Sanırım televizyonsuz bir hayatı hiç hatırlamayan bir neslin hemen bir üst kuşağını temsil ediyor yaşım. Dolayısıyla televizyonsuz bir yaşamdan sonra televizyonla tanışmanın mutluluğu çocukluğumuzun en masum günlerine denk gelmiş oluyor bu durumda. Ondan öncesini hatırlamıyorum. Ama evimize televizyon girdiği zamanki heyecanım aklımdan hiç çıkmıyor.
Tabi o dönemin çocukları gibi benim içinde televizyon çizgi film demekti. Ve çizgi film demek benim için TOM ve JERRY anlamına gelmekteydi. O zaman sermayenin temsilcisi olan ev sahibinin kapital yığınlarını stokladığı buzdolabını koruyan emperyalizm uşağı TOM ile yeryüzüne en azından yaşamak adına çıkan aynı zamanda kapitalist ev sahibine ve onun uşağı TOM’ a hayatı zehreden bu sevimli fare kahramanımdı. O zamanlar evimizde neden fare kapanları kurulduğu konusunun benim için anlaşılması mümkün bir açıklamasını bulmak kolay olmuyordu. Bir halk kahramanı olan fareyi öldürme hayalleriyle plan kurulurdu evimizde ve kurulmuş kapanlardan çıkan o sesler zaferin müjdeleyicisiydi. Jerry kahramanıydı hepimizin. Babamda bayılırdı. Ama aynı fare bizim evimizde bir asalak, bir hastalık bir ölüm tuzağıydı bizler için. O zamanlar bunu sorduğumda iki fare arasındaki farkı bana bilimsel yollardan pek anlatamadılar. Orası televizyon diye geçiştirdiler. Ama ben sorularımla büyümekteydim...
Ben türk filmlerini hiç saçma bulmadım. Çocukluğumdan beri çok sevdim. Zaman zaman bir empati vasıta oldu hislerimi tercümeye. Bazen sürünün peşine takılmış bir koyun misali gündem tasviri gördüm karelerde. Ama küçümsemek gibi bir gaflete düşmedim hiç. Çünkü başkalarının yaşamlarına öykünüp kendi yaşamımızı televizyondan izlerken inkar etmenin yararı olmayacağını önceden fark etmiştim. Ama küçükken kafam karışırdı. Mesela kötü adamların neden Cüneyt Arkın’ın kız kardeşine tecavüz ettiklerine anlam veremezdim. Adamın canlarına okuyacağı gün gibi ortadayken. İnsan hiç bile bile dövdürür mü kendini. Git küçük Emrah’ın annesi dururken Cüneyt Arkın’ın karısına kız kardeşine sataş. Olacak şey değil. Ha birde Kadir İnanır’a kızardım. Sen Türkiye’nin en güzel kadınlarıyla film çevir ve bir defa bile sevişme. O yüzden belki Coşkun’un rolleri daha çekici gelirdi.
Sanırım hepimizin hikayeleri buna benziyor. Eğer benzemeseydi bir gerillanın yaşamına özendiren Jerry kahramanımız olur muydu. Emekle yoğrulmamış mı o evdeki peynir. Ya o evde jerry ve arkadaşlarının talan ettiği süt bir bebenin lokması değil miydi. Bu mantık kurgusuna göre bir sabah kırmızı ışıkta durup hayatından olanların bir farenin tuzağına kurban gittiğini anlamak için uzman mı olmak lazım. Yıllarca bu fare otuz bin insanın canına kastetmedi mi? Ya bunu nasıl unuturuz? Peki tek dişi kalmış Amerikalı bunları televizyondan izlerken verdiği tepkiyle kulelerin yıkılışa verdiği tepkini farklılığını değerlendirirken bizim Jerry ye ve bizim evdeki fareye yaptığımız ayrıma benzer bir düşünceyi taşıdıklarını görmek için ne olmalı? Biz mi onlar gibiyiz. Onlar mı bizden öğreniyor.
Filmlerin kötü adamı çabuk unutuluyor. Oysa hiç düşündünüz mü filmlerdeki iyi adam aynı zamanda kadınlarımızın da hayallerindeki adamın ta kendisi. Şimdi yuvalarımıza nifak tohumunu ekenler kim. Halbuki bizde alkışlamaktayız o jönü tertemiz hislerle. Unutmak her geçen gün kanımıza işliyor. Ya şimdi! Özentinin gündeminde ne var?