Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Temmuz ayına yakışmayan bir yağmur var. Hava çok sıcak, sabahtan beri beni bunaltanlar listesine eklediğim yağmurda sonunda yağmayı başardı. Sanırım herkesin ‘yağmur havası var, yağmur yağacak’ demesine o da artık dayanamadı benim gibi. Sıcağından, kasvetinden değil belki ama insanların her birinin meteroloji uzmanıymış gibi davranıp yorumlar yapmasından bıkmıştım, yağ artık yağmur dedim ve yağıyor işte. Gökyüzünün rengi ruh halimi yansıtıyor. İsmimin anlamını hatırlıyorum. Bu gün hangi anlama geliyorum acaba diyorum sonra. Gökçe: 1)Gök rengi, mavi 2)Gökle ilgili, semavi 3)Güzel Altımda minicik bir kot etek, üstümde pembe mikili dar bir body, ayaklarımda yeni aldığım pembe spor ayakkabılarım var. Uzun ve güzel bacaklarım belimin kalınlığını örtüyor kendi üzerine çektiği bakışlardan. Artık dipboyası gelmiş olan saçlarımın fönü gitmiş kendi özlerine dönmekten mutlu kıvır kıvır, suratımdaysa saçlarımın kıvırcıklığından oluşan bir memnuniyetsizlik. Güzel olmadığım kesin, insanlar bana güzelsin der gibi baksalar da sabahtan beri süren havanın bunaltıcılığından mı bilinmez kendimi çirkin ve yorgun hissediyorum. Havanın insanlar üstündeki etkisini düşünüyorum, kendi kendime gülüyorum, az önce güzel kız diye bakan gözler şimdi deli gözüyle bakıyor bana, baksınlar, güzel olduğumu düşünmeleri umurumda olmadığı gibi deli demelerini de umursamıyorum. Bugün kesinlikle ismimin üçüncü anlamına gelmiyorum. Gökyüzünün rengi ben yürüdükçe ruh halimi yansıtırmışçasına değişiyor. Arada başımı kaldırıp bakıyorum, insanların bana deli gözüyle bakmasını onaylarmışçasına gülümsüyorum. Gri, mor, pembe, mavi yani ben... Sanırım bugün sadece ismimin birinci ve ikinci anlamına geliyorum. Bazen griyim; yorgun, kızgın ve isyankar. Sadece korkutup hiç bir şey yapamıyorum. Bir şeyleri yapanlar hep başkaları oluyor. Yağmur rüzgar ve şimşek gibi. Bazen morum; fırtına sonrası, ılıman, uzlaşımcı, ne yapacağından emin olmayan, grinin etkileri üzerimde, mavi ve yeşil karışımı. Bazen pembeyim; olumlu kararlar veren, karamsarlıktan uzak, umutlu. Bazen maviyim; olmam gerektiği gibi, özüm, bana yakışan şekilde, geleceği gören, ona göre kararlar veren, renk değiştiren. Gökyüzünün rengi,adaşım; ruh halimle olan ortaklığından vazgeçiyor sanki, O mor ben griyim şuan. Hızlı hızlı adımlarla yürüyorum, her adımımda eteğimin kısalmasına aldırmadan. Arabalar, yayalar ve her zaman yeşilin daha kısa yanıp, kırmızının daha uzun yandığı trafik ışıkları. Arabada da olsan, yayada olsan hep böyledir bu. Daha kısa gelir sana yol veren renk. Karşıdan karşıya geçmek için bekleyen kısacık saçlı, burnunda hızması olan kızdan anlıyorum bunu, saatine bakıp duruyor. Eminim kendisi gibi kısa saçlı, düşük bel bol pantalonlu, kulağı küpeli, sevgili ile buluşmaya gidiyor. Bense nereye gittiğimi bilmememe üzülmeden, ışıkları kullanmama seviniyorum. Sahi ben nereye gidiyorum? Birden duruveriyorum. Yağmurun dinmesine rağmen sanki yağarmış gibi bir otobüs durağına sığınıyorum. ‘Gel seni babana götüreyim’ diyip kandırılacak yaşı çoktan geçmiş 10 11 yaşlarında bir oğlan çocuğu duruyor yanımda, gözleri biraz yaşlı. Belki babasına götürecek kimsesi olmadığından, belki babası olmadığından ağlamış belli. Güzel boncuk boncuk bakan lacivert gözleri var simsiyah kalın kaşlarının altında. Sanırım o da babası gibi yakışıklı olacak... Yine beni deli sanmasını umursamayarak bana bakan lacivert gözlerine gülümseyip, saçlarını karıştırıyorum. Bir kaç adım geri çekiliyor oysa ne onu gel babana götüreyim seni diyip kandırmaya ne de bu deli gülümseyişi sürdürüp ona sevimlilik yapmaya hiç niyetim yok. Onun huysuzluğuna inat bende huysuzlanıp geri çekilip, kaşlarımı çatıp dil çıkartıyorum ona. Birden yumuşuyor, sanki az önceki yabani çocuk değilmiş gibi gülmeye başlıyor. Gözlerindeki yaşlar havanın sıcağından kurumuş olmasına rağmen, gözleri hala yaşlıymış gibi parıl parıl parlıyor gülümsediğinde. Çocuk olmak ne kadar da güzel, ne kadar kolay mutlu olmak çocukken diyorum kendi kendime. Küçük çocuk duymuyor duysada anlamayacaktır zaten biliyorum. Birden çocukluğum geliyor aklıma, tam