eskice olanı, önündeki bahçesiyle diğerlerinden  ayırtedilebilir. Apartmanın önünde, dış kapının her iki yanında uzanan ortadan  onyedi  basamaklı bir merdivenle ayrılan bahçe...Bahçe yokuş yukarı olduğundan kışın  kar tutarsa çocuklara muhteşem  bir oyun alanı olur. Naylonların üzerine oturarak kayarlar. Böylelikle apartmanın önünde  biriken kar kapıcıyı sinirlendirir. O da sinirini çocukları azarlamakla boşaltır. Bütün bunlar çocukların umrunda değildir, onlar çocuk olmanın keyfini çıkarırlar. Pencereden izleyen büyüklerin de canı gider ama  çocuk olma cesaretini gösteren çıkmaz. Bahçenin merdivenle buluştuğu kenarı, sarı- kırmızı –pembe- kahverengi yıldız çiçekleri süsler. En yukarıdaki merdiven basamağının iki yanında yirmiyedi yıllık kavak ağaçları kimi zaman kuşlara yuva olur. Kavakların biraz ilerisinde, ara yol olmasına rağmen arabaların sıklıkla geçtiği  yol seyreder. Japon elması ağaçları, kayısı ağaçları dağınık olarak gezinir bahçede. En aşağıda çocukların altında oturabileceği büyük bir iğde ağacı vardır. Böylelikle ağaçlarla büyüyebilen apartman çocuğu ayrıcalığını yaşarlar. Apartmanın arkasında iki sene önce çimenlerle donatılmış, eskiden insanların pencereden aşağı eline geçeni attıkları yer,  artık otoparkçıların göz diktiği alan oldu.Apartman otoparkçılarının...İşte  bu apartmanın  birinci katında, yaptıklarıyla, dedikleriyle komşularını  bezdiren  Hüsnü Bey oturur. Sırf komşuları değil mahalleliyi de...Hüsnü Bey  ellialtı  yaşında, sular idaresinde çalışan bir memurdur. Üç dört  aya kadar emekli olacağından emekliliğinin rahat günleri için hazırlık yapıyor.. İlk iş olarak salon penceresinin önüne kadar gelen kayısı ağacının dallarını kestirdi. Dışarıyı izleyemiyormuş, gelip geçeni göremiyormuş, dalların gölgesi odayı karartıyormuş. Tabi, gelip geçeni izleyecek, ona laf yetiştirecek, buna dedikodu yetiştirecek böylelikle sıkıcı emeklilik günlerine hareket katacak. Gerçi o, şimdiden tele vole gibi çalışıyor; karşı apartmana  yeni taşınan kadın geç vakitte eve geliyormuş, üçüncü kattaki komşular  bir kadın meselesi yüzünden  sürekli kavga ediyorlarmış...Kim evine yeni bir şey almış,kim tatile bir yere gitmiş hepsini takip eder.
  
            Hüsnü bey kibrit yada çakmak kullanmaksızın sigara içer, birini diğerine                ulayarak, biten sigaranın ateşiyle yenisini tutuşturarak. Apartmanın öndeki caddeye ulaşmak için çıkılması gereken  onyedi  merdiveni soluk soluğa çıkar. Aslında soluma değil tıslamadır bu. Bir ineğin tıslamaları onunkinin yanında üfleme gibi kalır. Konuşurken  aynı tıslama sözcüklerin arasında kendini gösterir, bu sırada sigarsı da  dudağının  sol köşesinde durur. Sigarasını sadece  yemek yerken ağzına almaz. Bu süre en fazla beş dakikadır. Yemeği savaşır gibi yer , hiç soluk almadan, arkasından koşturan var gibi. Yüz çizgileri aşağı  doğrudur. Sözleri yüzüne yaraşır şekilde daima yakınma içerir. Hiçbir  şeyden memnun olmaz. Pahalılıktan yakınır en çok  da. Nerede ucuz mal satılıyor arar bulur. Sabun hangi markette ne kadar, domates nerede daha ucuz bilir. Bu bilgi birçok ürün ve dükkan için geçerlidir. Başka semtteki dükkanları, pazarları da bilir. Zaten Hüsnü Bey’in işinin dışında en çok gittiği yer pazarlardır. Yıllardır değiştirmediği siyah paltosu ve siyah fötrü,  bazan kolunun altına aldığı bazan kenarından tuttuğu siyah el çantasıyla sokağa çıkıp kara gözleriyle baykuş edasıyla  sağı solu tarar. Sarkık gerdanıyla daha da büyüyen yüzünde ufacık burun emanet gibi durur. O tıslamalar bu burundan nasıl çıkar şaşırır insan. Ne sakal ne bıyık bırakır, traşsız dışarı çıkmaz. Hergün düzenli olarak dükkan ziyaretleri yapar, fiyat alır, insanları bıktırıp eli boş geri döner. Bu ebedi (süreğen)takıntısından başka dönem dönem geçici  takıntıları da olur. Bir ara ağaçların yanına park eden arabalara takmıştı. Hem görüntüyü bozuyormuş, hem çok gaz çıkarıyormuş çevreyi kirletiyormuş, hem de apartmanda bir aileye ancak bir arabalık yer düşermiş. Kendisi araba aldığındaysa-her ne kadar benzin harcamamak için pek kullanmasa da-o bölgedeki yeşillikleri yoldurup beton  döktürmüştü. Üç dönemdir yöneticiliği kimseye kaptırmıyor. İnsanlar da zaten angarya olan bu işten kaytarmak için uğraşıyorlar. Bu süre içersinde değiştirdikleri  üçüncü  kapıcı da çıkmak üzere. Sabah işe giderken akşam işten döndüğünde dahası dışarı çıkarken ve girerken kapıcının kapısını çalıyor. Adamın giydiği pantolona , gömleğe karışıyor, çocuklarının yediklerine karışıyor, kullandığı suyun çokluğunu söylüyor . Kaloriferi az yaktı çok yaktı daha neler neler. O an aklına ne gelirse söylüyor. Dolayısıyla apartmana kapıcı dayanmıyor. Hüsnü Bey’in karısı da dayanamadığı için yılın yarısını memleketinde geçiriyor.
 
       Şimdi de bahçedeki ağaçlara taktı. Önce kavak ağaçlarını dipten kestirtti. Baharda kavaktan çıkan tüyler evlere doluyormuş, insanın ağzına kadar giriyormuş. Hem orada uzun boyuyla ne işe yarıyormuş ki kavaklar. Sonra,başka yer yokmuş gibi onun penceresine doğru uzanan kayısı ağacını kestirtmek için uğraştı. Geçen sene çocuklara kayısı toplattırdığı, bir güzel reçelini yaptırttığı ağaç şimdi ırzına geçilmişçesine çırılçıplak duruyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi diğer ağaçları da kırptırtmaya başladı. Bu olup bitenler karşısında  üç-beş kişiden başka kimsenin sesi yükselmedi. Yükselenleri de Hüsnü Bey bıktırıcı tavrıyla susturdu. Japon elması ağaçlarına ne gerek varmış, boşuna sulanıyormuş. Kayısı ağaçları kesilsin ki, onun bunun çocuğu kayısı toplamak için bahçeye doluşmasın, çimenler ezilmesinmiş. Alt katlarda oturanların evi bu ağaçlar yüzünden güneş almıyormuş. Bir zamanlar ağaçlarla güzelleşmiş bu bahçe şimdi gariban, fukara duruyor. Ağaçların gövdesi kütük olarak bahçede oturak görevi görüyor. İnsanlar çimenleri çiğneyerek Hüsnü Bey’in ardından bahçeye giriyor, kütüklerde oturup keyif yapıyor. Canı yanan  çimenleri ağlayan ağaçların gözyaşları suluyor.
         Hüsnü bey penceresinden çevreyi izleyebiliyor artık. Eserine bakarak gülümseyecekken yine bir yakınma başlıyor. Birkaç gündür martı ve kargalardan şikayetçi. Bu kötü sesli pis kuşlar da amma çoğalmışmış. ”Şu kötü öten pis kuşlar yüzünden güzel ötüşlü kuşlar azaldı”diye kızıyor onlara. Es kaza  rastlarsa birine,  çanta , şemsiye  elinde ne varsa vuruyor. O kadar çoğalmış arsızlaşmışlar ki yollarda banklarda rahatça dolaşıyorlarmış. Eskiden böylemiymiş, deniz martısından başka martı olmazmış İstanbul’ da, o da denizin yakınlarında olurmuş. Bu zamankiler çöp martısıymış, kara kara. Nerdeyse beyaz deniz martılarından çoklarmış. ”Bir de kör olası kargalar arttı, şuna bak çatılardaki antenler karga yuvası olmuş” deyip duruyor . Kargaların konuşlanacağı ağaçların yokluğundan, mesken tuttukları antenleri de söktürecek bu gidişle. Çoğalan  çirkin kuşlar güzel kuşlara yer bırakmıyormuş. ”Pis leş kuşları” diyor. ”Çöp yersiniz ancak kötü kötü ses çıkarırsınız. Sizin yüzünüzden güzelim sakalar, serçeler  gelmez oldu buralara”.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Frances Farmer'ın Hüzünlü ve Direngen Öyküsü
Yedi Kalpli Kız
Yeni Bir Aile
Dönüşüm
Mor Mayıs
Böbrekte Buluşma
Yolculuk

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Düş İzleri [Şiir]
İllüzyon [Şiir]
İşkence ve Hekim [Deneme]
Hem Yargıç Hem Suçlu [Deneme]


Hira Selma Kalkan kimdir?

. . . . .

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hira Selma Kalkan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.