hatırlayamadığım çocukluğum. Bir elma şekeri için saatlerce ağladığım, salıncaktan düştüğümde hissettiğim acı, annemin misafir gezmeleri, her doğum günümde anlam veremediğim, anlamsızca çoğalan mumlar, yüzme öğrenmeye çalıştığım kurbağcık günlerim, kıvır kıvır saçlarımı annemin taradığı, Pazar günleri balon hayaliyle babamın elinden tutup yürüdüğümüz sahiller, bayramlıklarımı baş ucuma koyup uyuduğum , bayramda verilen çikolatalara sevinip çikolata canavarına dönüşüp, ağzımı burnumu çikolata yaptığım günler. Çantamı açıp bayramdan çikolata kalmış mı diye bakıyorum, küçük çocuğa vermek için, o ise herşeyden habersiz yaptığım her hareketi gözlemliyor, bilmiyor ki birazdan bir çikolata ile dünyanın onun olacağını ve dünyanın çikolata kadar tatlı olmadığını. Biraz daha büyüyüp kendi başıma saçlarımı taradığım günler geliyor sonra aklıma birden, kendi bayramlığımı kendim seçtiğim, el öpüp aldığım paraya aklımın erdiği, dişimin çıkıp en güzel çağımda en çirkin olduğum dönemler. Şimdi karşımdan geçen otobüslerin camından görüyorum çocukluğumu, büyüdüğümü. Her otobüs camında biraz daha büyüyorum ve azalıyor beni mutlu eden ufak şeyler, elma şekeri için döktüğüm gözyaşlarımı özlüyorum. Otobüsler geçtikçe devam ediyor çocukluğum gözlerimin önünden geçmeye. Ben küçük çocuğun gözleri önünde büyürken o hala aynı ufaklıkla duruyor gözlerimin önünde, ben büyüdükçe o daha bir küçük kalıyor bana göre. Orta okul, ilk aşk, okul çayları, kısalan eteklerim, büyüyen göğüslerim, makyaj malzemelrim, lise, ilk öpücük ve belkide gerçek anlamda ilk acı, ilk terkediliş ilk gözyaşı. Daha hızlı geçiyor otobüsler ardı ardına, hiç biri durmuyor ya saati değil, ya da doğru durakta değilim. Otobüsün gelmesine kaç dakika var onu bile bilmiyorum. Saatime bakıyorum ve otobüs saatlerine. Durağa geleli henüz beş dakika olmuşken ben kendimi 20 yıldır buradaymışım gibi hissediyorum. Otobüs saatlerine bakıyorum, doğru durakta olup olmadığımdan bile emin değilim, daha yarım saat var otobüse. İnsanoğlunun ömrünü 60 sene alırsam eğer, daha 20 yıl vardı önümde görebileceğim. Küçükken yılların geçmesini isterdim hep, yıllar geçmez gibi gelirdi, şimdi ise günler saatler ilerlemiyor sanki yıllar hızla akıp giderken. Birden hem imreniyor hem acıyorum ufaklığa. Daha yaşayacağı çok seneler var önünde deyip karşılaşacağı güçlükleri düşünüyorum, emekleme ile başladığı hayatı koşarak tamamlayacağını, agu sözcükleriyle başladığı konuşmanın büyüdükçe insanların kendini anlamak istemeyişlerine dönüştüğünü görecek. Bir yandan da özeniyorum ona, aşkı öğrenecek, öğretecek, acı çekecek, çektirecek. Hayatı düşünüyorum sonra ve düşünecek ne kadar çok şey olduğunu. Saatin tik takları bize sormadan ilerlerken farketmediğim bir ömrün, nasılda geçtiğini farkediyorum. Hayatıma katılan insanları düşünmüyorum gibi geliyor, aşklarımı arkadaşlarımı... ne kadar bencilim, herkes gibi. Oysa beni onlar mutlu edip onlar üzüyor. Bense sadece mutlu anlarımı ve acı çektiğim zamanları düşünüyorum, nedenlerini değil. Zaman içinde yolculuk diye buna diyorlar sanırım, sanki ahiret günü gelmiş melekler bana karşımda ömrümü gösteriyor gibiyim. Sakın yanımdaki ufaklık... derken yanıma bakıyorum ve yok. Şaşkınlığımı gizleyemiyorum, o bir melekti belkide. İsyanlarımla şükranlarımı birbirine soktuğum, geçmişimi unuttuğum şu günlerde bana beni, bencilliğimi hatırlatmak için inmişti yanıma göklerden. Melek kadar masumdu bana bakan gözleri, bütün çocukların melek olduğuna inandırdı beni en yaramazının bile. Ben melekken annem hep ’ büyüyene kadar günahlar yazılmaz’ derdi şimdi anlıyordum bunun nedenini. Ani bir frenle kendimi görüyorum önümde duran otobüsün camında, hayatım durmuş gibi. Otobüsün vakti gelmiş, bitmiş çocukluğum, şimdi geleceğe ilerlemem için bu otobüse binmem gerekli. Az önce geçen otobüslerin camından izlediğim çocuk şimdi duran otobüsün camından, büyümüşte bana bakıyor. Binmiyorum... Geleceğe doğru küçük adımlarla ağır ağır ilerliyorum. Ben hala çocuğum. Gökyüzü şuan mavi, Gözlerim yaşlı, babamı arıyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gökçe Dölek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |